Kritik

Dede Korkut’tan Küçük Ok’a: Değişen Bilincimiz için Yeni Soluklar

Dede Korkut hikâyelerini hepimiz biliriz. Kimi zaman okul öncesinde anneannelerimizden dinlemişizdir, kimi zaman bir ilkokul kitabında karşımıza çıkmıştır.

Dede Korkut hikâyelerini hepimiz biliriz. Kimi zaman okul öncesinde anneannelerimizden dinlemişizdir, kimi zaman bir ilkokul kitabında karşımıza çıkmıştır. Bir sözlü kültür emeği olan bu hikâyeler, XV. asırda yazıya geçirilmesiyle beraber günümüze kadar aktarılabilmişlerdir. Bu sebeple Anadolu’da hâlâ Deli Dumrul’un, Boğaç Han’ın hikâyelerinin anlatıldığını işitmemiz mümkündür. Sözlü kültürde anlatılan hikâyelerin birçoğunda temel gaye ders çıkarmaktır. Dede Korkut Hikâyeleri’nde ise yalnızca ders çıkarılmaz, bununla birlikte “Türk ahlak ve törelerinin, inançlarının, kahramanlıklarının otantik anlatıldığı bir eser” (Gökyay 78) olmasıyla da geleneği merkezinde taşır. Anlatış, icra edilme şekline bakacak olursak günümüzden çok daha farklı bir üslup kullanıldığı hemen gözümüze çarpar. Dede Korkut Hikâyeleri nazım nesir karışık bir üsluba sahiptir. Anlatıcı, “Dirse Han evine geldi, hatununu yanına getürdü, çağırup hatununa soylar, görelim hanum ne soylar. Soylama aydur” (78) diyerek nazıma giriş yapar. Bu farklılığın sebebi ise günümüz ortamının şartlarının o dönemden farklı olmasıdır. Çünkü bizi geçmişten, diğer toplumlardan ayıran şey düşünce yapımızın farklılığını yaratan yazılı kültür dünyasında yaşıyor olmamızdır.

Bu farklılıkları özellikle çocuk kitaplarının üzerinde görmemiz mümkündür. Buna bir örnek Erdem Çocuk Yayınları’ndan 2016 yılında yayımlanan “Küçük Ok” serisinde karşımıza çıkar. Dede Korkut’un hikâyeleri metinlerarasılık kurularak günümüz çocuklarının zihin, üslup, yapı ve anlayışına bağlı bir biçimde yeniden okuyucuya sunulmuştur. Ben de bu değişimleri Küçük Ok- Uyuz İnek Nasıl Boğa Olur? kitabı üzerinde inceleyeceğim.

Kitap, ilk olarak hikâyenin karakterlerini tanıtarak başlar. Anlatıcı Küçük Ok’u, onun ailesini, obasını ve düşmanlarını tanıtarak okuyucuların zihninde bir dünya kurar. Bir haritayla birlikte bu karakterlerin konumunu açık eder. Bu durum, okuyucunun zihin dünyasına bir çerçeve sunar. Küçük Ok obanın hânı Cüce Han’ın en küçük oğlu aynı zamanda da obanın ad alan en küçük bireyidir. Eskiden Türk topluluklarında aileler, çocukları bir üstün yetenek ya da bir savaşta yararlık gösterene kadar onlara ad vermezlerdi. Adı kazanmak ve bu ayrıcalığa erişebilmek gerekirdi. Bu eski âdeti dile getirmek için anlatıcı, Küçük Ok’un bu ayrıcalığı kazandığını dile getirmiştir. Anlatıcı, hikâyeye girmeden önce mitolojik bir bilgi olan “yada taşı”nın yedi kenti kutsal kılmasını ve taşların kaybolmasıyla bu yedi kutsal kentin kuruyup gittiğini aktarır. Motif olarak yedi sayısını kullanması dikkat çekerken; diğer bir yandan da kutsal kentleri kutsallığına kavuşturan yada taşı1nın ne olduğunu, neden kutsallık atfedildiğini çocukların hayal dünyasına ve belki de meraklarına bırakır.

Hikâye, Küçük Ok ile Dede Korkut’un torunu Ceren’in bir sıska ineği çekiştirirken onları Küçük Ok’un abisi Baturcan’ın görmesi ile başlar. Ulu Kam[1] tarafından bir başarısı ardından Küçük Ok’a hediye edilmiş bu ineği koyacak bir yer bulamamaları ve koymak istedikleri yere kazığı istedikleri gibi çakamamaları sebebiyle Baturcan’dan yardım isterler. Gücünü göstermekten hoşlanan Baturcan, yardım etmekten ziyade gücünü göstermek istediği için yardım teklifini kabul eder. Balyozla birlikte kazığın tepesine tüm gücüyle vurur. Öyle bir vurur ki kazık yerin dibine kadar batar ve ineği bağlayacak mesafe kalmaz. Fakat sonra kazık birdenbire titreyerek bir karış yükselir. Baturcan buna sinirlenip tekrar vurur kazığa ve yer titremeye başlar. Bu titreme sonucunda kazığın bir ok gibi olduğu yerden fırlaması, ardından gelen pis kokulu bir gaz ve kapkara garip kokulu ve yağlı bir suyun fışkırması bütün herkesi şaşkına çevirir. Yalnız bir sorun vardır ki bu kapkara yağlı su, Cüce Han’ın ak çadırını kara çadır eder. Dede Korkut Hikâyeleri’nden hatırlarsınız çadırların renginin özellikleri vardır. Dirse Han Oğlu Boğaç Han hikâyesinde üç çadır kurulur. Ak çadır’a oğlu olanlar, kızıl çadıra kızı olanlar ne oğlu ne kızı olanı da kara çadırda ağırlanır. Çünkü hiç çocuğu olmayanlara Allah’ın beddua ettiğine inanılır (25). Bu sebeple ak çadırı kara çadır eyleyen Baturcan, töreler gereği mahkemeye çıkarılır. Sonuç ise adının ondan alınması ve obadan uzaklaştırılmasıdır. Tam bu noktadan sonra anlatıcının metinlerarasılık kullanarak Boğaç Han karakterini, Baturcan olarak bu metine taşındığını anlar ve Boğaç Han hikâyesini de metnin içine taşır. Küçük Ok ve Ceren mahkemenin sonucunu söylemek için Dede Korkut’un yanına giderler. Kara çadır meselesinin abartıldığını düşünen çocuklara Dede Korkut nedenini açıklar ve Dirse Han Oğlu Boğaç Han’ın hikâyesini anlatır. Buradan ilham alan Küçük Ok birkaç gün sonra yapılması planlanan Boğa Günü Şenlikleri’nde sıska ineği siyah suyla boyayıp, sandıktan babasına kımız[2] içmesi için hediye edilen boğa boynuzlarıyla ineği bir kızgın boğa haline getirerek abisini kurtarma planı hazırlar. Boğa diye hazırladıkları sıska inekle dövüşecek ve adını ve onurunu kurtaracaklardı tıpkı Boğaç Han’ın adını aldığı gibi. Nitekim öyle de olur. Boğalar güreştikten sonra ortaya ödül töreni için alan boşaltılır. Baturcan bir yerde sıska ineğin biber yiyerek azgın bir boğa gibi alana girmesini bekler. Fakat biber yiyen inek ters yöne doğru koşmaya başlar ve kabak atışı yapılan alandaki direğe toslar. Kabaklardaki okların bir tanesi ise alanda otlayan ve son yirmi sekiz yarışmanın yenilmez galibi olan Karaboğaya saplanır. Acıyla Cüce Han’ın ve eşi Umay Hatuna doğru koşmaya başlayan Karaboğa’nın karşısına Baturcan çıkar. Sıska inek zannettiği boğayı iki yumrukla yenerek adını ve onurunu geri alır.

“Küçük Ok” serisinin Uyuz İnek Nasıl Boğa Olur? kitabı, klasik bir halk hikâyesinin günümüz ortamına uygun olarak dönüştürülüp ve karakterize edilip yeniden yazılmış bir şeklidir. Gelenek merkezli olması, temel gayesinin ders vermesi, aile içi ilişkilerin, kuralların, duygu ve ahlaki değerlerin, karakterlerin anlayış ve yaşayışlarına göre aktarılması bakımından Dede Korkut Hikâyeleri’nin anlayışına yaklaşılmaya çalışıldığı görülmüştür. Ayrıca motifler, kişiler ve hikâyeler yine günümüz üslup ve anlayışı çerçevesinde kurgulanmıştır. Bunlarla birlikte bir anlatıcının olması yine bir benzerlik göstermiş olsa da Dede Korkut Hikâyeleri’nin yazım biçimi olan nazım-nesir karışık anlatımından uzak kalınmıştır. Ayrıca ulu, bilgin, kabile reisi, halkın atası, öğüt verip yol gösteren Dede Korkut, yine bilgin, yol gösteren ama huysuz, gevrek gevrek gülen bir kişi olarak karakterize edilmiştir. Kitabın sonunda “Kutadgu Bilig” adı altında bir küçük sözlük çalışması yapılarak hikâyedeki birçok noktaya, kavrama açıklık getirilmiştir.

 

Kaynakça

Acıpayamlı, Orhan. “Türkiye'de Yağmur Duası”. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 22

(2017): 3-4.    

Dedem Korkutun Kitabı. Haz. Orhan Şaik Gökyay. İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2007.

Gökyay, Orhan Şaik. “Dede Korkut”. TDV İslâm Ansiklopedisi 9 (1994): 77-80.

“Kımız”. TDK. http://sozluk.gov.tr/ Erişim Tarihi: 02.09.2019.

Tavkul, Şafak. Küçük Ok: Uyuz İnek Nasıl Boğa Olur. İstanbul: Erdem Yayınları, 2016.


[1]“Türk halk inanışına göre yada taşı, büyük Tanrı tarafından Türklere verilmiştir. Diğer bir inanışa göre yada taş'ı rüzgâr esen dağlarda bulunur. Bu taşın eski çağlarda Çin-Türk hududundaki madenlerden geldiğini söyleyenler de vardır” (Acıpayamlı 3).

[2] “Kısrak sütünün mayalanmasıyla yapılan, az alkollü, ekşi bir Türk içkisi”.

“Kımız”. TDK. http://sozluk.gov.tr/ Erişim Tarihi: 02.09.2019.