Röportaj

Elif Yemenici: "Çocuğun, çözüm yollarını, kalbine iyi gelecek olanı kendi kendisine bulması lazım"

Ebeveynler çok müdahil oluyor çocuklarına, duygularına. Hatta yaşadıkları kırgınlıkları hemen tamir edebileceklerini zannediyorlar.

Ebeveynler çok müdahil oluyor çocuklarına, duygularına. Hatta yaşadıkları kırgınlıkları hemen tamir edebileceklerini zannediyorlar. Mesela, bu gerçek hayatta yaşanmış olsaydı, çocukluğunuzdan hatırlarsınız, bir anne gelip “Benim çocuğumu neden oynatmadınız?” diye çıkışırdı diğer çocuklara. Anneler babalar böyle davrandıkça çocuk yaralanmaya daha açık hale geliyor. Her zaman anne babası olmayacak yanında. Bu yüzden hikâyede Kalben’in “tek başına” olmasını istedim.

Çocuk Yazını sitemizin Ağustos ayı konuğu: Yazar ve illüstratör Elif Yemenici. Kalbi kırık çocuklar onu çok yakından tanıyor; Eyvah Kalbim Kırıldı! resimli çocuk kitabının yazarı ve çizeri Yemenici ile çocukluğa, çocukluğun kalp kırıklıklarına ve anlatılardaki duygu temsillerine dair şifa gibi bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

Kalben’in hikâyesini biliyoruz; fakat biz bilmediğimiz bir hikâyeyi merak ediyoruz: Elif Yemenici ile Kalben’in tanışma hikâyesini. Nasıl kesişti yollarınız?

Kalben’in ortaya çıktığı gün, insanın hayatında belirli kırılma noktaları olur ya, benim için de öyle bir gündü. Ben bir şirkette çizgi film yapıyordum. O iş yerimde son günüm; toplanmışım, işlerimi bitireceğim... Kar yağıyordu. Gözlerimi kapattım, yazı özlemişim. Begonvil yaprakları hayal ettim. Kalbim çok kırıktı o gün! O kırıklığı öyle şiddetli yaşadığım için muhtemelen, böyle samimi bir eser çıktı ortaya. Sonra oturdum, yazdım, hikâye akmaya başladı hızlı hızlı. Çok kısa bir süre içerisinde yazı tarafı bitti.

Söylediğim gibi; çok dipte hissettiğim bir dönemdi. İşten ayrılıyorum, sonrasında ne yapacağım belli değil. İstanbul’da yaşıyorsanız, birkaç ay kafamı dinleyeyim gibi bir lüksünüz de yok. Bu ruh hali ile yapılan işlerin farklı bir samimiyeti oluyor galiba. Dip noktasının enerjisi bu! Yer çekimi sizi on kat fazla çekiyor; ama diğer yandan da yüksek bir şey hissediyorsunuz. Böyle bir günde ortaya çıktı Kalben.

Hikâyeyi yazmak kısa sürdü ama çizmek beş altı ayımı aldı. Yazı da görseller de tamamlandığında ne yapacağımı bilemedim. “Bu bitti, şimdi ne olacak?” dedim. Çalıştığım birkaç yayınevine gösterdim, hikâyeyi yazdığım günün yıldönümünde de okurla buluştu. 

 

Eyvah Kalbim Kırıldı! başkaları için önemsiz bir davranışın; muhatabı için ne kadar etkileyici olabileceğine dikkat çeken çok özel bir anlatı. Metnin ilk katmanında, dondurması yanlışlıkla yere “düşürülen” küçük bir kız çocuğunun, kalp kırıklığını iyileştirme arayışına şahit oluyoruz.

Burada “Kalben’in tek başınalığı” kilit nokta aslında: Onu teselli eden ya da akıl veren büyükleri yok. Kendi kalbini dinleyen, her bir mutlu anında “şimdi iyileşti mi kalbim” diye durup düşünen, kendini yoklayan bir çocuk var. Eyvah Kalbim Kırıldı! bir farkındalık kitabı, öyle değil mi? Çocuğa kendi kendisini fark ettiren, "durup düşün, bunu ancak sen kendin çözebilirsin" diyen bir kitap.

Evet, olması gereken de bu. Ebeveynler çok müdahil oluyor çocuklarına, duygularına. Hatta yaşadıkları kırgınlıkları hemen tamir edebileceklerini zannediyorlar. Mesela, bu gerçek hayatta yaşanmış olsaydı, çocukluğunuzdan hatırlarsınız, bir anne gelip “Benim çocuğumu neden oynatmadınız?” diye çıkışırdı diğer çocuklara. Anneler babalar böyle davrandıkça çocuk yaralanmaya daha açık hale geliyor. Her zaman anne babası olmayacak yanında. Bu yüzden hikâyede Kalben’in “tek başına” olmasını istedim. Görsel açıdan da bunu kurmaya çalıştım; bir takıntı gibi birazcık ama yan karakter sokmayı sevmiyorum mümkün olduğunca. İllaki gerekiyorsa elini, kolunu, ayağını kullanıyorum. Çünkü kalbinizi kıran kişi hayatınızda sadece bir figüran ve aslında kalp kırıklığı son derece edilgen bir durum… Oturduğunuz yerde kalp kırılmaz, karşıdaki özür dileyince de tamir olmaz. Çocuğun, çözüm yollarını, kalbine iyi gelecek olanı kendi kendisine bulması lazım.

 

 

Bizim, her ay mercek altına aldığımız bir dosya konumuz var. Ağustos ayı konumuz: “Didaktik ya da Empatik: Çocuk Yazınında Duygu Temsilleri”. Bireyin, kendisiyle, çevresiyle ve yaşamla sağlıklı bir iletişim kurabilmesi için duygularını tanıması, onların üzerine düşünmesi ve doğru kelimelerle ifade etmesi şart. Kişinin “kendisi üzerine düşünme” alışkanlığını henüz daha çocuklukta kazanması, bütün hayatını, gelecekte kuracağı bütün ilişkilerini kolaylaştıracaktır. Kalben’in kendince mutluluklar arayışı ilham verici; ama arkadaşlarıyla hiç iletişim kurmamasının, kırgınlığını dile getirmemesinin eksikliğini duyuyor insan. "Beni nasılsa anlamayacaklar" umutsuzluğu ile Kalben’in hüznünü daha da derinleştirmek için kurguladığınız bir detay mı bu?

Eyvah Kalbim Kırıldı! umutlu bir hikâye, görsellerdeki ışık huzmelerini umut vermesi için çizdim. Bu yüzden umutsuzluk ya da “beni anlamayacaklar” gibi değil de şöyle düşümdüm; kalbinizi kıran insan hayatınızda bir figürandır ve onun sadece ayaklarını göstermek yeterlidir aslında. Çok önemli değil onun gelip özür dilemesi, dilese de geçmeyecek zaten. Günlük hayatta da böyle nezaket sahibi insanlar çıkmıyor karşımıza, kimse gelip de “ben hatamı anladım, özür dilerim” demiyor. Bunlar edilgen çözümler, benim Kalben’in hikâyesiyle yapmak istediğim; çocuk kendi kendisine bulsun şifayı.

 

Çizgilerinize baktığımızda geleneksel motiflerden faydalandığınızı görüyoruz; çizimleri gören bir kişi Kalben’in bir Ege ya da Akdeniz kasabasında yaşadığını düşünebilir pekâlâ. Uzandığı yatakta, başının altında nakışlı bir yastık kılıfının olması, kapının önünde oturduğu görselde ipe dizilmiş biberlerin kurutulması gibi detaylar var. Çizgiden çıkıp metne baktığınızda ise çok evrensel bir dil görüyoruz; Kalben’in mutluluk adımlarını düşünelim: Sıcak süt içiyor, balıklara bakıyor, deniz kabuğu dinliyor. Bu çözüm arayışlarını dünyanın herhangi bir ülkesindeki herhangi bir çocuk da yapabilir. Burada yazar ve çizer olarak iki farklı tercihte bulunduğunuzu görüyoruz; bu farklılığın sebebi nedir? Duyguların ülkesinin olmamasına, tüm insanlığa ait olduklarına bir atıf mı? Yoksa hikâyeyi daha çok çocuğa ulaştırma arzusu mu? Kitabınızın en son Katalanca ve İspanyolcaya çevrildiğini de seyircilerimize hatırlatalım bu noktada.

Ülke dediğimiz, aslında sınırlarını bizim çizdiğimiz bir şey, birkaç yıl sonra belki de olmayacak. Bu yüzden benim görsel anlamda odaklandığım ülke değil, iklimdi. Kafamda o yerin iklimini ve coğrafyasını belirliyorum çizmeden önce. Nokta atışı şekilde şu ülke, bu kasaba gibi değil. Ayvalık’ta dedemlerin evi vardı, çocukluğumda yazları oraya giderdik ve terasından hiç eksik olmazdı kurutulmuş biberler. Zihnimde görüntü olarak kaldı hep o. Sonra gördüğüm her şeyden, bu konsepte uyabilecekleri seçtim aldım. Mesela o kuru biberlerden hemen bir sayfa sonra, ufak taşların yer aldığı bir görsel var. Rodos’un taş döşemesine bayılmış, fotoğrafını çekmiştim, onu yansıtmak istedim. Alaçatı’nın mavi boyalı evleri, Mykonos’un bilmem nesi… Hiç İspanya’ya gitmedim, arkadaşım gitmişti, Granada’daki saksıları göstermişti bana, kitaptaki saksı detayları o görselden. Google Earth’te sokak sokak gezdim ve bu iklimi tamamlayacak her detayı aldım, bu yüzden tek bir ülkenin ya da şehrin hikâyesi değil Eyvah Kalbim Kırıldı!.

 

İllüstrasyondan bahsetmişken; çizgilerinize hayran olmamak elde değil. Kitabınız bir silent book olsaydı örneğin, yine anlatırdı bu öyküyü. Kalben’in süt içerken dudaklarında kalan süt lekesi, sevdiği kedilerin ona endişeyle bakması gibi detaylarla hikâyeyi daha da gerçekçi kılmışsınız. Bu detayların da ötesinde dikkati çeken; çocuk bakışının, sadece yazıya değil görsel dile de hâkim olması. Örneğin dondurma yere düştüğünde diğer çocukların ayak parmaklarının görülmesi, açının üstten kurgulanması… Ya da Kalben’in balıklara baktığı sahnede suyun altından bir açı ile yüzündeki hüznün açıkça çizilmesi. Başarılı bir resimli çocuk kitabında görsel ve yazı birbirini nasıl tamamlamalı, çocuğa görelik ilkesinin görsel dile yansımaları nasıl olmalı?

Yazı ve görsel birbirini desteklemeli, biri diğerinden üstün değil, bütünlüklü olmalı. Hikâyedeki duyguyu destekleyecek renkler seçilmeli, pozitif renkler, karamsar renkler gibi. Sonra ışığı çok önemsiyorum ben, huzme halinde gelmesi umut vadeder ışığın. Bunun dışında sinemada kullanılan açılar da çok önemli; Kalben’in yatağına yattığı sahnede üstten bir açı kullandım ben, yalnızlığının altını çizmek, okura daha çok hissettirebilmek için. Açılar, renk seçimleri, bunların hepsi anlatıyı güçlendirecek, tamamlayacak unsurlar. Meselâ, kahramanın yüz ifadelerini çizerken benim aynam hep karşımda durur. Bir yüz ifadesi için iki saat aynaya o şekilde bakıp çalışırım.  

 

Çeşitli etkinlikler vesilesiyle çocuklarla sık sık bir araya gelme imkânı buluyorsunuz. Çocuk okurların tepkileri nasıl Kalben’in hikâyesine?

Bu sene epey okul gezdim. Hem çizim atölyelerimiz oluyor çocuklarla hem de söyleşilerimiz. Çocuklar çok seviyor böyle etkinlikleri. Ben de soruyorum; “Kalbiniz kırıldığında size ne gelir?” diye. Gittiğim okulların sosyoekonomik altyapısına göre çok ilginç cevaplarla karşılaşıyorum. Mesela özel bir okula gittiğimde, küçük bir kız; “Göbeği açıklarımı giyip jimnastik yapmak.” demişti. Bir başkası; “Bir top damla sakızlı dondurma ve yanında da sıcak çikolata kalbime iyi gelir.” demişti. Kenarda bir okula gittiğimde ise “kuş sesleri” diyorlar, “özür dilemek” diyenler çok oluyor. Aslında tüm bu cevaplar benim yaptığım işe de katkı sağlıyor, çocuklardan kopuk bir çocuk edebiyatı yapamazsınız. Çok iyi geliyor bana da…

 

 

Kalben’in hikâyesini çok sevenlerin heyecanlanacağı bir haber paylaşalım: Sosyal medya paylaşımlarınızdan takip ettiğimiz kadarıyla kitabın ikincisi geliyor, öyle değil mi? Ne zaman okuyabileceğiz ve Kalben’in hikâyesi dışında, meşgul olduğunuz başka projeleriniz var mı?

Çok uzun bir süredir gündemim Kalben’di. Hatta sizinle görüşeceğim ana kadar kitabın son sayfasıyla uğraşıyordum, çok az kaldı bitmesine. Bir de sık sık yazıp böyle kenarda biriktirdiğim hikâyelerim var. Hepsi için deliriyorum, hangisinden başlasam çizmeye diye, onlarla ilgileneceğim. Bir hikâyeyi de sadece kitap değil, aynı zamanda stop motion bir kısa film yapma düşüncesindeyim. O hikâyenin kahramanı da agorafobik, yine benim kendi içimde yaşadığım korkulardan. Tabii şimdi gülerek anlatıyorum ama hakikaten yaşadığım dönemde çok zorlayıcıydı. Kedi insan arası bir karakter olacak, onun evden dışarı çıkmak zorunda kalmasını anlatacak... İlhamı da kedimden aldım zaten. Aynı onun gibi her şeyden korkan bir kedim var. Kısa filmin ön hazırlıkları için yumurta kolilerinden bir ev yaptım bile. Minik minik uğraştıracak, muhtemelen aylar sürecek bir dönem beni bekliyor. Stop motion çok sabır gerektiren bir iş. Bakalım, inşallah altından kalkarım. Şimdiye kadar yazdığım ve bir kenarda durup biriken yayımlanmamış metinler de hep duygular üzerinden gelişiyor hikâyeler. Aslında “çocuklara öğreteyim” gibi bir niyetle yazmıyorum ama herkesin bir tarzı var, benim de bu yolda ilerleyecek sanırım.