Soruşturma

Ferhat Kentel: “Ağlamak, ağlamaktan keyif almak sanırım bizim kültürel habitusumuzda var”

"Aradan bir zaman geçtikten sonra bütün bu “ağlamalı” kitap ve filmlerin ne kadar da “gerçek olmadığını”, “bu kadar net bir iyilik ve kötülük ayrımı olmayacağını” düşünmeye başlamıştım.

"Aradan bir zaman geçtikten sonra bütün bu “ağlamalı” kitap ve filmlerin ne kadar da “gerçek olmadığını”, “bu kadar net bir iyilik ve kötülük ayrımı olmayacağını” düşünmeye başlamıştım. Oysa şimdiki ruh halimle ve sosyolojik gözlerimle baktığımda ne kadar da doğruymuş diyorum. Kadınlara yönelik şiddet, tecavüzler, kendi çocuklarına dönük tacizler, para ve miras için birbirlerini yiyen aileler, siyasi çıkarlar için birbirlerine giren “yol arkadaşları” vs. memlekette ne kadar çok saf kötülük olduğunu gördükçe Kemalettin Tuğcu’nun aslında memleketin hallerine ne kadar ışık tuttuğunu anlıyorum."

Bize çocukken okuduğunuz ve etkilendiğiniz beş kitabı söyleyebilir misiniz? Bu kitapların size nasıl bir tesiri olduğunu ve çocukluğunuza dair nasıl bir hatıra bıraktığını merak ediyoruz. Buradan yola çıkarak çocukluğa ve çocukluğun sosyal anlamda kurulumuna dair bize neler söyleyebilirsiniz? 

“Çocukken” nerede başlar nereye kadar gider bilmiyorum ama okuma serüvenimde Üsküdar’da mahallemizdeki Çinili Çocuk Kütüphanesi’nin özel bir yeri var. 1960’lı yıllarda, ilkokulda oraya sık sık gidip kitap okuduğumu hatırlıyorum. Bu konuda çok romantik cümleler kurabilirim sanıyorum; eski bir Osmanlı yapısı olan kütüphanenin huzurlu havasının ruhumu sardığını, kitapların büyülü dünyasının bende bitmez tükenmez bir okuma şevki yarattığından falan bahsedebilirim mesela. Bir de kütüphaneye bakan memure ablayı hiç unutmadığımı fark ediyorum. Demek ki, kitaplar, kütüphane ve kütüphane ile özdeşleşmiş olan insan benim kafamda birbirlerini hatırlatıcılar olarak kodlanmış ve hepsi bütünleşmiş.

Okuduğum ve hatırladığım hangi kitaplardan ne kadar etkilendiğimi hatırlamıyorum. Hatırladığım her kitap etkilendiğim kitap mı ondan da tam emin değilim. Ama şimdi saymaya çalıştığımda en çok aklımda İki Sene Mektep Tatili gibi macera içerikli kitaplar kalmış. Mesela Jules Verne’in Denizler Altında 20 Bin Fersah, Arzın Merkezine Seyahat, 80 Günde Devriâlem gibi epey bir kitabını da o zamanlarda okumuştum. Bu arada bu kitapların ismini zikrederken, çoğunun isminin “Türkçeleştiğini” fark ediyorum; kitapların şimdiki versiyonlarında “mektep”, “fersah”, “devriâlem” gibi kelimeler güncellenmiş…

Robinson Crusoe’yu sanırım çok etkilendiğim bir kitap gibi hatırlıyorum. Özellikle Robinson’un Cuma’ya “öğreten, aşağılayan abi” davranışlarını hiç sevmiyordum. Bu “sevmemeyi” sonradan geri dönerek kurmuş da olabilirim tabii…

Çocuk Kalbi çok ağladığım bir kitaptı. Kim olduğunu hatırlamıyorum ama kitabı öneren kişi, ağlama garantisi vermişti. Ağlamak, ağlamaktan keyif almak sanırım bizim kültürel habitusumuzda var; çok sayıda Kemalettin Tuğcu kitabı okudum. Korkunç hikâyelerdi onlar; fakr-u zaruret içinde aileler, kayıp çocuklar, şiddet gören çocuklar vs… Bunların film versiyonları da vardı; özellikle kadınlar mahalleden toplanıp, yazlık sinemalara “ağlamaya” giderlerdi. Aradan bir zaman geçtikten sonra bütün bu “ağlamalı” kitap ve filmlerin ne kadar da “gerçek olmadığını”, “bu kadar net bir iyilik ve kötülük ayrımı olmayacağını” düşünmeye başlamıştım. Oysa şimdiki ruh halimle ve sosyolojik gözlerimle baktığımda ne kadar da doğruymuş diyorum. Kadınlara yönelik şiddet, tecavüzler, kendi çocuklarına dönük tacizler, para ve miras için birbirlerini yiyen aileler, siyasi çıkarlar için birbirlerine giren “yol arkadaşları” vs. memlekette ne kadar çok saf kötülük olduğunu gördükçe Kemalettin Tuğcu’nun aslında memleketin hallerine ne kadar ışık tuttuğunu anlıyorum.

Bu ağlamanın tersinde de Tom Sawyer kitapları var; bu sefer kahkahalarla, gülmekten gözyaşı banyoları yaptığım kitaplardı bunlar.

Tabii, şimdinin internet, çizgi film, tablet, video, Youtube teknolojileriyle beslenen kuşaklarının tersine bizim zamanımızın baştan çıkarıcı görsel malzemeleri çizgi romanlardı; Teksas, Tom Miks, Kinova, Tex, Zagor gibi çizgi romanları ders kitaplarının arasına saklayıp, gizlice okuma taktikleri her ortalama çocuğun bildiği yöntemlerdi. Babalar (mesela benimki) bu kitapları bulur, paramparça eder; sonra bu kitaplar gene temin edilir; kaçıp kovalamaca devam ederdi. Bu tür resimli romanlar arasında “Türk kahramanı olduğu” için Karaoğlan ve Tarkan’ın yerleri sanırım ayrıydı. Bunlar hem yakışıklı Türk kahramanlarıydı; hem de Bizanslı çok güzel kadınları ayartırlar, biz yeni yetmeler de bu romanları yazıp-çizenlerin cinsel fantezilerinden kendimize erotik görsel malzeme devşirirdik. Bu resimli romanlardan etkilenerek, ben de kahramanının adı Baykut olan kendi romanımı yazmış ve resimlemiş, arkadaşlarım arasında epey bir sükse yapmıştım.

Hatırladığım ve etkilendiğimden en emin olduğum kitaplardan biri Ömer Seyfettin’in Beyaz Lale kitabı ve özellikle içindeki Beyaz Lale adlı hikâyedir. Olumsuz anlamda! Bu hikâyede Seyfettin, bir Bulgar subay (adını hâlâ unutmadım: Radko!) Türk kadınlarına, özellikle Beyaz Lale adlı bir kadına yapılan zulmü anlatır. Türk çocuklarına Türklük bilinci aşılamak için verilen bu kitap tam bir travma zerk etme kitabıdır. Radko’nun Lale’ye ve diğer kadınlara tecavüz etme çabası, bembeyaz etini, göğüslerini, bacaklarını kesmesini, annelerin elinden bebeklerini alıp yanan fırına atmasını, Radko’nun gözünden, ama neredeyse onunla muhteşem bir empati halinde, adeta pornografik bir tasvirle anlatır… Bu ve benzeri kitaplarla ya da imajlarla yetişen nesillerin ruh sağlığı nasıl evrilir ve milliyetçiliği nasıl bir milliyetçilik olur, tabii ki, çok derin bir şekilde araştırılması gerekir ama en azından sonraki nesillerin, korku ve nefret dolu milliyetçiliklerine bakarak, Seyfettingillerin çok iyi bir miras bırakmadıklarını söyleyebilirim.

Ve sanırım “çocukluk” denen dönemden kalma son hatırladığım kitap Necati Cumalı’nın Ay Büyürken Uyuyamam adlı kitabıydı. İlk ergenlik dönemine denk gelen bu kitap, Cumalı’nın Ege bölgesinde kırsal alanındaki cinselliklere dair çok güzel bir kitaptı. Ama sanırım benim (ve daha sonra kitabı ödünç verdiğim arkadaşlarım) için bu kitabın erken olduğunu anlıyorum. Çünkü kitap, ergen zihinlerimizde adeta erotik bir malzemeye dönüştü.

Uzun lafın kısası, şimdi bu hatırlamaları (kusura bakmayın kitap sayısı beşten fazla oldu) buraya yazınca, aslında ne kadar çok memleketin hallerine denk gelen okumalar olduğunu fark ediyorum: yerleşik olma çabası ama yerleşememe, ilerleme ve modernleşme arzusu, travma, hamaset, şiddet, yoksulluk, trajedi, gülme arzusu, cinsellik… Bir türlü rayına oturamayan, belki de oturması gerekmeyen kaotik bir durum…