Soruşturma

"Futbolun diğer tüm spor dallarından izole edilmiş tek başına bir hâli var filmlerde"

Yeşilçam birçok insan için olduğu gibi benim için de uzak bir geçmiş, gerçeklerden kopuk, satıhta bir temsil dünyasıydı, işte biraz da burun kıvırdığımız belki. Ben tarihçiyim aslında.

  Geçtiğimiz yıllarda önce Socrates Dergisinde sonra 5Harfliler bloğunda “Yeşilçam Sokağı’nda Top Koşturan Çocuklar” başlıklı bir yazınız yayımlandı. Öncelikle şöyle soralım, sizce futbol nedir? Yeşilçama bu gözle bakma merakınız nasıl oluştu?

Yeşilçam birçok insan için olduğu gibi benim için de uzak bir geçmiş, gerçeklerden kopuk, satıhta bir temsil dünyasıydı, işte biraz da burun kıvırdığımız belki. Ben tarihçiyim aslında. Bambaşka bir konuda ve uzak bir memlekette kendi lisansüstü çalışmalarıma devam ederken, sanırım biraz da memleket hasretiyle, Youtube’a konan 1950’lar, 1960’lar filmlerini seyretmeye başladım. Tarih okuyor, araştırma yapıyordum. Yeşilçam tarihine yönelik yapılan çalışmalar aslında az sayıda değil, yani sektörün, önde gelen isimlerin, dönemler arası farkların, sinema dilinin ve başka bir İstanbul olmak üzere mekânların tarihine yönelik çalışmalar vardı zaten. Bu çalışmaların çoğu Yeşilçam’ı kapalı devre, kendi dünyasında değerlendiren, kendi dinamiklerine göre sorgulayan işlerdi. Ben Yeşilçam filmlerine birer tarihi vesika olarak bakmak istedim. Mekânlar, insanlar, konuşmalar, sık kullanılan, on yıllar boyu tekrar eden temalar bize ne söylüyordu? Filmlerin her sahnesi arşivden bulduğumuz belgeler gibi farklı okuma biçimlerine açıktı belki de ve bu noktada benim de umudum, böyle yaklaşırsak göreceklerimizin bize bir tür çeşitlilik sunacağına dair bir sezgiden kaynaklanıyordu. Sonrasında kendi araştırmacılık hayatımın çok heyecan verici, uzun soluklu bir dönemine girmiş oldum.

Yeşilçam’da futbol, futbolcular, futbol merakı ve sokakta futbol oynayan çocuklar da bu anlattığım bakışla filmlere topyekûn bakarsak ne kazanırız sorusuna aranan yanıtlardan biriyidi sadece. Yani büyük temaları var Yeşilçam’ın, zenginlik, fakirlik, kent, köy, iyi, kötü arasına sıkıştırılan büyük anlatının unsurları… Ama benim ilgilendiğim, bu büyük anlatının perdeye yansıtılma çabası içinde araya sızan bazı ayrıntılardı. Sürekli ev işi yapan kadınlar, mahalleye gelen Amerikan arabaları, değişen yapı stoğu, kelime seçimlerindeki değişim ve mahalle fimlerinde arkada süreki dolgu malzemesi olarak kullanılan çocuklar… Bu çocuklar filmlerde arkada ip atlar, bezirgânbaşı oynar ve 60’lardan itibaren de bol bol top peşinde koşarlar. Bu sebepten ilginçlerdi benim için. Socrates de bir spor dergisi olduğu için önerime sıcak baktı. Kapsamlı bir araştırma, film taraması sonucunda bulduklarımı derledim.

 

Yeşilçam’da futbola dair ne tür malzemeler bulabiliriz?

Futbolcuları kendine konu edinen filmler var. Yazımın açılışında yer verdiğim Taçsız Kral böyle bir film. Hayatını anlatıyor Metin Oktay’ın, kendisi de başrolde, ama bu ayrı bir tür. Diğer yanda seyiriciyi heyacanlandırmak için bazı futbol takımlarının bir anlığına, üstelik filmin hikâyesine bir katkıları olmamasına rağmen yer aldıkları filmler var. 1960 yapımı Kırık Kalpler’de mesela, tüm Beşiktaş oyuncuları çıkıyor bir anlığına sahneye.

Ama benim kurcaladığım mahallelerin tozlarına bulanarak, inatla, ısrarla, tüm tehditlere rağmen futbol oynayan çocuklar oldu. Çok sayıda filmde görünürlüğü var bu çocukların. Adres sorana adres söyler, kaybolana yol gösterir, itilmesi gereken araba varsa iter, sonra da oyunlarına geri dönerler.

Öte yandan rahatlıkla söyleyebileceğimiz bir nokta var futbolun filmlere yansıma biçimiyle ilgili: Tüm anne, babalar çocukların futbol oynamasına karşı! Okulun, yani eğitimin önündeki en büyük engel gibi görülüyor futbol aşkı, çünkü futbol için okuldan kaçılıyor. İşin ekonomik boyutu da var. Ayakkabılar hızla yıpranıyor, top da parayla alınıyor… Futbolun diğer tüm spor dallarından izole edilmiş tek başına bir hâli var filmlerde, bu bana ilginç geliyor aslında. Yani diğer tüm spor dalları filmlerde temsil ediliyor da futbolun ayrıca olumsuz bir yeri var anlamında demiyorum. Bir spor dalının çocukların bedensel, zihinsel gelişmesine katkıda bulunabileceğine dair en ufak bir sorgulama yok filmlerde. Futbol oynamak doğrudan aylaklıkla, başıboşlukla, sorumsuzlukla ilişkileniyor. Taçsız Kral filminden bir diyalog var bahsettiğim yazımda da kullandığım. Anne ve baba Metin Oktay’ın çocuk hâline çıkışıyorlar, iki ayrı yönden. Baba diyor ki: “Bindir söylüyorum topla oynamak günahtır. Günah nedir bilir misin? Bir daha görürsem yapacağımı biliyorum ben… Tövbe Yarabbi. Tövbeler olsun“. Annenin kaygısıysa daha başka bir yönde: “Yapma oğlum. Laf anla biraz. Fakiriz biz. Oyunla geçirecek vaktimiz yok. Baban sabahın altısından geceyarısına kadar fabrikada ömür çürütüyor. Bir gündüz uykusuna hasret. Bir erkeğimiz de sensin. Okuyup kazanacaksın oğlum. Başka çaremiz yok”.

Yani hem dinsel hem ekonomik açıdan dile getiriliyor itirazlar. “Şeytan icadı“ top ve bir erkek çocuğunun ileride, aileye ekonomik rahatlama getirmesinin önündeki engel. Bu çatışma sık görülen bir motif filmlerde.

 

Peki izlediğiniz kadarıyla çocuk ve futbol ilişkisi ne tür filmlerde daha çok karşımıza çıkıyor? 

Mekân olarak şehirde geçen ve mahalle filmlerinde. Şunu bilmiyorum mesela, bir köyde geçiyor da film, arkada futbol oynayan çocuklar var! Sanırım bu yok filmlerimizde hiç. Kamera köydeyse orada artık başka tür önceliklere sahip bir temsil dünyası var. Köyde olduğumuzu anlamak için koyunlar göreceğiz, derelere akacak belki, pastoral bir arka plan yaratılacak. Futbolcu çocuklar şehirdeler ve genelde de kenar mahallelerdeler; köşklerin etrafında değiller mesela. Ahşap konaklardan artakalan boş arazilerde belki, dar sokaklarda, sokak aralarında oynanıyor futbol. 1960’ların şehirde geçen melodramlarında da böyle, ilerleyen yıllarda 80’lerde ki mahalle dediğimiz yer değişiyor artık, apartmanların arasına sıkışıyor çocuklar ve sonra da yok oluyorlar zaten.

 

Bu filmlerde futbol, çocuk-yetişkin ilişkisini etkileyen bir unsur mu?

Tabii. Başka hiç bir spor dalı yok bu denli ekmek kapısı olarak görülsün! Futbol oynamak için çok az şey gerekli, bir top, kale olacak iki taş, çok geniş olmasına da gerek yok bir de boş alan. Benim büyüdüğüm mahallede de, 1980’lerde, boş bir arazi vardı ve adı top sahasıydı. Bu türden sahalar yaygındı sanırım, çok insan hatırlayacak bu top sahası tabirini. Yukarıda bahsettiğim ebeveynler ve çocuklar arasında çatışma, çocukların hor görülmesi yaygın filmlerde. Diğer yandan şu da yaygın. Şansı yaver giden ve futbolda tutunan bir çocuk, ailesi tarafından derhal benimseniyor. Ya Ya Ya Şa Şa Şa filminde Münir Özkul mesela, buna da yazımda yer vermiştim. Sahalardan sürekli dövmek suretiyle aldığı oğluna büyük bir transfer parası ödendiğinde, ondaki yeteneği en başından beri gören bir baba hâline dönüşür. Aileye müthiş büyük önem veren, sürekli birtakım temeller üzerinde sadece aileyi yükselten Yeşilçam’ın ailelerin bu tip bir dönüşümüne yer vermekten çekinmemesi de ilginç aslında. Para için değerlerini bir kenara koyuverenlerin bir resmi geçididir de bu açıdan Yeşilçam.

Fakat yetişkinler deyince sadece anne ve babalar değil, çocukların başı komşularla da belaya girer. Kırılan camlar, geri verilmeyen hatta bıçakla kesilen toplar, pencere altında toplarını geri isteyen çocuklar…

Kısaca böyle bir ekmek kapısı, kolay yoldan ve büyük de paralar kazanmanın da yolu futbol; ama sokaklarda çok sayıda çocuk var, aralarından yeteneği ile sivrilen, öne çıkan, o büyük paralara kavuşanların sayısı elbette az olacak. Kalanlar da hep etraftaki yetişkinle futbol üzerinden itiş kakış büyüyecek. Ta ki ortada bir top sahası kalmayana, İstanbul çocuklarına futbol oynanacak bir küçücük alanı bile sunamayacak bir kent haline gelene dek!

 

Son olarak gözlemlerinizden hareketle sizce Yeşilçam sineması, çocuk ve futbol ilişkisine dair bize neler söyler? 

Bütün bu anlattığım top peşinde hor görülenlerin gördüğü muamele tesadüf değil tabii. Genel olarak çocuklar Yeşilçam’da pek itibar sahibi olmayan özneler. Fikirleri sorulmuyor, fikirlerini söylediklerinde alay konusu oluyorlar. Çocuklar, uğurlarında hayatların harcandığı, anne babaların her türlü zorluklara katlandığı, her türlü güçlükleri göğüslediği insanlar bir yandan, ama sadece daha az yaşamış olmaları yüzünden hiyerarşinin en altındaki insanlar, bu sebepten önemli değiller.

Sadece futbol söz konusu olduğunda değil, pek çok konuda çocuklar birtakım trajedilerin ortasında, fikirleri sorulmadan tesadüfen büyür gibiler. Ben sorularınızı yanıtlamadan evvel, yazımı tekrar okudum, şöyle bitirmişim: “Peki bütün bunlar bize ne anlatır? Türk futbolunun tesis, altyapı yokluğundan ilerleyemediğine dair yaygın bir kanaat vardı bir zamanlar. Bu tartışmayı bir yana koyarak, sokakta oynanan futbolun değil hafife alınması, tüm unsurlarıyla tümden yok edilmeye (âdeta) çalışılmasının da futbolun ilerlememiş olmasında katkısı yok mudur? Yeşilçam aracılığıyla tesis edilmesi lazım gelen şeyin başka bir şeyler olduğunu görmüyor muyuz? Hevesi olana cesaret vermek, kararlı olana arka çıkmak, dirayet gösterene destek vermek hasletlerinden mi yoksunuz toptan?”. Sanırım burada düşünmeye değer bir şeyler var hâlâ!