Sinemasal

Bir Karanlık İncelemesi:Watchmen

Hayatın kendisinden daha büyük yazarların, hikâyelerin, filmlerin yani üretilen veya üretenlerle ilk karşılaşmanın 7-17 yaş aralığında gerçekleşmesi durumunda bireyde bıraktığı büyünün çok daha büyük olduğuna inanırım.

Hayatın kötü bir şaka olduğuna inanan Komedyen, birleşik devletlerin pis işlerini yapan bir karakter, onun öldürülmesiyle başlayan hikâye, Rorschach’ın bu cinayeti bir paranoya içinde kovalaması ile kilit noktasına gelirken, zaman ve mekân olgularından sıyrılıp mavi renkli ve sonsuz güçlü karakteri Dr. Manhattan ile müthiş bir derinlik kazanıyor ve Ozymandias’ın okuyucuyu da karakterleri de içine attığı devasa bir ahlaki ikilem içerisinde sonlanıyor.

“Rorschach’ın günlüğü. 13 Ekim 1985...

 ...Cuma Gecesi New York’ta bir komedyen öldü.” (Moore&Gibbons 22)

Hayatın kendisinden daha büyük yazarların, hikâyelerin, filmlerin yani üretilen veya üretenlerle ilk karşılaşmanın 7-17 yaş aralığında gerçekleşmesi durumunda bireyde bıraktığı büyünün çok daha büyük olduğuna inanırım. Örneğin İlk Star Wars filmini 8 yaşında izlemiş birisi ile 28 yaşında izlemiş birisinin tecrübesinin aynı büyüsellikte olabilmesi bana imkânsız gelmiştir. Ben de Alan Moore ile ilk karşılaştığımda, yaşım 14 ve zihnim bir ergenin olabileceği en coşkulu seviyelerdeydi diyebilirim. Time’ın da en iyi 100 roman listesine aldığı tek çizgi roman olan Alan Moore ve Dave Gibbons imzalı Wathcmen’i ilk okuyuşum ve eserin bende yarattığı huşu, hikâyenin bir parça teftişiyle birlikte bu yazının konusu olacak.

Watchmen, temelinde Soğuk Savaş dönemi Amerika’sında geçen ve “süper” kahramanların hem ülke içi hem ülke dışı sorunlarla (New York’ta suçla savaşmak veya Vietnam savaşında yer almak gibi) mücadele ettiği ve geçirilen bir yasa sonrası emekliye ayrıldıkları, 1986 yılında yayınlanmaya başlamış 12 sayılık bir eser. Hikâye genel olarak dört ana karakter üzerinden ilerliyor: Komedyen, Rorschach, Dr. Manhattan ve Ozymandias. Hayatın kötü bir şaka olduğuna inanan Komedyen, birleşik devletlerin pis işlerini yapan bir karakter, onun öldürülmesiyle başlayan hikâye, Rorschach’ın bu cinayeti bir paranoya içinde kovalaması ile kilit noktasına gelirken, zaman ve mekân olgularından sıyrılıp mavi renkli ve sonsuz güçlü karakteri Dr. Manhattan ile müthiş bir derinlik kazanıyor ve Ozymandias’ın okuyucuyu da karakterleri de içine attığı devasa bir ahlaki ikilem içerisinde sonlanıyor. Watchmen çizgi romanı bu ana hikâyenin derinliklerinde varlık, siyaset, paranoya, ahlak gibi çeşitli düşünsel düzlemlerde de müthiş saltolar atıyor. Hikâyenin kilit noktası olarak bahsettiğim Rorschach’ın hikâyesi bu düzlemlerin en güzellerinden. Otorite ve geleneksel ahlak karşıtı olan Rorschach’ın hapishane psikoloğuna anlattığı ve kendisini de gerçek Rorscach yapan cinayetten bahsettikten sonra popüler kültürün en büyük tiratlarından birini atıyor:

Hayatlarımızı yaşıyoruz, çünkü yapacak daha iyi bir şeyimiz yok. Mantığı sonradan buluyoruz. Boşluktan geliyor, kendimiz kadar cehennemlik çocuklar yapıyor ve boşluğa geri dönüyoruz. Başka hiçbir şey yok. Varoluş rastgele. Bizim ona yeterince uzun bir süre baktıktan sonra gördüğümüzden ayrı bir deseni yok. Bizim yüklemeyi seçtiğimizden başka bir anlamı yok. Bu omurgasız dünya muğlak metafiziksel güçler tarafından şekillendirilmiyor. Çocukları öldüren Tanrı değil. Onları kasap gibi doğrayan şey alınyazısı değil. Kader değil onları köpeklere besleyen. Biziz. Sadece biz. (Moore&Gibbons X)

Çizgi romanı en yakınında okuduğumuz karakter olan Rorschach’ın bu tiradı, özellikle ergen yaşlarındaki birinin tanrıya, otoriteye, varoluşa karşı bu agresif duruşun karşısında zihinsel etkisi de tiradın kendisi kadar büyük. Kendisi de okültist ve bir anarşist olan Moore, hikâyedeki siyasi duruşunu Rorschach üzerinden şekillendiriyor. Doğrunun ne pahasına olursa olsun söylenmesini savunan Rorschach’ın nesnelciliği ve siyah veya beyaz noktalardaki ahlakçılığı da onu genel okuyucu için çizgi romanın en poster karakteri yapıyor. Hikâyede fiziksel varlığını en az gösteren ama hikâyeye en büyük etkilerinden birine sahip karakterlerden biri de Komedyen. Komedyen’in faydacılığı, ahlaki dertlerinin olmaması, hakikatin onun için çirkin oluşu Watchmen’in katmanları için çok önemli. Rorschach’ın çizgi romandaki en “karizmatik” karakter olan Komedyen’e olan ironik saygısı zaten öykünün kapısı ve anlatmaya çalıştığı gerçekliğinin griliğine delalet. Watchmen aynı anda hem iyi hem güzel hem de doğru olmaya çalışmayan bir öykü.

 

 

Dr. Manhattan hikâyenin hem bende hem de popüler kültürde olduğu gibi en enteresan karakterlerinden. “Superman var ve o Amerikalı” (Moore&Gibbons 123). Güçlerinin sınırları kalın çizgilerle çizilmemiş, geçmişi de geleceği de şu anda yaşayabilen, fiziksel kapasitesi sınırsız bir karakter. Babası saatçi olan Jon Osterman, sıradan bir bilim adamıyken bir laboratuvar kazası sonrası bu güçlere kavuşuyor ve ismi Dr. Manhattan olarak değişiyor. Moore, ontolojik olarak en büyük manifestolarını bu karakter altına gizlemiş öyküde, Mars zemininde devasa bir saat yaratırken attığı “Belki de dünya yapılmış bir şey değil. Belki hiçbir şey yapılmış değil. Belki de dünya vardı ve daima olagelecek... Zanaatkârı olmayan bir saat” (Moore&Gibbons 138) tiradının etkisi çok güçlü. İnsanlığın devamı mücadelesini bırakmayan Dr. Manhattan’ın, çizgi romanın başlarında insanlığa olan kayıtsızlığının onun kaderini belirleyecek şey olması ve öykünün sonlarına doğru ölümün insanı yüceliğe iten şey olduğunu anlamasıyla birlikte hikâyenin sonunda yapılan büyük “fedakârlık” bizi sondaki ikilem ile baş başa bırakan şey. Okuyucu için de hikâyedeki “tanrı” figürünün bu seviyede eleştirel olması önemli bir tecrübe.

Son kilit karakterimiz olan Ozymandias, Dave Gibbons’un şahane çizimlerinde ortaya çıktığı gibi bir firavun aşığı. Hikâyedeki dünyanın en zeki insanı olan Ozzymandias, aynı zamanda süper insan hızı ve gücüne sahip. Rorschach’ın paranoyakça peşine düştüğü “birisi gözcülerin peşinde” komplosunun arkasında olan Ozymandias, çizgi romanın sonunda milyonların canını alacak bir komplo kurup suçlusunu Dr. Manhattan olarak göstermeye çalışıyor ve bunu başarıyla sonuçlandırıyor. Soğuk Savaşı bitiren bu hamlesi, tüm ülkelerin ortak bir tehdit karşısında birleşmesini ve nükleer tehlikenin yok olmasını sağlıyor. Yarattığı ahlaksal ikilemin sonunda Moore’un harika bir kalemle beslediği diğer iki karakteri Rorschach ve Dr. Manhattan karşı karşıya kalıyorlar. Rorschach’ın Dr. Manhattan tarafından yok edilmesiyle sonuçlanan bu ahlaki iki karşı duruş okurda da “ben olsam hangi tarafta yer alırdım” sorusunu sordurtmadan sonlanmıyor.

Eserde üzerinde durulması gereken iki karakter daha var: Night Owl ve Silver Spectre. Night Owl yasa öncesi Rorschach’ın suçla savaşırken yanında olan partneri. Tipolojik olarak çizgi roman dünyasının belki de en bilinen karakteri olan Batman’i andıran Night Owl, karakter olarak ona çok daha uzak, çok daha insani. Diğer karakter Silver Spectre de hikâyede Dr. Manhattan’ın sevgilisi olarak karşımıza çıkıp Night Owl ile yaşadığı ilişki sonrası Dr. Manhattan’ın dünyayı terk etmesine sebep olan olaylar dizisini başlatıyor. Öykü ilerlemesinde rolleri bunlardan daha büyük olmayan bu iki karakterin hikâye içerisinde ciddi yer kaplayan kahramanlar olması, öykü okuyucularının empati yapabileceği karakter gerekliliğinde saklı. Eser büyük bir saga[1]; üzerine sürdüğü her gerçekçilik rengini ve yarattığı evreni en uçlarda anlatan hikâyenin karşısında okuyucu küçücük kalırken bu iki “sıradan” karakterin varlığı hikâyeye içerden bakmanızı sağlıyor. Alt hikâyelerindeki trajedilerinin büyük gerçekçiliği de bu karakterleri ete kemiğe bürüyen diğer unsurlardan. Silver Spectre annesi Komedyen tarafından tecavüze uğramış bir karakter iken Night Owl’un taşıdığı flamanın altında ezilmesi bizim onlara sempati hissetmemizi ve öyküdeki yoğun karanlığı çok daha boğucu hissetmemizi sağlıyor. Bu iki karakterin sayesinde çizgi romanın ulaştığı çizgi, sanatkârlığının yanına müthiş bir mühendislik de alıp kafasını arkasına çevirmeden büyüyor.

Watchmen hiç ama hiç kolay bir çizgi roman değil. Hikâye boyunca okuduğumuz şeylerin hepsi grotesk, çirkin ve yanlış insanların yaptığı yanlışlıklar. Bu yanlışların dizilimi hem Gibbons hem Moore tarafından o kadar düzgün ve doğru veriliyor ki her karede saniyelerce kalsanız dahi o coşkun çirkinliği kaybetmiyorsunuz. Tüketmeye ve öğrenmeye aç bir insanın bu eserden kendine yoğuracağı o kadar fazla hakikat, o kadar büyük bir estetikle verilmiş ki eser okunup bırakılacak seviyeden, üç beş haftada bir ele alınıp karıştırılacak seviyeye koşarak geliyor. 80’lerde ana akım genelinde görülen insani veya tanrısal karakter anlatım unsurları da birbirine muhteşem bir kalibrede karıştırılmış, gri bir Superman okuma hazzını yaşatıyor size ve hiçbir şekilde tek bir şey olmaya uğraşmadan bir insanın tüm fikirsel dünyasının temelleri oluşturabilecek şekle bürünüyor. Henüz üçüncü karesinden sizi içine alan hikâye “yaptıkları sekslerin ve işledikleri cinayetlerin birikmiş pisliği köpüre köpüre bellerine kadar gelecek ve fahişesi de siyasetçisi de yukarılara bakıp haykıracak ‘Kurtar bizi!’ diye. Ben de aşağı bakıp fısıldayacağım: ‘Hayır...’” (Moore&Gibbons 9) diyen Rorschach ile tüm derdini, yaşatmayı unutmamız gereken en insani duygulardan olan öfkeyi yanına alarak bize muhteşem bir estetikle geçiriyor ve o büyük soruyu bize de sorduruyor: “Gözcüleri kim gözlüyor?”

 

Kaynakça

Moore Alan & Dave Gibbons. Watchmen. İstanbul: İthaki Yayınları, 2016.

 

[1] Saga, Orta Çağ’da Viking, Cermen ve İzlanda edebiyatında düzyazı anlatım türlerinden biridir. Geniş olarak ele alındığında "saga" terimi, her türlü düzyazı öykü veya tarihî anlatıyı (azizlerin yaşamları, diğer dillerden yapılmış çeviriler ya da başka din dışı hikâyeleri) kapsar.