Dosya

Ökkeş Lunaparkta’da Baba, Oğul ve Geçim Üçgeni: Yoksulluk ve Çocukluk Kavramlarına Yakından Bakmak

“Feodal toplumun çökmesiyle oluşan modern burjuva toplumu, sınıf karşıtlığını ortadan kaldırmış değil. Yalnızca, eskilerin yerine yeni sınıflar, yeni ezme koşulları, yeni mücadele biçimleri getirmiştir.”  

“Feodal toplumun çökmesiyle oluşan modern burjuva toplumu, sınıf karşıtlığını ortadan kaldırmış değil. Yalnızca, eskilerin yerine yeni sınıflar, yeni ezme koşulları, yeni mücadele biçimleri getirmiştir.”         

(Karl Marx ve Friedrich Engels)

Para, insanlık tarihinin kuşkusuz en çok rağbet edilen nesnelerinden biri olmuştur. Türk Dil Kurumu Sözlüğündeki anlamına bakıldığında, devletçe bastırılan, üzerinde değeri yazılı kâğıt veya metalden ödeme aracı, nakit olarak tanımlandığı görülür. İktisat disiplininde paranın fiziki özelliklerine göre tanımlanmasından ziyade “değişim aracı olma”, “değer biriktirme”, “hesap birimi olma” gibi fonsiyonlarıyla ilgilenilir (Alkin, Yıldırım ve Özer 359). Nesne anlamı fonksiyonlarıyla ilişkili olsa da soyut anlamıyla para toplumsal bir sınıf göstergesidir. “Çünkü parası çok olana zengin az olana fakir denir” (Smith 8). Paranın söz konusu çok boyutlu yapısı antropolojik, ekonomik ve tarihsel olarak farklı kategorilerde inceleme imkânı sunar araştırmacılara (Eagleton, Wiliams 1). Bu bağlamda Adam Smith’in “Emek Değer Kuramı,” Marx’ın, “Marksizm Kuramı” ve Keynes’in “Keynesyen Teorisi”nin örneklem alanına iktisat ve edebiyatın kesiştiği bir temsil biçimi olarak çocuk edebiyatı metinlerinde rastlamak mümkündür. Muzaffer İzgü’nün Özyürek Yayınları tarafından yayımlanan “Ökkeş Serisi”nden Ökkeş Lunaparkta bu metinlerden biridir.

“Ökkeş Serisi”nin kahramanı Ökkeş, meraklı, çalışkan ve umut dolu bir çocuktur. Baba Bayram, köy romanı temsilinde tipikleşen köydeki erkek kahramanlar gibi her kış şehre gidip inşaatlarda çalışan kendi halinde bir adamdır. Anlatıda da köy yaşamında ilkokulu bitiren erkek çocuklar önceleri alışsın diye sonraları babaları gibi işçi olsunlar diye şehre giderler (İzgü 6). Dolayısıyla yoksulluğun da bir meslek gibi babadan oğula geçen bir miras olduğu okura sezdirilir. Anlatının kadın kahramanı neneyse bir ismi bir eşkali olmayan, Anadolu’nun cefakâr kadınlarından biridir. Ökkeş öksüz olduğu için nenesine çok düşkündür. Anlatıcı kahramanlarını yoksulluğun verdiği çaresizlikle çalışmanın zorunluluğuna dikkat çekerek kurgular. “Çıtır Çıtır Felsefe” serisinin İş ve Para kitabında, yer alan çarpıcı bir masal, çalışmanın gerekliliğini şu şekilde anlatır: “Sihirli bir ülkede yaşayan bir peri vardır. Peri her akşam kapının önünden ihtiyaçların yazıldığı listeleri alır ve her sabah listedeki her şeyi eksiksiz kapının önüne bırakır. Günler böyle geçerken peri ansızın ortadan kaybolur. İnsanlar yine her zaman yaptıkları işleri yapmaya devam eder ama bu kez zorunludur” (Labbé ve Puech 6-7). Masalın devamında, “çalışmak zorunlu olduğu için çalışmak can sıkıcıdır ve zorunlu şeyleri kimse sevmez”, der anlatıcı (8). Ökkeş Lunaparkta anlatısı da duyguların resminin kelimelerle çizdiği yerde bu zorunluluğu şöyle anlatır: “Anneler, bacılar, gözleri yaşlı, elinde tahta bavuluyla giden kişinin ardından bakarlar. Giden kişi durur, ardına döner, bakar, yürür, yine durur, bakar. Sanki ayakları gitmek istemez. Ama cebini yoklar, cebinde parası bitmiştir, çalışmak gereklidir. Köyde yetişen ürünler dışındaki yiyecek, giyecek ve doktor masrafları ihtiyaçlar için para gerekir” (İzgü 5-7). Bu sayede “Paraya neden ihtiyaç duyarız?” sorusunu gündeme taşır anlatı. İş ve Para anlatısı da âdeta cevap verir: “Doğadaki tüm canlılar yemek için avlanır ve avını çiğ olarak hemen tüketir. Ancak insan onu pişirmek ve değişik şekillerde tüketmek ister. Bunun için ateş, yağ, tencere gibi malzeme gerekir. İnsanlar evlerini süsler ve değişik şekillerde giyinmek ister” (Labbé, Puech 3-4) ve “Gereksinimlerin giderilmesi için para gereklidir ve onu kazanmak için çalışmak zorunludur” (8). “Geçim derdi” diye adlandırılan kaygı budur. Ökkeş Lunaparkta  küresel ekonominin kıskancında bir zaman diliminden başlar. Köylü “kendi yağında kavrulmak” deyimini bir kimlik olarak üzerine giymek istemez artık. Ben de bu motivasyondan hareketle Muzaffer İzgü’nün kaleme aldığı Ökkeş Lunaparta metnindeki baba, oğul ve geçim üçgenini “Çıtır Çıtır Felsefe” serisinin İş ve Para kitabıyla açımlamak, yoksulluk ve çocukluk kavramlarına daha yakından bakmaya çalışacağım.

 

Az Gelişmiş Ülkeler Az Gelişmiş Babalar (!)

Ökkeş’in babası, ülkesi gibi az gelişmiş bir baba (!) ama gözetleyen, kurallar koyan, munis bir adamdır. Babasıyla çatışmaz Ökkeş. Ne olsa şehir görmüştür babası, onun otoritesine saygı duyar. Nasıl duymasın ki! Az gelişmiş ülkesinde hâlâ anne ölümleri vardır. Anlatı bunu direk söylemez ama Ökkeş’in anası erkenden göçüp gitmiştir. Bayram Ökkeş’in hem anası hem de babasıdır. Bu yüzden Ökkeş babasına ayrı bir düşkündür. Onun sevgisini kazanmak için çamaşırını yıkar, yemeğini yapar ve babasına ona can yoldaşı olarak ne ölen karısını ne de anasının yokluğunu aratmaz. Babası da Ökkeş’e düşkündür. İmkân doğrultusunda isteklerini yapmaya çalışır. Anlatı bu noktada toplumun yavaş yavaş değişen yapısını sorgular. Bir insanın istekleri neler olabilir? Ökkeş’in istekleri leblebi şekeri, oyuncak cip, bir dizi çörek, ballı meyveler, akide ?ekeri, çerez diye uzayan bir listeye dönüşür. Yakın tarihe ışık tutar nitelikteki liste, günümüz çocuklarının talepleri ile karşılaştırıldığında istek ve ihtiyaçların ne kadar hızlı değiştiğini gösterir. Çünkü artık yavaş yavaş küresel ekonomi politikaları gelişmekte olan ülkelerde de yayılmış, insanların istekleri ihtiyaç durumuna gelmiştir. Bu yönüyle anlatı geçmişe sosyolojik bir ayna tutar. İstekler güzeldir ancak bir bedeli vardır. Babasından ayrılmak Ökkeş için öyle zor öyle ağırdır ki “Şimdi biliyon mu nene, insan kuş olacak, bi uçacak, babasının yaptığını görecek,” der (İzgü 19). Nenesinin, “Baban sana neler neler getirecek” sözleri bile teselli etmez onu (19). Bir yanda özlem bir yanda çaresizlik Ökkeş’in belini büker. Ancak, çocuk çocuktur deyişini doğrular Ökkeş! Can acısıyla yokuşa tırmanır babasını götüren cipe ağlaya ağlaya bakar, arkadaşıyla buz gibi nehre dalar çıkar, canı yanıyor olsa da az sonra oyuna dalar (18). Ökkeş bu içten, saf ve dokunaklı çıkışlarıyla okurun gözünde devleşir.

 

Gün Gelir Esas Oğlan da Erginlenme Yolculuğuna Çıkar

Okul bitmiştir ve o sonbaharda Ökkeş için şehir yolu görünür. Yalnız geride kalacak nenesi için içi buruktur. Bu sefer vaat sırası ona gelir. Nenesine sakız ve yazma alma sözü vererek hem onu hem kendini teselli eder ve yola çıkarlar (20-22). Yolculuk boyunca baba oğluna verdiği sözleri tutar ve onun isteklerini yerine getirmeye çalışır. Ona restoranda köfte söyler. İlk defa restorana giren Ökkeş büyülenir: “İnsanın çok parası olmalı, şuradaki yemeklerin hepsinden yemeli,” der (33) ama hemen pişman olur; “Biliyon mu buba, şeher yerinin her yeri para. Helâya girdin para, yola bastın para” (34) şeklinde düzeltir söylemini. Kısmen köyde paraya daha az ihtiyaç duyulurken şehirde daha fazla para gereklidir. Şehirde sadece para harcanmaz aynı zamanda kazanılır da. Sabaha karşı şehre vardıklarında sokakta çöpçüler sokakları süpürür, fırıncılar ekmek yapmak için çalışmaya başlar, sokak satıcıları ve bekçiler iş başındadır. Oysa köyde bu saate köpeklerden başka ortalıkta kimseler yoktur (36). Yolculuk Ökkeş için büyüleyici olsa da yaya devam ettikleri yol uzun ve sabahın nurunda yorucudur. Lakin taksiye verecek paraları yoktur. Babası yorulunca Ökkeş’e salep ısmarlar ama yanında çörek alamaz. Onun yerine çıkındaki bazlamadan bir parça koparıp verir (37). Salepçi salebi uzatır ve “Gece yarısı gelirim buraya, soğuk havalarda paltoma sarınırım, yağmurlu günlerde saçakların altına saklanırım,” der (37). Bir yandan salep içerken bir yandan zorlu şartlar altında çalıştığını anlatan salepçiyi dinlerler. Eve yaklaştıklarında çalışmaya gidecekler için evlerin ışıkları yanmaya başlar (39). Çalışmak için uykudan fedakârlık etmek gerekir. Evet, çalışmak zordur ancak yararlıdır. Çünkü hayatın daha kolay, daha rahat ve güzel olması için çalışmanın yarattığı ürünlere ihtiyacımız vardır (Labbé, Puech 10). Bir marangoz sandalyeyi üretirken yorulur, terler, çaba gösterir. Kim bilir belki ağacı yontarken yaralanır. Ancak üretim bittiğinde mutlu olur ve kendiyle gurur duyar. Bazı işler insanın geliştirirken içinde tomurcukları çiçeklendirir (13). Çünkü aksi işsiz olmaktır ve işsiz olmak zordur (14) Şimdi Ökkeş ve babası şehirde birer işsizdir.

 

Yoksulluğun Bir Kokusu ve Bir Resmi Olsa

Yoksulluğun bir tarifi olsa: Küf kokusu ve kırık cama yapıştırılmış bir gazete parçası olurdu herhalde. İşte Ökkeş’in babasının kaldığı oda böyledir. Dutlu avlunun içinde, yer yer tahtaları çürümüş tabanı, yer yataklarının olduğu yüklüğü ve yerde birkaç sahan, iki tencere ve üç kaşığın olduğu küçük bir oda. Kapı kapandığında ancak görülen ayakkabı çıkaracak kadar bir boşluk vardır ve hemen köşede bir testi durur (İzgü 42-43). Bahçesinde büyük bir tulumba vardır. Ökkeş hayatında hiç tulumba görmediğinden merakla dışarıya çıkar ve tulumbanın başında Hasan ile tanışır (45). Hemen kaynaşan ikili sohbete dalar. Hasan taksi yıkadığını anlatır. Ökkeş hemen, “Ben de yıkasam olmaz mı?” diyerek iş aradığını söyler. Hasan’ın olumlu cevabı ile Ökkeş havalara uçar. Sohbet koyulaşınca Ökkeş bu sefer bisiklet konusunu açar. Hasan hemen bisiklet kiralayıp onu bindirmeyi teklif eder. Ancak Ökkeş’in parası yoktur. Hasan ona borç vermeyi teklif ederek, fakir ama erdemli yapısıyla çocukluğun el değmemişliğini yüceltir. Önce Ökkeş, “Amanın düşerim bekmezim akar” dese de bisiklet kiralama işi oldukça maceralı başlar (49). Çünkü Ökkeş bisiklete binmeyi bilmediğinden berberin mangalını devirir, tenekeci dükkânına dalar, seyyar satıcının elma arabasını dökmeye ramak kalır. Tam boş arsada rahat rahat binecekken yoldan geçen ana kıza çarpmakatan son anda kurtulur. Bazen de bisiklete Hasan biner, Ökkeş gidona oturup bisikletin zilini çalar. Saatlerce eğlenen ikili akşam eve varınca basının teklifi ile yeniden heyecanlanır. Hasan hamama gitme fikrine çok sevinir. Çünkü buz gibi soğuk evde bir kova suyla yıkanmayı sevmez (58). Hasan annesinden izin alarak üçü hamama giderler. Hamam macerası Ökkeş’in hamamdan çıkan şişman bir adamı yere düşürmesiyle başlar. İkinci kez düşürmesi gözleri sabunlu olduğundan adamın ayağını sabun diye yakaladığından dolayı olur ve üçüncü… Sonunda adam Ökkeş’ten o kadar korkar ki o gitmeden yerinden kakmaz. Toplumdan topluma değişiklik göstermekle birlikte aslolan çocukluk coşkusu evrenseldir. Yoksulluk, gurbet ve öksüzlük dahi birçok olumsuzluk bir süreliğine buna engel olamaz. Anlatı, kahramanların neşesi aracılığıyla çocuk okurun onlarla bağ kurmasını sağlar.

 

Ve Ökkeş Delikanlı Olur

İnsanlar başkalarının çalışmasına ihtiyaç duyarlar. Ürettikleri ürünleri başkasının üretimiyle kavga etmeden ve çalmadan alıp vermenin yolu değiş tokuştur. Zamanla değiş tokuşta karmaşık bir hâl alınca para icat edilir. Para sayesinde insanlar değiş tokuş konusunda anlaşırlar (Labbé ve Puech 25). Ancak hizmet sektöründe bu olay hâlâ komplikedir. Hizmetin sonucu bir ürün olmadığından bedeli görecelidir ve bazı işlerde çocuklar da çalıştırılır. Zaten şehre çalışmak için gelen Ökkeş o sabah erkenden kalkar ve Hasan gelene kadar hamamdan getirdikleri kirli çamaşırları yıkar. Sonra ilk işbaşı için yola çıkılır. Durağa vardıklarında Hasan onu durak sahibi ve taksi şoförleriyle tanıştırır. Tanışırken durak çalışanları “Hoş geldin delikanlı!” derler. Bu Ökkeş’in çok hoşuna gider. Artık ekmek parası kazanacak yaşa gelmiştir (İzgü 87). Hemen işe koyulurlar. Hasan bir taksiyi çalıştırıp yıkama alanına çekince Ökkeş yine büyülenir. Çocuk Ökkeş bisiklet türküsü söylerken delikanlı Ökkeş taksi sürmek ister. Araftadır Ökkeş, çocuktur ama delikanlı olmuştur. Varoluşsal bir sancı gibidir araflık ve bu dilemma anlatı boyunca sürer. Ancak çabuk kendine gelir. Hasan’dan araba kullanmayı öğretmek için söz alır ve ilk taksiyi beraber yıkarlar. Şoför yıkama parasını uzattığında Ökkeş “Amanın” diyerek heyecanını dile getirir. Ökkeş hayatında ilk kez para kazanır. Alın teri, emeği, işte şu avucunda duran paradır. Hem de ona delikanlı demişlerdir. Ökkeş para kazanır, büyümüştür, acıların çocuğu değil bir delikanlıdır (92). Diğer bir deyişle, erginlenme yolculuğunda para kazanarak büyür. Ama henüz para biriktirmek gibi bir hedefi yoktur. Çünkü kazancını babasına vermesi gerekir. En lüks hayalli bir gün sucuk alıp Hasan ve aileleriyle pikniğe gitmektir. Bundan ötesini hayal dahi etmez Ökkeş. Zira ekmek torbası boyunduruk gibi boynuna geçmiş taşralı bir babanın oğludur.

 

Sonuç Yerine: Yoksulluk İçimizde

Ben bu yazımda anlatıda paranın nesne olarak değişim aracı olma ve soyut boyutuyla sınıfsal ayrım aracı olarak düşünmeye çalıştım. Bunu yaparken insanların ihtiyaç ve isteklerinden yola çıkarak geçim derdinin aslında çalışmanın gerekliliğine temas ettiğini gördüm. Çalışmak yaşamın devamı için gerekliydi fakat zordu. Çalışmanın bu bağlamda insan hayatına dolayısıyla kahramanların hayatını nasıl dokunduğuna eğildim. Bir babanın oğlunun kaderini nasıl şekillendirdiğini gördüm. Öte yandan yoksulluğun çocukları çocuk olamadan büyüttüğüne şahit oldum.

Hiç kuşkusuz sanat yapıtı üretildiği çağdan ayrı tutulamaz. Haliyle üzerine zamanın kokusu siner. Anlatının yazıldığı tarihte ocakları küreselleşme tüttürmüyor, evlere para teorilerinin kokusu işlememiş, köyler kendi yağında kavrulan Yunus’un Anadolusudur. Süleyman’a kalmayan dünya gözüyle görür Anadolu İnsanı. Ancak tüketim toplumuna geçiş sert bir şekilde kendini gösterir. Şehre yabancı bu son kuşak nihayet çalışmak için şehre gelir ve artık istekleri ihtiyaç olmuştur. İşte metnin ana temasını oluşan bu yeni insan tipolojisi tükete tükete tükenir hâle gelmeden önceki son çıkışın resmidir.

Ökkeş anlatıda iyi niyetli ve bir o kadar girişken bir çocuk olarak resmedilir. Babasının ılıman sesi ve otoritesi anlatı boyunca hep varlığını korur. Babasıyla çatışmaz çünkü babası onun tek varlığıdır. Bazen sorularına net cevaplar vermez babası. Belki cevabını bilmez belki kendi bulsun ister ama Ökkeş sorgulamaz bunları. Şehre gidince belki okula bile gidebilirim diye belli belirsiz düşünür. Okumak yüceltilir anlatıda. Çünkü ancak okursa büyük adam (!) olabilir. Fakat bu öylesine uzak bir ihtimaldir ki anlatı bu olasılığın üzerinde neredeyse hiç durmaz. Çünkü Ökkeş’in alın yazısı bellidir: Babadan miras kalan işçilik ve yoksulluk!

Anlatıda çatışma unsurlarının soyutluğu okuruna steril bir edebiyat vaat ediyor gibi görünse de asıl sorun edilen yoksulluktur. Ökkeş’in bisiklet özlemini çektiği, Hasan’ın balon alacak parasının olmadığı günler, tüm alt sınıf çocuklar gibi onlarında boynunu büker. Çocuğun penceresinden yoksulluğa bakarken tek çare çalışmak olarak görünür ve yoksullukla savaşırken de tek silahları onların alın teridir. Çünkü ait oldukları sınıf gereği döktükleri alın teri kadar güce sahip olabilirler. Oysa emeğin karşılığı sadece karın tokluğudur! Bu kabulleniş tanımlı olmasa da bir nevi öğrenilmiş çaresizliktir. Erginlenme yolunda Ökkeş de alın teriyle çalışmaya başlar ve bedel olarak çocuk olamadan delikanlı olur. Zaten Ökkeş için çocukluk, bir an önce tamamlanması gereken bir eksikliktir. Güce ulaşmak için çalışmak, çalışmak için büyümek gerekir. Çocukluğun coşkusu, saflığı ve samimiyetinin kıymetinden bir haberdir o: Asıl yoksulluk içindedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynakça

İzgü, Muzaffer. Ökkeş Otoparkta. İstanbul: Özyürek Yayıncılık, 2013.

Eagleton, Catherine ve Jonathan Wiliams. Paranın Tarihi. Çev. Fadime Kahya. İstanbul: İş Bankası Kültür

Yayınları, 2011.

Marx, Karl ve Friedrich Engels. Komünist Parti Manifestosu. Çev. Onay Yılmaz. İstanbul: Evrensel Basım Yayın,

2009.

Smith, Adam. Ulusların Zenginliği 2. Çev. Metin Saltoğlu. İstanbul: Palme Yayıncılık, 2007.

Labbé, Brigitte ve Michel Puech. Çıtır Çıtır Felsefe 8, İş ve Para. Çev. Azade Aslan. İstanbul: Günışığı Kitaplığı, 

2022.

Alkin Erdoğan, Kemal Yıldırım ve Mustafa Özer. İktisada Giriş. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, 2008.