Soruşturma

Fatıma Tuba Yaylacı ile Savaş, Çocuk ve Sanatın Sağaltıcı Gücü Üzerine

Dünyayı hemen şimdi değiştirmemiz mümkün olmadığı gibi çocuğu dünyadan bihaber büyütmek de doğru bir seçenek değil.

 

Soruşturmayı Gerçekleştiren: Neslihan Demirci

7 Ekim’den bu yana Gazze’de göz göre göre bir soykırım yaşanıyor. Yıkıcılığı açısından İkinci Dünya Savaşı’yla kıyaslanan; doğrudan çocukları, hastaları, doktorları, akademisyenleri ve gazetecileri hedef almasıyla farklı boyutları da bulunan bir insanlık trajedisine şahit olmak, bizler için de gitgide zorlaşan bir tecrübe hâline geldi. Bosna, Suriye, Afganistan, Doğu Türkistan, Sudan gibi dünyanın başka bölgelerinde de ağır savaş suçları ve insan hakları ihlâlleri yaşandı/yaşanıyor ama bütün çıplaklığıyla bu boyutlarda kitlesel bir kötülükten şimdiki gibi birebir haberdar olmamıştık. Savaşın yıkıcı etkilerine doğrudan maruz kalmasak da bu dolaylı tecrübenin sonuçlarını her birimiz kendi gerçekliğimiz içinde yaşıyoruz. Peki, çocukların temiz muhayyilesinde tüm bunların yansımaları nasıl? Ayrıca hem savaşı çocuklara açıklamak hem de çocukların bununla baş etmesi açısından sanatın nasıl katkıları olabilir? Gelişim psikoloğu Fatıma Tuba Yaylacı ile savaşın çocuk ruhu üzerinde bıraktığı etkiler ve sanatın iyileştirici gücü üzerine konuştuk.

 

Savaşın etkilerine doğrudan maruz kalmayan ama organize kötülük gerçeğiyle karşılaşan çocuklar, büyük çaplı acılar karşısında nasıl bir konum alıyorlar, bununla baş etmek için ne tür mekanizmalar devreye giriyor?

Savaş bölgesinde yaşamadıkları hâlde oradaki kötülükten haberdar olan çocuklar, kötülüğün çok karanlık bir boyutuyla tanışmış oldular. Masallardan, filmlerden, zaman zaman maruz kaldıkları haberlerden veya büyüklerin anlatılarından kaynaklı olarak çocukların dünyasında kötülük zaten var olagelen bir şeydi. Ama doğrudan çocuğu hedef alan, sistematik ve organize kötülük daha önce böylesi yakın şahit olunan bir şekilde karşımıza çıkmamıştı ve bunun çocukların dünyasındaki yansımaları kesinlikle yetişkinlerden çok farklı.

Öncelikle çocuklar bizden daha duyarlılar. Yetişkinlerin dünyasında olduğu gibi bu konu onlar için “karmaşık” değil; oldukça net. Zaten ergenlik öncesi çocuğun ahlâka dair anlayışı daha siyah-beyaz bir yerden oluyor; bu hususta yaşam hakkının ihlâli çok belirleyici. Çocukların zarar gördükleri gerçeği onları çok daha duyarlı hâle getiriyor. Baş etme mekanizmalarını düşünmek güzel bir nokta: Kendini ifade etmek olabilir, aktivizme katılmak olabilir, boykot olabilir, sanat ve edebiyatla duyguları sağaltmak olabilir... Bu yollarla güçleniyor ve acıyla başa çıkabiliyorlar.

Çizer: Meryem Vera

Çocuklara savaşı anlatırken hangi hususlarda hassasiyet göstermemiz gerekir?

Savaşın çocuğa etkisinin üç unsur etrafında şekilleneceğini düşünebiliriz. Birincisi, çocuğun yaşı ve gelişimsel düzeyi. Bilişsel kavrayışı ve duygusal gelişimi, çocuğun dünyasında olan biteni nasıl anlamlandırdığının temel belirleyicilerinden. İkincisi, çocuğun neye, ne kadar maruz kaldığı meselesi. Yetişkinler olarak da yakından tecrübe ettiğimiz, bu süreçte maruz kaldığımız acıların hepimizin dayanma kapasitesini aştığı gerçeği. Tüm bunlar çocuklar için çok daha altüst edici olabilir. Yetişkinlerin rehber olarak aracılığı burada çok önemli. Üçüncüsü, yaşadığımız sürecin çocuğa doğrudan değil dolaylı yansımaları. Örneğin, ebeveynin deneyimi üzerinden, evdeki atmosfer üzerinden, okulda, mahallede, çevresinde olan bitenin çocuğu etkilememesi mümkün değil. Bunların her biri ayrı birer başlık...

Elbette baş edemeyen, baş etmekte zorlanan çocuklar olabilir. Yetişkinler olarak biz de bu zorluğu deneyimliyoruz. Çocuk bu konuyu konuşurken ilk ve öncül tepkisini “Bizim ülkemiz de bombalanacak mı? Savaş buraya da gelecek mi?” şeklindeki sorularla ortaya koyuyor. Çünkü ilkin kendisi bu meselenin neresinde konumlanacak, doğrudan bir tehdit altında mı, değil mi, bundan emin olmak istiyor. Bu soruları okul öncesinden ilkokula, hatta ortaokula kadar bütün yaş gruplarındaki çocuklardan duyabiliriz. Özellikle küçük yaştaki çocuklar, etraflarında olan biteni kendileri üzerinden anlamaya meyilliler. Çocuğun büyümesi, bu benmerkezci bakışı tedrici olarak aşma süreci aynı zamanda. Bu süreçte, dünyada olan biten her şey bir şekilde kendisi ile alâkalı. Bu yüzden ilk önce burada kendisinin tehdit altında olma ihtimâlini bertaraf eder. Bu noktada rahatlayamayan çocuklarda korku, kaygı, ilişki kurmada zorluklar, uyku ve yemede problemler görebiliyoruz.

Dünyayı hemen şimdi değiştirmemiz mümkün olmadığı gibi çocuğu dünyadan bihaber büyütmek de doğru bir seçenek değil. Her şey çocukların konusu olamaz; ama çocukların gündemine giren konulara dair anlamlı açıklamalar sunmalı ve onlara bunlarla başa çıkmalarını kolaylaştıracak yollar bulmalıyız. Dünyada bugün yaşadığımız pek çok kriz, iklim krizinden savaşlara, pandemilerden doğal afetlere kadar, aynı zamanda çocukların da meselesidir. Bu dünya onların; bizler, yol açtığımız tüm tahribat ve kurduğumuz sistemlerdeki/yapılardaki süregelen tüm adaletsizliklerle bu dünyayı çocuklara miras bırakıyoruz. Tam da şimdi ve burada, çocuklara tüm bu problemlerle yapıcı, aktif ve güçlü bir şekilde mücadele etme yollarını da göstermek zorundayız.

Çizer: Agâh Selim

Savaş gerçekliğini çocuklara ifade etmek ve çocukların bununla baş etmesi açısından sanatın nasıl bir katkısı olabilir?

Sanatın bu konuda bize katkısı, çocuğun maruz kaldığı gerçekliği ham hâlinden kurtarıp ona yüklenen anlamlarla donatabilmenin kapılarını açması. O ham gerçekliğin metaforlar aracılığıyla çocuk zihni tarafından işlenmesi, duyusal açıdan deneyimleyebileceği işlenmiş eserlere çevirilmesi mümkün. Sanat aracılığı ile çocuğu güvenli bir alana çekebiliriz; o alanda en dehşetengiz gerçekleri oyuncu bir dille ifade eder, en olumludan en olumsuza kadar tüm duyguların spektrumunda dans edebiliriz. Çocuğa cesaret verebilir, kendisini ifade edeceği kanalları açabilir, gerektiğinde yas tutabilir, gerektiğinde isyan edebiliriz. Sanatın dili hepsinin kapısını açıyor.

Bu anlamda çocuk kitapları hem edebiyatın hem de görsel sanatın imkânları ile bize çok elverişli alanlar açabilir. Ebeveynlerin, eğitimcilerin, çocukla zor konuları konuşacak herkesin kullanabileceği araçlara dönüşebilir. Çocuk edebiyatı şiddet, haksızlık, adaletsizlik, savaş, ölüm, iltica gibi her türlü zorlu yaşam deneyiminin izlerini taşıyor.

Meselâ, Filistin’deki çocukların her an tehdit altında kalma hâline ve aniden değişen hayatlarına şahit olduğumuz bugünlerde, Judith Kerr’in 1968’de yayınladığı meşhur çocuk kitabı Çaya Gelen Kaplan’ın metaforları daha canlı anlamlar kazanıyor. Bu kitapta ansızın kapıyı çalıp evi tepetaklak eden kaplan, aslında Nazi Almanya’sında her an kapıyı çalıp Kerr’in babasını ölüme götüreceği ve tüm hayatlarını ellerinden alacağından korktuğu Gestapo’nun bir yansıması. Kaplan, çocukların evlerine davetsiz ve münasebetsiz bir misafir olarak girip hayatlarını darmaduman etmeye bugün de devam ediyor.

Çizer: Ayşe Hilal

Çocukların bu etkilenmelerle baş etme yöntemi olarak sanatsal faaliyetlerinin, meselâ resmin iyileştirici gücünden bahsedebilir miyiz?

Çocuklar için sanat hem yaşananları anlamlandırmanın hem de duygularla başa çıkmanın güçlü bir yolu. Ayrıca, sanatsal faaliyetler aracılığı ile çocuk, sesini daha güçlü duyurmanın da kanallarını bulabiliyor. Demokratik süreçlere katılım imkânları sınırlı; okulda, evde, içinde bulundukları topluluklarda kendilerine ne düşündükleri nadiren sorulan, kamusal alanda kendilerini ifade edecek mecraları yok denecek kadar az olan çocukların bütün bu yaşananlar karşısında seslerini duyuracakları, bunun için de pozitif bir yol olarak yaratıcılık potansiyellerini kullanacakları bir seçenek sanat.

Çocuklarda sanat-temelli terapi uygulamalarının iyileştirici gücünü biliyoruz meselâ. Özellikle mülteci çocuklarla yapılan pek çok çalışma bunu gösteriyor. Ağır travmalar karşısında, en acı verici anıların bile sanatla anlamlandırılması, karanlık hikâyelerin yeniden renklenmesi mümkün. Sosyal hizmet akademisyeni Aslıhan Nişancı ile Suriyeli çocuklarla yaptığımız sanat temelli çalışmalarda buna bizzat şahit olduk. O çocukların yaptıkları resimler, sanatla dünyalarının nasıl dönüştüğünün en açık ve etkileyici kanıtıydı.

 

Çocukların Filistin’de yaşananlardan ilham alarak yaptıkları resimlere dair izlenimlerini de merak ediyorum.

Filistin meselesi özelinde tüm dünyada çocuğun aktivizme katılımını destekleyen ve çocuğun sanatsal üretimine alan açan oluşumlar son birkaç ayda hızla görünür hâle geldi. Bunları çok kıymetli buluyorum. Children for Palestine (@children4palestine) platformu bunlardan bir tanesi. Burada çocukların çizimleri, yazdıkları, ürettikleri dijital içerikler, oyun hamuruyla canlandırdıkları senaryolar ve yer yer oyun ile sanatın iç içe geçtiği üretimleri görüyoruz. Çocuklar, etraflarında olan biteni anlamlandırmak için oyuna ve sanata yöneliyorlar. Çocukların kurdukları oyunlar da çocuk çizimleri de bence benzersiz ve yeniden üretimi mümkün olmayan sanat eserleri. Orada Filistin’de yaşananlara dair tüm detayları çocuğun yaşına ve olayları deneyimlediği pencereden görebiliyoruz. Çocukların sanat işlerinde en sık rastladığımız tema, dayanıklılık, direniş ve özgürlük. Çocukların aktör olduğu, güçlendiği, ayakta durduğu çizimler bunlar. Dayanışma, barış ve kardeşlik mesajları açığa çıkıyor. Çocukların yaptıkları resimler gerçekten umut veriyor.

 

Bu verimli söyleşi için teşekkür ederiz.

*Resimler için @children4palestine ekibine ve minik ressamlara teşekkür ederiz.