Kritik

Eşyadan İnsana Bir Tekerrür ve Teceddüt Hikâyesi: Kar Tanesi Bıdık ve Banu

Şebnem Güler Karacan’ın kitabı Kar Tanesi Bıdık ve Banu (2016) büyük olasılıkla kızımın gittiği anaokulunun hazırladığı seçki içinde eve gelmişti. Gelir gelmez de evde en çok rağbet edilen “uykudan önce” kitabı olmuştu.

Şebnem Güler Karacan’ın kitabı Kar Tanesi Bıdık ve Banu (2016) büyük olasılıkla kızımın gittiği anaokulunun hazırladığı seçki içinde eve gelmişti. Gelir gelmez de evde en çok rağbet edilen “uykudan önce” kitabı olmuştu. Kitabın kapağına bakıp bunun çocukken bir arzu nesnesi olan karla ilgili olduğunu zannetmiştim. Ancak yanılmışım, okuduktan sonra anladım. Kısacık bir çocuk masalı olan “Kar Tanesi”nin benim üzerimdeki tesiri bir çocukluk düşünün küllenmesi ya da puslu bir camın arkasından izlenilen hatıraya eşti. Bugün kitaplıktan çıkarıp üzerine yazmaya karar verirken bile nedenini tam olarak kestiremediğim bu tesir yazarın geçmişini incelerken kendi kendini görünür kıldı. Yazar Şebnem Güler Karacan’la kısa da olsa bir mazimiz olmuştu.

Aşağı yukarı ben kızımın yaşındayken yani yaklaşık 25 sene önce bir TV kanalında Oya Seymen’in sunduğu bir çocuk programının kadrolu oyuncusu Gülücük meğer Şebnem Güler Karacan’ın ta kendisiymiş. İşin doğrusu o yaşlarda Gülücük’ün pek de sıkı bir takipçisi sayılmazdım; ta ki, bu karakterin sivil hali ile çalıştığı kanalın personel servisinde tesadüfen karşılaşana kadar. Yenibosna’dan Erenköy’e giden uzun mesafe bir personel servisinde kendisiyle geçirdiğim 2-3 saatlik yolculuk hayatımın en eğlenceli yolculuklarından biri olarak aklımda kalmış. Sadece tonla makyaj ve gülünç kostümler arkasında gizlenerek küçük bir kızı taklit eden Gülücük’ün gerçekte nasıl biri olduğunu görme fırsatı bulduğum için değil, muazzam bir hikâye anlatıcısıyla karşılaştığım için. O hikâye anlatıcısının kızımın favori kitaplarından birinin yazarı olduğunu öğrenmem bana göre edebiyatın, dünyada salınan bedenimizin akış debisini arttıran ve bizi başka bedenlerle buluşturan gücüne şehadet eden bir tecrübedir.

Yazar kimliğiyle Şebnem Güler Karacan, 200’den fazla çocuk masalı olan, pek çok yazar-öğrenci buluşmasının aranan isimlerinden biri olarak geniş bir kitleye hitap eden bir isim. Kar Tanesi Bıdık ve Banu ise bu geniş külliyat arasında Yeryüzü Masalları serisinin ikinci halkasını oluşturan hikâyelerden biri. Çamlıca Çocuk Yayınlarından çıkan seriyle masalların anlam dünyasının içinden okuruna seslenen yazar, masalına yaptığı girizgâhla resmen meddah geleneğine göz kırpıyor. Karacan’ı sözlü anlatı geleneğine yaklaştıran da okur buluşmalarında gülücük adını verdiği kukla arkadaşıyla birlikte hikâyelerini anlatması.

Kar Tanesi Bıdık’ın yeryüzüne inerken hedefini şaşırıp Banu’nun burnuna konmasıyla başlayan masal, Kar tanesinin dünyadaki yolculuğunu anlatmasıyla devam eder. Nihayetinde kar tanesinin yaratılış hikâyesi varlığın arzdan semaya ve semadan tekrar arza uzanan bir var oluş ve tekâmül hikâyesini mecz eder. Banu’nun kendine arkadaş bildiği kar tanesine bir çocuk safiyetiyle yaklaşması ve onu tanımak hevesiyle sorduğu sorular esas itibariyle bu karşılaşmayı bedenin nesnelere değmesinden öte bir noktaya taşır ve türler arasında nasıl bir bağ kurulabileceğini sezdirir bize.

Şiirimsi bir söyleyişle sözlü kültüre ait kalıplar kullanan Kar Tanesi Bıdık’ın hikâyesi başından sonuna masalımsı bir ritim duygusuna sahip. Tıpkı bütün geçmişleri, şimdileri ve gelecekleri yekpare bir zaman tahayyülünde var eden döngüsel zaman algısında olduğu gibi anlatıcı da anlatacağı hikâyeyi geniş bir zaman içinde hareket ettirir. “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Bütün zamanlar birbirinin içinde. Yaz gelmiş, kış gelmiş, hayat akıp da durmuş. Bizim kar tanesi de uçup yerine konmuş” (Karacan 4). Bu dizeler “trubadur” geleneğini sürdüren ozanların geçmişten kulağımıza çalınmış olan söyleyişlerini yankılar. Masalın söyleyicisi olma vasfıyla sözün sahibi olarak açılışı yapan ozan tümüyle şiir kalıplarıyla konuşur:

Kar tanesi düşmüş yavaşça,

Canı hiç acımamış, uçmuş ve yere konmuş,

Onu gören küçük kız, hemen yanına koşmuş,

İşte bu masal gökyüzünden yeryüzüne okunmuş. (3)

Bu son dize ozanın anlatacağı kar tanesi masalının insanın dünyadaki yolculuğunun mecazı olduğuna işaret eder. Kar tanesinin de dediği gibi bir kum zerreciğinden yaratılıp gökyüzünden yeryüzüne indirilmek eşyanın kaderidir.

Öte yandan insanın kaderi de budur. Bu bakımdan kar tanesinin semadan arza inişi bir nevi doğumdur. Yolculuğunun başına dönüp Banu’ya yaratılış hikâyesini anlatan kar tanesinin sözleri esas itibariyle doğumunu anlatır: “Sonra hoop kocaman beyaz bir bulutun içine düştüm. Bulutun içinde ‘bırrrr’ diye titredim, çünkü çok nemli ve soğuktu.” (14). Anne karnından dünyaya düşme esnasında duyulan ürperişi mecz eden geçiş kar tanesinin hikâyesinin başlangıcını teşkil eder. Bıdık’ın “görevini tamamlayıp toprağa” karışmadan önce geçirdiği zamana ise en basit haliyle ömür denir. Kar tanesi insan ömrüyle kıyaslanabilecek bu süreyi Banu’yla geçirir. Bunda insanın insana olan ihtiyacından başkaca bir neden aramak beyhudedir. Çünkü “[K]endisini bu şekilde seven birine daha önce hiç rastlamamış”tır (17). Bunun için fanilik kadar kısa gelen bu zaman diliminde bir bağ kurduğu Banu’ya sadece dostluk değil insanın kaderinin ne olduğunu da gösterir.

İlk bakışta kar tanesinin anlattığı ya da söylediği her şey bir kar tanesini ilgilendirir gibi görünmesine karşın ikinci bir okumada insan olmaya dair göndermeleri su yüzüne çıkar. Nitekim kar tanesinin bahsettiği her zerrenin biricikliği fanilik öğretisine karşı insanın sonsuz yolculuğunun yegâne direniş noktasıdır. Ve gerçektir. Tıpkı fotoğraflayarak kar taneleri üzerinde çalışan ve “6000 kar tanesinden aynı olan”ı bulamayan araştırmacının vardığı sonuç gibi (16). Kar tanesinin biricikliğine diyecek bir şey yoktur. O Banu’nun da ifade ettiği gibi “saydam bir saray gibidir” âdeta. (18). Kar tanesinin hikâyesini sonuna kadar dinleyen Banu bir mucizeye tanıklık etmiş olmanın ötesinde dünyanın en tabi şeyiymiş gibi bağlandığı arkadaşıyla kurdukları özel bağı taçlandırmak istercesine “iyi ki de düşmüşsün burnumun üstüne ve iyi ki de tanışmışız seninle. Baksana sen sadece bir tane yaratılmışsın, ne kadar güzel” der (18). Kendi biricikliğinin de belli belirsiz farkına varmış olarak.

Öte yandan bakışımızı masalın söyleyiş tarzı, ritmi ve türsel özellikleri gibi biçimsel özelliklerinden anlatı sesine çevirdiğimizde görürüz ki, Bıdık ile Banu’nun iletişiminde Şebnem Güler Karacan’ın Gülücük’le kurduğu diyaloğa benzer iki kişilik, insanı eşyayla ilişkilendiren ve anlaştıran hissi bir değiş tokuş söz konusudur. Bu perspektiften bakıldığında Banu’nun kar tanesine karşı edasının bir vantrilokla kuklası arasındaki ayrışmaz ilişkiden beslendiği düşünülebilir. Kar tanesine hikâyesini anlattıran da insanın eşyayla karşılaşmasında ve konuşmasındaki hüznü, yalnızlığı ve fanilik duygusunu açığa çıkaran da budur. Kuklaya bir isim vererek ve onu kendisi için var ettiğini düşünerek kuklacıyla tam olarak aynı yoldan kandırır kendini Banu.

Bu kandırmacanın işlevi masalın kurgusallığını görünür kılmaktır ama bunun da ötesinde insanın kendi kendini kandırmakta meziyetli bir varlık olduğunu ve masalların buradan insan ruhunun derinliklerine sızarak gerçeklikle bağını koparmaya hazır bulunan okuruna büyüme tecrübesini yaşattığını gösterir. Aslında bu kandırmaca da dâhil Kar Tanesi özelinde bahsedilen ve masala dair unsurların hepsi Binbir Gece Masalları’nda kullanılan çerçeve hikâye formu gibi masal içinde masal anlatıldığını düşündürür. Örneğin gömülü hikâyede, Kar tanesinin büyüme hikâyesi anlatılır. Bıdık’ın doğumundan başlayıp olgunlaşıp yeryüzüne düşene kadar olan hikâyesi bilge rolüne geçerek Banu’ya hitap ettiği bölümle iç içe örülür. Banu’nun kâinattaki her şeyin avucunda eriyen kar taneciği gibi yitip gideceğini derinden sezdiği ama bu gerçeği kaldıramayacağı için bunun yerine kendini kandırmayı yeğlemesiyle kapanır hikâye. Banu’nun bu dünyadan cismen ayrılan kar tanesi Bıdık’a son sözü “sabah yine de geleceğim buraya” olur (23).

Tüm bu noktalar ışığında Kar Tanesi Bıdık ve Banu’nun çocuklara gökyüzünden bir masal okuyarak varoluşun yegâne gerçeği ile yüzleştiren bir yeryüzü masalı olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Üstelik hikâye anlatıcılığını meddahlık ve hayal perdesi gibi pek çok geleneksel anlatı yöntemiyle harmanlayarak icra ettiğinden kendine uygun bir damar bulmakta da hiç zorlanmaz. Yazarın halen sürdürdüğü vantriloktuk Bıdık ve Banu’nun diyaloglarına sızarak masala kendine özgü bir eda kazandırır.

 

Kaynakça

Karacan, Güler Şebnem. Kar Tanesi Bıdık ve Banu: Yeryüzü Masalları. İstanbul: Çamlıca Çocuk, 2017.