Zehra Nur Canpolat’ın moderatörlüğünde “Çocuklar için Mitoloji Üzerine Düşünceler” oturumu ile zirve devam etti. Konuklar Gülseren Akgül, Betül Özel Çiçek ve Gönül Yonar Şişman idi.
Zehra Nur Canpolat’ın moderatörlüğünde “Çocuklar için Mitoloji Üzerine Düşünceler” oturumu ile zirve devam etti. Konuklar Gülseren Akgül, Betül Özel Çiçek ve Gönül Yonar Şişman idi. Oturumda ağırlanan isimlere “Mitoloji nedir? Fantastik, masal, tarih derken mitoloji sizce ne değildir?” sorusu yöneltildi.
2006 yılında Ege Üniversitesi Bilişim Teknolojileri ve Yazılım Öğretmenliğinden mezun olan Gülseren Akgül, mitolojiye özel bir ilgisinin olduğunu kaydederek bu alanda çeşitli okumalar yaptığını dile getirdi. 2022 yılında ortaya koyduğu “Okul Öncesi Dönemi Resimli Çocuk Kitaplarında Mitolojik Öyküler Üzerinden Kavramların Anlatımı ve Bir Resimli Kitap Tasarımı” teziyle birlikte mitoloji konusunun özellikle okul öncesi döneme uygulanabilirliği hakkında çalışmakta olduğunu belirtti. Mitlerin aslında insanlığın ilk hâlinin hikâyeleri olduğunu dile getirerek mitolojiye ilgi duymasının altında ilk insan-erken çocukluk benzerliğinin yattığını söyledi. Tıpkı çocukluğun erken döneminde çocuğun karşılaştığı unsurlara (doğa, yaratılış, duygular) anlam veremediği gibi aslında arkaik denilen ilk insanların da kendine ve çevresine anlam vermeye çalıştığına dikkat çekti.
Akgül, “Temelinde yaratıcılık ve doğa olaylarının konu alındığı mitler, kendilerine ve sonrakilere kullanılmak üzere bir bellek oluşturmuştur” açıklamasında bulundu. Gelişen ve değişen zamanla birlikte insanın da hikâyelerinin dönüştüğünden bahseden araştırmacı, mitlerin masal ve efsanelerin orijini olduğunu dile getirdi. Mitler bölgesel olarak farklılıklar arz etse de temelde tüm mitlerin ortak hikâyelere dayandığını da sözlerine ekledi. “Kültürlerde aktarılan söylencelerin bulunduğu bölgeye göre isimleri ve hikâye etme biçimleri değişiyor olsa da hepsi temelde aynı eksen etrafında döner, bunlar varoluş ve yaratılış sorgulamasıdır” dedi. Mitoloji bize olağanüstü bir dünyada geçen hikâyeler sunarken esasında dayandığı yer insan ve insan duygularıdır diye sözlerine devam eden Akgül aslında mitolojik hikâyelerin kavramlar üzerinden çocuklara özellikle okul öncesi döneme öğretilmesi gereken bir alan olduğunu da aktardı.
Ezo ve Simurg’un Yolculuğu adlı okul öncesi resimli bir kitabı da olan Akgül’e Zehra Nur Canpolat “Mitolojinin çocuk edebiyatındaki Yeri nedir?” sorusunu yöneltti.
Sorunun cevabını ülkemizde mitolojiye karşı önyargının olduğunu söyleyerek başlayan Akgül, aslında çocuk edebiyatının amacının çocuğu hayat tecrübeleri ile karşılaştırırken var olan hayatı göstermek olduğunu dile getirdi. Mitolojik hikâyelerin de bu amaca hizmet ettiğinden bahsetti. Çocuğun ne kadar çok kelime ve kavram bilirse zihinsel, bilişsel ve duygusal gelişimi için iyi olacağını dile getirdi. Özellikle mitolojik hikâyelerin kavramlar üzerinden anlatılması gerektiğine vurgu yaparak kendi yazdığı okul öncesi resimli kitabında da öfke duygusunun aktarımı üzerinden yol aldığını söyledi. Simurg efsanesinin temelinde varoluş mücadelesi, kendini gerçekleştirme serüveni olduğunu söyleyen Akgül sahada çocuklarla bu kitap üzerinden yaptığı çalışmalarda mitolojik anlatıların çocukların ilgisini çektiğini ve bu anlatılara anlam verebildiklerini kaydetti. Başta bahsettiği önyargıya binaen “Elbette her mitolojik hikâye ham hâliyle çocuğa sunulamaz” diye sözlerine devam eden Akgül, yaratıcı bir sanatçının çocuk gerçekliğine riayet ederek muhatap alınan yaşın gelişim özelikleri de dikkate alınarak mitolojik hikâyelerden çok iyi uyarlamalar yapabileceğini söyledi. Okul dönemi çocukların hâli hazırda oyunlarla, çeviri fantastik edebiyatla mitoloji ile karşılaştıklarından bahseden Akgül, ülkemizde bu alana karşı çekingen kalındığını dile getirdi. Kendi coğrafyamızdaki mitlerden gelen efsanelerle çocukların tanışması gerektiğini de sözlerine ekledi.
“Hangi tür metinlerde mitoloji daha çok kullanılıyor?” sorusuna ise birçok alan metninde (felsefe, sosyoloji, edebiyat) mitolojik unsurla karşılaştığımızı söyleyen Akgül, özellikle fantastik edebiyatta bunların daha sık kullanıldığından bahsetti. Fantastik edebiyatın da ayrı bir gerçekliğinin var olması sebebiyle mitolojiye daha yakın bulduğunu söyledi.
Zirvenin bir diğer konuğu Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesinde Doktor Öğretim görevlisi olarak Dünya Mitolojisi ve Bilim Kurguya Giriş dersleri vermekte olan Betül Özel Çiçek’ti. İki çocuk annesi olması hasebiyle çocuk edebiyatının hayatının merkez konularından biri olduğunu dile getiren Çiçek, aslında çocuk edebiyatı alanında yazılan bir eserin iyi olduğu takdirde iyi bir edebî eser olduğunu dile getirdi. Bu noktada Ursula K. Le Guin’in “Çocuklara her türlü çöpü yedirebilirsiniz ama plastik yediremezsiniz.” sözünü hatırlatarak çocuklara yönelik hazırlanmış metinlerin ardında yatan niyetlere de dikkat edilmesinin altını çizdi. Bu bağlamda, sahillerdeki plastik atıkların ezilmiş ve parçalanmış hâlleri ile yavrularını besleyen anne martıları örnek göstererek onların yavrularını beslediklerini düşündüklerini ve yavru martıların ise midelerindeki dolulukla doymuş oldukları zannına kapıldığını belirtti. Lakin midelerine giren plastik onlar için bir yaşam kaynağı olamaz. Martı ve plastik metaforuyla anlatmak istediği meseleyi pekiştiren Çicek iyi edebiyat ile insanoğlu arasındaki ihtiyaç ilişkine dikkat çekti.
Mitolojiyi nasıl ele almak gerektiği konusunda da açıklamalarda bulunan Çicek. Tolkien ve C. S. Lewis’in eserleri üzerinden meseleye değindi. Tolkien’in en büyük mit olarak gördüğü miti yeniden kurmanın peşine düşerken; C. S. Lewis’in Narnia Günlükleri’nde ise kendi coğrafyasına ait kültürel faktörleri hikâyenin içine katarak adaptasyon yaptığını sözlerine ekledi. Tolkien’in yaptığının ise mitin doğasına daha çok uyduğuna değindi.
“Mit toplumsal olarak görülen ortak bir rüya. İnsanın kendi ve çevresi hakkındaki anlam arayışının nesillerce aktarılan rüyası.” diyen Çiçek bu rüyanın kâbusa dönüşmemesi gerektiği uyarısında da bulundu. “Çocuklara anlatımlarımızla kurmaya çalıştığımız dünya çok steril bir dünya. Çocukları korumak için durduğumuz yeri onları gerçek dünyadan korumaya çalıştığımız yer olarak görüyorum” dedi. Destanlara, efsanelere, mit içerikli anlatılara bakıldığında çocuklar için ayrı erişkin olanlar için ayrı bir anlatımın olmadığını dile getirerek çocuk miti, çocuk efsanesi gibi bir tanımlamayla karşılaşmadığımızı da sözlerine ekledi. “Anlatılan efsane herkes için olan (herkesin dinleyip lezzet alacağı) bir efsane. Dinleyici kendince bir alımlama yapacaktır, tıpkı o efsaneyi dinlerken çocuğun yapacağı gibi. Eski anlatılarda bir sakındırma söz konusu değil, anlatılan dinlenirken her yaşa göre farklı beslenmeler gerçekleşiyor” sözlerini sarf etti. Çocukları sakındırmaya çalıştıkça işin içine olduğu gibi muhafaza etme hâlinin girdiğine dikkat çeken Çiçek, bu şekilde hakikatin üreyebilmesi ve çeşitlenebilmesinin mümkün olmadığını söyledi.
Yeniden yazım konusunda yapılan işin kültürel bir çeviri olduğunu söyleyen Çicek, yetişkinlik ile çocukluk arasındaki yeniden yazımı ise kötü bir edebiyat olarak gördüğünü söyledi. Mitin doğasına yakın olması gerektiğini, mitin aslında bir tekrar olduğunu ve her yazımla birlikte aslında yeniden bir yaratım olduğunu söyledi. Adaptasyonlar için ise eğer yeniden yaratımı noksansız oluşturabilir, mitin farklı tekrarını yapabilirse o zaman başarılı olabileceğini sözlerine ekledi. Adaptasyon ve yeniden yazım noktasında niyetlerin çok önemli olduğuna dikkat çekti.
Çocuk edebiyatı ve mit içerikli anlatımları yan yana getirirken dikkat edilmesi gereken hususlara değinen Çiçek, öncelikle muhatabımızın çocuk olduğunu unutmamız gerektiğini ve bu işi çocuklar için yapıyoruz mantığından çıkılması gerektiğini dile getirdi. Yetişkin birinin anlayabileceği her şeyi çocukların rahatlıkla anlayabileceğini, çocukların anlayabileceği bir şeyi “Umulur ki biz büyükler de anlayabilelim.” diye düşünmemiz gerektiğini söyledi. “Muhataba bu gözle bakılırsa ortaya çıkacak eser edebî açıdan iyi bir eser olacaktır.” dedi. Çocuklara gereken saygının gösterilmesi gerektiğini ancak bu sayede çocuklar için üretilmiş edebiyatta o plastik hissinin ortadan kalkacağını ısrarla vurgulayan Çiçek, sözlerini Ursula K. Le Guin’in şu sözüyle tamamladı: “Çocuklar, tek boynuzlu atların gerçek olmadığını çok iyi bilirler, ama aynı zamanda, eğer iyi kitaplar ise, tek boynuzlu atlar hakkında yazılmış kitapların gerçek olduğunu da bilirler.”
Zirvenin bir diğer konuğu Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesinde akademisyen olan Dr. Gönül Yonar Şişman’dı. Uzmanlık alanı Türk Dili ve Edebiyatı olup özellikle Modern Türk Edebiyatı üzerine çalışan Şişman’ın, edebiyat mitoloji ve kültürel çalışmalarla ilgili çeşitli yayınları da bulunmaktadır. Kendisine ilk olarak, “Mitoloji nedir? Fantastik, masal, tarih derken mitoloji sizce ne değildir?” sorusu yöneltildi.
Mitolojinin birçok farklı tanımlarının olduğuna dikkat çekerek kutsal hikâyeler ile uydurma anlatılara kadar çok geniş bir tarif yelpazesi olduğunu dile getirdi. Tanım noktasında Mircea Eliade’nin bakış açısına daha yakın olduğunu belirterek mitolojiyi ilk insanlara ilişkin deneyim birikimlerinin ve hakikat taneciklerinin içinde bulunduğu anlatılar olarak gördüğünü söyledi. Bu nedenle sözlerine, insanların tarih öncesi çağlarda bütün inanışlarını, gelenek göreneklerini, tasavvurlarını, dünya-insan-evren hakkındaki bütün algılayışlarını bunun içine bilimlerini de yani anlamanın karşılığında verilecek cevabın anlamı olan bilimi de kattıkları bütünsel bir deneyim olarak bakılması gerektiğini ekledi.
Gönül Yonar Şişman, insanlığın geçmiş tecrübelerine ilişkin bu birikimi, efsaneleri, masalları hangi yollarla öğrendiğimiz sorusunsalına dikkat çekerek bu aktarımın iki yolla yapıldığını söyledi. Birincisinin gelenek, görenek, kültür ve hafıza aktarımı ile olduğunu kaydeden araştırmacı bir diğerinin ise bilinçaltı kalıpları olduğunu ifade etti. Kültürlere baktığımızda gelenek-görenek aktarımları gerçekleşirken mitlerin kendilerini tekrar ettiğini dile getirerek bir arkın içindeki su gibi bu anlatıların bize ulaştığını ifade etti. Elbette bu gelenek ve göreneklerin milletlere göre değişik kodlar barındırabileceğini de sözlerine ekledi. Bilinçaltımızla bize ulaşan mitin açıklamasını ise Carl Gustav Jung’un arketip tanımına vurgu yaparak şu şekilde ifade etti: “Bilinçaltımızda var olduğu düşünülen birtakım hazır kalıpların olduğu ve bu kalıpların bambaşka yollar ve anlatım teknikleriyle bize kadar ilk deneyimleri taşıdığı varsayılıyor bilim adamları tarafından”. “Bu iki taşıma gerçekleşmez ise acaba İlk insanlığa ilişkin ilk deneyimler unutulmuş mu olacaktı?” diye dikkat çekerek ilk tecrübelerin unutulmuş olma ihtimalinin yaratılışın kendi ontolojisine ters olduğunu söyledi. Yaratılışın sürekli çevrimsel bir döngü içerisinde olduğunu ve yaşanan şeylerin asla kaybolmayacağını sözlerine ekledi. İnsanlığa ait ilk deneyimler bu iki ark yoluyla mitlerle bütünleştikten sonra bu deneyimlerle karşılaşıyor olduğumuzu ve bunları farklı formlara dönüştürerek sürdürmeye gayret ettiğimizi ifade etti. Bunu gözlemleyebileceğimiz alan olarak ise anlatılan masallar, efsaneler ve destanlar olduğuna işaret etti. Şimdi de ise burada toplanmamızın amacı olarak çocuk yazını ve mitler bağlamında aynı sürekliliği takip etmekte olduğumuzu dile getirdi. “Biz neden bugün çocuk yazınında mitleri konuşmaya çalışıyoruz? Mitlerle çocuk yazınını yan yana getirmek istiyoruz? Çünkü ilk insanlık deneyiminden bu yana gelen kaçınılmaz, bize rağmen olan bir akışın devamı olmanın doğal seleksiyonu içerisinde gerçekleştiriyoruz biz bunu.” dedi. Eğer biz bunu gerçekleştirmezsek başka kültürlere mensup kişilerin bu etkileşimi gerçekleştirdiğine de dikkat çekti. “Batı mitolojisinin öne çıkarak çocuklarımıza, gençlerimize ve bize aktarıldığını görüyoruz. Biz yapmazsak başkaları bu alanı dolduruyor.” diyerek bilinçaltımızın yoğrulduğu o boşluğun başkaları tarafından inşa edildiğine vurgu yaptı.
Araştırmacı yazar, konuşmasını çocuk edebiyatı ve mitoloji birlikteliğine getirerek açıklamalarına devam etti: “Şimdi tam da bu noktada acaba diyorum mitoloji gibi çok karmaşık bir alanı çocuk gibi yalın (okul öncesi okul sonrası kastediyorum) bir yapıyla karşılaştırmak istiyoruz, hangi sebep nedeniyle karşılaştırmak istiyoruz?” diye sorarak mitin tanımına atıflarla konuşmasını sürdürdü. Mitolojiyi ilk insanlığın emekleme evresindeki çocukluk hâli gibi değerlendirmenin modern insanın kibrinden kaynaklanan bir tanım olduğunu ifade eden Şişman, “Âdem’den bu yana gelen insanlık deneyimini kendi aşağımızda indirgeyici pejoratif anlamlara mahkûm ediyoruz.” dedi. Aynı şekilde çocuğa ilişkin olan her şeyi de erişkin insanın altında görme eğiliminde olduğumuzu sözlerine ekledi.
Başta sorduğu soruya bir cevap niteliğinde mitsel dünya ile çocuk dünyasını nasıl özdeşleştirdiğini üç temel nokta üzerinden anlatmaya devam etti. Çocukluk evresinde çocuğun algısının soyut düşünceden yana olduğunu belirten Şişman, mitsel dünyanın da sürekli bir şekilde soyut düşünceyi çoğaltıp zenginleştirdiğini dile getirdi. “Soyut algı somut algının sınırlarının dışındadır, ideal olanla ilişkili değildir. Çocukların ve mitolojik dünyanın idealin dışında bir soyut tasavvuru vardır.” dedi. Okuduğumuz veya dinlediğimiz mitleri uydurma ve hurafe gibi algılamamızın altında aslında mitolojik dünyanın soyutu ifade etme tarzı olarak kullanmasında yattığını söyledi. “Çocuğun anlam verme, benzetme, betimleme, bağlantı kurma ilişkilerini bütünsel olarak görürüz.” diyen Şişman, mitsel dünyanın da çocukluk evresi gibi bütünlüklü bir evren anlayışı olduğunu söyledi. Bütünsellikten kastının henüz bireyselliğini keşfetmemiş, doğayla tamamen iç içe olma durumu olduğunu söyledi. Bu noktada Şamanizm’in haksızlığa uğradığını düşündüğünü ifade ederek “Türklerde toprak, su kutsal sayılırdı o hâlde ilah edinilmiş, hayır! Türklerin kendilerine has bütünlüklü evren duygusu nedeniyle doğa asla insanın dışında algılanmamıştır.” dedi. Bu noktada çocuğun ağaca sarılıp ağacı öpmesini bu durum için örnek gösterdi. Sözlerini, “Bütünleşik dünya algısı, insan evren içerinde bir zerredir, o zerrelerin toplanmasıyla ancak vahdet algısı gerçekleşebilir.” diye devam ettirdi. Çocukluk evresinde ihtiyaçların son derece primitif olduğunu söyleyen Şişman, mitsel dünyanın ihtiyaçlarının da aynı şekilde son derece yalın ihtiyaçlar olduğunu dile getirdi. Büyüdükçe ihtiyaçların çeşitlenip farklılaştığına dikkat çekerek aslında bunu bir çeşit yapaylaşma olduğunu ifade etti. Bu üç özellik nedeniyle çocuk yazınını ve mitsel dünyayı yan yana getirebileceğimizi söyledi. Bizlerin şimdiki hâlimizle modernist insanlar olduğumuzu belirten Şişman, ortaya koyduğumuz şeylerin çocukluk döneminden bize ulaşamayan bu üç özellik nedeniyle çocuğun dünyasında havada kaldığını da belirtti.
Sözlerini son olarak “Mitsel dünya ile çocuğu yan yana getirdiğimiz de biz ne yapmış oluyoruz?” sorusu etrafında toplayan Şişman, “Soyut düşünce çerçevesinde çocuğun zihinsel aktivitelerini geliştirmiş oluyoruz, somutu dayatmıyoruz. Böylece değerler eğitimi bakımından evrensel halkalara çocuğu eklemliyoruz. Bütünsellik düşünceyle kimi değerleri vermek istiyoruz yaratılmışa saygı, empati, diğerkâmlık gibi. Mantık ve dil gelişimi sağlıyoruz. Gelenek ve göreneklerimizi çocuğa aktararak onun yabancılığını gidermeye çalışıyoruz.” diyerek konuşmasını noktaladı.