Dosya

Çocuğa Mitolojiden Yazmak: Metinlerarasılık, Yeniden Yazım ve Adaptasyon

Mitoloji zirvemizin bir diğer oturum başlığı “Çocuğa Mitolojiden Yazmak, Metinlerarasılık, Yeniden Yazım ve Adaptasyon” oldu.  Bu oturumda sevgili Nilay Yılmaz, Hafize Çınar Güner, Esra Odman İyier ve Gözde Dere konuklarımızdı.

Mitoloji zirvemizin bir diğer oturum başlığı “Çocuğa Mitolojiden Yazmak, Metinlerarasılık, Yeniden Yazım ve Adaptasyon” oldu.  Bu oturumda Meryem Nur Ayar ve Betül Kerim moderatörlüğünde sevgili Nilay Yılmaz, Hafize Çınar Güner, Esra Odman İyier ve Gözde Dere ile konuşuldu.

Gözde Dere 1981 Tekirdağ doğumludur. 2003 Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun olur. 2005'te Ankara Üniversitesi Eğitim Enstitüsü Felsefe Grubu Öğretmenliği’nde tezsiz yüksek lisansını tamamladı. 2007'den beri felsefe öğretmenliği yapmaktadır. 9 yıl Tekirdağ Bilim ve Sanat Merkezi’nde üstün zekâlı ve yetenekli çocuklarla çalıştı. Çocuklar için felsefe (P4C) yöntemi ile sorgulamalar yapmakta ve TÜBİTAK, Teknofest, eTwinning projeleri hazırlamaktadır. Türk mitolojisine ilgi duymakta ve bu alanda çalışmalar yürütmektedir. Öğrencileriyle hazırladığı kitabında şu şekilde aktarmakta: “Köklerden Göklere Türk Mitolojisi kitabı da özellikle 10 yaş üzeri çocuklar için hazırlanmış,  kültürel mirasımızı öncelikle tanıtmayı ve sonra yaygınlaştırmayı amaçlayan bir anlayışın ürünüdür.”

Hafize Çınar Güner 1976 yılında İstanbul'da doğdu. Lisans eğitimini çocuk gelişimi ve eğitimi alanında, yüksek lisansını ise yaratıcı drama alanında tamamladı. İlköğretimde Yaratıcı Drama ve Eğitim İçin Tiyatro kitapları yayımlandı. Oluşturduğu sanat ve oyun yoluyla öğrenme tasarımları pek çok konferans, kongre programında ve dergilerde yer aldı. 25 yılı aşkın süre çocuklarla çalıştı ve yaratıcı drama ve tiyatro atölyeleri düzenleyerek oyunlar sahneye koydu. 2014 yılında yayınlanan İlk Göz Ağrısı, İyi ki Varsın Tilki Tony adlı eserin ardından ise şu ana kadar farklı yayınevlerinden yayınlanmış 20’yi aşkın çocuk kitabı bulunmaktadır. Bir web sitesinde “İlk Kitaplığım” adlı köşede resimli kitaplar hakkında yazılar yazmakta ve mevsimde bir defa olmak üzere “Küçük Kitap Kurtları Buluşmaları” düzenlemektedir. Yürüttüğü masal, yoga atölyeleri ile kitabevleri, okullar, fuarlar, kütüphaneler ve parklarda pek çok çocuğu masallarla buluşturmaktadır. Okuma kültürünün yaygınlaşması adına çeşitli sosyal sorumluluk projeleri geliştirmekte ve yürütmektedir. Mahallesinde kurduğu ve koordinatörlüğün yaptığı Moda Çocuk Kitaplığı da bu projelerden biri. Cumhuriyet Kitap ekinin Taş, Kağıt, Makas isimli çocuk ve gençlik edebiyatı sayfasının ardından şimdi ise Sanat Kritik’te çocuk edebiyatı üzerine eleştiri yazıları yazmaktadır.

Esra Odman İyier İstanbul 1969 doğumludur. ODTÜ İstatistik ve Adalet Meslek Yüksekokulu’nu bitirmiştir. 2003 yılından beri öykü yazmaktadır. Adam Öykü, Varlık Dergisi, Kum Edebiyat, Kül Edebiyat, Patika, Özgür Pencere Dergisi, Ardıç Kuşu, Aylak, Beş Parmak Dergisi, Afrodizyak Sanat, Mavi Ada dergilerinde ve Anafilya Dergi, Havuz gibi internet sitelerinde öykü ve denemeleri yayınlanmıştır. 2007 yılında Yeni Mahalle Erkek Yetiştirme Yurdu’nda yazarlık çalıştayına katılmıştır. 2013 yılından 2019 yılına kadar 6 yıl boyunca Balıkesir Güzel Sanatlar Derneği'nin düzenlediği yaratıcı yazarlık ve okuma seminerlerini yönetmiştir ve hâlâ seminerler vermeye devam etmektedir. 2021 yılından beri Atölye Ataşehir’de yaratıcı yazarlık, çocuklar için yaratıcı yazarlık, yetişkinler için çocuk kitabı yazmanın püf noktaları, çocuklar için mitoloji eğitimleri vermeye devam etmektedir. 2022 yılında Bütünsel Değişim Atölyesi’nde "Bütünsel Dönüşüm-Değişim", "Yazmanın İyileştirici Yanı", "Romanda ve Öyküde Anlatma-Göster", "Edebiyat Dersleri 1-2-3" ve "Kurgusal Metinde Yazınsal Mimari" eğitimleri vermektedir. Yazar koçluğu ile birlikte roman yazmak isteyenlere ve çocuk kitabı yazanlara yol göstermekte, editörlük yapmaktadır.

Dr. Nilay Yılmaz, lisans ve yüksek lisansını İngiliz Dili ve Öğretimi alanında, doktora eğitimini ise Türkçe öğretim ve Türk çocuk edebiyatı üzerine yapmıştır. 25 yıl devlet ve vakıf üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. Doktora tezi ile 2014 Oğuz Tansel Halk Bilimleri Araştırma Ödülü’nü almıştır. Yetişkinler için öyküler ve makaleler, eğitimciler için kılavuz yayınlasa da en çok çocuklara yazmayı sevmiştir. Tiyatro, öykü, roman, etkinlik ve resimli kitap türlerinde yapıtları vardır. Doğal yaşam, bilinçli farkındalık, yoga ve doğru nefes alma tekniklerini çocuklara sanat, yaratıcı drama ve oyun aracılığıyla öğretmektedir. Çocuk ve kadın çalışmaları, halklar eğitimi, yaratıcı okuma ve yazma programları, çocuklar için felsefe, ileri düzey düşünme teknikleri, üst düzey okuma becerileri ve yaratıcı düşünme testleri üzerinde çalışmaya devam etmektedir. MEB Hizmet İçi Eğitim programlarında, kalkınma ajanslarının, TÜBİTAK, AB, ulusal ve uluslararası projelerinde, sivil toplum kurumlarında öğretmen ağı, öal çocuklar için felsefe ve benzeri birçok eğitim platformunda okuma kültürü, eleştirel ve yaratıcı düşünme konuları üzerine yapılandırılan çalışmaların yetişkin eğitimlerinde uzman eğitimci olarak görev almaktadır. 80 ülkenin bağlı olduğu uluslararası çocuk kitapları Kurumu İBB’nin Türkiye temsilcisi olarak çalışan Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği'nin yönetim kurulu başkanlığını da yapmaktadır. Dernek  Kahramanmaraş depreminde zarar gören illerde kurulan konteyner kentlere ve köylere sahra çocuk kütüphaneleri kuruyor. Bu bölgede psikososyal destek çalışmaları  kapsamında bibliyoterapi yani kitap terapi, sanat terapi ve dışavurumcu oyun terapi uygulamaları gerçekleştirmektedir.

Betül Kerim’in “Metinlerarasılık, yeniden yazım ve adaptasyon bağlamında çocuklar için üretilmiş mitolojik metinleri nasıl değerlendirirsiniz?” sorusuna Nilay Yılmaz şu şekilde yanıt verdi: "Bununla bağlantıyı kurmak açısından mitolojinin tanımıyla başlamak daha iyi olur. Benim mitolojiye bakışım aslında gerçeklik üzerinedir. Yani bunların aslında hayal ürünü olmadığını, dolayısıyla bir uydurmaca ya da kurmaca metinler dizisi olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla tabii ki işin içinde fantastik ve hayal unsuru da var. Ancak gerçekliğe dokunan tarafıyla insanı yakalayan yeri metinler arası ilişkiyi de bu bağlamda zorunlu kılıyor. Çünkü mitoloji sadece efsaneler, söylenceler ister sözlü kültür olsun, ister bunların yazılı formları olsun, günümüze ulaşan formlarıyla bence ne kadar farklı kanala gönderme yapıyorsa ya da ne kadar çok kesişim kümesi varsa, bu gerçekliğin daha da arttığını düşünüyorum. Yani ne kadar gerçekse, hayata o kadar dokunduğunu ve bu anlam yolculuğunda insana anlam katan, bazen müzikle birleşmesi diyelim ki bir ritüel mitlerinde bahsediyorsak mitolojideki ritüelleri anlatan söylenceler işin içinde şarkı olmadan olmayacaktır. Bilmece ve tekerlemeler olmadan olmayacaktır. İster özgün formunda olsun, ister o kültürü yansıtan olsun ya da onu yeniden inşa edip yeniden dillendiren ve belki de farklılaştırarak anlatan mitler olsun; her şekilde ait olduğu kültürün, coğrafyanın ve toprağın mutlaka başka bir metinle bağını kuran hiçbir şeyle kuramıyor. Metin eğer bizim için sadece yazılı bir metin değilse, ben hep dünyayı okumak diye adlandırıyor ve aslında metinler her yerdedir, diyorum. Dolayısıyla insan da bir metindir, renk de bir metindir, şarkı da bir metindir ya da o coğrafyadaki herhangi bir eylem, davranış da bir metindir. O yüzden insanı okumak dünyayı okumaksa, metinlerarası dediğimiz şey ister farklı bir edebî metin türü olsun mitolojiyle yol kesişen, isterse dünyayı okumak noktasında içindeki bir insanı anlamak için insanın ruhunu okumak olsun ya da o kültürün geleneklerini tanımak olsun, her şekilde metinlerarası ilişki var mitolojide. Mitolojide bu kesişme yoksa bile var olduğunu, derinlerde saklı olduğunu düşünüyorum."

Nilay Hanım’ın bu düşünceleri üzerinden Meryem Nur Ayar, Gözde Dere’ye Köklerden Göklere Türk Mitolojisi eseri üzerinden şu soruyu yöneltti: “Mitolojiye doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkilenmek yazım öyküsünü size sorsak bu eserinizle birlikte neler söyleyebilirsiniz? Size ilham olan neydi, işin mutfağında neler var?”

 

Gözde Hanım iyi bir ekip kurmanın işin sırrı olduğunu belirterek çalıştığı bilim sanat merkezinde özel yetenekli ve üstün zekâlı çocuklar varlığından bahis açtı. Sonrasında sözlerine şöyle devam etti: "Dersliklerimiz 35 kişilik ve genellikle az sayıda ve lise çağına geldiğinde öğrenciler proje öğrencileri oluyor, proje grupları oluyorlar. Burada daha farklı projeler ortaya koyma şansımız oluyor yani proje yaptığımız zaman illa felsefeyle ilgili olmak zorunda değil. Çok iyi bir öğrenci kadrom vardı, serüvenimiz ortaokulda TÜBİTAK projeleriyle başladı. Önce hangi mitolojinin daha fazla bilindiğini araştırdık. Sonrasında Türk mitolojisinin dünya mitolojileri arasında çok az bir yüzdeye sahip olduğunu gördük. Nedeni bilinmiyor. Baktığımızda Yunan mitolojisinin oyunları, filmleri ve tiyatrosu her anlamda çok fazla gündemde ancak Türk mitolojisiyle ilgili herhangi bir karakteri sorduğumda çok yabancı bakıyordu öğrenciler.

Proje sonuçlarından da yola çıkarak, biz artık Türk mitolojisini tanıtmalıyız, öğretmeliyiz gibi bir misyon edindik. Sonrasında da bu yaptığımız çalışmaların tozlu raflarda kalmasını istemedik çünkü akademik okumalar yaptık, öğrencilerim çok ilgiliydi. Dedim ki, proje grubuna geçtiğinizde, yani liseli olduğunuzda artık bir esere dönüştürmemiz gerekli. Nasıl yapacağız? Öncelikle çok çalışacağız. Zaman zaman süreç çok uzadı. Biz dönemsel olarak da pandemi atlattık, depremler vs. toplum olarak da kötü şeyler yaşandı ve bunlar çalışmalarımızı çok fazla sekteye uğrattı. Dolayısıyla, öğrencilerime de bazı olumsuzluklar yüklendi. Bu anlamda ümitsizliğe kapıldılar. Sonrasında yayınevi araştırması, dediğim gibi doğru ekibi kurmak, kiminle çalışacağımız... bunların her biri biraz şanstı. Biz de ne yapılmamışsa ona yönelmeyi tercih ettik. Çünkü çok güzel çalışmalar var baktığımızda ama çok küçük yaş grubuna hitap eden, ilgi çekici, hem bilgilendiren hem düşündüren, birçok anlamda da günümüzde bağlantı kurabilen mitolojik eserle çok fazla da karşılaşamadık. Bunun büyük bir açık olduğunu fark ettik. Kitabımı da öğrencilerimle birlikte çıkarmamın asıl sebebi aslında bu yolda öğrencilere ışık olması. Yani küçük yaşta da bunu başarabilirsiniz, bunu yapabilirsiniz. Birlikte olmak, dediğim gibi ekip olmak ayrı bir güven verdi bana. Bu şekilde bir projeden yola çıkıp buralara kadar geldik.  Şu anki amacım da bu sürecin devamlılığını sağlamak. Şimdi mesela kitap tanıtımlarımızda biraz daha drama kullanıp teatral bir kitap tanıtımı yapmayı tercih ediyoruz. Diğer öğrencilerime de örnek oldu, onlar da şimdi heyecanlanıyor,  kitabı merak ediyorlar. Ekibe dâhil olmak istiyorlar. Herkeste bir öğrenme isteği belirdi. Farkındalık yaratmak, geçmiş kültürümüzle bağımızı daha bir sağlamlaştırıp bugünümüze getirmek temel amacım."

Meryem Nur Nilay Hanımın yanıtı üzerine: “Mitolojiyi yazmak, mitolojiyi anlatmak, mitolojiden yazmak, mit yaratmak, yeni mitler kurmak... Yazar olarak hangisini tercih ediyorsunuz?” şeklinde başka bir soruyla oturuma devam etti.

Nilay Hanım onu bu şekilde cevapladı: "Vallahi seçmek çok zor herhalde. Çünkü biraz önce bahsettiğim gibi, insan belki de kolektif bilinçle, kolektif hafızayla, bilerek ya da bilmeyerek o hikâyeleri bir şekilde bedeninde, ruhunda, kültüründe yaşatıyor. Dolayısıyla ne kadar yazdığınız şeyde mitoloji yok deseniz de illaki bir yerlerinize, ruhunuza, kaleminize sinmiş. Aslında mitoloji benim için biraz da anlam yolculuğu; insanın hayattaki varoluşsal yerini arama yolculuğu ve aynı zamanda da bize hayatta kalma becerilerini öğreten, insanlığın tarih boyunca yaşantılarıyla birlikte bize yüklediği şeyler. Dolayısıyla ben işin onları kullanarak bir şey yazma tarafındayım. İster çıkış yolculuğunuz olsun, ister hedefiniz olsun, ister onun içinden hareket etmek olsun, ister kendi mitlerinizi, söylemlerinizi,  anlatımlarınızı yaratmak olsun; bence hepsi ortaya karışık diyelim ve hepsi olmazsa olmaz.

Şimdi günümüz çağı süper kahramanlar çağı ve aslında çocukların en çok sevdiği çizgi romanlardan tutun, mangalar, animasyon filmleri... Süpermen'le başlayan bir gelenekle değişen yüzyılın değişen kahramanları... Hele ki bilgisayar oyunlarında da yer gök kahramanla dolu, fantastik canlılarla dolu. Karakterlerin süper güçlerinin de olması gerekmiyor, o mitolojideki gibi bir şeyin sembolik olarak ifadesi de olabiliyor. Ya da tanrılar gibi, tanrıçalar gibi ait olduğu, temsil ettiği bir değer ya da doğanın bir parçası...

Dileklerim ve umutlarımın içinde hep doğayla ilgili bir şey var, doğayla kurulan bağ ya da sürdürülebilir kalkınma hedeflerini de düşünürsek doğanın su, hava, her şeyiyle; hayvanıyla,  bitkisiyle ve en çok da insanın aslında onların sahibi olmadığı, hep birlikte onu paylaştığımız dolayısıyla herkesin bir kahraman olduğu... Onu korumak için herkesin artık fantastik güçlere mi ihtiyacı var, ikna gücüne mi ihtiyacı var, farklı anlatılara mı? Bu anlatı bir hikâyeden de çıkabilir, bir bilgisayar oyunundan da çıkabilir ama temelde bağ kurmak, doğayla bağ kurmak. O yüzden kendimce yarattığım şeylerde mutlaka kültürel unsurlar ve semboller var. Dolayısıyla biliyoruz ki her tanrının, tanrıçanın ya da gücün temsil ettiklerinin günümüzde de karşılıkları var. Bilmediğimiz pek çok logoda, markada ya da birtakım sembollerin içinde... Aslında mitoloji eskimiyor, eskiye ait bir şey değil, günümüzün gerçekliğine de çok göndermeler yapan bir alan. O nedenle ben işin sebep-sonuç tarafını da seviyorum. Çünkü sebepleri de kaybettik, doğayla bağımızı da kaybettik, bir şeyin arkasındaki bağlamı da kaybettik. O yüzden sebep-sonuç ilişkisi kurma,  neden böyle olduğunun peşine düşme ve bu peşine düştüğü şeylerin hikâyesini yaratma, anlama, başka hikâyelerle bağ kurma noktasında ben elimden geldiğince yazdığım şeylerde bu sebep-sonuç ilişkisini,  logos tarafını, mantık tarafını, anlam arayışı tarafını elimde tutmaya çalışıyorum. Tarih tarafını da seviyorum. Özellikle kültürel miras tarafında. Mesela son yazdığım Zamansız Şehrin Çocukları aslında üç arkadaş birlikte yazdığımız bir ilk gençlik romanı. Bizans döneminden başlayan ve işin içinde sembollerin, mitolojilerin olduğu, sonra Osmanlı dönemine evrilen ve o dönemde aynı hikâyenin, aynı sembollerin farklı kültürlerde anlamları aynıyken yaşamın nasıl değiştiği ve günümüze kadar nasıl geldiğinin izini süren ve arkasında bir sürü tarihsel söylencenin olduğu, sembolün olduğu bir anlatı. Özetle, kaçamıyorsun. Bence mitolojinin her yerde izi var. Anlatılar, söylenceler... Peşine düştüğümüz bir sorun da olabilir, merak ettiğiniz bir olayın peşinde gizemini çözmeye çalıştığınız maceralı bir olay da olabilir; her yerde. O yüzden ben de elimden geldiğince bu yolculuk içinde o bağı kurmaya çalıştığım, daha çok doğanın merkezde olduğu ve insan doğasının daha doğrusu o insan olmanın kültürel mirası da taşıdığı ama doğayı da yok etmeden kendi doğasını da yok etmeden insanlığın sahip olduğu şeyleri sürdürsün dileğim ve isteğimle yazmaya ve üretmeye çalışıyorum.

Diğer yandan çocuklara mitolojiyi anlatmak için özel bir çabaya ihtiyaç olduğunu sanmıyorum çünkü anlatı olan her yerde çocuğun ilgisini çekiyorsunuz. Eğer  anlattığımız şey yaşama dokunuyorsa özel bir şey yapmadan herkesi kucaklayacak. Belki de çocuk edebiyatındaki genel meselemiz daha doğrusu sorunumuz bir şey öğretmekle. O yetişkin rolümüzle çocuklara öğretilmesi, şekillendirilmesi gereken bir şeymiş gibi baktığımızda işin doğallığı kaçıyor ve işte “Şunu şöyle anlatayım, felsefeyi böyle anlatayım, mitolojiyi böyle anlatayım ya da çocuk kitabı böyle olmalıdır, çocuklara mitoloji böyle anlatılmalıdır.” demek yerine, insana ait olan, insanın yaşamında olan her şeyi gerçekçi bir şekilde anlattığınızda, yani muhatabınıza dokunduğunuzda karşılığını buluyor. İnsana ait olan hiçbir şeye yabancı değilsek, o zaman anlattığımız öykü de karşı tarafa yabancı gelmeyecektir ve özel bir şey yapmanıza gerek kalmayacaktır."

Betül Kerim  oturuma, Hafize Çınar Güner ile devam etti. Ona şu soruyu yöneltti: “Ben size kendi yazarlığınızda, mitolojiyle ilişkili yazma pratiğinizde nereden bağlanıyorsunuz, ilhamınızı nereden alıyorsunuz, mitolojiyle nasıl başladınız bunu sormak istiyorum. Bitmeyen Mitoloji 1 ve 2 bağlamında özellikle.” Yazarın bu souya yabıtı şöyle oldu: “25 yıldır çocuklarla drama ve tiyatro çalışmaları yapıyorum. Bundan 20 yıl önce  çalıştığım okulda 3. sınıf öğrencileriyle Yunan mitolojisine ait öyküler sahneye koymaya başladım. Aslında bu benim kişisel seçimim değildi. Okul uluslararası bir program uyguluyordu ve bu programda kendimizi ifade etme biçimleri temasında mitoloji kavramı ele alınmıştı. Ve bir disiplinler arası çalışmada bana da bu öyküleri sahneye koyma sorumluluğu verilmişti. Orada bir toplantıda bir öğretmenin “Aman bu çocuklar mitolojiden ne anlar” dediğini çok iyi hatırlıyorum. Dediğim gibi, 2000'li yılların başında çocuklar için yazılmış tiyatro metinlerini bırakın, öykü yoktu. Ben buna çok şaşırmıştım. O zamanlar birkaç çeviri eser dışında, birkaç yayınevi dışında çocuklar için yazılmış mitoloji kitapları bulunmuyordu. Ben Azra Erhat’ın Mitoloji Sözlüğü’nden çok faydalandım. Elbette ki çocuk için yazılmış mitolojiden beslenen Mine Soysal, Betül Avunç, Bilgin Adalı gibi çok kıymetli yazarların eserleri vardı ama mitolojik öyküleri yeniden yazım ve adaptasyon şeklinde çocuğa aktaran eserler yoktu.

Ben aslında Bitmeyen Mitoloji kitaplarımda Yunan ve Roma mitolojisinin çok bilindik öykülerini antik kentte yaşayan bir kaplumbağanın ağzından çocuklara aktarmaya çalışıyorum. Ben mitolojiye devam ettim çünkü onun o bitmeyen ve dipsiz kuyusu beni ve öğrencileri işin içine çekti. Her seferinde yeni bir öyküyü öğrenmek, yeni bir öyküyle diğer öyküler arasında bağ kurmak, Yunan ve Roma mitolojisiyle başka mitolojiler arasında bağ kurmak çok keyifli bir yolculuk hâline geldi. Çağdaş dünyanın en önemli mirası olan mitolojiyi çocuklara aktarmalıyız yani işte uçan atlar, yarı tanrı insanlar, ölümsüz tanrılar, tanrıçalar, ejderhalar, üç başlı köpekler...  Tüm bunlar çocuğun ne işine yarar? diye düşünebiliriz. Biraz önce söylendiği gibi pek çok şeyle bağı var aslında mitolojinin yani sembollerle, dilimizde kullandığımız deyimler ve atasözleriyle, hayatın pek çok ritüeliyle çok ciddi bağı var. Peki, bunu çocuğa anlatırken ne yapacağız? Nasıl aktaracağız? Öncelikle sadece mitoloji değil, gerçek hayattaki her şeyi çocuğa aktarabiliriz. Ben çocuk gelişimi eğitimi almış biri de olarak “çocuğa görelik” kavramının çok ama çok dikkatli kullanılması gerektiğini düşünüyorum çünkü aslında çocuk edebiyatını edebiyattan ayırmaya çalışırmış gibi,  kendi bakış açılarını dayatmak isteyenler için bir zemin hazırlayabilir. İşte o zaman da pedagojinin ve öğretinin alanına girebiliyor çocuk edebiyatı. Hayır, çocuk edebiyatı edebiyattan ayrı bir şey değildir ve başlı başına dilin tüm zenginliklerini ve sanatın tüm evrenselliğini, estetiğini özgünlükle çocuğa sunmalıdır ama bununla beraber konuyu ele alış şekliniz ve maharetiniz çok kıymetlidir. İşte burada çocuğa görelik kısmı ortaya çıkar. Yani bu kadim bilgilerin, öğretilerin ya da kültür öğelerinin içinde elbette ki çok fazla şiddet, şehvet gibi öğeler de var. Bizim derdimiz çocuğa anlatırken konunun ele alınışı ve onun anlatılma mahareti. O samimiyeti ve çizgiyi nerede koyacağınız. Şu unutulmamalı ki, çocuk edebiyatı her şeyden önce edebiyatın ve sanatın bir alanıdır ve çocuk gerçek dünyadan soyutlanamaz. Biz sadece mitolojiyi değil, ölümü, ayrılığı, boşanmayı ve birçok zor konuyu da çocuğa anlatabiliriz. Bu durumda çocuğa nasıl aktardığınız sınırı, bu işi yapanlar olarak yazarların yaratıcılığı ve sorumluluğundadır ve bunu profesyonel olarak yapan editördedir. O yüzden pedagoga hiç gerek yoktur, her şey çocuğa aktarılabilir. Ben 25 yıldır bunu tiyatroyla, şimdi de kitaplarımla yapıyorum. Bunu yaparken aslında yeniden yorumluyorum ve belki de ben de kendi politik bakış açımla, kendi dünya bakış açımla yeniden mitler yaratıyor olabilirim."

Betül Kerim sorularına şöyle devam etti: “Gerçi az 2000'li yılların başında bile çocuklar için yazılmış mitolojik içeriğin azlığından bahsettiniz ama sizin çocukken okuyup etkilendiğiniz mitolojik kahraman, öykü var mıydı?” Hafize Hanım ise: “Maalesef yok, hatırlamıyorum. Şöyle söyleyeyim, yani mutlaka birtakım şeylerin içinde bu vardır ama doğrudan bir mitolojik öykünün yeniden aktarılarak anlatılması şeklinde bir şey hatırlamıyorum,” şeklinde bir cevap verdi.

Meryem Nur Ayar: “Esra Hocam, özellikle çocuklarla bu yönde çalışmalar yapan, atölye düzenleyen biri olarak mitolojiyi yazmak,  mitolojiyi anlatmak, mitolojiden yazmak, mit yaratmak, yeni mitler kurmak; yazar olarak, bir eğitmen olarak bunlardan hangisini tercih ediyorsunuz?” şeklinde bir soruyla oturumu devam ettirdi. Esra Odman İyier onu şu şekilde yanıtladı: “Aslında Nilay Hoca’nın da söylediği gibi bunların arasında tercih yapmak gerçekten çok zor. Bir seçim yapmak gerekirse de herhalde ben bunun biraz daha mitolojiyi anlatmak ve mitolojiyi yazdırmak noktasındayım ama kendi eserlerimi oluştururken ya da kendi öykülerimi yazarken -bu çocuk öyküsü olsun, yetişkin öyküsü olsun, fark etmez- biraz mitoloji yaratmayı tercih ediyorum. Yeni mitolojiler yaratıp, onu uygulamak istiyorum. Bunu aslında genel çerçevede şöyle de anlatabiliriz: Artık dünya o kadar doğadan, topraktan uzaklaştı ki, toprak ve doğayı kaybettiğimiz sürece de aslında mitoloji deşmeye de başladık bir anlamda. Yani bu dönemin bir mitolojisi yok, kendi mitolojilerimizi yaratamıyoruz. Kendi mitolojilerimizi yaratamadığımız için de aslında sığlaşıyoruz. Çünkü mitoloji bir anlamda insanın hem kendi hayatının, hem de yaşamın sırlarını çözmesi anlamında çok değerli ve çok önemli bize yol göstericiliği adına. Bu yüzden de ne yapmaya çalışıyoruz? Mitolojileri çocuklarımıza aktarıp, onları adaptasyon yoluyla ya da değiştirerek, metinlerarası yaparak, göstererek onlara bir yol açıyoruz kendi mitolojilerin belki yazmaları için ya da ileriki zamanlarda mitolojilerini oluşturmaları için. Çünkü mit yazmayı sadece tanrılar, yaratılış, evrenin oluşumu, kahramanların sonsuz yolculuğu ya da kahramanların yolculuğu olarak algılamamak lazım. Hayatın sırrına ermek anlamında yapıyoruz biz bunu bir anlamda. Hayatın sırrına ermek çocuk için bir eğlenceyle başlıyor. Mitoloji öğrendiğinde hayatın sırrına varmak bir merakla başlıyor, kültürel farkındalıkla başlıyor. Doğayı öğrenmekle, doğayı sevmekle başlıyor mitoloji. Bu anlamda da çocuğun çok işine yarıyor ve ben derslerimde çok fazla dikkat ediyorum buna. Çocuklar Hafize Hoca’nın da söylediği gibi ilk başta şöyle diyorlar:  ‘Ya hocam bu yalan yanlış, uyduruk şeyleri niye öğreniyoruz biz?’ Böyle bir tavırla geliyorlar başta fakat ilerledikçe, siz onlara Nilay Hoca’nın dediği gibi gerçek olan bir şeyi gösterdiğinizde de aslında doğanın oluşumunda, hayatın yaşanmasında, toprağın kullanılmasında, evrenin yaratılışı ya da güneşin doğuşunda neler olduğunu görmeye başladıklarında artık o hikâye onlar için gerçek bir hikâye haline geliyor. Mesela biraz önce sorduğunuz sorulardan biriydi; fantastik masal ve tarihle ayrımı nedir ya da farkı nedir mitolojilerin, gibi. Aslında fantastiğin de, tarihin de, masalın da birbirinden çok büyük bir farkı vardır. Ama onların hepsinin içerisinde mutlaka mitoloji vardır, mutlaka mitolojinin izlerini hepsinin içerisinde görürüz. Belki burada tarihi ayırmak gerekebilir. Çünkü tarih çok daha gerçek, doğru şeyleri bilgi vermek amaçlı olarak kullanılıyor ama masalın içerisinde, fantastik hikâyenin içerisinde kendi kurgumuz dâhilinde bir mitoloji yaratırız, bir mitolojiden adaptasyon yapabiliriz. Mitoloji anlatmak, mitoloji yazmak, yaratmak konusunda çok büyük bir tercih yapamıyorum. Aslında hepsini kullanmak istiyorum, hepsini geliştirmek istiyorum. 4-5 yaşlarında Çanakkale'deydim ve babamın bana Truva efsanelerini anlatmasıyla o dönemleri geçirmiştik. Truva savaşları, Truva Efsanesi, Truva atı çok değerli ve çok önemliydi. Biraz önce bahsettiğiniz gibi 1970'ler, 1980'ler döneminde kitap çok az bulunan bir şey, çok nadir olan bir şey ve ona rağmen babam bana Binbir Gece Masalları’nı hediye etmişti. O benim çok değerli bir kitabımdı. Bir de William Tell kitabını hediye etmişti. Ve ben hep onu söylerim; aslına bakarsanız biz Binbir Gece Masalları’yla büyüdük. Benim neslimi düşündüğünüzde William Tell’le büyüdük, Robin Hood’la, çizgi romanlarla büyüdük. Çocukluğumuz öyle geçti ve belki de mitolojiye olan hayranlığımız ya da mitolojiyle ilgilenmeye başlamamız da o çocukluktan gelen birtakım şeylerle oluştu.”

Gözde Dere bunun üzerine: “Esra Hocam’a benzer bir şey söyleyebilirim aslında. Öncelikle anlatmak derdim. İlk başta anlatmak. Önce bir fikirleri olması gerekiyor bence çocukların, sonrasında kurgulayabilirler. Aslında bütün amaç hayal güçlerini genişletmek. Şimdi kitabı tekrar elime aldım, bakıyorum da; yaptığım aslında kahramanların dilinden tanıtım. Kahraman kim olduğunu tanıtıyor. Şöyleyim, böyleyim, annem babam şu. Sonrasında o mitolojik kahramanın, olayın geçtiği hikâye anlatılıyor. Kitapta bunu burada bıraksak, evet sadece düz bir anlatım olacak belki ama sonrasında da farklı bir noktaya taşıyıp, günümüzle bağlantı kurmaya çalışıyoruz. Ufak tefek mitolojik notların olduğu “Biliyor musun?” köşesinde farklı mitolojilerle karşılaştırmaların yapıldığı ve en sonunda da -belki felsefeci olmamdan da kaynaklanıyor- “Düşünelim” kısmının olduğu biraz zihin açıcı bir şeyle karşılaşıyoruz. Temelde evet, kültürümüzü, zengin mirasımızı tanıtmak, düz anlatımlar; ama sonrasında tamamıyla çocuğa bırakılmış, “E sen olsan ne yapardın?” gibi soruların yöneltildiği bir kısım olması gerekiyor. Eğer amacımız bizi bir yere taşıyacak çocuklar yetiştirmekse öncelikle hayal güçlerinin güçlü olması gerekiyor, masallarla büyümeleri gerekiyor, kendi kültürlerini tanımaları gerekiyor. Sonrasında yapacakları şeyleri hayal etmeleri beklenebilir ancak. Zihin jimnastiği de aynı bu şekilde. Çocuklara diyorum ki, beden eğitimi dersinde nasıl bedenimizi esnetiyor, ısıtıyoruz; egzersizler yapıyoruz, vücudumuzu geliştiriyoruz, beslenmemizle bunu destekliyoruz; beynimiz de bu şekilde okuduklarımızla, dinlediklerimizle, bu hikâyelerle, masallarla bir nevi jimnastik yapıyor, esneklik kazanıyor. Mantıkla farkındalık yaratmak çok mümkün değil, var olan bir problemi görmesi de beklenemez çocuktan. Dolayısıyla hayal gücü ancak ve ancak güçlü olan, farklı bakış açılarına sahip olan bir çocuk bunu yapabilir. Asıl amaç budur.”

Meryem Nur Ayar: “Bu bağlamda ben yine şunu sormak isterim, mitolojiyi hayatı anlama, anlamlandırma çerçevesinden bakarsak eğer ve çocukların şu anki gündemini, yaşadıkları toplumu da göz önünde bulundurursak, gerçekle hayal arasındaki bağlantıda mitoloji nerede durmalıdır? Çocuklarda hayatlarına bazı kazanımları katmakta ne gibi bir fayda sağlayabilir? Mitolojik hikâyeler, Yunan mitolojisi olsun, Türk mitolojisi olsun fark etmez, mitoloji bu noktada nerede durmalıdır?” şeklindeki yeni sorusuyla devam etti zirveye.

Hafize Çınar Güner de: “Aslında yine ana konuya geldik. Mitoloji ne işe yarar, kısmına geldik. Bu, çocuğa ne katar? Şöyle söyleyeyim, aslında mitolojiyi bilmek, mitolojik öyküleri bilmek içinde yaşadığı çağı daha iyi anlamlandırabilmeyi sağlar. Çünkü geçmişle günümüz arasındaki bağı kurmak için güzel bir köprü mitoloji. Çünkü içinde pek çok şeyi barındırıyor; tarih, psikoloji, coğrafya, arkeoloji, politika, felsefe... Bunlarla aslında çocuk okuru biz mitoloji sayesinde buluşturmuş oluyoruz. Elbette zengin bir hayal gücü, onun yaratıcılığını kışkırtan öğeler var.  Mitoloji sözcüğüne baktığımda, eski Yunan dilinde mitos söz anlamında, ama söz anlamına gelen üç sözcükten sadece biri. Duyulan ve konuşulan söz. Ama mitosa güven olmaz, çünkü mitos insanların gördükleri ve duyduklarını aktardıkları bir söz olduğu için, insanlar gördükleri ve duyduklarını yalanlarla süsleyerek aktarabilirler. Ünlü tarihçi Herodot bile mitosa güvenilmeyeceğini söylüyor ve Platon da mitosun boş ve anlamsız olduğunu söylüyor. Gerçi söylüyor ama sonra gerçekliğin gerçekliğini anlatmak için yine mitosa tutunuyor. Burada da aslında üç sözcükten birinin mitos olduğunu söylemiştim, bir diğeri epos. Epos sonra epik sözcüğü olarak bütün Batı dillerinde karşımıza çıkıyor. Mitosun ölçüsü ve dengesi ve yazılması ozan dili anlamına geliyor. Yani bir epos ne kadar etkili ise, mitos o kadar güçlü oluyor. Söz kavramını anlatan son sözcük ise eski Yunan dilinde logos. Logos ise insanda düşünce, doğada kural anlamına geliyor ve onun açtığı çığırla bilime ulaşıyoruz. Mitos ve epos birbirine yaslanıp, birbirini besler ve ilk çağlardan bu yana ürün vererek günümüze gelen efsaneleri, masalları, öyküleri oluştururken logosa taban tabana bir zıtlık meydana geliyor. Akıl ve düşünce ve duygu gibi düşünebilirsiniz bunu. Fakat sonra logos ve mitos da birleşiyor ve mitologya, yani mitoloji, yani efsane bilimi ortaya çıkıyor ve bütün bunları içine alıyor. Siz mitolojik öyküleri anlattığınızda, mesela Demeter, Hades, Zeus ve Persefoni’nin öyküsünü anlattığınızda bir çözümü buluyorsunuz. Orada siyah ve beyaz yok. Tamam artık Persofoni yer altında kalacak, bir daha yeryüzüne çıkamaz. Ya da bir daha asla sevgilisinin yanına inmeyecek, tamamen yeryüzüne çıkacak, Zeus bunu istedi, diyor; ortak akılla bir çözüm bulmayı görüyor çocuk orada. Ya da Pandora’nın kutusunda o ateşin çalınmasında, ne olursa olsun, bedeni ne olursa olsun, dürüstlüğün, erdemin ve daha sonra bunun onun başına neler açacağını görüyor. İyinin ve kötünün savaşını görür ama burada iyilik ya da kötülük tamamen kazanmaz. Yani aslında çok gerçekçi bir şekilde çocuğu gerçeklerle de karşılaştırır. Pandora o kutuyu açarak iyi bir şey mi yapar, kötü bir şey mi yapar? Ben mitolojiyi çocuklara aktarırken hep onlarda merak uyandırmak isterim. Bir kitabımın adını da öyle koymuştum: Bitmeyen Mitoloji. Bunun bir sonu yok, bunun sadece bu topraklarda karşılığı yok ve bu öyküleri alıp, kabul edip, “Böyle de bir şey var, inançtan çok, bunlar çok saçma, böyle de şey mi olurmuştan çok; bir metne, bir mitolojik öyküye eleştirel gözle bakabilmek, yazarın bunu yazarken de bu eleştirel gözle bakabilecek ipuçlarını çocuklara sunması, içinde yaşadıkları bu kültürü sorgulaması, bu kültürle diğer kültürler arasında bağ kurabilmesi, geçmişle-gelecek bağ kurabilmesi adına bu öykülerin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Haldun Taner Çocuklar İçin Mitoloji kitabının önsözünde diyor ki; “Mitoloji zengin bir hayal dünyasıyla geçmişe bağlar. Çoğu sanat ve edebiyat eserinin esin kaynağıdır. Yani Homeros'tan bu yana, plastik sanattan tiyatroya, şiirden edebiyata ve sinemaya her şeye baktığımızda aslında bunu görüyoruz. Mitolojiyi bilirsek, örneğin her gün dilimizde de olan renkli ve canlı deyimlerin ve simgelerin ne anlama geldiğini biliriz,” diyor. Aslında mitolojiyi bilmek, ki ben hâlâ kendimce de bildiğimi düşünmüyorum çok, dediğim gibi dipsiz ve derin bir kuyu. İnsanlar ilk bu öyküleri kendilerini, doğayı ve evreni anlamlandırmak için yaratmışlar. Şimşeğin neden çaktığını bilmeyip bu korku ve bu korkuya sığınmak... Aslında şu an hâlâ bilim pek çok şeyi açıklasa da, biz pek çok şeyi o ilkel beynimizle anlamıyoruz. Ben henüz uçağın nasıl uçtuğunu anlamıyorum kendi ilkel beynimle. Bütün bunları düşünmek, sorgulamak için beni teşvik ediyor ve kendimi kötü hissetmiyorum. Nasıl diyeyim, sıradan olmamın dışında zaman zaman olağanüstü de hissettiriyor. Biraz fazla övmüş gibi oldum ama böyle söyleyebilirim."

Meryem Nur Ayar sorularına devam etti: “Günümüz çocuk dünyasına, çocuk zihnine de baktığımızda yeni bir şey ortaya çıkarmak, bunu özgüvenle yapabilmek, bu üretme hissini de isteyebilmek adına, bu bağlamda mitolojiyi konu alarak çocuklarla yazma pratikleri oluşturmak noktasında neler söylersiniz? Çocuklara bu kazanımı sağlama noktasında hemfikiriz yetişkinler olarak. Bunu mitolojiyle yapmaya çalışmak, bu yaratma duygularını, isteklerini yeni bir şey üretme isteklerini mitolojiyi baz alarak yapmak konusunda neler söylersiniz?” Esra Hanımın yanıtı şöyle oldu: “Tabii ki ne anlattığımız çok önemli, çok değerli ama ne anlattığımızdan çok çocuğa nasıl anlattığımız da önemli ve bu anlamda şu döneme baktığımızda, teknolojinin çok ilerlediği, üst noktada olduğu; bilgisayarlarda bir sürü oyunların, animasyonların, mangaların olduğu bir dönemde biz çocuğu çekip oradan alacağız ve bir kitabın başına oturtup ya da bir kâğıt kalem verip ona bir öykü yazdırmaya çalışacağız. Şimdi bu biraz zor bir iş. Yani ilgisini çekmek çok zor çünkü çocuk bilgisayarlardaki oyunlarla ya da animasyonlarla inanılmaz hipermetinlerle karşı karşıya ve siz ona bir eğitim, mesela yazma eğitimi ya da bir okuma eğitimi verebilmek için aynı şekilde bir hipermetin göndermesi yapmak zorundasınız. Ya da bir hipermetin ortaya koymak, onu oraya yöneltmek durumundasınız. Bu yöneltmeyi yaparken de her zaman edebiyatla uğraşanlar bunu söylüyorlar, tekrar ediyorlar. Her seferinde de çocuğa bir şey öğretmek zorunluluğunda değiliz. Biz çocuğu eğlendirmek ve onun hayal gücünü geliştirmek zorundayız. Çünkü o hayal gücü ilerideki icatların ortaya çıkmasında yardımcı olacak çocuğa. Belki en basitinden Jules Verne okuyan çocuklar Ay’a gittiler. Jules Verne okuyan çocuklar denizin 20.000 fersah altına indi ya da dünyayı 80 günde döndüler. Yani biz çocukların hayal gücünü ne kadar çok geliştirirsek, güçlerinin ne olduğunu gösterebiliriz. Nilay Hoca’nın da dediği gibi, ne yazarsak yazalım, ‘Ben mitoloji ile ilgili bir şey yazmadım.’ deme şansımız yok. Çünkü biz kaynağı oradan alıyoruz, kaynak DNA’larımızla geliyor bu noktaya. Biz çocuğu ilkel olarak düşünüyoruz. İlk seansta hocalarımız söyledi, primitif olarak bakıyoruz çocuğa. İşte çocuk somut bilir, soyut bilmez; şöyle olmaz, şundan anlamaz... Hayır, çocuklar aslında DNA'larıyla ya da geçmişten gelen birtakım kodlarıyla arketiplerle doğuyor. Kendi arketiplerine sahipler. O arketiplerle birtakım durumları oluşturuyorlar. Ben mesela bir yazı ya da bir kitap yazarken çocuklarımdan ve çocuk öğrencilerimden, küçük yaş öğrencilerimden inanılmaz ilham alıyorum. Çünkü onların beynindeki bazı hikâyeler somutu soyuta ya da soyutu somuta çevirirken gerçekten bir mitolojik hikâye yazıyor. Şöyle örnek verebilirim, bir çocuğa “Aşk nedir?” diye sorduğunuzda size “kalbini çıkarıp birine vermek,” diye cevap verir. Mesela oradan Sabahattin Ali'nin “Değirmen” öyküsüne gidersiniz. Değirmen öyküsünde sorar, “Adaşım, der, sen kalbini kime verdin? Çıkartıp oradan, yarıp kesip aldın ve birine verdin mi?” diye sorar. Çocuk aslında kendi mitolojisini yazar, kendi hikâyesini yazar. Ama bunu dile getirmekte bazen zorlanır ya da biz onları algılarken, anlama aşamasında zorlanırız. Bir süre sonra da zaten olgunlaşır, kirlenir, o plastik yemek noktasına geliriz ki o da beynimizi bir şekilde kirletir. Fakat ben şunu çok iyi biliyorum ki, çocuğa yaklaşımımızda onları eğlendirebiliyorsak, onlara farklı şeyler gösterebiliyorsak, bir yazar olarak biz bunu yapabiliyorsak, onları o kahramanın yerine koydurabiliyorsak okurken ve o maceranın peşinde onları koşturabiliyorsak; çocuk bundan çok hoşlanıyor, inanılmaz keyif alıyor. Bu arada da bir sürü şeyi de aslında öğrenmiş oluyor. Ama tabii şu da var. Ben diğer katılımcılara da bu anlamda hak veriyorum. Öyle bir bakıyorsunuz ki mitoloji sadece Yunan ve eski Roma mitolojilerinden ibaretmiş gibi. Şimdi son dönemlerde bir de İskandinav mitolojisi geldi bu Vikingler’den filan kaynaklanan ama mesela onlara Brezilya'daki bir yerlinin mitolojisinden ya da Türk mitolojisinden, örneğin Karakoçan'dan bahsettiğinizde ya da Mezopotamya'dan Gılgamış Destanı ya da İran mitolojisinden Rokh kuşunun neler yaptığı ile ilgili bir şey sorduğunuzda tıkanıp kalıyorlar. Hâlbuki hikâyelere ve romanlara dönüp baktığınızda, ki son dönemde ben bu romanları özellikle çocuklar adına mitoloji adına inceledim. Roald Dahl’ın mesela Büyülü Parmak romanına baktığınız zaman, Brezilya mitolojisindeki kurupiralara benzeyen bir hikâyeyi alıp, aslında bir parmak üzerinden yürüttüğünü görüyorsunuz. Bakın, ne kadar enteresan. Yani kurupiraların özelliği ormanı korumak ve avcıların fazla avlanmaları sonucunda avı avcı, avcıyı av yapmalarıdır. Hikâyesi mitolojik olaraktan oradaki çok küçük bir kabilenin bir mitolojisi bu Brezilya'da. Dönüp Büyülü Parmak’a baktığınızda da Roald Dahl'ın bir kız çocuğu parmağıyla bir aileyi büyülemiş. Yani av avcı, avcı da av oluyor yine aynı şekilde. Bakın bu metinlerarasılıkla çok detaylı okuduğunuzda ya da ince bir okuma, üst okuma yaptığınızda gördüğünüz bir şey. Kraliçeyi Kurtarmak’a baktığınızda Vladimir Tumanov’a; orada direkt görüyoruz Yunan ve Roma mitolojisindeki bazı hayvanları, bazı olayları, canlıları. Hatta hikâyenin temelini oluşturan şey, biraz önce Hafize Hoca’mın anlattığı Hades'in Persefoni’yi kaçırıp yeraltına indirme hikâyesinin benzeridir. Kraliçeyi kaçırmıştır kötü bir kral ve onu bulmaya çalışıyorlar. Yine Christine Nöstlinger’in hikâyelerine, romanlarına baktığınızda, özellikle Kim Takar Salatalık Kralı’nda birtakım küçük canlıların, belki Elf diyebileceğimiz canlıların hayatına giriş yaparız. Aynı zamanda da politik de bir hikâye okuruz; taraf tutma, kalkışma, siyasi olaylar... Ben yine önceki oturumda Gökhan Hoca’nın değindiği şeye gelmek istiyorum. Eğer Kim Takar Salatalık Kralı’nı burada Hafize Hoca, Esra Hoca ya da Gözde Hoca yazmış olsaydı, hiçbir yayınevinden olur alıp da o kitabı bastıramazlardı. Çünkü politik özelliğe sahip bir alt metin. Bunun nedenini ben şuna bağlıyorum, yanlış da düşünüyor olabilirim ama Milli Eğitim ve okullar arasındaki inanılmaz güçlü bağlar nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığı bazı şeylerin yayınlanıp yayınlanmaması konusunda çok ısrarcı. Bu yüzden de Türk yazarların seçiminde bunlara bakılıyor. Ben bir roman, bir çocuk öyküsü yazmıştım ve orada bir domuzdan bahsediyordum. Bana Millî Eğitim’deki arkadaşlar şunu söyledi; “Hocam ne olur hayvanı değiştir, domuzu kabul etmez Millî Eğitim.” Bakın çok küçük bir şey bu, küçük bir ayrıntı belki ama hani editöryal hatalarla birlikte aynı zamanda bizim Milli Eğitim’in de yasakları fazlaca önümüze gelebiliyor, bizi durdurabiliyor. Bu yüzden de yazdığımız metinlerde gerçekten otokontrollü yazmak zorunda kalıyoruz. Bir Kuzey Avrupa Ülkesi gibi ya da Amerika'daki yazarlar gibi rahat, daha doludizgin yazamıyoruz. Yine bir örnek vermek istiyorum. Çöplük bir çocuk romanıdır, biraz daha yetişkin bir grup için bir romandır. Burada sigara içen ve çöplükte yaşayan bir çocukla karşılaşırız ve bu metni Türk yayınevleri çevirisini yaptırıp basabiliyor. Ama siz buna benzer bir hikâye yazdığınızda yayınlatamazsınız. Bu yüzden de inanılmaz bir otokontrol hâlinde olmak zorundasınız çocuk kitabı yazarken Türkiye'de. Bu da neyi getiriyor? Tabii kısıtlamaları getiriyor. Biraz önce dediğimiz gibi mitolojilerde şehvet vardır, bazen erotizme kayan birtakım şeyler vardır, yalanlar vardır, dolanlar vardır, üçkâğıt vardır, birbirinin ayağını kaydırma vardır. En basitinden, kartal tarafından ciğeri yenen kahramanın anlatılması bile bir çocuğa biraz meşakkat isteyen bir şeydir. Bu tip şeylerde yazar durduğu yeri, konuyu yani mitolojinin konusunu çok çok iyi bilmeli. Çocuğun yaş grubunun da önemi çok büyük. Anlatacağı şeyi çok iyi ayarlayıp yazmak zorunda. Çünkü her bir taraf baskıya uğramış bir vaziyette Türkiye'de çocuk edebiyatı ile ilgilendiğiniz zaman ya da çocuk edebiyatında mitolojik adaptasyonlara ya da metinlerarasılığa gittiğiniz zaman. Bence şu da çok önemli, ben arkadaşları kutluyorum, Gözde hoca’yı da, Hafize hocayı da, Nilay Hoca’yı keza. Bu konuda hem öğrencileriyle birlikte, hem kendileri birtakım şeyler yaratmışlar, ortaya koymuşlar. Bunlar çok değerli, çok önemli. Bundan sonraki dönemde de çocukların hafızasını ilerletmek ya da hafızalarında bunların kalmasını sağlamak adına bu tip çalışmaların çoğaltılması, artması gerektiğine inanıyorum."

Betül Kerim oturumu bitirmek adına son sorusnu yöneltti: “Çocukluğunuzda sizi etkileyen mitolojik öykü ya da kahraman var mıydı, bahsetmek ister misiniz?” Bu sorunun yanıtı Gözde Dere şöyle verdi: “Bence çocuk kitaplarında Şahmeran olabilir. Çok ilginç bilgiler edindim, onunla ilgili çok değişik hikâyeler dinledim. O yüzden hâlâ da “Acaba böyle mi?” diye beni meraklandıran sorular var içimde yanıtını bulamadığım. O yüzden beni büyülüyor şu an. O kadar zengin bir hikâye ki, şu an popüler kültürü de yoğun bir şekilde etkilemeye devam ediyor. Filmi de çekildi ama ben biraz daha kökten başlamak gerektiğine inanıyorum. Yani çocuklardan başlamak çok daha mantıklı. Yazını da desteklemek gerekiyor, çizgi filmlerle, filmlerle, oyunlarla... Maruz bırakmak denir ya, bazen kötü anlamda kullanılır ama biraz buna maruz kalmaları da gerekiyor belki. Çünkü gördüğüm, benim de iki oğlum var, oyunları, Brawl Stars’lar, acayip değişik kahramanlar, anlam veremediğim birçok şeye maruz kalıyorlar. Amaç biraz onları da oradan farklı bir dünyaya çekmek, bunların içinde bir yaşam alanı sağlamak biraz da bizim elimizde. Yönlendirmek gerektiğine inanıyorum. Diğer arkadaşlarım da bahsetti, çocuğu alıp içine çekmek ya da onun seviyesine inmek gibi, onun düşüncelerine de değer verildiğini hissetmesine ihtiyacı var çoğu çocuğun. Kitabın sonunda da zaten etkinliklere yer veriyoruz, röportaj yapıyoruz, “Sen olsan nasıl bir kahraman çizerdin?” gibi. Dolayısıyla biraz görünür olması, birazcık daha desteklenmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü mitoloji gerçekten sadece kültürel bir miras değil, aynı zamanda aktarmak istediğimiz, vermek istediğimiz bütün değer, inanç, her şeyi en iyi şekilde bu yolla verebiliriz, diye düşünüyorum. Eskiden de yani daha bu çalışmalara başlamadan önce de ben mitoloji hikâyelerini kullanıyordum derslerimde. Sorgulamalarda, P4C çalışmalarında, çocuklarla felsefe çalışmalarında çok uygun oluyor. Çünkü iyilik-kötülük olabilir; sevgi-nefret olabilir; karşıt olan başka duygular olabilir; adalet olabilir, cesaret olabilir; her şeyi, her değeri en iyi şekilde verebileceğiniz hikâyelerdir bence mitoslar, mitolojiler.

Böylece oturum moderetörler Betül Kerim ve Meryem Nur Ayar’ın konuklara teşekkür etmesi ve onların da Çocuk Yazını için hissettiklerini dillendirmeleriyle sonlandı.

 

 

Kapanış Konuşması

“Çocuk Yazını ve Mitoloji” zirvesinin kapanış konuşmasını yapmak için Prof. Dr. Nur Gürani Arslan ağırlandı. Arslan, İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü Boğaziçi Üniversitesinde okumuş, akademik kariyeri boyunca Türk Dili ve Edebiyatı üzerine yoğunlaşmış özellikle yeniden yazım ve mitoloji konularında çalışmalarda bulunmuştur. Ayrıca Halit Ziya Uşaklıgil’in eserleri üzerinde de kapsamlı çalışmalarda bulunarak eserlerinin günümüze kazandırılmasına katkıda bulunmuştur.  Moderatörlüğünü Meryem Selva İnce’nin üstlendiği kapanış kısmında Boğaziçi Üniversiteden emekli olan Arslan’a “Mitoloji nedir? Fantastik, masal, tarih derken mitoloji sizce ne değildir?” sorusu yöneltildi.

Uzun yıllardır edebiyatla ilgilenmesinin bir neticesi olarak Arslan, çocuk edebiyatını edebiyattan ayırmadığını dile getirerek sözlerine başladı. Şu anda piyasadaki çeşitliliği değerlendirerek çok fazla okul öncesi resimli eserin olduğunu ve çeviri eserlerinde çok olduğuna dair bir gözleminin olduğunu dile getirdi.  Önceki konuşmacıları tebrik ederek mitolojiyi okunabilecek çocuk kitabı haline getirmenin zor olduğunu ama iyi yapıldığı takdirde çok özel bir şey olacağını söyledi. Mitolojinin aslında bizler olduğuna dikkat çekerek mitolojinin insanı, doğayı anlattığını söyledi. İnsanın doğası gereği aslından değişmediğini dikkat çekerek, “İnsan ilk mitlerin söylendiği zaman ne ise şimdi de odur.” Diye bir açıklamada bulundu. Yaşamın başlangıcından itibaren insanın aynı şeyleri hissediyor ve yaşıyor olduğuna vurgu yaptı. Mitolojiye karşı bir farkındalığın olmadığını söyleyen Arslan, mitolojinin dünyanın birikimi olduğunu ve tekrar canlandırılması gerektiğini dile getirdi.

1940 Hasan Ali Yücel çeviri çalışmaları ile birlikte kısa bir süreliğine hümanizm rüzgârı estiğini, o süre zarfında birçok dünya mitlerinden seçkiler yapıldığını ve çevrildiğini söyledi. Türk edebiyatında ilk mitolojik göndermelerin, yeniden yazımların 19. yüzyılda Tanzimat Dönemi ile başladığını sözlerine ekleyen akademisyen, 1884 yılında Ahmet Mithat Efendi’nin “Esrar-ı Cinayat” eserini bu faaliyete örnek gösterdi. Tanzimat Dönemi’nin önemli romanlarından biri olan bu kitap Venüs ve Minerva gibi mitolojik figürlere atıfta bulunarak çeşitli hikâyeler anlatır.  Bu noktada mitoloji ile karşılaşmasının Melih Cevdet Anday’ın “Kolları Bağlı Odysseus” kitabıyla olduğunu söyleyen Arslan, kitaptan çok etkilendiğini söyledi.  Mitolojinin müthiş bir zenginlik barındırdığını ve bunu üzerine bir daha mitolojiden ayrılamadığını sözlerine ekledi.  

Mitoloji düşünmenin her şekilde güzel bir şey olduğunu ifade eden Arslan’a “Çocuklar mitoloji kurabilir mi? Mit yapabilir mi?” sorusu yöneltildi. Çocuklar için çalışmanın çok değerli olduğunu ifade ederek çocuklarla onlar için çalışmanın önemine vurgu yaptı. Bu noktada Orkan Sezer’in daha 13 yaşındayken kaleme aldığı "Bir Çocuğun Gözünden Yunan Mitleri" kitabını örnek gösterdi. Kitap, Zeus’un Tanrıların başına geçişi, Prometheus'un insanlığa ateşi getirmesi gibi Yunan mitolojisinden hikâyeleri 13 yaşındaki bir çocuğun gözünden anlatır. Arslan kitabın kendini kolay bir şekilde okuttuğunu da sözlerine ekledi. Resimlerin çocuk perspektifiyle çizilmiş resimlere yaklaştıkça güzel olduğunu düşünenlerin varlığına dikkat çekerek, çocuksu dilin de çocuklarla yakalanabileceğini ifade etti. “Bir kitap her şeyden önce kendini okutmalı, dil akışı önemli. Eser propaganda ya da politik bir söylem ya da bir öğreti anlamında bir şeyler içeriyorsa haz alarak okunan bir eser olmuyor.” diyerek yanıtını noktaladı.

“Mitolojik hikâyelerde çocuk kahraman var mı?” sorusuna ise “Mitolojide çocuklar doğuyor ve hemen büyüyorlar” diyen Arslan, bu düşüncesine Herkül karakterini örnek gösterdi. Mitolojilerde çocukluklarının çok anlatılmadığını, birdenbire erişkin yaşlarında neler yaşadıklarının anlatılmaya başlandığını söylerine ekleyerek konuşmasını bitirdi.