Kritik

Hak ve Yükümlülükler Ekseninde: Küçük Adımlar  

Son yıllarda çocuk hakları alanındaki gelişmeler, özellikle çocuk edebiyatı aracılığıyla, çocukluğun nasıl inşa edildiği ve anlatıldığı meseleleri bağlamında literatüre önemli katkılar sunuyor.

Son yıllarda çocuk hakları alanındaki gelişmeler, özellikle çocuk edebiyatı aracılığıyla, çocukluğun nasıl inşa edildiği ve anlatıldığı meseleleri bağlamında literatüre önemli katkılar sunuyor. Hazal Uzuner’in kaleme aldığı ve Dinozor Çocuk’tan yayımlanan Küçük Adımlar da Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’den seçilen bazı maddeleri farklı hikâyeler etrafında çocukların anlayabileceği bir dille yeniden kurguluyor. Kitabın, çocuk hakları ve daha geniş anlamıyla “doğuştan gelen” insan hakları konusunda farkındalığı artırmadaki önemi yadsınamaz. Ancak, edebiyat ve hukuk kesişiminden beslenen böylesine güçlü bir dilin yerinde ve etkili bir şekilde kullanılabilmesi için bu tür metinlerin hukukçular tarafından da yorumlanması, verilmek istenen mesajın etkin biçimde çocuk özneye ulaşmasına kıymetli bir katkı sunabilir. Bu amaçla, literatürde çocuk haklarını ele alan bazı çocuk kitaplarını hukuki açıdan inceleyeceğim bir seriye başlamak arzusundayım. Bu yazımda ise Küçük Adımlar anlatısını Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme açısından hak ve yükümlülük ekseninde bir de hukukçu okur olarak tahlil edeceğim.

Metin analizi pratiğini daha iyi anlamak için önce Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’yi kısaca gözden geçirelim. 1989 yılında Birleşmiş Milletlere üye devletler tarafından onaylanan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, çocukların doğuştan gelen onurunu temel alarak, tüm çocukların insan haklarının tanınmasını ve güçlendirilmesini amaçlayan uluslararası bir anlaşmadır. Sözleşme, önceki çalışmalara ek olarak, çocukların medeni, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel haklarını tek bir metinde toplayan ilk yasal çerçeve olması bakımından önemlidir. Sözleşme uyarınca, 18 yaşın altındaki herkes çocuk olarak kabul edilir ve bu 18 yıl, çocukların büyümelerine, öğrenmelerine, oynamalarına ve onurlu bir şekilde gelişmelerine izin verilmesi, özel olarak korunması gereken bir dönemdir. Sözleşme’nin 42. maddesinde taraf devletler hem çocukların hem de yetişkinlerin sözleşmenin asgari yasal koruma kıstaslarından haberdar olmalarını sağlama yükümlüğü altındadır. Bu amaçla İskoç Komisyonu üyesi Bruce Adamson, Sözleşmenin çocuk dostu bir dilde basitleştirilmiş bir versiyonunu oluşturmuştur. Ayrıca Avrupa Konseyi de çocuklar için resimlerle dikkat çekici hâle getirilmiş çocuk hakları materyalleri yayınlamaktadır.

Bu incelemenin konusu olan kitap, Sözleşme’nin 2. maddesine tekabül eden “Bütün çocuklar eşit haklara sahiptir. Hiçbir çocuk ayrıma tabi tutulamaz.” cümlesiyle başlar. Babası izin vermediği için okula gidemeyen, okuma yazmayı sınıf penceresinden derslere katılarak öğrenen bir kız çocuğunun hikâyesi aracılığıyla eşitlik ve ayrımcılık yasağı ilkeleri okura anlatılır. Hikâye, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ele alırken, şehir ve köy çocuklarının maruz kaldığı fırsat eşitsizliklerini de vurgular: “Kız olduğu için okula gönderilmemiş” (Uzuner 12), “Şehirdeki yaşıtlarının karşısında yenik başladıkları hayatta…” (Uzuner 9) Metnin devamında meslek seçimiyle ilgili ailedeki herkesin kendi hayat tecrübelerinden yola çıkıp özünde kendileri için iyi olabileceğini düşündükleri mesleği çocuğa önermeleri hakkındaki bir hikâye anlatılır. Yine çeşitli hikâyelerde geçen “Nasıl olur da bizi düşünmeden böyle bir karar verirsiniz?” (Uzuner 22), “Bana hiçbir şey sormadan her şeyi alıp düzenlemişler.” (Uzuner 39) gibi cümleler de Sözleşme’nin yol gösterici ilkesi olan çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını (Madde 12) örnekler.

Kurmaca düzleminde Sözleşme’nin temel ilkeleri ve hakların genel çerçevesi yalın bir dille anlatılsa da hikâyelerin kurgusunda insan haklarında önemli olan hak ve yükümlülük kavramları yerinde kullanılmamıştır. Önemle vurgulamak gerekir ki insan hakları hukukunda hak sahibi karşısında bir de yükümlü vardır. Sözleşme bakımından hak sahipleri çocuklardır ve bunun karşısında sözleşme maddeleriyle yükümlü olmayı taahhüt edenler sözleşmeye taraf devletlerdir. Bu bağlamda yükümlü olanın her şeyden önce “devlet” olduğunun altını çizmek önemlidir. Zira insan hakları alanında devletlerin “yapmama, ihlal etmeme, müdahale etmeme” şeklinde tanımlanan negatif edim yükümlülüklerine ilave olarak pozitif edim yükümlülükleri olduğu kabul edilir. Devletlerin “müdahale etmeme” yükümlülüğünün aksine, pozitif edim yükümlülükleri “yapma, sağlama, denetleme ve koruma” gibi yükümlülükleri ifade eder. Bu anlamda devletler bireylerin haklarından gereği gibi faydalanmalarına uygun şartları sağlamamaktan da sorumlu olurlar. Çocuk hakları için de bu yükümlülükler geçerlidir.

Yükümlü olanın hikâyelerde doğru tespit ve tasvir edilemediği durumlarda bu hikâyeler, insan hakları hikâyeleri olmaktan çıkıp, günlük olaylara indirgenen anlatılara dönüşür. Oysa ki çocuğa etki eden davranışlar anne ve babanın fiilleri üzerinden çocuğa ulaşsa da çocuk haklarına saygı duyulması için Sözleşme ile getirilen pozitif yükümlülüklerin sorumlusunun (ve hâliyle ihlal edenin) devlet olduğunun daha belirgin ifade edilmesi gerekirdi. Örnek olarak, “Ulaş’ın Rampası” isimli hikâyede engelli bir çocuk için okulun girişine rampa yapılması istenir fakat okul gerekli bütçe olmaması sebebiyle bu isteği yerine getiremez. Bunun üzerine çocuklar rampayı yaptırmak için kendi aralarında para toplarlar. Engelli çocukların yaşama aktif olarak katılmalarını sağlamak için özel bakım ve destek alma hakları konusunda çocuk okuyucularda farkındalık yaratılmak istenen bu hikâye kurgusunda seçilen çözümün, bir toplumda çocuk hakları bilinci yaratmak için yeterli ve yerinde bir örnek olmadığı kanaatindeyim. Bu hikâye her ne kadar iyilik ve dayanışmayı teşvik eden bir hikâye olsa da insan hakları hikâyesi değildir. Bir başka deyişle, engelli rampasının çocuklar tarafından gönüllü toplanan para ile yaptırılması yerine çocuk öznenin temel haklarının devlet tarafında sağlanmasının elzem oluşuna dikkat çekilse ve anlatı, çocuk okurun doğal haklarını öğrenmesine imkân tanıyarak kurgulansa çok daha etkin olurdu (Örneğin çocukların el birliği ile durumu idari makamlara iletmesi ve rampanın okula sağlanacak bütçe ile yapılması gibi).

Benzer şekilde “Sessizlik” isimli hikâyede yaz tatiline götürülmeyen Nehir’in yaz tatiline gidebilmek, bir başka deyişle oyun, dinlenme, eğlenme, boş zamanlarını değerlendirme ve sanatsal etkinliklere katılma hakkını alabilmek için anne ve babasıyla konuşmama kararı verdiğini okuyoruz. Burada hikâyenin kahramanı çocuğun hak talebini anne ve babasına yönelttiğine bir kez daha şahit oluyoruz. Oysa ki böylesine bir talep yine kamusal bir talep olmalıdır çünkü devletin ebeveynlerin çalışma saat ve yoğunluklarına yönelik düzenlemeler yaparken çocuk haklarını dikkate alması gerekir. Aile merkezli sosyal politikalar geliştirmek devletin insan hakları bakımından pozitif yükümlülüklerinden biridir. Hâliyle, tatile gidemeyen bir çocuk hikâyesini insan hakları hikâyesine dönüştürmek için, anne ve babanın tatile çıkamaması –yani çocuk açısından ihlal– durumunun sorumlusunun devlet olduğu bir kurgu gerekir. Hikâyede ise “Nehirciğim biz bu yaz tatile gitmiyoruz. Babanla işlerimizin yoğunluğu yüzünden izin almamaya karar verdik,” (Uzuner 33) cümlesine yer verilir. Halbuki, işlerinin yoğunluğu yüzünden işveren tarafından izin hakkı kullandırılmayan bir ebeveyn portresi çizilebilseydi, çocuk haklarını kavrama hususunda çocuk edebiyatında çocuk hakları merkezli bir dil inşa edilmiş olurdu.

Sonuç olarak, hayatın her anında gerek çocuklar gerekse yetişkinler Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ile yükümlülük altına giren devlet eylemleriyle karşılaşıyor. Devlet, bir çocuk hikâyesinde okula inşa edilmesi gereken “rampa” olurken, başka bir hikâyede aile ve sosyal hayatı iyileştirmek için iş hukuku düzenlemeleri yapan birine dönüşür. Kısacası devlet dediğimizde bizden çok uzak ve çocukların içinde yaşamadığı bir sistemden bahsetmiyoruz aslında. Küçük Adımlar metni de bu doğrultuda çocuk hakları hakkında farkındalığı artırmayı amaçlayan güzel bir çalışmadır. Ancak çocuk haklarına ilişkin çocuk kitapları yazılırken, hakkın karşısındaki yükümlünün ve doğal olarak hakkı ihlal eden asıl makamın-muhatabın ebeveynler değil, devlet olduğunun net bir şekilde aktarılması verilmek istenen mesajın daha etkin biçimde çocuk özneye aktarılmasını sağlayacaktır. Aksi takdirde bu tarz çocuk kitapları, çocuk haklarına yönelik bilincin artırılması amacının dışına çıkarak, ebeveyn-çocuk gerilimini artırabilir. Nitekim bu kitaplar, eşit olmayanlar arasındaki ilişkiyi ortaya koyabildiği ölçüde insan hakları kitabı olarak anlamlanabilir.

 

Kaynakça

“Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme”, https://www.unicef.org/turkey/çocuk-haklarına-dair-

sözleşme.

Uzuner, Hazal. Küçük Adımlar. İstanbul: Dinozor Çocuk, 2020.