Kritik

Sorumluluk Yüklenen Bir Kahraman Olarak Ayşegül’de Yerelleştirilen Bazı Unsurlar

Martine’in yazıldığı dönemde Belçika toplumunda çocuğa yaklaşımı, çocuktan beklenen beceriler, davranış kalıpları ve çocuğa verilen ödev ve sorumlulukları yansıttığı söylenebilir.

 

1954 yılında Belçika’daki Casterman Yayınevi “Martine” serisinin ilk kitabı Martine à la Ferme’i (Ayşegül Çiftlikte) yayınlayarak çocuk okuyucularına adı Martine olan yeni bir arkadaş kazandırır. Çizimlerini ressam Marcel Marlier’nin yaptığı, öykülerini ise Gilbert Delahaye’nin yazdığı Martine serisi 1997 yılında yazarı Delahaye’nin vefatına dek 46 kitaba ulaşır. 1997 yılından itibaren öykülerin yazarlığını Marcel Marlier’in oğlu Jean Louis yapmaya başlar. 50’ye yakın ülkede yayınlanan serinin başkahramanı olan Martine bu ülkelerin kimilerinde kendi adıyla tanınır; kimilerindeyse çevrildiği ülkede en popüler kız çocuk isimlerinden biriyle çağrılır. Amerika’da “Debbie”, İtalya'da “Christina”, Almanya'da “Steffi”, İngiltere'de “Mary”, Portekiz'de “Anita” olarak tanınan Martine, Türkiye’de ise 1965 yılında ilk çevirinin yapılmasıyla “Ayşegül” olarak tanınır.

60 kitaplık bir seri olarak Ayşegül, bugün dört kuşak tarafından tanınan ve sevilen bir kahraman. Türkiye’de ilk olarak Sümer ve Yeni Sümer Yayınları’nın çevirileriyle tanınan Ayşegül sonraları sırasıyla Alpagut, Aksoy Yayıncılık ve Marsık Yayıncılık tarafından da yayınlanır ve 2011 yılı itibariyle Füsun Önen çevirmenliğinde Yapı Kredi Yayınları tarafından yeniden basılmaya başlanır. Marcel Marlier’in oldukça detaylı, gerçekçi ve hoş Ayşegül çizimleri okuyucunun hafızasında özellikle yer eder. Marcel Marlier 2000 yılında Marsık Yayıncılık’ın sahibi Yalvaç Ural’ın konuğu olarak TÜYAP Kitap Fuarı’na da katılır. Ural’ın kendi ifadesiyle “Türkiye’yi çok sevmiş ve ‘Ayşegül’ fanatiklerinin çokluğu karşısında şaşkına dönmüştü[r].”  Bu görüşmede Marlier serinin yeni kitaplarında Ayşegül’e bilgisayar kullandırtmayı planladığını söylediyse de sonraki yıllarda serinin herhangi bir kitabında Ayşegül’ün elinde bilgisayar göremeyiz, zira Marlier 2011 yılında vefat eder.

Martine’in yazıldığı dönemde Belçika toplumunda çocuğa yaklaşımı, çocuktan beklenen beceriler, davranış kalıpları ve çocuğa verilen ödev ve sorumlulukları yansıttığı söylenebilir. Dolayısıyla, serinin Türkçe çevirileriyle karşılaştırma yaparak o dönemde Türk toplumunda çocuğa nasıl yaklaşıldığına dair çıkarımlarda da bulunulabilir. Bu yazıda Ayşegül serisinin Türkçe’de sekizinci sırada basılan Ayşegül Yemek Yapıyor, yirmi dokuzuncu sırada basılan Ayşegül Alışveriş Yapıyor ve otuz altıncı sırada basılan Ayşegül Küçük Anne öykülerinden yola çıkarak yazıldığı dönemde çocuktan beklenen ödev ve sorumlulukların neler olduğuna dair çıkarımlarda bulunmaya çalışacağım.

Ayşegül Yemek Yapıyor kitabının 1974 yılında Casterman Yayınevi’nden çıkan Fransızca baskısının (Martine Fait la Cuisine) başında kitabın içerisinde yer alan tariflerin ev ekonomisi profesörü Paule Warnon tarafından paylaşıldığı şeklinde bir not okuru karşılar. Öyküde yer alan yemek tariflerinin gerçekten denenebilir oluşu ve hatta yazıldığı dönem toplumunda evlerde çokça pişirilip tüketilen yemekler olması dikkatlerden kaçmaz. Öyküde rafadan yumurtadan yumurtalı ekmeğe, mayonezden pudinge, elma tatlısından çilek reçeline ve son olarak krepe kadar tüm tarifler gerçekten uygulanabilir ölçüleriyle birlikte paylaşılır. Anlatı Martine’e hazırlayacağı kutlama yemeği için vaftiz annesi tarafından bir tarif kitabı hediye edilmesiyle başlar. Aynı öykünün Yapı Kredi Yayınlarından çıkan Türkçe çevirisi ise küçük bir yerelleştirme müdahalesiyle Ayşegül’e annesinin arkadaşı tarafından bir yemek tarifi kitabı hediye edilmesiyle açılır.

Bu noktada “yerelleştirme” kavramıyla kast edilenin ne olduğuna dair ufak bir parantez açalım: Çeviri dediğimiz şey, en genel itibariyle, kaynak dilde yazılmış metni, bir başka erek dile anlam kaybı ve değişikliği yaşanmayacak biçimde aktarmaktır. Susan Bassnett çevirinin kültürel bir çerçeve içerisinde ele alınması gerektiğini savunur (Bassnett, Lefevere; 1990.) Kültürlerarası iletişim şekli olarak çeviri, hem dilsel hem de kültürel düzeyde gerçekleşmelidir; zira bu ikisi birbirinden bağımsız sayılmaz. İşte bu noktada çevirmen, yayınevi ve süreçte etkili çok çeşitli diğer aktörlerin kararı neticesinde yerelleştirme veya yabancılaştırma stratejisi takip edilerek tutarlı bir erek metin üretilmesi hedeflenebilir.

Çeviride kültüre yaklaşım genellikle iki farklı yolla gerçekleşir. Buna göre, kaynak metindeki kültürel ögelerin erek dildeki metne aktarımında yerelleştirme veya yabancılaştırma yoluna gidilebilir. Çevirinin bir adım ilerisinde karşımıza çıkan yabancılaştırma kaynak dil ve kültürdeki “farklılığı” koruyup yansıtmaya çalışırken, yerelleştirme yaklaşımı kaynak dil ve kültürdeki “yabancılık” hissini en aza indirmeyi amaçlaması itibariyle çok daha karmaşık bir sürece işaret eder. Yerelleştirme yoluysa dilsel bariyerlerin en aza indirilmesi, bununla birlikte çevrilen metnin erek dile mümkün olan en yüksek düzeyde adaptasyonunu gerektirir. Öyle ki, yerelleştirme stratejisi benimsenerek çevrilen bir metni okuyan kişiler karşılarındaki metnin kendi dillerinde ve kültürlerinde üretilmediğinin ayırdına varamaz.

Yerelleştirme ve yabancılaştırma ayrımı Alman teolog ve filozof Friedrich Schleirmacher tarafından “Çevirinin Farklı Yöntemleri Üzerine” başlıklı derste şu şekilde bahsedilmiştir: “Çeviride yalnızca iki yöntem vardır; ya çevirmen yazarı mümkün olduğunca rahat bırakarak okuyucuyu ona yaklaştırır, ya da okuyucuyu mümkün olduğunca rahat bırakarak yazarı ona yaklaştırır.” (1813; Venuti, 1995, sf: 19)

Çeviri eserlerde öncelikle tutarlı bir çeviri stratejisi belirlemek gerekir. Yerelleştirme stratejisi belirlenerek eserin erek dilde yazılmış bir metinmişçesine okunup anlaşılması sağlanabilir veya yabancılaştırma stratejisi yoluyla metnin içerisinde yabancı ögeler korunarak okuyucunun çeviri bir metin okuduğunun ayırdında olması sağlanabilir. Ayşegül serisinin gerek en başında Martine’in Ayşegül olması yoluyla, gerekse öykülerin içeriklerine yer yer yapılan müdahaleler ile genel olarak yerelleştirme stratejisi benimsenerek erek kültüre sunulduğu söylenebilir. Ancak bu stratejinin toplamda 60 kitabın bulunduğu serinin çevirisinde tutarlı bir şekilde uygulandığı söylenemez.

Öyküye geri dönecek olursak, devamında her iki kitapta da annesi Ayşegül’e bardak ve kaşık ölçülerini öğretir. Sonraki tariflerden birindeyse çevrilen dilde annesi eve bir kilo Reinette cinsi elmayla gelince Martine elma tatlısı yapmaya karar verir. Tarifte parantez içerisinde dört adet Reinette elma tercih edilmesi gerektiği belirtilir. Türkçe çevirideyse Ayşegül’ün annesi eve bir kilo kırmızı elmayla döner. Çevirmen resimlerdeki elma cinsini Amasya elmasına yakın görmüş olacak ki, bizdeki tarifin parantez içi “Amasya elması tercih edilmeli” şeklinde yerelleştirilir. Devamında gelen Alice teyzenin çilek reçeli tarifi ise Türkçe çeviride Aliye teyzenin çilek reçeli tarifine dönüşür. Öykünün sonuna yaklaşırken Pazar günü Ayşegül’ün büyükannesi ile büyükbabası yemeğe davet edilir ve Ayşegül’ün yaptığı yemeklerden çok memnun kalırlar. Öykü şu şekilde sonlanıyor:

Birkaç ay daha çalıştıktan sonra, Ayşegül artık kimsenin yardımı olmadan, tek başına yemek yapmayı biliyordu. […] Biraz sabrınız varsa, annenizin öğütlerini de dinlerseniz, siz de basit yemekler yapabilirsiniz. Böylece hem evdekiler ne kadar büyüdüğünü görür hem de nefis yemekler yerler! (sf: 19)

Böylelikle 7-10 yaşlarındaki Ayşegül tek başına yemek yapma becerisi kazandığı için övülürken, biz okurlar da bu beceriye sabırla ve anne sözü dinlenerek sahip olunduğunu öğreniriz. Yazar didaktik bir sonla öyküyü tamamlarken öykünün muhatabı olan, şimdilerde yemek yapmak için oldukça küçük bir yaş grubu olduğunu düşündüğümüz çocuklara sabırlı olmaları ve annelerinin öğütlerini dinlemeleri kaydıyla güzel yemek yapabilir hale geleceklerini belirtilir. Ayrıca güzel yemek yapma becerisi edindiklerini ev halkına kanıtlamak, çocukların büyüdüklerini göstermenin de bir yolu olarak sunulur.

Bu yazıda değineceğim ikinci öykü Ayşegül Alışveriş Yapıyor ise annesinin Ayşegül’den markete gidip alışveriş yapmasını istemesiyle başlar. Annesi Ayşegül’ü küçük erkek kardeşi Ali ve köpeği Fındık ile birlikte markete yollarken “Kardeşine göz kulak ol. Parayı da kaybetme. Çıkışta baban sizi almaya gelecek,” şeklinde öğütler (sf:3). Öykünün devamında büyük, alışveriş merkezi diye adlandırabileceğimiz türden bir markette, cumartesi günü gittikleri için epeyce curcunalı, çocuklar için çokça eğlence barındıran bir ortamla karşılaştıklarını fark ederiz. Daha sonra, Ayşegül’ün markete gelme nedeninin yakında okullar açılacağı için okul alışverişi yapmak olduğunu öğreniriz. Ayşegül elinde annesiyle birlikte hazırladıkları eksikler listesine bakarak hem kendi için hem kardeşleri için gerekli okul malzemelerini almaya başlar. Hatta babasının kırtasiye ihtiyaçlarını bile alır. Kırtasiye alışverişinin tamamlanmasının ardından yürüyen merdivenler ile bir üst kata çıkarak giysi reyonunda alışverişe başlar. Buradaki tezgahtar Ayşegül’ün tek başına alışveriş yapan küçük bir kız çocuğu olmasını yadırgamadan ona “siz” diye hitap ederek denemek istediği elbise konusunda yardımcı olur. Giysi alışverişinin devamında mutfak için erzak alışverişi gelir. Küçük erkek kardeşinin başlarda bebek arabası sandığı market arabasını doldurmaya başlarlar. Ayşegül kardeşini ve Fındık’ı “Şuraya oturun. Uslu durun,” şeklinde tembihler (sf:15). Epeyce yüklü erzak alışverişini tamamlayan Ayşegül tıka basa dolu market arabasıyla kasaya gelir. Minik Ali’nin yardımıyla alışveriş torbalarını doldurur, ödemeyi yapar ve kalan parasını kontrol etmeyi de unutmaz. Çıkışta babasının onları almaya gelmesiyle hepsi eve dönecekleri için çok memnun olur. Bu noktada henüz ilkokul çağındaki Ayşegül, resimlerden tahmin edebileceğimiz kadarıyla 4-5 yaşlarındaki küçük erkek kardeşi ve köpeğiyle birlikte yanına tüm aile için hem kırtasiye hem giysi hem de erzak alışverişi yapabilecek miktarda parayı alarak yanlarında herhangi bir ebeveyn olmaksızın markete gidebilir. Öyküde herhangi bir anda bir yetişkin tarafından bu durumun yadırgandığına dair bir ifade de görülmez.

İnceleyeceğimiz üçüncü öykü, Ayşegül Küçük Anne belki de tüm seri içerisinde Ayşegül’ün en büyük sorumluluğu aldığı öyküdür. Ayşegül gün boyunca “mükemmel bir abla”  olarak evde tek başına henüz bir bebek olan erkek kardeşine bakmak zorundadır. Ayşegül kurulu saatin çalmasıyla sabah sakin bir eve uyanır. Annesi ve babası evde olmadığı için küçük kardeşi Ali’yle bütün gün o ilgilenecektir. Ayşegül uyanan kardeşini rahatlatmak için kucaklayıp öper ve gün banyo ile başlar. Suyun çok sıcak olmamasına dikkat eden Ayşegül, Ali’yi yıkamanın “hafife alınacak bir iş olmadığının” farkındadır (sf:5). Kardeşinin banyosunu bitirdikten sonra bebeği nasıl giydireceği konusunda biraz bocalasa da, “olsun, bu işin de üstesinden gelecekti[r],”(sf:7). Zıbın giydirirken “kardeşinin bileğini çıkarmakta zorlanıyor ama neyse ki hiç kızmıyordu[r],”(sf:7). Devamında annesinin verdiği ölçülerle biberonda kardeşinin mamasını hazırlar ve kucağına yatırarak onu besler. Annesi evden çıkmadan evvel hava güzel olursa kardeşini parka götürebileceğini söylediği için kardeşini bebek arabasına yerleştirerek parkın yolunu tutar. Sonrasında önce eve dönüp bahçede kardeşini uyutur. Devamında onunla türlü oyunlar oynar ve akşama doğru acıktığında da mamasını hazırlayıp tekrar kardeşini besler. Akşam olduğunda pijamalarını giydirip kardeşini uyutur. Öykü şu şekilde sonlanır: “Ayşegül küçük kardeşini çok seviyordu. Ama annesiyle babası birazdan eve dönecek diye de seviniyordu. Çünkü bütün gün bebek bakmak kolay değildi!” (sf:19)

 

Sonuç Yerine

Serinin altmış kitabının konuları incelendiğinde Ayşegül’ün üst orta sınıfa mensup, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik anlamda pek çok tecrübeyi yaşayan bir ailenin büyük çocuğu olduğu anlaşılır. Ayşegül kâh vapurla Amerika’ya gider, kâh kıyafet balosuna katılır; kâh denizin, çiftliğin veya kamp hayatının tadını çıkarır. Öykülerin bir kısmında da kendini geliştirmeye dönük yeni beceriler kazanır. Örneğin; bisiklete binmeyi, yüzmeyi, ata binmeyi, resim yapmayı ve kayak yapmayı öğreniyor. Ancak tüm bu eğlenceli deneyimlerin dışında yukarıda örneklendirildiği biçimde ondan beklenen, şimdilerde Ayşegül yaşlarındaki çocuklara fazla geleceğini düşündüğümüz, sorumlulukları yüklenmesidir. Ayşegül kimi öyküde ev işlerine yardım eder, kiminde alışveriş yapar, yemek pişirmeyi öğrenir, kimindeyse kardeşleriyle ilgilenir. Bu anlamda, serinin her bir kitabının, Ayşegül ekseninde ele aldığı konuyla ilgili okuyucu/ dinleyici çocuklara bir rehber olma niteliği taşıdığı söylenebilir. Dolayısıyla, öykülerin incelemesi yapılırken yazıldıkları/ yayımlandıkları yıla bakmak da faydalı olabilir. Örneğin, yazının başında ifade edildiği üzere, Marlier 2000 yılında kitap fuarına davetli olarak katıldığı zaman Ayşegül’e o yıllarda iyiden iyiye görünür hâle gelen bilgisayarı kullandırtmayı planladığından bahseder. Zira Ayşegül’ün, idealize edilmiş bir kahraman olarak okuyucu kitlesine bu kez de bilgisayarın doğru ve yararlı kullanımını öğretmesi/ teşvik etmesi gerekmektedir. Ancak, Marlier maalesef bu planını hayata geçiremediği için Ayşegül’ün nasıl bir bilgisayar kullanıcısı olduğunu biz okurlar öğrenemedik.

Öte yandan pek çok dile çevrilip farklı kültürlerde de oldukça popüler bir kahraman olan “Ayşegül” serisi kendi ülkesinde yayınlanmaya başlamasından yaklaşık on sene sonra Türk çocuklarının hayatına girmesiyle erek kültürde de kısa sürede oldukça etkili hâle gelir. Bu açıdan bakıldığında, öykülerin ortaya çıktığı kültürde “ideal” bir çocuktan beklenen davranışların, görev ve sorumlulukların Türkiye’deki ebeveynler tarafından da teveccüh gördüğü; Ayşegül’ün Türkiye’deki çocuklara da rehberlik etmesinin uygun bulunduğu düşünülebilir.

 

 

Kaynakça

Bassnett, Susan; Lefevere, Andre. Translation, History and Culture. Pinter Publishers, 1990.

Delahaye, Gilbert. Ayşegül Yemek Yapıyor. Res. Marcel Marlier. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, (2011) 2021.

________. Ayşegül Alışveriş Yapıyor. Res. Marcel Marlier. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, (2012) 2021.

________. Ayşegül Küçük Anne. Res. Marcel Marlier. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, (2012) 2020.

Ural, Yalvaç. “Ayşegül Şimdi Çok Üzgün!” milliyet.com.tr/yazarlar/yalvac-ural/aysegul-simdi-cok-uzgun-1345852. 30 Ocak

2011. Erişim tarihi: 24 Ağustos 2022.

Venuti, L. The translator’s Invisibility. New York: Routledge. 1995.