Ayşe Güren’in Can Çocuk’tan çıkan kitabı Kaptan Kâzım’ın Sağ Yanağı, sevecen motiflerle baharı selamlarken temkinli bir oyunsulukla isyankâr bir tutum sergilemekten de geri durmamakta.
Ayşe Güren’in Can Çocuk’tan çıkan kitabı Kaptan Kâzım’ın Sağ Yanağı, sevecen motiflerle baharı selamlarken temkinli bir oyunsulukla isyankâr bir tutum sergilemekten de geri durmamakta. Renkli ve maceracı hikâyesini saklayan kapağıyla ve ilk sayfasından itibaren bahar çiçekleriyle bezenmiş sayfalarıyla karşıtlık oluşturacak şekilde kitap, “Mahkeme” isimli bölümle ve ilk etapta donuk bir mahkeme sahnesiyle başlamaktadır. Semboller, duyular ve dünyalar arasında alttan alta kurulan bu karşıtlık, keskinleşip radikalize olmamayı ise bahara dair motiflerin uçucu, yumuşatıcı ve arabulucu potansiyellerine sığınarak başarmakta.
Sert mizaçlı ve idealist Hâkim Hakan Mara, “kızıl sakalları, kırmızı patates burnu, dağınık kaşları ve kocaman cüssesiyle”(Güren, 11) mahkeme salonuna giren Kaptan Kâzım Kınalı’yı birine, Vikinglerin şefi Halvar’a benzetir. Bu benzetme, hâkimin içinde, hâlihazırda sahip olduğu resmi ve otoriter pozisyona karşıtlık oluşturacak şekilde çocuksu ve muzip duygular uyandırır. Her ne kadar hâkim, içinde uyanan muzip çağrışımları mahkeme salonundakilerden saklamayı başarsa da, okur buradan bir absürditenin, ironik ve eleştirel pozisyonların çıkacağının bilincine çoktan varmıştır. Açılış sahnesinden itibaren duygular ve duyular arasında yaratılan karşıtlıklar, resmiyet ve samimiyet arasında bir yarık oluşturmaya, mevcut matlığı alacalaştırmaya devam etmektedir. Sert mizaçlı hâkimin bir anıştırmayla çocukluğuna dönmesi, çocukluğunda en sevdiği Vikingler karakteri Halvar’ı bir anda davalı olarak karşısında bulması, herhangi bir müphemlikten uzak hayatından ve çocukluktan sonra hiçbir sapma yaşamadan içinde bulunduğu kronolojik süreklilikten bir anlık kopuşuna neden olur. Bu hatırlama ânı ve benzetme aracılığıyla yaşanan zamansal sapma, öykünün yaratımını sağlayan dikatomik kurgunun ve bu kurgudan galip çıkacak tarafın habercidir.
Kaptan Kâzım Kınalı, İstanbul Şehir Hatları İşletmesi’ne ait vapurlarda kaptanlık yapmaktadır ve mahkemede vapurlardan birini kaçırmak suçundan yargılanır. Her ne kadar böyle bir suçlamaya maruz bırakılsa da, mahkemede destekçileri bulunmaktadır ve zaten kendisini suçlu hissetmemektedir. Baharın geldiğinin en çok hissedildiği bir mayıs gününde, güneşin kendini hissettirmesiyle sağ yanağından kalma çocukluk yarası yanmaya başlamıştır ve bu yanma, her sene tek bir şeye işaret etmektedir: Bahar gelmiştir ve Kaptan Kâzım’ı yaralı yanağında hissettirdiği karşı konulmaz yanma hissiyle doğaya çağırmaktadır. Her sene mayıs ayında bastıran bu arzu, naturasının da baskısıyla Kaptan’ı ele geçirir ve Kaptan kendisiyle birlikte gelmek isteyen yolcularla birlikte Çanakkale’ye doğru yol alır. Orhan Koçak’ın Melih Cevdet Anday şiirleri için kullandığı “yaralı doğa imgesi” burada önemli bir işlerlik kazanmaktadır (47). Doğanın çağrısının Kaptan’ın çocukluk yarasını harekete geçirmesi, onu içinde bulunduğu her şartı zorlayıp sınırları ihlal ederek doğaya yöneltmesi, bu güçlü imgeyle önemli bir benzerlik ilişkisine sahiptir. Kaptan, hızın ve akışın günlük hayattaki devinimini sağlayan, sekteye uğramasını engelleyen, büyük kalabalıkların, kitlelerin mobilitesini sağlayan hayati pozisyonuna kafa tutmakta ve çocukluktan kalma yarasına kulak vermektedir. İlerlemenin, modernitenin ve hızın yaraladığı doğa imgesiyle çocukluktan kalma yarasının sözünü dinleyerek harekete geçmesi bir kefaret ilişkisi doğurmaktadır. Yaralı çocukluğa dönüş, sürat, hız ve aydınlanma fikri tarafından kolu kanadı kırılan doğayı hatırlamak, ona kulak vermek ve kucak açmak, bu sayede tahrip edilene yönelik bir telafi imkânının henüz tümüyle yok olmadığı anlamına gelmektedir. Yaralı yanağın bahara karşı koyamayıp, tümüyle içgüdüsel bir şekilde Kaptan Kâzım’ı ele geçirmesi ve yönetmesi ise, doğanın tüm tahrip edilmişliklere ve maruz kalmışlıklara rağmen dirimsel gücünü yitirmediğine yönelik de önemli işaretler barındırmaktadır.
Doğanın bu gizil gücü ve harekete geçirme potansiyeli sadece egemen güçler tarafından çizilmiş sınırları ihlal etmekle kalmıyor, öte yandan bu hiyerarşiyi doğa ve insan icadı kültürün de dışına çıkarıyor. Kamusallığın mekânı olan bir vapurda, insanlar zorunlu bir rotada, sadece zorunlu temaslarda bulunurken bir anda Kaptan Kâzım’ın naturasının yönetselliğinde aralarındaki duvarları yerle bir ediyorlar ve bu sayede özgürleşme deneyiminin bir parçası hâline geliyorlar. Erving Goffmann’ın ifadesiyle insanların gündelik hayatlarını ve rollerini bir sahne oyununa ve performansına dönüştürdükleri gösteri dünyasından sıyrılıyorlar (59). Birer oyuncu olmaktan çıkan bu insanlar, birbirlerinden güç alarak süperegonun katı denetiminden ve bizzat süperegonun kendisinden kurtulmaya, bu sayede asıl kendileri olanla ve birbirleriyle tanışma imkânına sahip oluyorlar. Nitekim vapurda yaşanan bu özgürleşme deneyimi, Bakhtin’in karnavalesk atmosferinin bir örneğini sunmaktadır (84). Çoluk çocuk, genç yaşlı her sınıftan ve dünyadan insan bir diğeriyle grotesk bir eğlence ortamında bir araya geliyor, keskin sınırların yok edildiği, her şeyin müphemleştiği bu ortamda geriye bir karnavalın, yani bir bahar şenliğinin birleştiriciliği kalıyor. İlk defa bir araya gelen insanların yaşayacağı muhtemel gerilimler, oyunculuğa dayalı sıkıcı bir performans sergileme gerekliliği “Memnunlar Güvertesi”nin şarkılarıyla ve eğlencenin birleştiriciliğiyle ortadan kalkmış oluyor.
Öte yandan, devlete ait bir taşıtı alıkoymak ve rotasını değiştirmek suçundan yargılanan Kaptan Kâzım’ın davasını Hâkim Hakan Mara yönetmektedir. Yıllardır kusursuz bir şekilde sürdürdüğü “oyunculuk”undan ve hâkimlik performansından çocukluğunu ve çocukluk kahramanını anımsatan Kaptan sayesinde sıyrılan Hâkim, bir benlik bölünmesi ve çatışması yaşamaktadır. Hâkimin zihninin iç monolog tekniğiyle sunulması, “Otomatik Hâkim” ve Hakan Mara arasındaki bölünmeyi gözler önüne serer. Hakan Mara karşısında çocukluk kahramanı Halvar’ı görünce çocuklaşır ve muzip iç monologlarıyla bu roller arasında yaşanacak şedid çatışmanın emarelerini sunar:
“Hâkim, ‘Çok kibar bir Viking şefi. Dilimizi de gerçekten çok iyi konuşuyor,’ diye aklından geçirdi. ‘Nasıl istemem sizinle birlikte olmayı, ama olamıyorum işte! Ah Halvar, eski dostum, çocukluk arkadaşım!’ Sonra, aklından geçenleri çok komik bulup içinden güldü ama neşesi hiç de uzun sürmedi, yüzü düşüverdi.” (Güren, 13).
En nihayetinde, Kaptan Kâzım’ın suçsuzluğu bilim aracılığıyla kanıtlanır. Bahar geldiğinde mutluluk hormonu salgılanma oranının yükselmesi, Kaptan Kâzım’da ise bunun diğer insanlara göre eylemlerine söz geçiremeyecek bir şiddette yaşanması, Kaptan’ın aklanmasını sağlar. Nasıl bütün sınırlar önü alınamaz bir geçirgenlikle çözülüyorsa, güneş karşısında sınırların ve katılıkların her biri yavaş yavaş kamaşıyorsa bu gevşeme, diğer dikatomiler için de geçerli olmaya başlar. Nasıl Hâkim Hakan Mara, Kaptan Kâzım’ın arkadaşı olduysa, bilim de doğanın karşıtı olmaktan vazgeçmiş, bir esrime yaşamış ve onunla arkadaş olmuştur. “Sağ Yanak Buluşmaları” bütün dünyada coşkuyla karşılanmış ve bu coşku tüm dirimselliğiyle kitabın arka kapak yazısında ifade edildiği gibi bütün dünyada yankılanmıştır:
“Yaşama acemisi bir hâkimi, usta bir sinirbilimciyi, Ege’de bir adada yaşayan matematik öğretmenini, aynı adadaki huysuz Remzi Nine’yi, İstanbullu gençlerden oluşan Memnunlar Güvertesi müzik grubunu, Arjantinli bir muhasebeciyi, Çinli bir öğrenciyi, Girit’e giden iki İspanyol yolcu gemisindeki elli ekiz köpeği… kim bir araya getirebilir? Tabii ki Kaptan Kâzım Kınalı! Her şey, Kaptan’ın mayıs güneşini görünce yanan sağ yanağıyla başlar. Üsküdar-Eminönü vapurunun kaptanı Kâzım Kınalı, o sabah Eminönü’nden Üsküdar’a dönmeyecek, yolcularla birlikte Ege’ye doğru yol alacaktır. Bu seyahatin, bütün dünyayı saran bir harekete yol açacağından ne Kaptan haberdardır, ne de yolcular…”
Kaynakça
Bahtin, Mihail. Karnavaldan Romana. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014.
Güren, Ayşe. Kaptan Kâzım’ın Sağ Yanağı. İstanbul: Can Yayınları, 2017.
Goffmann, Erving. Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu. İstanbul: Metis Yayınları, 2016.
Koçak, Orhan. Kopuk Zincir: Modern Türk Şiiri Üzerine Denemeler. “Issız Koylar: Anday’da Bir Motifin Oluşumu”.
İstanbul: Metis Yayınları, 2012.