Adil İzci’nin 2015 yılında yayımlanan Bahar İkindisi adlı şiir kitabı birbiriyle konu olarak bütünlük gösteren otuz beş şiirden oluşmaktadır.
Adil İzci’nin 2015 yılında yayımlanan Bahar İkindisi adlı şiir kitabı birbiriyle konu olarak bütünlük gösteren otuz beş şiirden oluşmaktadır. Kitapta yer alan şiirler çocukların bakış açılarından aileleriyle, doğayla ve modern kentle kurduğu ilişkileri göstermektedir. Çocuğun mutfak balkonunda beslediği kumrular, kedi sarmal ve çeşitli aile bireyleri farklı farklı şiirlerde yinelenirler. Şiirlere toplu bir şekilde bakıldığında çocukların İstanbul’da bir sitede anne, baba, dede ve babaanne ile birlikte oturduğu görülmektedir. Geleneği temsil eden “Dede” ve “Babaanne” figürleri ayrıca doğa ile ilişki kurmada aracı konumda yer alırlar. Bu yazıda İzci’nin şiirlerinde yansıttığı gelenek, doğa- modern kent çatışması incelenecektir. Şiirlerde, geçmişe ve geleneğe olan özlem ve olumlu ifadelerin günümüz kentinde alternatif bir yaşam biçimi olarak nasıl kurulmaya çalışıldığı gösterilecektir.
Çocuğun bakışıyla modern kent; kalabalık, kirli, beton ve renksiz olarak çizilir. Olumsuz değerler yüklenmiş kent yaşamı, doğa karşısında bir engel olarak şiirde varlığını gösterir. “Ömür Diyorlar Buna” adlı şiirde bu durumu açık bir biçimde görürüz.
Oradan doğru “metro”ya
Yol boyunca nerde doğa
Nerde cıvıl cıvıl bir keyif
Nerde sokak kedilerim
Nerde masmavi gökyüzü (İzci 19)
Bu şiirde metroya giderken kullanılan yol, modern yaşamın doğaya karşı engelleyici konumunu simgeselleştirir. Metro yolu, insanın bitkilerle ve hayvanlarla olan iletişimini keser. “Okulum da Beni Seviyor mu?” şiirinde de yeşilliği olmayan beton okul çocuğun yaratıcılığını engelleyen bir faktör olarak görülür:
Ama avlumuz beton, o soğuk beton
Ne tiril tiril dallar var üstümüzde
Ne de hepimizi susturan cıvıltılar
Nasıl rüya göresin, neye öykünesin? (49).
Olumsuz değerler yüklenmiş kent yaşamına karşı aile bireylerinden özellikle “Dede” ve “Babaanne” figürleri olumlanan geleneği temsil eder. “Dedemin İlk Evi” adlı şiirde geleneksel yaşam ve modern yaşam arasındaki zıtlık “ev” üzerinden ele alınır:
Bir de “cihannüma” var eskilerden
Dedem ne zaman ilk evini özlese
Bir yolunu bulur, sözü ona getirir
-Apartman mı? Bit kadar sevmez!-
….
“Dede” dedim, “artık neden yok
Hani bunca evin birinde olsun?”
Adamcağız ah vah etti, dalıverdi
Anladım ki derdi yıllardan uzun! (45).
Modern kent yaşamının sunduğu apartman evlere karşı “Dede” geleneksel kapalı balkona sahip evleri özlemektedir. Bununla birlikte şiir, geleneğe karşı sadece nostalji duygusu oluşturmakla kalmaz, ayrıca çocuğun soruları üzerinden modern yaşamda da geleneğinin korunabileceği meselesini tartışmaya sunar. “Sandık Odası” adlı şiirde bu duruma bir örnek verilir:
Bir koku daha var bu odada
-Masalları anımsatan bir koku-
Sandık, konsol, aynadan… gelen (59).
Geleneğe ait bir öğenin modern zamanda doğmuş çocuk tarafından olumlu biçimde alımlanması, Babannenin sandık odasının geçmişle günümüz arasında bir köprü işlevi gördüğünü gösterir.
Dede ile Babannenin temsil ettikleri geleneksel yaşam ve doğa sevgisi, çocuk üzerinde oldukça etkilidir. Çocuk, modern yaşamın içinde kendine alternatif bir yaşam kurmaya çalışır. Mutfak balkonunda beslediği kumrular şiirler içinde önemli bir motif olarak karşımıza çıkar. Çocuk kendi yaşamı ile birlikte eşzamanlı olarak kumruları da düşünmektedir. “Kahvaltı” adlı şiirde kendi kahvaltısından önce kumruları düşünür:
Hepimizden önce
Kumruların kahvaltısı hazır:
Kırıntılar ya da buğday (7).
“Daha Uygun Olmaz Mıydı?” adlı şiirde de kumruların balkona pislemesini ele alırken çocuk, balkonun pislenmesini değil, kumru gübresinin doğaya karışmamasına üzülür:
Azıcık ötemizdeki toprağa
Yapıverselerdi bir zahmet
-Doğaya da ufacık bir katkı!-
Daha uygun olmaz mıydı? (15).
Kumrular bunun dışında “Dedem”, “Kumru Dili” gibi şiirlerde de yer alırlar. Balkondaki kumruların çocuğun yaşamında ayrılmaz bir parça olarak yer alması, onun doğa ile kurduğu ilişkinin bir aracı olarak görülebilir. Site evleri, apartmanlar, kirli minibüsler gibi kavramlarla temsil edilen kent yaşamına karşı kumruların yemek yediği balkonlar alternatif bir kaçış yeri olarak kurulmaktadır. “Üzüm Amca” şiirinde de bir sitenin zemin katında yaşayan Osman Amcanın kaçışı pencere önünde kurduğu bir alemden oluşur:
Hepsi avcum kadar toprak!
Üzüm Amca oracıkta soluk alır,
Oracıkta yorgunluk atar atarsa. (25).
Her ne kadar pencere önündeki hayvanlar plastik olsa da Üzüm Amcanın soluk aldığı tek kaçış yeri olarak bir tek penceresi vardır. “Fesleğen” şiirinde ise çocuk, o gün neden mutlu olduğunu düşünür ve bu durumu eve gelen fesleğenin kokusunun verdiği ferahlığa bağlar. Böylece eve gelmiş küçük bir fesleğen saksısı bile şehir hayatının olumsuz yönlerinden çocuğa bir kaçış imkânı sağlar.
Şiirlerde ayrıca yer olan önemli bir motifte modern kent yaşamının baskısına karşın doğanın ve geleneğin verdiği tepkidir. “Bir Kavak Ağacına Övgü” ve “Doğa Dur Durak Bilmiyor!” şiirleri doğanın kent yaşamına karşı isyanını ele alır. İki şiirde de kavak ağacının kent içinde varolma mücadelesini görürüz. Kavak ağacı şehrin pisliğine karşı yine de varlığını korur:
Aferin sana kavak ağacı
Bunca kalabalık her yanın
Bunca gürültü patırtı
Bunca pislik, atık, toz… (13).
Bina yapmak için kocaman bir temel kazılır fakat bir problemden ötürü bina dikilmez. Bir öbek kavak ağacı temel atılan yerde yetişir. Çocuk bunu şu sözlerle anlatır:
Doğa dur durak bilmiyor
O canım iki gözüm doğa! (27).
Doğanın kendini yenilemesi, modern kent yaşamına karşın en ufak bir aksaklıkta verdiği tepki çocuğu böylece umutlandırır.
Adil İzci şiirlerinde modern yaşamın içinde ondan kaçmanın veya onu daha yaşanabilir biçimde dönüştürmenin yollarını arar ve yukarıdaki örneklerde gördüğümüz üzere bunu birçok şiirinde başarır. Bununla birlikte, diğer şiirlere rağmen bu motiften ayrılan “Boozaaci” şiiri tamamen geleneği ve eskiyi temsil eder:
Bozacı yine bizim buralarda
Benim hayallerim onun evinde
Bir sobanın ılıttığı sofrasında
Radyoda türkü üstüne türkü
Bozacının keyfi gıcırında (34)
İzci’nin diğer şiirleri çocuk anlatıcının bakışına göre yazılmıştır. Ellili yılların İstanbul’u, eski evler gibi konular şiirlerde Dede ve Öğretmen üzerinden verilir. Böylece çocuğun bakış açısı ile yetişkinlerin bakış açıları arasında farklılıklar görülür. “Boozaaci” şiirinde ise çocuk anlatıcının bakış açısını aşan ifadeler kullanılır. Sobalı ev, radyoda çalan türküler ve bozacı sıradan bir çocuğun hayalleri arasında yer alabilecek şeyler değildir. İzci, burada diğer şiirlerinde kurduğu bütünlüklü yapıdan uzaklaşır. Bu şiirde İzci, diğer şiirlerinde olduğu gibi kent karşısında doğaya kaçış motifi yerine didaktik bir biçimde gelenek övgüsü yapar. Geleneğin ve eskinin tamamen olumlanması sonucu romantikleştirilen bir “bozacı” yaşamı ortaya konur. Diğer şiirlerde de geçmişe özlem ve geleneğin olumlanması durumu mevcuttur fakat bu durum eski ile yeni karşılaştırması ile ortaya konmuştur. Eski evler ve ellili yılların İstanbul’u geçmişte kalmıştır. “Boozaaci” şiirinde ise olay günümüzde geçmektedir. Bununla birlikte resmedilen tablo günümüze uzaktır.
Sonuç olarak, İzci’nin Bahar İkindisi adlı şiir kitabı genel olarak çocuğun hayvanlar, bitkiler ve doğayla modern kent yaşamı içinde kurduğu ilişkiyi ele alır. Buna göre çocuk boğucu kent yaşamı içinde kumru besleyerek, kavak ağaçlarını seyrederek, zeytinyağı üreterek doğayla bütünleşir ve kentin olumsuz havasından uzaklaşır.
Kaynakça
İzci, Adil. Bahar İkindisi. İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi, 2015.