Dosya

İlkbaharlarla Dönüşmenin Dayanılmaz Hafifliği

Yasemin ve Ayçiçeği Muhenned Al-Akus’un kaleme aldığı, bizim ise İsmail Avcı’nın çevirisinden okuduğumuz baharın uyanışıyla engellerin kalktığı bir hikâye.

Yasemin ve Ayçiçeği Muhenned Al-Akus’un kaleme aldığı, bizim ise İsmail Avcı’nın çevirisinden okuduğumuz baharın uyanışıyla engellerin kalktığı bir hikâye. Bu öyküde görme engelli Yasemin’in içindeki baharı veya güneşi keşfedişine şahit oluruz. Güneşi göremediği için baharı hem fiziksel anlamda hem de içsel dünyasında bulamayan Yasemin aslında bunun yalnızca görerek değil, onu içinde hissetmesiyle dünyayı sevebileceğini keşfeder. Bu bağlamda bu yazıda, Yasemin’in hikâyesiyle birlikte doğanın ve baharla gelen güneşin anneyle iç içe geçerek, engelleri aşmaya yarayan bir pozisyona evrilişi incelenecektir.

Sabah uyanan Yasemin annesine güneşin doğup doğmadığını sorar. Annesi için bu soru oldukça zor olsa da anne doğaya sığınarak cevaplar, “Sonbahar bulutları, güneşi yutmuş yavrucuğum! Günâşığı (Ayçiçeği) çiçekleri solmuş ve göçmen kuşlar sıcak iklimlere göç etmişler” der ve güneşin çok yakında doğacağını müjdeler (1). Ancak Yasemin bu yanıtla pek de ikna olmayarak pencereyi açar ve güneşi ne kadar özlediğini düşünür. Burada anne tekrar araya girerek güneşi anlatır Yasemin’e. Kış ise gelip geçmiştir. Herkes baharın, toprağın, hafif esen rüzgarın tadını çıkarmayı planlar ve tabii ki ilkbahar güneşinin neşesini konuşurlar. Ertesi gün kutlamalara Yasemin de gider ama diğer çocuklar gibi güneşi göremediğini burada anlarız. Görme engelli Yasemin olan biteni anlayamaz, annesi de kızının ne kadar üzüleceğini bildiği için dualar eder. Yasemin bu koşuşturma ve ne olduğunu fark edememe halindeyken bir ayçiçeğiyle çarpışır. Bu ana kadar Yasemin’in doğayla fiziksel anlamda karşılaşması imkânsız gibi düşünülse de baharın gelişini göremese de birebir dokunma ve tanışma fırsatına sahip olur. Ayçiçeği de güneşi görememektedir ama uzun zamanlar boyunca aradıktan sonra içinde güneşi çeken bir gücü keşfettiğini anlatır. Böylelikle gövdesine, yapraklarına, köklerine çektiği güneş ışıklarıyla insanlar için faydalı gıdalar üretebilmektedir. Öyle ki ismini bu yüzden “günâşığı” koymuşlardır. Güneş ne yöne dönse ayçiçeği de o tarafa yönelir ve ona çok benzemektedir. Anne bu anda iki arkadaş arasındaki konuşmaya şahit olur. Doğa ve Yasemin arasındaki ilişkiyi Yasemin’in zihnine oturtan ve anlamasını sağlayan pozisyonda da anne beliriverir. Yasemin ve ayçiçeğinin konuşmasından sonra da o gece kızına Işık Ustası’nın hikâyesini anlatır.

Sabah ise Yasemin’in zihninde anne ve güneş iç içe geçer ve güneşi şöyle tanımlar: “Güneş, tıpkı bir altın gibi sarıdır. Saçları kumral, yüzü yuvarlaktır. Onun iki de büyük gözü vardır ve o, sıcacıktır; tıpkı annem gibi” (17). Bunu duyan anne ise güneşin böyle olduğunu nasıl öğrendiğini merak eder. Yasemin ise iki güneşin olduğunu, küçük olanın gökyüzünde ve büyük olanın kalbinde saklı olduğunu söyler. Yasemindeki dönüşümü fark eden ve merak eden annesine Yasemin, kendisinin günâşığı olduğunu, annesinin ise onun güneşi olduğunu anlatır. Bu kuvvetli fark edişten ve değişimden sonra ise Yasemin diğer bütün insanlar gibi güneşi görmek için ilkbaharı beklemek yerine onu her gün kendisine gülümsediğini bilmektedir.

Sonuç olarak, kışın bahara erişi, güneşin sonbahar bulutlarını aşıp insanları muştulaması engellerde olsa herkese ulaşır. Yasemin göremese de, tecrübesinden önce bunu eksiklik olarak nitelese de doğa, hep, hep oradadır. Ayçiçeği ona orada olanı, güneşin içinde olduğunu hatırlatır yalnızca. Bitkiler, güneşler Yasemin’e yeniden hayat bahşeder bir yandan da. Aynı annesinin Yasemin’e hikâyelerle yeni kapılar açması gibi. Bu pozisyonda da anne ve bahar yani genelde doğa iç içe geçer ki Yasemin’in duygu dünyasında anne ve büyük güneş birleşirler.

 

Kaynakça

Al-Akus Muhenned. Yasemin ve Ayçekirdeği. Çev. İsmail Avcı. Res. Tayyibe Abdullah. İstanbul: Nar Yayınları,

2016.