Can Çocuk Yayınları’nın Mart 2018’de yayınladığı Gün Bey’in Penceresi, şehir hayatında yabancı kalma, “biz”i ve “öteki”yi bulunca gösterdiğimiz refleksleri naif bir hikâyeyle anlatan, çizimleriyle birlikte iç ısıtan bir çocuk kitabı.
Can Çocuk Yayınları’nın Mart 2018’de yayınladığı Gün Bey’in Penceresi, şehir hayatında yabancı kalma, “biz”i ve “öteki”yi bulunca gösterdiğimiz refleksleri naif bir hikâyeyle anlatan, çizimleriyle birlikte iç ısıtan bir çocuk kitabı. Hikâye, yürüyemeyen ve hayatını bir tekerlekli sandalye yardımıyla idame etmek zorunda kalan Gün Bey’i anlatıyor. Esas kırılma, henüz yaşadığı evde kış görmemiş Gün Bey’in bir karlı sabahta, bodrum katındaki evinin penceresinden alışık olmadığı karlı manzarayla, ötekilerle ve sonra da aslında kendisine pek de uzak olmayan biriyle karşılaşmasıyla yaşanıyor.
Öncelikle adım adım gitmek gerekirse hikâye Gün Bey’in rutiniyle başlıyor. Bugünkü tabirle Kot 1’de, ya da bodrum kat da diyebiliriz, kalan Gün Bey, gün boyunca ancak insanların ayaklarını görebileceği yükseklikteki bir pencerenin önünden geçen ayakları izliyor ve bu ayakların nereye gittiklerini tahmin etmeye çalışıyor. Bulutların neye benzediğini bulmaya çalışmak gibi insanların gidecekleri yerleri ve beraberinde, karakterlerin back storylerini de tahmin etmek Gün Bey’in günlük rutini, en belirgin aktivitesi. Hem ayakların hikâyelerini tahmin ediyor hem de sadece parçayı görmesine rağmen bütüne yabancılaşmıyor: “Her birinin sahip olduğu sapasağlam bir çift ayak ve o ayakların da ait olduğu biri var,” (Özkök 9) diyerek Gün Bey’in hâlihazırdaki bilincini böyle yansıtıyor bize yazar.
Gün Bey, penceresinin önünden geçen ayakların hikâyelerine değinirken şehir yaşamının da fotoğrafını çekiyor okur için. Kimi rugan ayakkabısıyla işe giderken bir diğeri mavi spor ayakkabısıyla koşuya çıkıyor. İki saatlik koşusunu tamamlayan bu mavi ayakkabılının yanında süet botları, renkli bağcıklarıyla özel hayatına dair daha karakteristik bir şeyler söyleyebildiklerimiz de geçiyor pencerenin önünden. Bir şekilde insanlar öyle ya da böyle geçip gidiyorlar. Her şey dışarıda olup bitiyor. Ama Gün Bey içeride...
Erving Goffman, Damga: Örselenmiş Kimliğin İdare Edilişi Üzerine Notlar kitabında üç tür damgadan bahseder; fiziksel damgalar, kişisel zayıflıklar ve yetersizliklere dayanan damgalar ve toplumsal damgalar. Burada okur, Goffman’ın bahsettiği fiziksel damgalı birey gibi, refleksini ortalıkta görünmemek yönünde göstermiş bir karakter bulur karşısında. Metinde bu açıkça gösterilmez fakat bir İstanbul sakininin, şehrin absürt mimarisini göz önünde bulundurarak Gün Bey’in “engelli” birey olması hasebiyle de içeride olduğunu çıkarır. Neredeyse tüm detaylar yürüyebilen insanlara göre ayarlandığı için, yürüyemeyen insanlar günlük hayata katılma noktasında sıkıntı yaşarlar. Gün Bey de şehir hayatında bir apartman dairesine kapanarak ayakkabı manzaraları izlemek durumunda kalır bu yüzden. Çünkü dışarısı, Gün Bey ve onun gibileri ötekileştiren, bunu gerçek bir düzlemde pratik eksikliklerden dolayı da somut bir şekilde hissettiren insanlarla doludur. Ceyhun Şen’in çizimleri, kullandığı sıcak renkler Gün Bey’in eve kapanmasında hiçbir beis yokmuş hissi uyandırsa da o şirinlik, Tim Burton filmlerinde işler sarpa sarmadan hemen önceki şirinlik gibi insanı biraz endişelendiriyor. Ancak hayatın o rengini tanımış, çok gülünce çok da ağlayacağına inanan yetişkinlerin görebileceği bir absürtlük hissediliyor sadece. Neyse ki bu bir çocuk kitabı. Bir şeylerin güzel gideceğine inanıyoruz. Sonuçta, önce ebeveynleri, sonra çocukları üzmek istemeyeceğiz hiçbir zaman.
Hikâyenin açılmaya başladığı yerde, Gün Bey, dışarıdan sesler duymaya başlıyor; “Küçük tiz kahkahalar. Ardından sevinçle çırpılan eller...” (Özkök 23) Aslında bu sesler Georg Simmel’in yabancısının sesleri. Simmel yabancıyı kent yaşamında öteki ve biz kavramları arasında var olan bir sosyal tip olarak ele alır. Simmel’e göre modern öncesi dönemde yabacıyla aramızdaki mesafe sosyal ve fiziksel olarak hayli fazlayken modern dönemde bu sosyal anlamda uzaklık fakat fiziksel anlamda yakınlıkla zuhur eder. Bauman’ın tanımladığı karanlık ve tekinsiz bir birey tanımının aksine Simmel’in bahsettiği toplumsal bir tip olan yabancı, burada Gün Bey’e gruba dâhil olamayacağı kadar uzak fakat gruba dair gözlem yapabilecek kadar yakınlık sunan seslerdir; çocukların şen şakrak sesleri, bizzat çocuklardır. “Gülüşen, birbirini kovalayan, kartoplarını ve kahkahaları aynı anda atan çocuklar!” (Özkök 26)
Gün Bey, dışarıdan izleyen olarak grubun dışında kalmış bir ötekidir. Fakat bahçeye biraz daha göz gezdirdiğinde kendisi gibi, tekerlekli sandalyede oturan bir kız çocuğu görür. O da grubun ötekisi, Bauman’ın bahsettiği yabancıdır. Simmel’den farklı olarak Zygmunt Bauman yabancıyı mahremiyet ve anonimlik üzerinden tanımlar. Bauman’a göre yabancı, bizim mahremiyet alanımızdan uzaktır ve bir miktar anonimdir. Anonimliği bir miktardır çünkü yabancı hakkında az da olsa bilgi sahibi olmak gerekir. Aksi halde hakkında hiçbir şey bilmediğimiz kişi hiç kimsedir. Gün Bey, penceresinin hemen karşısında kalan bu kızın ötekiliğini ve kendi ötekiliğini de toplayarak bir “biz” çıkarma telaşına düşer. “Ayağındaki içi muflonlu terliklere baktı. Sonra da üst raftaki kahverengi boyası pırıl pırıl botlara” (Özkök 33) Botlarını alarak dışarı çıkar Gün Bey, ötekiliği bırakıp biz olmaya gider. Bunu yaparken motivasyonu, bir gün bu kız çocuğunun da kendisi gibi dışarı çıkmaktan vazgeçmesini engellemektir. Kendini eve kapatan Gün Bey, içinde bulunduğu durumun özeleştirisini de yapar. Hatta belki de kendisinin özeleştiri yapmaya başladığı o farkındalık anı, ayakkabılarını ayakkabılıktan almaya çalışırken en son kaç ay önce ayakkabı giydiğini hatırlamaya çalıştığı andır. Belki de gruptan ayrılarak kendisini ötekileştiren yine kendisidir. Belki de ötekileşmek, bir yabancı hâline gelmek bir miktar da ötekinin eylemlerinin ya da eylemsizliğinin sonucudur. Sonuçta Simmel’in yabancısında da Bauman’ın yabancısında da irade apaçık karşımızda durur. Öyle ya da böyle engellense de ötekilik bazen aşılabilir.
Hikâye, her ne kadar geleceğe dair bir umutla dışarı çıkan Gün Bey’le başlasa da anın belirsizliğiyle sona erer. Ötekiliklerini unutmuşlar ve artık daha az yabancılardır. İki tekerlekli sandalye, iki mutlu insan; biri yetişkin diğeri çocuk, geleceğe değil de anı yaşamaya giderler.
Kaynakça
Bauman, Zygmunt. Sosyolojik Düşünmek. Ayrıntı Yayınları, 2010.
Goffman, Erving. Damga: Örselenmiş Kimliğin İdare Edilişi Üzerine Notlar. Heretik Yayıncılık, 2014.
Özkök, Göknil. Gün Bey’in Penceresi. Can Çocuk Yayınları, 2018.
Simmel, Georg. Bireysellik ve Kültür. Metis Yayınları, 2009.