Destanlardan halk hikâyesine geçiş döneminin temel metinlerinden sayılan Dede Korkut Hikâyeleri’nin sözlü kültür ürünü olduğu ve 15. yüzyılın sonu 16. yüzyılın başı sürecinde yazıya geçirildiği düşünülmektedir.
Destanlardan halk hikâyesine geçiş döneminin temel metinlerinden sayılan Dede Korkut Hikâyeleri’nin sözlü kültür ürünü olduğu ve 15. yüzyılın sonu 16. yüzyılın başı sürecinde yazıya geçirildiği düşünülmektedir. Hikâyelerde sözlü kültürün temel olarak önemsediği “işlevsellik” vurgusu Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki dilde mevcuttur. Sözlü bellekte dinleyici pragmatistikçe yaklaşarak kullanabileceği bilgiyle ilgilenir. Dolayısıyla işlevsel olan bilgi önceliklidir. Bu yazıda, Dede Korkut’un konumunu ve nasıl ele alındığını hikâyelerin tarihselliği, hikâyelerin içerisindeki yapı ve muhtevaya dair özellikler çerçevesinde ele almaya çalışacağım.
Dede Korkut’un konumuna dâir Türkiye’deki edebiyatın kurucu isimlerden olan Fuat Köprülü, “bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız, yine Dede Korkut ağır basar” diyerek Dede Korkut’un değeri ve büyüklüğünü vurgular (Ergin 10). Muarrem Ergin de Fuat Köprülü’ye paralel olarak Dede Korkut’un Türk dilinin en güzel eserlerinin başında geldiğini söyler (10). Dil özelliğini vurgulayan Ergin, Dede Korkut’un millî destan olduğunu bu sebeple de müellifinin millet olduğunu ifade eder (10). Ancak destan olduğu görüşünü açıklarken tamamıyla destan özellikleri taşımadığını gösterir. Dede Korkut destanın bazı özelliklerini de kapsamaz. Halk edebiyatının en önemli isimlerinden olan Pertev Naili Boratav da destanın uzun soluklu olması bağlamında Dede Korkut Kitabı’nı destan olarak gördüğünü söyler (37). Ergin’in söylediği müellifin millet olması demek de Dede Korkut’un kahraman olarak müşterek bir mahsul olduğunu gösterir. Ergin, metnin müşterek deha ürünü olmasını değerlendirilmesinin de müşterek sosyal zevkin süzgecinden geçmesiyle açıklar (10). Bu görüş Dede Korkut diye birisinin olmadığı o kişinin geleneğe dair “simgesel bir kişi” olduğu kanısını destekler. Dede Korkut’un keşfedilmesine tarihsel olarak baktığımızda 20. yüzyıla tekabül eder, bu dönem Dede Korkut Hikâyeleri’nin yaşandığı tahmin edilen dönemle arasında çok fazla mesafeyi beraberinde getirir bu durum da anlaşılmasının güçleşmesine sebebiyet verir. Bu sebeple de keşfinin üretim dönemiyle olan mesafesinin çokluğu keşfinin geç olduğu sonucuna götürüyor denebilir. Bu kadar zengin bir kaynağın geç keşfedilmesi ya da “keşfedilebilme” sebebi Dede Korkut’un milli bir kaynak olarak sunulması zamanına tekabül etmektedir. Böylece millî bir kimlikle beraber millî bir edebiyat oluşturma gayesi sonucu Dede Korkut’un “keşfedildiği” görülmekte denebilir.
Dede Korkut’un konumuyla alâkalı olarak son dönemlerde yapılmış kapsamlı inceleme ve neşir çalışması Semih Tezcan ve Hendrik Boeschoten’ın Dede Korkut Oğuznameleri Üzerine Notlar’ıdır. Bu çalışmanın önemi bu döneme kadar yapılan çalışmalardan farklı bir perspektif sunmasıdır. Öncelikle ilk büyük çalışmaları yapan Orhan Şaik Gökyay ve Muarrem Ergin’den farklı bir yöntemsel yol izlenmiştir. İki ayrı nüshanın olması sebebiyle Ergin ve Gökyay bir nüshayı esas alarak diğerini de yanlış olarak görmüştür. Ancak Tezcan ve Boeschoten, Ergin ve Gökyay’ın aksine iki nüshayı birbirinin tamamlayıcısı olarak görüp ikisini beraber değerlendirip incelemek gerektiği görüşündedir (273). Ayrıca kitaptaki bir diğer temel bakış Dede Korkut’un bir sözlü kültür ürünü olup sonradan yazıya geçirilmesidir. Gökyay, hikâyelerin ilk defa ne zaman bir destan halinde toplandığı ve sözlü geleneğin malı olduğu yönüne bakılması gerektiğini söyler, başka bir yön olarak da sözlü gelenekten ne zaman yazıya geçirilip kitap hâlinde toplanmış ya da derlenmiştir sorusu çerçevesinde hikâyelerin oluşumunun incelenmesi gerektiğini belirtir (697). Nihâî sonuca ulaşılamayan konuları sorgulayıp cevap bulma arzusu Öcal Oğuz, Semih Tezcan gibi isimlerle beraber şekil değiştirmiş sorgulama “anlatım ortamı”, “gelenek merkez”li bakış olmaya başlamıştır. Yazıya geçirildiği yer ve tarihe dair kesin bir bilgi olmasa da icra vaktinden sonra olduğu ihtimalinin baskınlığı üzerinde durulur. Bir yandan da yöntemsel olarak “yazıya aktarılmış” ya da “derlenmiş folklorik ürünler” olduğu varsayımından hareketle nüshalardaki metinleri ayrı ayrı yayımlamışlardır. Böylece birey değil de geleneğin mahsulü olduğu vurgusunu söyleyen Tezcan’ın metnidir (275). Tezcan için, Dede Korkut’un Eski Anadolu Türkçesi’nin dilsel fonetik özellikleri ve halk yazını ürünü olması bağlamları metnin en temel özellikleri arasında sayılmaktadır (271). Tarihsellendirmeyle ilgili olarak metnin dili Azeri Türkçesi mi Doğu Anadolu Türkçesi mi olduğu sorgulanan konulardan olsa da Tezcan bu meselenin de diğer konular(ur hâline ulaşma arzusu vb.) gibi karmaşık ve çözümlenememiş bir mevzu olarak görür (272). Dede Korkut üzerine yapılan her türlü araştırmanın Semih Tezcan ve Hendrik Boeschoten’ın kapsamlı ve özgün çalışmasını kaynak metin olarak değerlendirmesi gerektiği metnin muhtevasıyla da görülmektedir.
Yapı ve muhteva özellikleriyle hikâyelere baktığımızda “zaman” bir üst bakış olarak hikâyelerde yer alır. Korkut Ata hikâyeye girer daha sonra da eskiyi anlatıyorum diyebilir ve okura eskinin, öncekinin bilgisini verir. Hikâyeyi anlatmadaki temel gaye “ders verme” olduğu için tahkiyenin temel mesele olarak düşünülmediği üslûpta da görülmektedir. Şekli itibarıyla manzum ve mensur bir aradadır ve manzum kısımlarda soylamalar yer alır. Hikâyelerin sonu da hayır duayla bitirilmiştir ki bu üslûp duanın son bölüm olduğu Klasik dönem edebiyatındaki kaside türüyle ilişkilendirilebilir. Muhteva açısından bakıldığında dönemin bakış açısına paralel toplumun düzeni, bütünlüğü, aile bireyin üstünde gelir ve temel vurgulardandır. İçeriğe dair Ergin de millî destan olarak gördüğü Dede Korkut’un muhtevasının “millet hayatı” olduğunu vurgular (10). Bu bağlamda Dede Korkut’u Türklerin millî ve sosyal hayatının, Türk folklorunun sayısız değerinin renkli ve ayrıntılı tablosu olarak görmektedir (10).
Dede Korkut Batı Türkleri’nin aslını oluşturan Oğuzlar’ın hayatını anlatmaktır (13). Hikâyelerde kadınların anlatımı da önemli bir konumdadır. Boğaç Han’ın hikâyesinde annesi kurtarıcı rolündedir. Bu bağlamda kadınların erkek-kadın ilişkisi ve ortak kararlarda etkili olduğunu göstermektedir. Kadının fiziksel özelliklerinin aktarıldığı kısımda da erkek kadar güçlü kadın tasviri yer almaktadır. Kadın tiplerinin temsiliyeleri üzerine çalışmış olan Metin Ekici, Dede Korkut’la alâkalı Türk toplumunun kadını ve erkeğiyle bütünlüğünü vurgulayan, dahilî ya da haricî her türlü tehlikeye karşı bütünlüğün nasıl korunup, sürdürüleceğini anlatan bir eser olduğu düşüncesine varır (137).
Nihâî olarak, Dede Korkut Hikâyeleri sözlü kültürün ürünü olan metinlerdir. Yazıya geçildiği dönemle icra dönemi arasındaki mesafe “anlatım ortamı”nın önemine olan vurguyu arttırır. Millî kimlik inşası sürecindeki Türk halkının örnek metni olarak öne sürülmesi de keşfinin 20. yüzyılda olmasıyla ilişkilendirilebilmektedir. Destandan halk hikâyeciliğine geçişteki en önemli eser sayılan Dede Korkut hem destan hem halk hikâyesine dair özellikleri içerisinde barındırdığı için en zengin yazılı kaynaklardandır. Metnin sonundaki nihâî amacın da tahkiye değil de “ders çıkarma” olduğu hikâyelerdeki tutum, bakış ya da anlayıştan anlaşılmaktadır. Dede Korkut Hikâyeleri “işlev”in öncelik olduğu “sözlü kültür ürünü” sayılmaktadır. Bu bağlamda Dede Korkut’u “geleneğin simgesel” anlamda mütecessim hâli olarak gören yaklaşım makûl gözükmektedir.
Kaynakça
Boratav, Pertev Naili. 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı. İstanbul: Gerçek, 2000.
Dede Korkut Hikâyeleri. Haz. Orhan Şaik Gökyay. İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2006.
Dedem Korkudun Kitabı. Haz. Orhan Şaik Gökyay.Yyy. 2007.
Ekici, Metin. “Dede Korkut Kitabı’nda Kadın Tipleri”. Uluslararası Dede Korkut Bilgi Şöleni Bildirileri, 19-21 Ekim
1999, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi, 2000.
Ergin, Muharrem. Dede Korkut Kitabı. İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2012.
Oğuz, Öcal. Türk Dünyası Halk Biliminde Yöntem Sorunları. Ankara: Akçağ Yayınları, 2000.