Kritik

Küllerinden Doğan: Her Şeyi Onaran Adam

“Bünyesi tamamen merkeziyet üzerine ibtina edilmiş bir devleti, bu tarzın cihan içinde hayatiyeti sona erdiği günlerde muhafaza edebilmek haricen görüldüğü kadar basit değildir.”

“Bünyesi tamamen merkeziyet üzerine ibtina edilmiş bir devleti, bu tarzın cihan içinde hayatiyeti sona erdiği günlerde muhafaza edebilmek haricen görüldüğü kadar basit değildir.”

 Sultan 2. Abdülhamit (aktaran, Armağan 114).

2018 sonlarında Erdem Yayınları’ndan çıkan Her Şeyi Onaran Adam Hasan Karaca tarafından kaleme alınmış, Reza Hemmatirad tarafından resimlendirilmiştir. Kitap Sultan 2.Abdülhamit’in vefatının 100. yılı hasebiyle, ona ithafen yazılmıştır: “Bu kitap vefatının 100. yılında Sultan 2. Abdülhamit’e ithaf edilmiştir. 2. Abdülhamit, imparatorluğun gücünü kaybettiği bir dönemde özellikle eğitim alanında yaptığı reformla ülkeyi onaran, huzuru ve gücü tesis etmeye çalışan bir hükümdardır…” (Karaca 25). Anlatı, bu cümlelerle son bulmasa ilk etapta sadece kırılan, bozulan, yıkılan ne varsa onu onarabilen bir süper kahramanın hikâyesini okuduğumuzu sanabiliriz. Fakat sondaki bu ithaf, okuyucuya kitabı baştan bir daha, bu sefer Abdülhamit’i simgeleyen motifleri bir bulmaca çözer gibi çözmeye çalışarak okutmaktadır.

 

İllüstratör Metni Yorumlarsa?

“Önce vazo kırıldı.” (Karaca 4) diye başlayan kitabın ilk iki sayfasında bütün bir resimden mürekkep. Yayınevi sahibi Melike Günyüz ile gerçekleşen röportajında, çizer Hemmatirad bu iki sayfayı bizzat tek tek tahlil ediyor. Kitaba  ilişkin “Abdülhamit’in yaşam tarzıyla ilgili bildiğim hemen hemen her şeyi metine koymayı arzu ettim.” (Her Şeyi Onaran Adam, Erdem Yayın Grubu röportajı, 9.50 sn.) diyor. Yine her şeyi onaran, bu isimsiz kahramanımızın saç modelini özellikle modern şekilde çizdiğini, adamın esasında günümüz insanı olduğunu, ancak duvardaki fesli kişinin ise atasının resmi olduğunu ve ona saygısının bir gereği olarak duvarda resmi olduğunu söylüyor. Hikâyeyi başlatan ilk olayın nesnesi olan vazonun üstünde Göktürk alfabesinden harfler görüyoruz ki bu harfler çizere göre, “Değerli olan, uzun yoldan gelen ve eski zamandan kalan” (Karaca 5) bu vazodaki alfabe göndermesi aslında Osmanlı halkının köklerine ve devlete olan bağlılıklarının bir sembolüdür. Bu öyle değerli bir vazodur ki sanki her şey onun ayakta durmasına bağlıdır. Çizere göre bizim bugünden bakınca böyle bir bağlılığı anlamamız mümkün bile değildir.

Resimler metni öyle bir tamamlamıştır ki, metnin ötesine geçip Abdülhamit hakkında daha da fazla bilgi ve detay verip, metni zenginleştirip derinleştirir olmuştur. Resimdeki her bir obje Abdülhamit ya da Osmanlı Devleti ile ilgili bir başka semboldür. Hemmatirad, bu objelerin tahliline devam eder: Ahşap bir masa ve ahşap kütüphane hükümdarın marangozluğuna, çini vazo ve porselen lamba hükümdarın zamanında kurulan “Yıldız Porseleni” ne, iki fincan Türk kahvesi kahvesini duble içmesine, kütüphanedeki kitaplar, okumaya, ilme verdiği değere ve meşhur arşivine birer göndermedir.

Yine Reza Hemmatirad’a göre duvarlar, klasik süsleme sanatından uzak olan Yıldız Sarayı’nın rokoko tarzının bir yansımasıdır. Çizer, ayrıca yer yer Bizans mimari tarzına da yakın kısımları olan bu duvarla ilgili olarak, aslında Abdülhamit’in geçmiş ve geleceği birleştiren duruşuna birer atıf olduğunu ifade eder. Hemen hemen her sayfada karşımıza çıkan iri gözlü şaşkın ve meraklı görünen kedinin de bizi, yani sorgusuz sualsiz sadece olan biteni izleyen ve “Acaba bana ne zaman mama verecek?” (23:00) diye bekleyen tüketici toplumu simgelediğini beyan ediyor. Adam sürekli çalışıp çabalarken, tüketici toplum sadece onu seyretmektedir. Söyleşiyi gerçekleştiren Melike Günyüz’ün işaret ettiği gibi tüm bu konuşulanlardan sonra da kitabın aslında hem geçmişe hem de günümüze yönelik olarak okunabildiği ve çoklu okumaya ne kadar da müsait olduğunu görmüş oluruz.

 

Yazar Metni Yorumlarsa?

Yazar yayıneviyle yapılan röportajında Abdülhamit’i bir belgesel gibi değil, bir hikâye kitabı gibi yazmak istediğini bu yüzden de didaktik olmaktan kaçındığını söylemektedir. Bu yüzden de onu her yönüyle bir kahraman gibi, hiç adını anmadan fakat onun sembolleriyle anlatmaya çalışma gayretinde olduğunu söylemektedir. Yazar kitabın, Abdülhamit’in kahvesini içme biçimiyle, marangoz yönüyle, gül sevgisiyle vs. onu tanıyan için çok şey ifade ettiğini düşünmektedir. “Hiç tanımayan biri ise arka kapaktaki ithaftan merak edip, araştırabilir ya da bu Abdülhamit’miş nasıl anlayamadım diyebilir. Zaten Türkiye’de yaşayan bir çocuk muhakkak Abdülhamit’i duyacaktır. O yüzden, ‘Bak, bu Abdülhamit ve ben sana onu gerçekliğiyle ve tarihi vakalarıyla anlatayım, demeye gerek yok. Böyle bir adam var ve bir şeyler yapmış’ı bilse yeter.’ (Her Şeyi Onaran Adam, Hasan Karaca Söyleşisi, 5:27). Yazar ayrıca, “Anlatılmak isteneni okuyucunun gözüne sokmadan ifade etmek bana çok daha anlamlı geliyor. Zaten çizer de bunu çok iyi başarmış.” (06:15) diyerek çizerle uyumlu bir eser ortaya koymaktan dolayı mutlu olduğunu belirtmektedir. Yazar ayrıca niçin Abdülhamit’i anlatan bir çocuk kitabında bu başlığı seçtiğini şu şekilde anlatıyor: “Benimle Abdülhamit arasındaki bağ ne? Sorusunun cevabı, ‘Benim için Abdülhamit her şeyi onaran adam.’ oldu. Ülkeyi kurtarmaya çalışan, kurumları yeniden inşa eden, tren yolları yapan, hastaneler, okullar kuran adam.” (13:18)

Böylece esasında 33 yıllık hükümdarlığı boyunca bu kadar fazla işin altına imzasını atmış bir padişahı, bu kadar kısa bir metinle anlatmış olması ve çizerin metni daha açık, anlaşılır kılmak adına metin ile resmi harmanlamasıyla birlikte kitabın hitap ettiği kitle genişlemiştir. Bir çocuk Abdülhamit’i tanımıyor olsa bile, ona dair bazı semboller zihninde yer etmiş olur. Öte yandan zaten onu tanıyan bir çocuk ya da yetişkin okur da söz konusu sembolleri çözmenin keyfine varır.

 

Okur Metni Yorumlarsa?

Kitabın kendisinin kırılmasıyla başladığı söz konusu olan vazo, “dünyanın bittiği yerin kralından kalmış” tır. (Karaca 3). “Dünyanın bittiği yer” i zamanında dünyanın en büyük ve güçlü devleti olan Osmanlı Devleti olarak okumak mümkündür.  Bir kısım tarihçilere göre Sultan 2. Abdülhamit’in Osmanlı Devleti’nin son padişahı olarak kabul edildiği de düşünülünce, vazonun kırılması aslında çok kıymetli bir varlığın yerle bir olduğunu sembolize eder. Reza Hemmatirad’ın sözlerinden Abdülhamit’in torunlarından olduğunu anladığımız kahramanımız vazoyu tamir eder. Vazo eskisine benzer ama artık eski vazo olmaktan çıkmıştır.

Vazodan sonra sırasıyla kırılan ve çatlayan diğer objeler, pencere camı, duvar, tavan sırasıyla kırılır, bozulur, çatlar ve onarılmaya muhtaç hale gelir. Adam kırılan, çatlayan ne varsa hepsini tek tek azimle tamir eder. Tamir etme işinin her türlüsünden anlamaktadır ve tamirinden anladığı her bir parça Abdülhamit’in devletin iç ve dış sorunlarının her birine olan stratejik politikalarını temsil eder. Yine bu onarmalar zamanın dış sorunlarına, yani evin dışındaki sorunlara karşı padişahın aldığı sert tedbirlere benzetilebilir. Padişah tahta çıktığı sırada iç ve dış isyanlar, toprak kayıpları, tahttan indirilme komploları ve dış borçlar gibi çeşitli sorunlar yüzünden ülke yönetiminde sert bir politika izlemiştir. Avrupa’daki bölücü yayın faaliyetleri için sansür uygulamıştır (Küçük 216)). Hikâyenin devamında evin kendisi de sallanmaya başlar. “Açık kalan kapı arkasından sallandı. Kapıyla birlikte bütün ev sallandı. Adam yıkılmasın diye evi onardı… Ev, yıkılmayacak kadar sağlamdı artık. Sanki eskisi gibi.” (Karaca 12). Tamir ettiği şeyler artık asla eskisinin aynısı olmuyordu. Sorun bir yerinden hallolurken, başka yerden patlak veriyor, onarılan asla eskisinin aynısı olmuyordu. Ilımlı politikalar uygulayarak savaşlardan ve gereksiz masraflardan kaçınıyor, dış borçları hafifletebilse bile tamamen silemiyordu (Küçük 217).

“Evdeki tek çatlak bu değildi. Tavanda da büyükçe bir çatlak gördü adam.” (Karaca 11). Başta mali sorunlarla baş etmek ve devletin devamlılığını sağlamak adına, devleti barış içinde yaşatmaya çalışsa da bunu uygulamakta zorlanıyordu çünkü devletler arası rekabet Türkiye üzerinde yoğunlaşmıştı (218). 1878’den 20.y.y. başlarına kadar bağımsız politikalar izledi. Büyük güçleri her fırsatta birbirine düşürerek kendisini olayların dışında tutmaya çalıştı (218). Bu politikayı yıllar sonra Atatürk, “âzamî müsamaha” olarak adlandırmıştır:

“Tecrübe göstermiştir ki, toprakları üstünde yaşayan insanların çouğunun ahvali meşkûk ve hudutları yalnız düşmanlarla çevrilebilir büyük devlette Abdülhamid’in idare tarzı, azamî müsamahadır. Hele bu idare tarzı on dokuzuncu yüzyılın son yıllarında tatbik edilmiş olursa.” (Aktaran, Armağan 318)

Bu yüzden Abdülhamid’in yönetim politikaları sürekli sağı solu çatlayan, kırılan, dökülen binasını korumak için uyguladığı bir stratejidir: “Adam yıkılmasın diye evi onardı. Ev onarma işinden anlardı. Ev, yıkılmayacak kadar sağlamdı artık. Sanki eskisi gibi.” (Karaca 12)

Ancak bir yeri onarsa diğer yandan başka bir yer bozuluyordu. Kendi mahallesine, Müslüman tebaaya öncelik verme siyasetini benimseyen padişah bu sefer de İngilizler, Araplar arasında imamet meselesini istismar etmeye başladılar ve İngiliz ajanlar Araplar arasında milliyetçiliği yaymaya başladılar (Abdülhamit 2, 1.cilt). “Mahallesinde onarılması gereken başka evler de vardı. Hepsini yıkılmayacak kadar tamir etti. Bu işlerden anlardı.” (Karaca 14, 15) Abdülhamit, Araplarla olan bu sorunlarla Panislamizm politikası ile karşı koymaya çalıştı. Her Şeyi Onaran Adam’ın mahallesinden kasıt İslam ümmeti ve Müslüman tebaasıdır. Zira Abdülhamit yalnızca kendi topraklarındaki Müslüman tebaa için değil tüm İslam ümmeti için mücadeleler vermiştir. Güney Afrika’ya ve Japonya’ya din alimleri göndererek İslamiyet’in oralarda da yayılması için çalışmıştır. Ayrıca Çin’deki Müslüman halk için uğraşmıştır. Bu nedenle de Pekin’de onun adına bir İslam Üniversitesi açılmıştır (Küçük 220). Filistin meselesine sahip çıkmış, devlet borç batağında olduğu halde onların para teklifini geri çevirmiş, Yahudilere toprak satmamıştır.

“(...) Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana değil, milletime emanettir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O, bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz (...) Bırakalım Museviler milyonlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar Filistin’i karşılıksız bile ele geçirirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem.” (Aktaran, Armağan 159)

Abdülhamit’in Yahudilerin para karşılığı Filistin’den toprak talep etmelerine karşılık söylediği bu sözler tarihe geçmiştir. Yıllarca dünyanın çeşitli ülkelerinde Müslümanlar onun hilafetine bağlı yaşamışlar ve hutbeleri  onun adına okumuşlardır.

“Fakat dökülmenin sonu gelmiyordu. Adam tamir ettikçe yıkılmak üzere olan daha fazla ev, köprü, duvar, bahçe çıkıyordu karşısına (...) Dağ gibi birikti onarılmış bir ülke. Ve vakit yetseydi, dünyanın bittiği yere kadar devam edecekti onarmaya. Çünkü iyi anlardı ülke onarma işinden.” (Karaca 16-19)

2. Abdülhamit döneminde, Batı dünyasında ilerleyen bilim, teknoloji ve hızla yayınlan yeni ideolojiler karşısında hemen hemen her alanda yapılan yenilikler yapılmıştır. Yeni usullerle eğitim veren okullar, kaliteli uzman-memur yetiştirmek adına yüksek okullar, mülkiye, hukuk, sanayi, maliye, ticaret, ziraat, deniz ticareti, orman ve maâdin, lisan, dilsiz, âmâ mektepleri, kız sanayi mektebi, fen ve edebiyat fakültelerinden oluşan Darülfünun hep Abdülhamit zamanında açılmıştır (Küçük 221). Batı tarzında ilk ve orta tahsil yine bu dönemde kurulmuştur. Abdülhamit, Müze-i Hümayun (Eski Eserler Müzesi), Askeri Müze, Bayezid Kütüphane-i Umumisi, Yıldız Arşivi ve Kütüphanesi gibi kültür müesseselerini de kurarak memleketin kültür seviyesini yükseltmiştir (222). Ayrıca hâlâ İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nin önemli bir bölümünü teşkil eden; imparatorluğun çeşitli şehirlerinin fotoğraflarının olduğu bir fotoğraf albümü koleksiyonu hazırlatmıştır. Haydarpaşa Tıbbiyesi, Şişli Etfal Hastanesi, Darülaceze gibi kurumların kurulmasını teşvik etmiş ve masraflarını bizzat kendi karşılamıştır (222). İmar ve bayındırlık alanında da gelişmeler görülmüştür. Anadolu ve Rumeli demiryolları, bazı şehirlerde atlı ve elektrikli tramvaylar yapılmış; Hicaz ve Basra’ya kadar telgraf hattı çekilmiştir. Ziraat Bankası kurulup çiftçi desteklenmiş ve Yıldız Çini Fabrikası açılmıştır. Askerî ıslahatlar yapılarak, polis teşkilatı Batılı anlamda yeniden düzenlenmiştir (223). Mustafa Armağan’a göre böylece bize özgü bir modernleşmenin temelleri Abdülhamit zamanında atılmıştır (226). Öyle ki Abdülhamit’in öncülük ettiği bu modernleşme çabaları ve açılan kurumlar “dağ gibi birikmiş” saymakla bitmez olmuştur. Tüm bunlar Sultan 2. Abdülhamit’in ülke onarma çabalarının birer göstergesidir: “Ülke onarma işinden iyi anlaması” (Karaca 19) yıkılmak üzere olan bir devletin yıkılmasında, Armağan’ın tabiriyle, uzatmaları oynamayı ustalıkla başardığı içindir (103).

Bu kısımda ayrıca 1894’te gerçekleşen büyük İstanbul depreminde Abdülhamit’in devlet başkanı olarak felaketzedelerle bizzat ilgilenmesini ve halka yaptığı yardım faaliyetlerini de anmak yerinde olur. Padişah fiziki anlamdaki bu büyük yıkıma şahsen el uzatarak fiziki bir onarıma katkıda bulunurken aynı zamanda da gazeteler aracılığıyla yaptığı yardımları duyurarak padişahlık kurumunun imajını düzeltmek istemiş; böylece Tanzimat’tan beri hayırhahlığına gölge düştüğüne inandığı devletin imajını tamir etmiştir (120). Parçalanmaya çalışılan devleti parçalanmaya çalışılan yerden onarmaya çalışmıştır.

Bundan sonra artık onarmalar fayda etmez ve şehir adamın üstüne yıkılır. “Bir süre sonra sütunlar bu kez farklı bir yerinden çatladı ve devrildi. Şehir bir çığ gibi adamın üstüne yıkıldı.” (Karaca 21) Bu kısım meşhur 31 Mart Olayı’nın ardından padişahın tahttan indirilmesine tekabül etmektedir. İttihatçılar iktidarı ele geçirirler ve çıkardıkları kanunlarla devleti mülkî, adlî ve askerî teşkilatlanmaları yeniden düzenleyerek, imparatorluğun sonunu getiren ağır siyasî sorumluluğu onlara kalmış olur (Özcan 10) Bu olaylardan sonra Sultan 2. Abdülhamit 27 Nisan 1909’da tahttan indirilmiş, 1918 yılında ise vefat etmiştir.

“Fakat yığınların arasından çıktı adam.” (Karaca 22) Abdülhamit’i yığınların arasından çıkaran şey metaforiktir. Şüphesiz Abdülhamit fiilen yeniden doğmamıştır ancak bu metafor, onun ilmi, yenilikçiliği, başlattığı “bize özgü modernleşmesi”nin küllerinden yeniden doğmasına işaret etmektedir. Yığınların arasından çıkan kahramanımızın olduğu resimde keman ve klasik kemençe, alaturka ve alafranga iki ayrı müzik aleti olarak Abdülhamit’in müzik zevkinin kapsayıcılığına çağrışım yapılmaktadır. Öte yandan ulaşım alanındaki yenilik ve gelişimleri temsilen bir tekerlek, iletişim alanıyla alakalı olarak bir telefon, kitaplar, parşömenler, dönemin mobilyaları gibi bir yığının içinden üzerinden Abdülhamit’in tuğrası olan kırmızı bir kitabı tutan bir el zaferle fırlamaktadır. Hemen akabindeki sayfada ise her şeyi onaran kahramanımızın yeniden inşaya başladığını görüyoruz.

Sonra ise “Yepyeni bir başlangıç için işe koyuldu.” (Karaca 24) tarihçi Mustafa Armağan’a göre bugün Abdülhamit’i geçmişte olduğundan çok daha sağlıklı bir gözle değerlendirme şansımız var. François Georgeon’un deyişiyle: “Sultan Abdülhamit, tam da 1918’de fiziksel olarak ölürken siyaseten yeniden doğmuştur. Şimdi ikinci gençliğini yaşadığını söylemek gerekir.” (aktaran Armağan 127). Armağan buradaki “siyaseten” kelimesinin yerine fikrî ve bilimsel olarak düzeltmiştir, ki bence de böylesi daha yerinde olur (127). Bugün onun açmış olduğu kurumların, eğitimden, sağlığa, bayındırlık ve imara kadar bir çok konuda getirdiği yeniliklerin devamını yaşamaktayız. Hikâyenin son sayfasında, kahramanımız başladığı yere, ahşap kütüphaneli çalışma odasına geri dönmüştür. Önünde okuması gereken yığınla kitap, yapması gereken tonlarca işi vardır.

Sultan 2. Abdülhamit hikâyedeki kahramanımız olan ve her şeyi onaran bu adam gibi yıllar boyunca yıkılmaya yüz tutan devletin, sağını solunu onararak, düşen parçalarını toplayarak, eskisi gibi olmasa da değişse de sağlam durması için elinden geleni ardına koymadan, sabırla, hassas ve ince stratejilerle devletin bekasını sağlamaya çalışmıştır. Her Şeyi Onaran Adam, adını hiç anmadan, didaktik olmadan, fakat onu bilen ve anlamak isteyen için epeyce ipucu vererek Sultan 2. Abdülhamit’in devletin yıkılmadan ayakta kalabilmesi için son ve güçlü çırpınışlarını, onu kahramanlaştırarak okuyucuya sunmuştur.

 

Kaynakça

Armağan, Mustafa. Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı. Timaş Yayınları, 2016.

Her Şeyi Onaran Adam. Erdem Yayın Grubu. 1 Aralık

2018.https://www.youtube.com/watchv=dC3LzMS2moI&t=63s. 21 Şubat 2019.

Her Şeyi Onaran Adam, Hasan Karaca Söyleşisi. Erdem Yayın Grubu. 26 Aralık 2018.

https://www.youtube.com/watchv=MkBgr8qgH2o&t=761s. 21 Şubat 2019.

Karaca, Hasan. Her Şeyi Onaran Adam. Erdem Çocuk Yayınları, 2018.

Küçük, Cevdet. “Abdülhamid 2”. Türkiye Diyânet Vakfı İslam Ansiklopedisi 1 (1988): 216-224.

Özcan, Azmi. “31 Mart Vak‘ası”. Türkiye Diyânet Vakfı İslam Ansiklopedisi 34 (2007): 9-11.