“Altın Çağ” ifadesinin “asr-ı saadet” devrini yani Hz. Peygamberin yaşadığı dönemi karşıladığı başlıktaki çağrışımın gücünden istifade edilerek tespit edilse de bu gizil durum ayrıca şiirin başlangıcındaki dörtlüklerden yola çıkılarak da bulunabilir.
Sözlü kültürün hakimiyet gösterdiği dönemde hem düşüncelerin aktarılış tarzında hem de sanatın icrası noktasında kalıcılığın oluşabilmesi için sözün bazı hususiyetleri vardı. Bunların başında üslubun “…ritmik, dengeli tekrarları ya da antitezleriyle, kelimelerdeki ünsüz ve ünlü seslerin uyumuyla, sıfatlar ve başka kalıplaşmış ifadelerle akması, herkesin sık sık duyup kolaylıkla hatırladığı, kolay hatırlanacak şekilde biçimlenmiş atasözlerinden oluşması ve belli izleklere yerleştirilmesi gerekir[di]”[1]. Dolayısıyla şiirin, sanatın ve düşüncenin ifade ediliş tarzında bu noktalara dikkat edilmesi beklenirdi. Örneğin çeşitli destanların yahut Dede Korkut hikâyelerinin bir düşünce ve aynı zamanda da sanatsal zeminde buluşması bu imkân üzere oluşmuş başat örnekler arasına dahil edilebilir. Bunun yanı sıra şiir ve düşüncenin birleştiği noktada Ortaçağ İngiliz şiirinin en önemli temsilcilerinden olan Geofferey Chaucer’ın The Canterbury Tales (Canterbury Hikayeleri) isimli eseri akla gelmektedir. Bu eser bilhassa dönemin Avrupa şiir geleneği yansıtması ve aynı zamanda kendine has özellikleriyle hem sözlü hem yazılı kültür içerisine dahil edilebilecek bir manzum hikâye örneklerinden biridir. Zira “Chaucer’ın okuyucusu aynı zamanda dinleyicidir de; çünkü onun hikayeleri hem daha çok bir dinleyici grubuna sesli okumak için yazılmıştır. Bu nedenle de sözlü geleneğin pek çok özelliğini taşırlar.”[2] Bununla birlikte ritmik ve şiirsel dilin Klasik Türk Edebiyatı için zikredilebilecek ilk eseri manzum bir hikâye olan Kutadgu Bilig’dir. Ardından tahkiyesi olan şiirlerin en bilindik nazım biçimi olan mesneviler ve Tanzimat’tan itibaren de Şinasi, Abdülhak Hamit, Tevfik Fikret, Mehmet Akif Ersoy gibi isimler öne çıkmaktadır.[3] Şiirsel bir ritim ile anlatının daha ilgi çekici olması ve akılda kalıcılığının artırılması açısından manzum hikâye üslubunun çocuk edebiyatında da önemli bir yeri vardır. Bu minvalde mezkûr çalışmada bu üslup üzere yazılmış olan bir örnek ele alınacaktır.
Pek çok çocuk kitabı kalem almış olan Prof. Dr. Yaşar Kandemir’in, 1997 yılında, Damla Yayınevinden 10 kitap[4] olarak çıkan “Dinim Serisi”, şiir ve öykünün iç içe geçen imkanlarından istifade edilerek yazılmıştır. Dolayısıyla sözlü kültürün bilhassa akılda kalıcılık için oluşturduğu şiirsel ritmik zemin, söz konusu serinin pek çok noktasına intikal etmiştir. Manzum bir metin olmasa da mensur bir çocuk metninin şiirselliği ve ritmi adına verilebilecek en isabetli örneklerden biri şu şekildedir:
“Bu tarihi olaya
Hicret adı verildi.
Hicret ile müminler
ümitlenip dirildi.”[5]
“Dinim Serisi”nde bulunan kitapların her birinde söz konusu manzum özellikleri taşıyan bölümlere rastlamak mümkündür. Peygamberimi Öğreniyorum (2) isimli kitap serinin diğer kitaplarına oranla şiirselliği çok daha baskın olan eserlerden biridir. Peygamberimiz Çocuklarla (5) isimli kitap ise bütünüyle manzum hikâye özelliğini taşıyan ve tamamen şiir formunda inşa edilmiş olan bir anlatıdır.
Söz konusu kitap, iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm kitabın ismiyle aynı olan “Peygamberimiz Çocuklarla” ve ikincisi bölüm ise “Altın Çağ” olarak isimlendirilmiştir. Her iki bölüm için çeşitli ortaklıklardan söz edilebilir. Bunların ilki, kitabın üst başlığında da işaret edildiği üzere her iki bölümün de çocuk sahabeler ile Hz. Peygamber arasında geçen hadiseleri konu ediyor oluşudur. Bu durumla birlikte oluşan bir diğer müştereklik ise her iki bölümde de Hz. Peygamberin müşfik oluşunun, çocukların gözyaşlarını silip, onları her daim sevindirmesinin anlatılmasıdır.
Serinin birinci bölümünde nazım birimi olarak beyit tercih edilmiştir. Fakat bu beyitler klasik edebiyatın aruz veznine göre inşa edilmemiştir. Dolayısıyla şekil itibariyle klasik beyit üslubu benimsenmiş olsa dahi beyitlerin söyleniş özellikleri modernist üslup üzere kaleme alınmıştır. Bu da konu ve şekil itibariyle kadim ve klasik ama üslubu itibariyle çağı yakalayan bir eserin söz konusu ikiliği ayrışma değil zenginlik olarak eserine kattığının en önemli göstergelerinin başında gelmektedir. Ayrıca bölümde Hz. Peygamber’in yaşadığı iki farklı hadise tek gün içerisinde yaşanmış gibi gösterilerek tek bir şiirde anlatılmaktadır. Bir başlık altında anlatılan bu iki farklı hadise arasında kurulan bağlantı, bir olaydan diğerine geçişin sanki bir kameranın aynı sokak üzerindeki seyrini sakin bir çekimle gösteriyor gibi sinematografik bir üslupla yazılmıştır. Şiirin ilk bölümünde bir kişinin Hz. Peygamber’in üzerinde bulunan gömleği beğenip istemesiyle başlar.
“Pek çoktur ihtiyacım
Bir gömleğe muhtacım
Sevgili efendimiz:
“Öyleyse giyiniz”,
Diye gömleği vermiş
Yoksulu sevindirmiş”[6]
Cebinde toplam on lirası olan Hz. Peygamber bunun üzerine sekiz lirasıyla başka bir gömlek almış ve böylelikle sadece iki lirası kalmıştır.
“Fakirleri çok seven
Yoksula kanat geren
O asîl Efendimiz
Yüce Peygamberimiz
Tekrar dükkâna dalmış
Yeni bir gömlek almış
Yanına kala kala
İki lirası kalmış”[7]
Peygamberimiz Çocuklarla kitabının birinci bölüm olan “Peygamberimiz Çocuklarla” başlığı altında anlatılan ikinci hadise ise Hz. Peygamber’in dükkândan çıkıp sokağın köşesini dönmesiyle başlar.
“Dönünce bir köşeyi
Bir de ne görse iyi:
Bir sokağın başında
Sekiz dokuz yaşında
Küçük bir kız durmakta
Bakınıp ağlamakta”[8]
Birinci şiirin ikinci bölümünde anlatılan küçük kız ise iki lirasını kaybettiği için ağlamaktadır. Bunun üzerine Hz. Peygamber küçük kıza cebindeki bütün parayı verir. Hatta eve gittiğinde geç kaldığı için kızmasınlar diye de küçük kıza evine kadar eşlik eder.
“Gözünden inci gibi
Yaş döken bu garibi
Dinlemiş de Peygamber
Demiş ki: “Artık yeter”
Ağlama yavrucuğum
Sil gözünü çocuğum
Al şu iki lirayı
İşte buldun parayı[9]
…
Çok korkuyorsan eğer
Gel gidelim beraber
Diye elinden tutmuş
Artık o kız mesutmuş”[10]
Kitapta bulunan ikinci şiir olan “Altın Çağ” ise dörtlükler halinde yazılmıştır ve şiirde tek bir olay anlatılmaktadır. Fakat şiirden evvel şiirin başlığı dikkati çekmektedir. Zira “Altın Çağ” ifadesi İslam tarihi literatüründeki “asr-ı saadet” tabirini çağrıştırmaktadır. Fakat yazar “asr-ı saadet” yerine “Altın Çağ” demeyi tercih etmiştir. Söz konusu okur kitlesi serinin her kitabının arka kapağında belirtildiği şekliyle 6-9 yaş grubundaki çocuklar olduğu için bu noktada yazarın “çocuğa görelik” mevzusunu ilke edindiğini tespit etmek mümkündür. “Altın Çağ” ifadesinin “asr-ı saadet” devrini yani Hz. Peygamberin yaşadığı dönemi karşıladığı başlıktaki çağrışımın gücünden istifade edilerek tespit edilse de bu gizil durum ayrıca şiirin başlangıcındaki dörtlüklerden yola çıkılarak da bulunabilir.
“Başlayalım söze biz
Yüce Rabbin adıyla
Uçalım Altın Çağ’a
Hayalin kanadıyla
On beş asır öncesi
Gerçek Altın Çağ imiş
Çünkü Peygamberimiz
O devirde sağ imiş.”[11]
Bir bayram günü sokaklarda sevinçle oynayan ve birbirlerini tebrik eden Medine halkının tasviri ile devam eden şiirde anlatıcının kamerası köşede hüzünle oturan bir çocuğa çevrilir. Efendimiz sevinç içindeki çocuklarla ve halkla selamlaştıktan, bayramlaştıktan sonra bu hüzünlü küçüğü fark edip onun yanına gider. Sohbet ederken çocuk babasının şehit olduğunu anlatır ve ağlamaya başlar. Bunun üzerine:
“‘Yavrum,’ demiş Peygamber
‘Sil gözünün yaşını
Bak ne diyeceğim sana
Haydi kaldır başını
Ben senin baban olsam
Fatıma kız kardeşin
Ayşe de annen olsa
Bu teklife ne dersin?’”[12]
Bu teklifinin üzerine küçük çocuk konuştuğu kişinin Hz. Peygamber olduğunu anlamıştır. Şaşkınlıktan ve sevinçten ne diyeceğini bilemez bir hale bürünerek hemen Peygamberin elini tutar. Bu hadisenin ardından Hz. Peygamberin evine giden çocuk yeni bayramlıklarıyla tekrar sokağa arkadaşlarının yanına döner ve olanları mutlulukla anlatır.
Giderken beraberce
Peygamber’in evine
Yürüyormuş yavrucak
Hep sevine sevine
Tuttuğu sıcak elin
Verdiği bahtiyarlık
Akıyormuş kalbine
Su gibi ılık ılık[13]
Tahkiye ile şiiri birleştiren bu anlatı, tarih ile kurduğu bağ sonucu disiplinlerarasılık ve bir hadis profesörünün metinlerarasılık yöntemiyle çeşitli rivayet ve hadis-i şeriflerden yola çıkarak çocuklar için kaleme almış olduğu bir eserdir. On kitaplık “Dinim Serisi”nde şiirsellik ve anlatıdaki ritim öne çıkıyor olsa da serinin şiir formunda yazılan tek kitabı Peygamberimiz Çocuklarla’dır. Eser, beyit ve dörtlük olmak üzere iki farklı nazım birimini kullanılarak yazılmıştır. Ayrıca disiplinlearasılık ve metinlerarasılık yöntemleriyle tarih ve hadis gibi geniş çaplı ilim dallarından derlenerek, türlerarasılık ve çocuğa görelik ilkesinin birleşimi ile de bir çocuk şiiri olarak yeniden yazıma tabi tutulmuştur. Çizimlerdeki canlılık, anakronik olmayan ama aynı zamanda günümüz çocuk okurunun da yabancılık çekmeyeceği bir tarzda inşa edildiği için de çocukların şiirle, tarihle ve hadisle olan bağlantısını desteklemiştir.
Kaynakça
Ağıl, Nazmi. “Chaucer ve Canterbury Hikayeleri”, Canterbury Hikayeleri, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2010, s. 28.
Selçuk Çıkla. “Şiir ve Hikâye Çerçevesinde Oluşan İki Tür: Manzum Hikâye ve Öykü Şiir”, TÜRBAR-XXV (2009), 51-85.
Kandemir, Yaşar. Peygamberimi Öğreniyorum, İstanbul: Damla Yayınevi, 1997.
_____________. Peygamberimiz Çocuklarla, İstanbul: Damla Yyaınevi, 1997.
Ong, Walter J., Sözlü ve Yazılı Kültür Sözün Teknolojileşmesi, Çev. Sema Postacıoğlu Banon, İstanbul: Metis Yayınları, 2007.
[1] Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür Sözün Teknolojileşmesi, Çev. Sema Postacıoğlu Banon, İstanbul: Metis Yayınları, 2007, s. 49-50.
[2] Nazmi Ağıl, “Chaucer ve Canterbury Hikayeleri”, Canterbury Hikayeleri, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2010, s. 28.
[3] Selçuk Çıkla, “Şiir ve Hikâye Çerçevesinde Oluşan İki Tür: Manzum Hikâye ve Öykü Şiir”, TÜRBAR-XXV (2009), 51-85.
[4] Dine Doğru (1), Peygamberimi Öğreniyorum (2), Allah’ı Arayan Çocuk (3), Yaralı Kuğu (4), Peygamberimiz Çocuklarla (5), Uzeyle’nin İmanı (6), Abdest Alıyorum (7), Namaz Kılıyorum (8), Dua Ediyorum (9), Annemi Anıyorum (10).
[5] Yaşar Kandemir, Peygamberimi Öğreniyorum, İstanbul: Damla Yayınevi, 1997, s. 30.
[6] Yaşar Kandemir, Peygamberimiz Çocuklarla, İstanbul: Damla Yayınevi, 1997, s. 4-5.
[7] a.g.e., s. 5.
[8] a.g.e., s. 7.
[9] a.g.e., s. 10.
[10] a.g.e., s. 12.
[11] “Altın Çağ”, s. 18.
[12] a.g.e., s. 28.
[13] a.g.e., s. 29.