Dosya

Çocuklar İçin Şiir Üzerine Düşünceler (1)

Meryem Selva İnce ve Zehra Nur Canpolat moderatörlüğünde Ayla Çınaroğlu, Eşref Karadağ, Çiğdem Sezer ve Aytül Akal ile "Çocuklar İçin Şiir Üzerine Düşünceler (1)" konuşuldu.

Çocuk Yazını’nın ev sahipliği yaptığı Çocuklar İçin Şiir buluşmalarının üçüncü etkinliğinde Meryem Selva İnce ve Zehra Nur Canpolat moderatörlüğünde Ayla Çınaroğlu, Eşref Karadağ, Çiğdem Sezer ve Aytül Akal ile "Çocuklar İçin Şiir Üzerine Düşünceler (1)" konuşuldu. Forum, moderatörlerin şairlerin biyografilerini ve şiirlerinden bazı parçalar okumasıyla başladı.

 

Ayla Çınaroğlu’na ilk sorumuzu yöneltmeden “Korkmak” adlı şiirini okuduk:

Kaf dağının ardında kocaman bir dev varmış

Ninem çocukmuş o zaman

O devden çok korkarmış

Şimdi Kaf dağı maf dağı yok

Olsa da ben korkmam devden

Devden, cadıdan, cinden

Atom, nötron, n’apalım varken

 

Ayla Hanım çocuklar için şiir yazmaya ne zaman başladınız, nelerden ilham alıyorsunuz, yazarken nasıl ilerliyorsunuz?

Yazmaya herhalde çok küçükken yani ilkokulda falan başladım. Çünkü ilk yazdığım şiir, ayakkabılarım için yazdığım şiir oldu. Annem bir ayakkabı almıştı bana, beyaz bir ayakkabı. Çocuklar için hele kız çocukları için ayakkabılar çok önemlidir. Aytül Akal bunu çok iyi bilir. İlk şiirimi onlar için yazmıştım. Sonrasını bilmiyorum. Yani şiir hep hayatımın içindeydi sanki. Çok ilgimi çekiyordu, seviyordum. Hâlâ da öyle. Her şeyden ilham gelebilir Yazmak isteyen bir insan her şeyde bir ilham kaynağı bulabilir.

 

Aytül Hanım siz bu soruları nasıl cevaplarsınız?

Ben de Ayla Hanım gibi ilkokuldayken başlamıştım şiir yazmaya. Hatırladığım kadarıyla bir “Mevsimler” şiirim vardı, ilkokul üçüncü sınıftaydım. Dedem, ona yaptığım kahve karşılığında bana posta pulu alacak kadar bir harçlık vermişti. Şiirimi bir mektuba koyup Yeni Asır Gazetesi’ne yollamıştım. Böylece “Mevsimler” adlı ilk şiirim çıkmıştı. Sonra 10 Kasım adlı şiirim de aynı gazetede yayımlandı. İzmir'in Yeni Asır Gazetesi’nde zaman zaman yazardım. Ortaokul lisede de çok şiir yazdım. Daha sonra yani evlenip İstanbul’a geldiğim zaman hayatım farklı gelişmeye başladı. Öyküler yazmaya başladım. Şiiri çok arka plana atmıştım. Fakat dergilerde arkadaşlarım vardı. Yalvaç Ural’a şiir vermiştim çocuk dergilerinde yayınlaması için. Hâlbuki daha önce ben yetişkinlere seslenen şiirler yazıyordum. Sonra yine şiiri ardımda bıraktım. Çünkü ilgilendiğim çok şey vardı. En nihayetinde ise Mavisel Yener'le bir oyun olarak başladım şiirleşmeye. Yıllarca şiir yazmamıza neden oldu bu oyunsu durum ve masal ile öykü kitaplarımın yanında şiir kitaplarım da yayımlanmaya başladı. Daha sonra ikimizin de ayrı ayrı kendi şiirlerimiz oldu. Yani artık şiir hayatıma bütünüyle girdi ve çıkmadı.

 

Peki Çiğdem Hanım sizin ilk çocuklar için şiir maceranız nasıl başladı?

Ben Türk edebiyatına şiir ve diğer türler anlamında son 10 yıldır çocuk alanında ürün veriyorum. Ama işte bütün hayatım şiirle geçti. Yani daha önce gazetelerde yayınlananları sayarsak 13-14 yaşlarında yayınlandı diyebilirim. Ne zaman yazdığım ilk şiirimi? Şöyle; ben okuma yazma bilmediğim dönemde de şiir vardı yaşamımda. Belki kâğıtla kalemle klasik serüven anlamında şiir yazmıyordum. Ama düşünsel anlamda o dönemde yazdığımı biliyorum. Okuma yazma bilmediğim hani 6 yaşında okula gittiğimi ve okuma yazmayı öğrendiğimi düşünürsek ben en geç 5 yaşındayken zihnimden şiirler yazıyordum. Yani onları hiçbir zaman bir kâğıda dökmek aklımın ucundan geçmedi. Hatta ilkokul boyunca da bunu düşünmedim ama zihnimden yazmayı hep sürdürdüm. Sanırım benim ilk çocuk şiirlerim onlardır. O yaşlardaki zihnimde yazdığım bazen şarkı sözleri, bazen türkü sözleri… Yazdığım o şiirler, benim ilk çocuk şiirlerimdi ama onlar hiçbir zaman kayda geçmediler. Daha sonra yazdığım gerek yetişkin şiiri olsun gerek çocuk şiiri olsun, bütün bunların altyapısını onların oluşturduğunu düşünüyorum ben. Ama on yıllar sonra dönüp baktığımda benim şiir adına yapıp ettiğim her ne varsa o dönemlerde dış dünyayı sözcüklerle anlamlandırma çabalarından ileri geldiğini görüyorum. İtiraf edeyim; gerek çocuk şiiri gerek diğer çocuk ve gençlik edebiyatı türleri olsun, ben bunların ne kadar önemli, ne kadar işlevsel olduğunu biraz geç fark edenlerdenim Çünkü yetişkin şiirine kendimi çok kaptırmıştım. Bundan pişman olduğumu söyleyemem. Kendimi onunla var ettim. Bunun içerisinde çocuk şiirinin çocuk edebiyatının ayrı, çok özen çok önemli bir alan olduğunu anlamam biraz geç oldu. Anlamaktan ziyade belki yeterince zaman bulamamak, yani o kısıtlı zamanı yetişkin şiirimi geliştirme anlamında değerlendirmek diyebilirim. Ben o alandaki emeğimin, çabamın, ürünlerimin sekteye vurulmasını istemediğim için çok uzun yıllar hiçbir türde ürün vermemeye çalıştım. Ama bir gün artık yani yolumu bulduğumu ve başka şeyler yapabileceğimi de fark ettiğimde işte o zaman Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Ayla Çınaroğlu ile yollarımız buluştu. Sonrasında Alfabeden Kaçan Harfler yayınlandı. Sonra Kahkaha Keki adlı şiir kitabım Günışığı Yayınları’ndan çıktı ve devam da edecek diye düşünüyorum.

 

Eşref bey, sizin çocuklar için şiir serüveniniz nasıl başladı? Siz neler anlatmak istersiniz?

Şiire lise yıllarında başladım. Lise yıllarında özellikle etkisinde kaldığım şair de Orhan Veli’dir. Orhan Veli'yi ben çocukluk yıllarında La Fontaine masallarını çeviren bir çevirmen olarak tanınırken birdenbire bir gün Orhan Veli'nin Bütün Şiirler kitabı çıktı karşıma. O duru şiirleri görünce çok etkilendim. Şiir yazmaya bu şekilde başladım. Benim kız kardeşimle aramızda 9 yaş var. Kız kardeşim dördüncü sınıfa giderken bir gün dedi ki; “Ağabey, öğretmenim Atatürk ile ilgili bir şiir yazmamı istedi.” Hemen iki dörtlük yazdım ben de. Hatta ilk iki dizesini de hatırlıyorum: “Samsun’da bir güneş doğdu/ Aydınlattı, ısıttı bütün yurdu” Böyle gidiyordu. Bu Atatürk konulu şiiri ertesi gün kardeşim sınıfta okuyunca öğretmen onu bir güzel haşlanmış; “Bu şiiri hangi kitaptan aldın?” diye. O zaman internet yok tabii. Seksenli yıllardan söz ediyorum. Komik bir durumdu benim için.

Ardından tabii yetişkinlerle ilgili şiirler devam etti. İlk şiir kitabım Öğretmen Dünyası Yayınlarından Erik Ağacı Olmak İsteyen Çocuk çıktı.

Bir anımı da paylaşmak isterim. Bir gün kendi kitaplarını satan şair amca geldi okulumuza. Kolunda bir çanta, çanta dolu kitap, çocuk şiirleri yazdığını söyledi. Herkes birer kitap aldı ve ben o şiirleri okuyunca çocuk şiir yazmaya karar verdim. Çünkü o şiirler, şiir nasıl olmazın bir örneğiydi. O şiirler ağır sözcüklerle, ölçülerle, dörtlüklerle yazılmış şiirlerdi. Ondan sonra işte çocuk şiirlerine başladım ve ilk kitabım Şiir Amcanın Düşleri çıktı ve Top Yayıncılıktan yayınlandı. Burada ondan sonra diğerleri geldi, böyle başladım şiire.

 

Hepsi birbirinden değerli anekdotlar oldu. Bir yandan da her şairin farklı bir macerası, bir evreni var. Belki biraz da bundan da hareketle ikinci sorumuzu ilhama dair sormak istiyoruz. Şiirlerinizi yazarken nereden ilham alıyorsunuz diye. Bir de şiirlere dair şiirler üzerine yazılmış metinleri okurken çocuk şiirinden bahsedildiği zaman iki kavramın ön plana çıktığını gördük. Kurmaca metinlerde de böyleydi ama şiirlerde de aynı durum öne çıkmaya başladı. Şiirin çocuk gerçekliğine uygun olması bu bir yan. Diğer yanı da çocuksu duyarlılığa sahip olunması diye. Acaba siz bu iki kavram hakkında ne düşünüyorsunuz? Ayla Çınaroğlu ile başlayalım.

Biliyorum arkadaşlar da katılacaklardır; şiiri tarif etmek çok zor. Şiir nedir? Ondan sonra ilham almak da öyle. Bilmiyorum, her şeyden bir ilham gelebilir. Kafamda şiirlerim dönüyor ama nereden ne gelir ben de bilmiyorum. Ama örnek olarak şunu söyleyeyim. Bir gün otobüste gidiyorum, üstelik ayaktayım. Yolda, kaldırım kenarında bir ağaç gördüm. Kurumaya yüz tutmuş dibinde azıcık toprak. İşte o anda “Bu ağaç kimin, bu ağaç kimsenin değil mi? Burada zavallı, tek başına.” Sonra düşündüm, “Bir Ağacım Var” diye bir şiir yazıverdim:

Bir ağacım var, o ağaç

Benim desem yalan olur

Senin desem yalan olur

Gökte bulutun

Uçan kuşun

Topağın ve yağmurun

Böceklerin

Rüzgârların

Ve en güzel duyguların ağacıdır

Ağacım

 

O zaman ağaç demişken, Aytül Hanım'a da aynı soruyu soracağım.

Evet, ağaçları pek severim. Ben ağaçlara tırmanmayı da severdim. İlkokulda, ortaokulda hep büyüyünce ben yazar olacağım diye planlıyordum. Hatta defterime yazmıştım. Büyüyünce yazar olacağım diye. Ancak o ilhamı ve ne yazacağını bulmak en zoru. Yani onu bulduğunuz zaman zaten çorap söküğü gibi yazıyorsunuz ve durduramazsınız. Ne kendinizi durdurabilirsiniz ne başkası sizi durdurabilir. Hani elinizden kâğıt kalemi de alsalar kafanızın içinden devam edersiniz. Ben ne yazacağımı bulamadım uzun bir süre. 30’lu yaşlarındaydım Kent Duygusu adlı bütün şiirlerimi topladığım kitabım çıkmıştı. Gazetelerde ve dergilerde çalışıyordum. Yani yazıyordum bir şeyler ama kitap yazma şeklinde değildi. Çocuklarım olduğunda onlara masallar anlatmaya başladığımda ve o masalları unutmamak için daktiloda yazdım. O zamanlar daktiloda onları kâğıtlara yazdım ki çocuklar tekrar tekrar aynı masalı istediğinde onları okuyabilsinler. Yani o masallar kucağımda çoğalmıştı ve ben epey sonra farkına vardım. Hani “Ben kitap yazayım.” diyorum. “Yani çocuklar için yazsam olur mu acaba?” diye kendimi sorguladım ve işte Geceyi Sevmeyen Çocuk dediğimiz ilk masal kitabım çıktı ve ben 39 yaşındaydım.

Yazmayı ne kadar sevdiğimi, yani her türde yazmaya başlayarak kendime kanıtlamış oldum. O kıvılcım geldiği anda bir şiir belki hemen arka arkaya dizeler dökülüyor. Yazıyorsunuz. Sonra yolda yürürken etrafınıza şiir diliyle bakıyorsunuz. Yani her yerde o şiiri görüyorsunuz. Yeniden bir şiir daha doğuyor.

Bazen çocuklar da soruyor, hani ilhamı nereden alıyorsunuz, nasıl alıyorsunuz? Ben de diyorum ki “Bakkala gidiyorum, 2 kilo ilham ver!” diyorum işte kese kâğıdına koyuyor falan. Önce ciddi ciddi dinleyip sonra anlıyorlar espri yaptığımı. Kıvılcım ve ilham bekliyorum yani ben.

 

Aynı soruyu Çiğdem Hanım'a yöneltmeden önce onun da Alfabeden Kaçan Harfler kitabındaki bir şiirinden kesit okumak istiyorum:

Onlar 4 arkadaşmış

 İlkbahar yaz, sonbahar, kış

Evleri dünyanın her yeri

Çocukluktan tanırlarmış birbirlerini

Bir dilek yazıp asmışlar dünya ağacına

Herkes diğerinin ardından gitsin hayatı boyunca

 

Evet çiğdem hanım sizin ilham kaynaklarınız neler?

Bana bunu yetişkin şiiri bağlamında da çok sorarlar. Söylerken biraz utanırım ama bu doğru; ben ilhama inanmıyorum. Bir de şairin ilhamla yazdığına inanmıyorum. Bence bir şiir okuma çabası gibi bir şiiri farklı pencerelerden farklı açılardan okuma çabası gibi bir durum bu. Zaten yaşadığımız hayatta var olan her şey bizim ilhamınız. Yani şair ve yazarı, edebiyatçıyı, sanatçıyı besleyen her şey, hayatın ta kendisi. Bütün varlığıyla o bizi besliyor. Bu yetenekle açıklanabilecek bir şey elbette. O yeteneği teknik anlamda çalıştırıp geliştirmek ve dönüştürmek mümkün. Şairliğin böyle bir altyapısı olduğuna inanıyorum. Elbette ilk kıvılcım önemlidir ama o kıvılcımı ateş hâline getiren de bizim kalpten bilmek dediğimiz şey, yani biraz şairlerin kalpten bilmesi gibi bir durum.

 

Eşref Bey, siz ilham konusunda ne düşünüyorsunuz? İlham var mıdır, yok mudur? Onun konuşalım isterseniz çocuklar için şiir özelinde.

Konuşmacıların arasını bulmak istiyorum. Ben şiirde kıvılcıma inanıyorum. Hani bir imge yakalarsınız ve o imgenin etrafında döne döne, çalışa çalışa, sözcüklerle oynaya oynaya yazarsınız. Tıpkı bir kaşık yoğurttan bir tencere yoğurt yapmak gibi bir şey bu. Ama çok çalışmak gerekiyor. Yani şiirle içli dışlı olmak, şiirden uzaklaşmadan sözcüklerle sürekli oynamak gerekiyor. Şiir okumak, ondan sonra tabii ki duyarlılıkla doğayı ve çevreyi izlemek, toplumu izlemek gerekli. Bizim şöyle bir şansımız daha var, öğretmenlerin özellikle. Okulda çocuklarla birlikteyken çocuk şiiri sanki kendiliğinden bize sokuluyor. “Beni yaz!” der gibi kalemi elimize veriyor.

Çiğdem Sezer’e katılıyorum ama ilk kıvılcıma da inanıyorum. İlk imge geldiği zaman arkası geliyor. Şu da var; siz şiirden bir adım giderseniz şiir sizden 3 adım gidiyor. Şiire bir adım yaklaşırsanız bakıyorsunuz şiir sizinle beraber. Ayrıca Türk şiirinin hepsini okumak da gerekiyor.

 

Sizce çocuklar için şiirde mizahın yeri nedir Ayla Hanım?

Mizah tabii ki çok güzel bir şey. Yani çocuklar için de yetişkinler için de mizah canlılık demek, dirilik demek. Hayata katılım demek. Ama mizah her zaman olabilir mi, olamaz mı? Ben kendimi mizahtan yana eksik hissediyorum. Daha çok mizah olsa keşke benim şiirimde… Hele çocuk edebiyatında çocuğa edebiyatı sevdirecek ögelerden bir tanesi bu. Öyle değil mi? Çocuk daha neşeli, daha gülümseten şeylerle başlarsa okumaya, en azından okulda okumaktan soğumayacaktır.

 

Sizin oyun yazarlığı geçmişiniz de var. Oradaki komediyle buradaki mizahın işlevi arasındaki fark olabilir mi?

Oyun yazarlığımı çok öne çıkarmıyorum. Çünkü oyun yazarlığı çoklu bir sanat. Siz istediğiniz kadar canı gönülden yazın ama bir grupla yani oyuncusuyla yönetmeniyle, müziğiyle, kostümüyle bir bütün olmadıkça oluşturulamaz. Bir tiyatro grubu oyununuzu kabul eder ve o oyun oyunlaştırılmaya çalışılırsa oyunun başarısı belli olur. Bu pek de kolay değil. Yani ülkemizde öyle yüzlerce çocuk oyunu oynanmıyor. Evet, yarışma kazanan oyunlarım oldu ama ben hâlâ deneyimsiz bir oyun yazarıyım. Yani aslında yazın hayatım oyun, tiyatro aşkıyla başladı. Hâlâ da o aşk var içimde. Ama o farklı bir şey, bir kolektif sanat, tiyatro sadece bir kişinin çabasıyla olmuyor. Ancak tiyatro şiirle birleşiyor bir yerde.

 

Aynı soruyu Aytül Hanım'a sormak istiyorum, tabii mizah söz konusu olunca Aytül Akal edebiyatını mizahi unsurlardan arındırmak mümkün gözükmüyor.

Cidden çok seviyorum mizahı. Bu arada iyi mizah, iyi bir zekâ gerektirir. Şimdi ben mizahı çocuklarla çok iyi uygulayabiliyorum. Fakat yetişkinlere yazarken bir de bakıyorum, çok ciddiyete kayıyorum. Yani biraz da çocuk edebiyatını sevmemin nedeni de bu. Çünkü kendimi buluyorum. Orada mizahı da kullanabiliyorum. Renkleri kullanabiliyorum. Dünyanın neşesini, güzelliklerini duyabiliyorum. Fakat yetişkine bir öykü yazayım ya da yetişkine bir şiir yazayım dediğim anda hayatın bütün sorunları üzerime çöküyor. Onları görmeye başlıyorum ve onlardan söz etme ihtiyacı hissediyorum. Ancak mizah dediğimiz; sululuk değil, klişe değil çünkü böyle olursa ben yazarken hoşlanmam. Bazen ironi yapıyorum. Mizahın arasında okurken ben de gülüyorum. Ağlamak istemiyorum yani, çünkü zaten hayat çok zor.

 

Belki de sizin için mizahın işlevi bir tür zırh olması hayat karşısında.

Evet, belki de böyle diyebiliriz. Okuma sevgisini çoğaltacak, geliştirecek bir işlevi var mizahın.

 

Peki Çiğdem Hanım, siz çocuk şiirinde mizahı nerede tutuyorsunuz?

Bu bir yapısal bir mesele, bir bakış meselesi. Mizahı ben de seviyorum ama çok zor gülen bir insanım. Mizahı iyi kullanan, zekice kullanan, yerinde kullanan insanlara ve yazarlara bayılırım. Bu anlamda Aytül Hanım’a hayranım, evet o mizahı güzel kullanıyor. Ben de o kadar başarılı kullanabilmek isterdim. Ama bu biraz işte yapı ve bakış meselesi. Evet, mizah yerinde ve dozunda gerekli, o da okurun zekâsını küçümsemeden yapılmışsa.

 

Eşref Bey, mizahtan bahsetmişken izniniz olursa sizin bir dörtlüğünüzü paylaşmak istiyorum:

Uyandırma beni çil horoz

Yarım kalmış çocukluk aşkına

Tamam kurtaracağım dünyayı

Mışıl uykularımı bir kurtarayım da

 

Siz çocuk şiirinde mizahı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben mizaha inanan bir insanım; inanan, deneyen, yapan bir insanım. Mizah öykülerim var. Daha doğrusu kara gülmece diyelim. Yine son romanım Dedem Bir Maymun gülmece roman oldu ve çocuklar çok sevdi.

Şiirlerimde de mizahı kullanıyorum. Çocukların hoşuna gidiyor. Tabii ki mizah dediğimizde çocuk kahkahalarla karnını tuta tuta gülmüyor da en azından gülümsüyor. İsterseniz size bir şiir paylaşayım buradan. Belirsiz Gün Ve Haftalar adlı çocuk şiir kitabımdan:

“Okulun Nasıl Gittiğini Merak Etmeme Günü”

Göç

En zor sorudur bu

Okul nasıl gidiyor Emre?

Durun anlatayım size

İnanıp inanmamak keyfinize

Çok sıkılmış ülkemizde.

İklim desen biraz karasal

Yazlar sıcak kışlar kucak

Sorar durmadan bize.

Bu işin sonu ne olacak?

Kararını vermiş bir gün

Tez elden emekli olacak

Kampanyadan bir uçak bileti

Ekvator kuşağına taşınacak

Topladı dün eşyasını tası, tarağı yerli yerinde

Yerleşmeyince anılar valize

Öğretmenimin sesi kaldı bize

 İşte böyle sevgili bayım

Göç etti bizim okul

Bir park var şimdi yerinde

Kediler başladı eğitime

En zor sorudur bu

Okul nasıl gidiyor Emre?

 

Çocuklar bu şiir okuduğunda gülümsüyorlar. Çünkü çok sıkıcı bir sorudur; “Okul nasıl gidiyor?” sorusu.

 

Ayla Hanım siz şiir okur musunuz? Çocukken okuduğunuz şairleri hatırlıyor musunuz? Kimleri okursunuz?

Çocukken, çok küçükken şiir pek okunmaz gibi geliyor. Yani şiirlerden ancak anneniz bir şey öğretir. Onu tekrarlarsınız, yani ben böyle hatırlıyorum. Tabii çok küçükken:

Konsol üstünde pekmez

Bu yanaklardan kim öpmez

Babamın kazandığı paralar

Benim süsüme yetmez

Böyle şiirler bize ezberletilirdi. Ancak biz okula gittiğimiz zamanda ise;

Karga karga gak dedi

Çık şu dala bak dedi

Çıktım baktım o dala

Bu karga ne budala

Böyle şiirler okuduk ama şimdi öyle değil. Şimdi her şeyde bir şiir bulabilirsiniz. Sadece şiir ile değil, çocuklar sanatla büyümeli. Sanatı; şiirde, müzikte, duvarın renginde, camın ışığında her yerde sanat arayabilmeli, görebilmeli. Şiir de zaten buradan başlıyor.

 

Şiirin belki böyle de bir yanı var. Yani sizin metinlerinizde de baktığımızda öykü olabilen şiir var. Şarkı olabilen şiirler var. Farklı farklı türlerle de birlikte düşünebiliyoruz belki de.

Evet, çocuklar için yazdığımız zaman kısa dizeler yazmak çocuğun aklında daha kolay kalabilir. Bu da bir müzik etkisi de uyandırabilir.

 

Aytül Hanım, siz şiir okur musunuz? Çocukken okuduğunuz şiirleri hatırlıyor musunuz?

Ben kurmaca metinleri kendi arasında bir hiyerarşiye sokamıyorum. Ama çocuk şiirine baktığımızda doğrudan şu şairden etkilendim ya da şu şairin şiirini okudum gibi bir durum çıkmıyor.

 

Günümüz şiirini de okuyor musunuz? Çocukken neler okudunuz?

Evet, şimdi günümüz çocuk şiirlerini okuyorum. Hani gönderme yapabileceğimiz referanslar var artık. Geçmişte yoktu. Çünkü geçmişte çocuk şiiri yoktu. Yani çocuklar için yazılmış şiirler yoktu. Şimdi ben ilkokulda ne okuduğumu hiç hatırlamıyorum. Çünkü evimize pek kitap girmezdi. Aslında ben kendi kendime gizli gizli yazardım. Şiirler yazardım ve gizlerdim çünkü yasaktı. Şiir yazmak ortaokulda da öyle oldu benim için. Çünkü ancak âşık olunca şiir yazılır gibi bir imaj vardı o zaman anne babalarda ya da sadece benim anne babamda. Duygulanmak, hissetmek bunlar çok gizlenen durumlardı. Şiir okumaya başladığımda ise Orhan Veli'yi çok sevdim. Çok kitaplarını okudum. Ahmet Haşim’i çok severdim. Onun o romantizmden ve duygularından çok etkilenmişimdir. Birçok şiirini okudum onun. Okuduğum şiirin de yazdığımın da duygularını ve ritmini çok derinden hissedebiliyorum. Ayla Hanım’ın da dediği gibi aslında yazının bir ritmi, melodisi vardır. Yani onu hissetmek çok önemli. Bir de Yahya Kemal Beyatlı dzielerini çok severdim.

 

Çiğdem Hanım, siz şiir okuyor musunuz? Okumalarınız devam ediyor mu? Çocukken hangi şairleri çok severek okudunuz?

Şu arkamda gördüğünüz kitaplığın dörtte üçü, şiir ve şiir üzerine yazılmış kitaplardır. Cahit Sıtkı Tarancı, Lale Müldür, Cenk Kolçak, Arzu Cennetoğlu yani günümüz şiiri. Dil ve imge gerçekliğiyle ilkokul ders kitaplarında karşılaştım. Mesela Ziya Gökalp'in Türkçe kitabımızda yer alan şiirini sevmişimdir. Sonra Cahit Külebi’yi ekleyebilirim. Çünkü o geleneksel şiirin hatta biraz hecenin tadını, ritmini veren, sizi geleneklerle hemhal eden şairlerdendir. Sonrasında tabii Hilmi Yavuz var, Nazım Hikmet, Gülten Akın, Turgut Uyar, Edip Cansever İlhan Berk, Ece Ayhan... Kimini okumam gerektiği için kimini zevk aldığı için okudum ve okumaya devam ediyorum.

 

Evet, Eşref Bey sizi dinliyoruz ayrı soru doğrultusunda.

Çocukluğumdaki şiire baktığımda karanlık bir geçmiş var. Sadece bayramlarda okunan o ölçülü şiirlerden başka şiir yok. Sevgili Çiğdem Sezer’in söylediği gibi iyi ki ders kitapları varmış, iyi ki güzel güzel şiirlerden örnekler koymuşlar o kitaplara. Orhan Veli ve Nazım Hikmet ile serbest şiiri görünce dedim ki; “Böyle bir şiir de varmış ve çok güzelmiş!” diye. Şiir okumaya böylece devam ettim. Günümüze geldiğimde de şiire hâlâ para veren insanlardan biriyim. Tiyatro oyunu ve şiir okumadan yapamıyorum. Bu yetişkin şiiri olabilir ya da çocuk şiiri olabilir. Özellikle yazdığım alanı çok iyi bilmem lazım. Arkadaşlarımızın kalemini tanımam lazım. O yüzden bol bol şiir okuyorum, oyun okuyorum.

 

Konuşmalardan çıkardığım Fazıl Hüsnü Dağlarca Okulu diye bir mefhum var. Buna dair de bir şey söyler misiniz?

Sırada önce ben (Ayla Çınaroğlu) varım galiba o zaman ben yanıtlayayım: Fazıl Hüsnü'nün;

Çocuklar korkunç Allah’ım

Elleri, yüzleri, saçları

Uyurlar bütün gece

Yok sana ihtiyaçları

Bu dizeler beni çok etkilemiştir.

Eşref Karadağ:

Evet, bence Dağlarca bir kere hem çocuk şiirinde hem yetişkin şiirinde olağanüstü bir şair. Ben naçizane birkaç yıl önce Fazıl Hüsnü Dağlarca Şiir Ödülü'nü almış biri olarak Çocuk ve Allah'ı ve pek çok şiirinin muhteşem olduğunu yinelemek isterim. Ama çocuk şiirleri daha özeldir.

 

Ayla Hanım, biraz artık çocuk şiirin içeriğine doğru sorulara yönelelim istiyoruz. Soruyu da şu şekilde sorayım, hassas konuların şiirdeki temsiliyeti ve bunların dengesi nasıl olmalı? Savaş, göç, ölüm, aşk, ayrılık, ayrım, ötekileştirme gibi.

Çocuk hayatın içinde yetişkinlerle birlikte yaşayan bir birey. Çocuklar elbette onları da hissedecek, duyacak, anlayacak ya da anlamaya çalışacak. O öğeleri tanıtmak gerekir ama bunu çocuğa öğretemezsiniz.

Aytül Akal:

Yaşamı çocuklara anlatmamız gerekiyor. Ölüm konusu ile ilgili şiirlerimden birinde, bir dedenin ölümünü anlatmaya çalıştım. Çocuk eğer ailede böyle bir kayıp yaşamışsa dedesinin takma dişlerini neden ardında bıraktığını bilir. Ancak yaşamamışsa şiirimdeki dizeleri belki de dedesinin gerçekten uzaklara gittiği şeklinde yorumlayabilir. Dede gerçekten seyahate çıktı, başka bir ülkeye gitti şeklinde de okuyabilir. Çünkü böyle bir acıyı yaşamamış çocuğa zorla o acıyı hissettirmemek gerekir diye düşünüyorum.

Çiğdem Sezer: Elbette yazdığımız şiirle dünyanın durumunu anlatacağız çocuklara. Fakat çok da üzmeden yani sorumluluğu onların omuzlarına bırakmadan yapmalıyız bunu.

 

Çiğdem Hanım, hassas temaları şiirlerinizde görüyoruz. Siz bu dengeyi nasıl gözetiyorsunuz?

Hayattaki gerçeklikler bir yetişkini nasıl çarpıyorsa aynı şekilde çocuğu da çarpıyor. Yani bir okyanus dalgası gibi düşünün bunu. Hiç tanımıyorsanız dalgayı, ilk çarptığı anda yerle yeksan olursunuz ve ayağa kalkmanız çok zor olur ya da kalkamazsınız. Ama o dalgalarla minik minik mücadele etmeyi öğrendiğiniz zaman ve bir gün hayatın onları karşınıza çıkaracağı bilgisiyle yetiştiğiniz zaman mücadele etmeniz başa çıkmanız, her şeye rağmen dengeyi kurarak devam etmeniz biraz daha mümkün. O yüzden de yetişkin şiirinde nasıl bütün o duygular varsa çocuk şiirinde de olması gerektiğine inanıyorum. Bu ölüm olabilir, bu başka herhangi bir toplumsal sorun olabilir. Dikkat edilmesi gereken tüm bunların nasıl işleneceği.

 

Çok doğru söylüyorsunuz, Çiğdem Hanım. Eşref bey, siz şiirinizde bu dengeyi nasıl tesis ediyorsunuz?

Yaşamın pek çok gerçekliği var. Ben bütün gerçekleri çocuk şiirini de yer alması yanındayım. Böyle düşünüyorum ve yazıyorum da. Ölüm her gün, her yerde olan bir olgu Özellikle bu salgın döneminde çocuklar ölüme biraz daha fazla tanıklık ettiler. Bu bazılarında bir travmaya dönüştü. Sonra ülkemizde binlerce, milyonlarca travmalı çocuk var. Suriye'den buraya göç etmişler. Düşünün dilinden, toplumundan, kültüründen, ekmeğinden, toprağından, her şeyinden uzaklaşıp yeni bir topluma gelmişler bunu. Göç niye yazılmasın, anne baba ayrılığı da neden yer bulmasın kendine şiirde. Günümüzde çok yaşanan bir olay bu, çocuklar üzerinde elbette birtakım olumsuz izler bırakıyor. Çocuğun gözüne soka soka, onların uykularını kaçıracak şekilde değil de uygun bir dille aktarılması gerekir diye düşünüyorum.

 

Bu noktada çocuksu duyarlığı ve çocuk gerçekliğini konuşalım istiyoruz. Aslında biraz da şiirle birlikte düşündüğümüz zaman bu konuda neler söylemek istersiniz Eşref Bey?

Yani çocuğun gözlerinden bakıp, kalbinden hissederek çocuklarımıza sorular soramadık. O kadar çok soru var ki, hiçbirini soramadık. Bunların bir kısmının tamamını hissetmemiz yine mümkün değil. Bunu yapabildiğimizdeyse o çocuğun hem beğenisini alıyoruz hem de şiirdeki beğenisini alıyoruz. O çocuğun dünyasına birazcık sokulmuş oluyoruz.

 

Peki, siz Ayla Hanım?

“AYIP”

Ayıp bir şey söylesem

Annem kızar

Babam kızar

Öğretmen kızar

Ama ayıp değil mi yaptığınız

Siz koskoca amcalar

Şu tüfekler

Tabancalar

Bombalar?

Bu şiirim tam manasıyla çocuk duyarlılığıyla yazdığım bir şiir olmuştur.

 

Bağlantılı başka bir soruya geçecek olursak… Çocuk gerçekliğini biz nasıl tartışabiliriz? Çocuksu dil mi diyeceğiz, çocukça dil mi diyeceğiz? Duyarlılıktan mı bahsedeceğiz? Biraz da yol haritası olsun bizim için diye sormak istedim. Buyurun Aytül Hanım.

Çocuk duyarlılığı çocuğu o sırada yaptığı hareket ya da konuştuğu her ne ise onu neden yaptığını anlamak aslında empati kurmak. Çünkü çocuk bizi kızdırmak için ya da bize kötü davranmak için ya da yani bize kişisel olarak bir şey söylemiyor, bir şey yapmıyor aslında. O tür davranışlar sergilemesinin bir nedeni var, onu keşfetmemiz gerekiyor.

 

Çiğdem Hanım siz ne dersiniz aynı konuda?

Bir anımı paylaşmak isterim:

Şu anda 10 yaşında olan torunum, 4 yaşından 5. yaşına geçecekti. Doğum günü için hediye mi alıyoruz, pasta mı alıyoruz, hatırlamıyorum. Eve doğru yürüyoruz. “Babaanne sana bir şey soracağım.” dedi. “Sor yavrum.” dedim. “Ben 5 yaşında olunca benim 4 yaşım nereye gidecek?” diye soruverdi. Bu müthiş bir sorgulama. Çocukların çok geniş bir algısal dünyaları var. Bu algı dünyasını anlatabilen şiirlerle onların yürek kapılarını çalabilirsek, zihinlerine dokunabilirsek bunu başarmış olacağız.

 

Teşekkür ediyoruz. Şu zamana kadar yaptığımız yorumlarda aslında günümüz şiirine dair de aslında yorumlar yapıldı. Ama başlı başına bir soru olarak günümüz şiirinin nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durumu ebeveyn öğretmen çocuk üçgeninde nasıl ele alabiliriz? Ayla Hanım sizden başlayalım mı?

Tabii ama bu konuda bir şey söyleyemeyeceğim. Yani bugün yazınımızda üretilen şiirleri pek fazla bilmiyorum doğrusu. Çok da umutlu değilim. Öğretmenler de kendi hayatlarının derdinde yani.

 

Aytül hanım siz ne düşünüyorsunuz? Bu üçgen hakkında günümüz çocuk şiiri hakkında?

Evet, bu güzel bir soru oldu. Şimdi eğer şiir kitapları yeni yeni baskılar yapıyorsa demek ki çocuklar alıyor, okuyor diye kabul etmek gerekiyor. Nitekim birçok okur mektubu alıyorum ve şiir kitaplarıyla ilgili okullarda etkinlik yaptığımızda da şunu görüyoruz: Şiiri çocuklara seslendiren, onların dünyasına yakın şiirler okuyanlar varsa çevrelerinde, çocuklar da o duyguyu alıyorlar. Üstelik “Ben de yazabilirim.” diyorlar ki zaten sanat böyle bir şey. Şiir okundukça da kendi şiirlerini yazmak için dünyayı anlamak için kendini anlamak için çok önemli bir araç aslında.

 

Aytül Hanım, siz bahsedince Mavisel Yener ile birlikte yazdık diye. Ben belki bir romanı ya da bir öykü birlikte yazmayı anlayabilirim. Ama bir çocuk şiirini birlikte yazmak nasıl bir his?

Sanatçı egosu vardır ya işte onu zapt etmek gerekiyor. Kesinlikle okur açısından bakmak gerekiyor. Çünkü önemli olan sonuçtur. Mesela ben birçok proje yaptım ama hiçbir projede kendimi öne çıkarmadım. Çünkü o zaman hiç kimse ile çalışmazsınız. O proje içinde herkesin emeği var. Orada eşitlikçi olunması gerekiyor ki ortaya iyi bir sonuç çıksın. Ancak bazen yaptığımız işlerde (sizlerin de başına gelmiştir.), sizin adınızı hiç koymazla. Hani o işi almışlar, kullanmışlar ama sizin adınızı geçirmemişler. Orada da ben kendimi şöyle teselli ediyorum; “Sen bunu neden yaptın?”. “ İşin çocuklara ulaşması için yaptım ve işte ulaşmış.” Demek ki sonuç doğru yani en azından sonucun doğru olması gerekiyor. Biz işte Mavisel Yener’le de çalışırken sonuç odaklı çalışıyoruz.

 

Ben şöyle sormak istiyorum, belki burada lirik benlikten bahsedebiliriz. Şairin kimliğinden bağımsız olarak son soruya tekrar baksak, mesela bir kitabı almaya gittiğinizde babaanne olarak yöneldiğinizde nasıl yöneliyorsunuz? Şair olarak yöneldiğinizde nasıl yöneliyorsun? Öğretmen olarak yöneldiğinizde nasıl yöneliyorsunuz? Bunların hepsi baktığınız metnin anlamını estetik değerini değiştirir, dönüştürür mü Çiğdem Hanım?

Şimdi çok uzun yıllar önce ben daha henüz yolun başındaydım. Şimdi aramızda olmayan rahmetli Kemal Özer’i sevgiyle, saygıyla anıyorum. Olağanüstü bir insan ve şairdi. Onu Kocaeli Üniversitesinde şiir derslerinde izleme şansına erişmiş olanlardan biriydim. Daha yirmili yaşlarımın ortalarındaydım o zaman. O, bir kitabı eline almıştı ve onu okumaktan bahsediyordu. Şöyle demişti: “Bu kitabı elinize aldığınız andan itibaren kitabın rengi, kalınlığı, inceliği seçilen harflerin biçimi ister istemez sizde bir algı oluşturur. Sonra kitabın ismine bakarsanız, yazarın ismine bakarsanız, kapak arkası yazısını okursunuz ve seçim burada başlar. Yani şair ya da yazar her kimse daha ilk sayfayı açıp onun sözcüklerini okumaya başlamadan siz de bir algı bir yargı oluşturmuştur”. Buna ben de katılıyorum. Bunu bilinçli ya da bilinçsiz yaparız. Peki, olması gereken nedir? Ben biraz deneye yanıla tercihler yaparım. Gerçekliğimiz bu; şiir okuru her zaman azdır. Az olması da doğaldır.

 

Bu sorumuza cevabınız bir yandan kapanış konuşması gibi oldu. Biz bu akşamlara hazırlanırken çok hevesli ve heyecanlıydık. Bizimle heyecanımızı paylaştığınız anlar ve verdiğiniz yanıtlar çok kıymetliydi. Çok teşekkür ederiz.