"Kapitalist düzenin ve sömürgeci faaliyetlerin robotlaştırdığı insanların ve parçalanan bir ailenin hikâyesinin bir çocuğun gözünden anlatıldığı bu filmde görsel estetik ön plandadır. "
2013 yapımı Boy and The World, Brezilyalı Alê Abreu tarafından yazılan ve yönetilen, animasyon macera filmidir. 88. Akademi Ödüllerinde “En İyi Animasyon Filmi” dalında aday gösterilmiştir. Neredeyse hiç diyaloğun yer almadığı film, yönetmenin kendi el çizimlerinin dijital animasyon tekniğiyle bir araya gelmesinden oluşur. Anne ve baba karakterleri arasında birkaç yerde geçen diyalog ise Portekizce kelimelerin ters yazımıyla izleyiciye gösterilir. Filmin orijinal müzikleriniyse Ruben Feffer ve Gustavo Kurlat yapar.
Filmin yapım aşamalarını anlattığı YouTube videosunda yönetmen anlatının hiçbir yerinde adı geçmeyen çocuktan Cuca olarak bahseder. Film 5-6 yaşlarındaki Cuca’nın köyünde geçen sıradan hayatıyla başlar. Anne ve babasıyla mutlu bir hayatı olan Cuca’nın pamuk üretimiyle geçimini sağlayan babası ekonomik sıkıntılarından dolayı şehre çalışmak için gider. Cuca ve annesi baş başa kalır. Ancak Cuca bu ayrılığa dayanamaz ve bavulunu alıp babasını aramak için uzun bir yolculuğa çıkar. Bu yolcukta önce tarlalarda çalışan pamuk işçileriyle karşılaşır. Yaşlı bir adamın ve köpeğin dostluğu ona bir süre yardımcı olur. Zaman zaman babasının izine rastlayıp yolda rotasını değiştirir. Şehre vardığında kendisine yardımcı olacak genç bir adam bulur. Burada daha önce hiç görmediği olaylara tanık olur. Kapitalizmle, sanayileşmenin ve şehrin karanlık tarafıyla yüzleşir. Sonunda yaşlı bir adam olarak köyüne geri döner. Filme dair yazdığım bu kısa bilgilendirmenin ardından şimdi Cuca’nın yolculuğu boyunca yaşadığı olayları onun bakışıyla anlatan sembolleri incelemeye başlayalım.
Filmin ilk sahneleri etnik Brezilya enstrümanlarıyla çalınan, dingin bir şarkıyla ve rengârenk dönen mandala resimleriyle şekillenir. Mandala görselleri film boyunca yoğun şekilde kullanılır. Brezilya için kutsal bir öneme sahip olan Rio Karnavalı’nın renkliliği filme de yansıtılır. Dönen mandalalar renkli bir taşın içinde sonlanır ve izleyici Cuca’yla tanıştırılır. Cuca çocuk saflığını temsilen; yusyuvarlak bir kafa üzerindeki üç tel saçı, pembe yanakları, kırmızı beyaz çizgili tişörtü ve siyah şortuyla müteşekkil bir çöp adamdır. Filmdeki tüm çizimler küçük bir çocuğun elinden çıkmış algısı oluşturmak için bu teknikle çizilmiştir: Basit, sade ve renkli. Cuca’nın gözleri dikine uzun, siyah bir çizgi şeklindedir. Yalın hâlde resmedilen çocuk gözü aynı zamanda dikkat çekicidir. Çünkü izleyici tüm filmi o gözler aracılığıyla izleyecektir.
Cuca renkli taştan gelen flüt sesini dinler ve sonra bir kelebeğin peşine takılıp köyünün ormanında koşmaya başlar. Cuca’nın köyü, onun mutlu yaşamını simgeleyecek şekilde rengârenk çizilmiştir. Hiçbir nesne gerçek şekliyle yer almaz, bir çocuk çizimi izleniminde ekrana taşınır. Pembe ve mor, köşeli ya da yuvarlak ağaçlar, derede yüzen dikdörtgen kuğular, karıncaların taşıdığı renkli, geometrik yiyecekler... Kadraj ormana çevrildiğinde müzik de daha eğlenceli ve kalabalık bir sese dönüşür. Cuca öyle mutludur ki merdivenlerden bulutlara kadar çıkar. “Merdiven imgelerde daha çok zaman anlamıyla karşımıza çıkar” (Orhanoğlu 375). Bu açıdan Cuca’nın bugüne kadar yaşadığı hayatının zamansal özeti gibidir köyü.
Cuca yumuşak, bembeyaz, pamuk gibi bulutta hoplayıp zıplarken uzaktan bir fabrika bacasından çıkan gri dumanlar havayı kirletmeye başlar, gri bulutların ardında göğe doğru sivrilmiş yüksek binaların olduğu şehir görünür ve müzik de korku namelerine evrilir. Burada Brezilya için pamuğun öneminden de bahsetmek gerekir. Ülke büyük, mekanize çiftlikleriyle dünyanın en büyük pamuk üreticilerinden biridir. Bu sebeple pamuk çiftçisi bir babanın çocuğu olan Cuca, filmin baş rolündedir. Filmde fabrika bacası, çocuğun gözünde bir canavar ağzı gibi açılıp kapanır şekilde resmedilir. Mutluluğun zirveye çıktığı anda kameranın pamuk gibi bulutlardan gri dumanlı fabrika bacasına çevrilmesi ise sanayileşme etkisinin göstergesidir. Beyaz ve yumuşak pamuk; üretim, kazanç ve mutlu aileyi sembolize eder. Bu sebeple Cuca’nın mutluluğu pamuğa benzeyen beyaz bulutla gösterilir. Dönüşümü temsilen çıkan rüzgârla birlikte Cuca hızla yere düşmeye başlar.
Akabinde annesinin çaldığı zili duyup koşarak eve gider Cuca. Babası elinde bavulu, bir yolcuğa çıkmak üzeredir. Kahramanımız annesi ve babasının arasında geçen diyaloğu gölgeleri dolayımıyla dinler. Burada gölgelerin öne çıkarılması, ebeveynlerin konuştuğu önemli konuları anlamlandırmada çocuk muhayyilesinde mesafeyi temsil eder. Yönetmense kapitalizm, sanayileşme, geçim sıkıntısı ve para gibi önemli ve zor konuları resimlerle çocuk diline çevirerek ekrana taşır. Cuca bacağına sarıldığı babasının evden gitmesini istemez. Babasıysa cebinden flütünü çıkarıp ona filmin başındaki melodiyi çalar. Flütten çıkan notalar turuncu yuvarlak şekillerle ekrana taşınır. Aynı yuvarlaklar Cuca’nın annesi şarkı mırıldanırken de ekranda uçuşur. Cuca, bu melodi her çaldığında uçuşan, mutlu anların temsili olan bu turuncu yuvarlakları yakalayıp bir kutuda saklar. Kutuyu da toprağı gömer ve üstüne filmin ilk sahnelerinde gördüğümüz renkli taşı koyar. Bu melodi sembolik olarak babasından kalan tek yadigâr olur ve babanın trene binip gitmesiyle sahne sonlanır. Cuca evde, tarlada, her yerde babasının hayalini görmeye başlar. Özlemine dayanamaz ve bavuluna üç kişilik aile resmini koyup şehre doğru yola çıkar. Yolculuk siyah zemin üzerinde yağmur ve rüzgârla resmedilir. “Rüzgâr ve yağmur da imgelerde, merdiven gibi daha çok zaman anlamıyla karşımıza çıkar” (375). Cuca’nın babasını arama yolculuğunun uzun ve belirsiz bir zaman süreceğinin ipucunu da yağmur imgesi aracılığıyla sezinleyebiliriz.
Cuca’nın bavulu kendisinden büyüktür ve içinde yalnızca bir fotoğraf vardır. Bu görselin anlattığı şey ise çocuğun hayatının henüz bir aileden ibaret, minicik (fotoğraf) olması ancak o hayatı alıp uzak yolculuklara gidemeyecek kadar da ağır ve büyük olmasıdır. Yolda bir rüzgâr alır götürür Cuca’yı. Sabah yaşlı ve hasta bir adamın evinde gözünü açar. Bir süre bu adam ve köpeğiyle dost olup vakit geçirir. Yaşlı adam bir pamuk işçisidir. Cuca da sabah onunla birlikte pamuk tarlasına gider. Tarlada pamuk işçileri sırtında küfeleri ve uzun değnek bacaklarıyla sıra hâlinde resmedilmiştir. Bu şekliyle bir fabrika bandını andıran görüntü, pamuk işçilerinin robotlaştığının sembolüdür. Pamuk, küçük bir yer bitkisi olmasına rağmen burada büyük bir ağaç olarak çizilmiştir. Gerçek dünyada pamuğun yaprakları kuruyup kozası açıldıktan sonra kahverengi olur. Yani upuzun, yeşil yapraklı bir ağaçta beyaz pamuklar açmaz. Ancak burada pamuk üretiminin Brezilya halkı için “hayat ağacı” anlamına gelişinin alegorisini görmek mümkündür. Nitekim “hayat ağacı sürekli gelişen, cennete yükselen hayatın, dikey sembolizmini oluşturur. Geniş anlamda sürekli değişim ve gelişim içinde yaşayan evrenin sembolüdür” (Uçar 42).
Cuca, pamuk tarlasında babasının flütünden çıkan turuncu yuvarlaklardan birini görür ve ezgi çalmaya başlar. Görüntüyü takip eder ve rengârenk mandala desenli pançosuyla kuş maskeli, flüt çalan genç bir adamla karşılaşır. Diğer renklerden melodilerle birlikte Cuca kendini bir karnavalın içinde bulur. Değişik maskeli insanlar, ellerinde enstrümanlarıyla dans ederek törenden geçerler. Brezilya’nın Rio Karnavalının renkli ve hareketli görüntüsü bu sahneyle filmde yerini almış olur. “Rio Karnavalı, şehirdeki çeşitli topluluklardan gelen insan grupları tarafından oluşturulan samba okullarının katkısıyla oluşturulmuştur. Her mahalleden gelen erkekler, kadınlar ve çocuklar, sosyal statülerine bakmadan bireysel samba teması şarkısının bestesi dahil olmak üzere, Samba Geçidi için gerekli her şeyi tasarlamak ve inşa etmek üzere bir araya gelirler” (“Rio Karnavalı…”, s.y.). Dolayısıyla karnaval demek, yerli halk için birlikte, bütün olmak ve neşe demektir. Cuca uzaklaşıp giden topluluğun ardından bakarken onların yerine renkli bir Anka kuşunun çıktığını görür ve bir çığlıkla kaybolur. Bu Anka sembolü, filmin ilerleyen sahnelerinde de karşılaşacağımız gibi iyi ile kötünün savaşında renkli ve neşeli Brezilya halkının temsilidir. Cuca’nın yoldayken yanından hızla geçen tırlar, üstünden yüksek sesle geçen uçaklar, şehrin ve sanayinin gelişim izleğini gösterir.
Ardından gelen sahnedeyse tarlada sıraya dizilmiş olan işçileri patron denetlemektedir. Yaşlı adam öksürünce onu kovar. Çünkü çalışmak için genç ve sağlıklı bireylere ihtiyacı vardır. Yaşlı adamla birlikte eve dönüş yolculuğu, yine yağmurla birlikte denizde korkunç bir fırtınaya dönüşür. Cuca denize düşer, boğulma tehlikesi atlatır. Her yolculuğunda hedefine rüzgâr ve yağmurla sürüklenir. Dikkat çekilmek istenen kavram, yine zamandır. Bu uzun ve zorlu bir yolculuğun grafikte en kısa gösterimi, rüzgârın hızından faydalanılarak ekrana taşınır. Fırtına bitiminde bir ağacın üzerinde cebinden çıkardığı fotoğrafa bakarken yoldan geçen kamyonda babasını görür Cuca. Hemen koşar ancak yetişemez. Kamyondan bir kâğıt uçar, üzerinde babasının çalışmak için gittiği pamuk fabrikasının resmini görür Cuca ve o fabrikaya gider. İçeride gezerken babasını gördüğünü zanneder, ona koşarken aşağıya düşer ve havada bir pamuk yumağının üzerinde asılı kalır. Altında tonlarca pamuk vardır ancak Cuca o pamuk yumağı üzerinde yüzer hâlde uçmaktadır. Bu sayede çocuk izleyicinin, kasvetli fabrika içinde bilinmezlik ve korku duygusu pamuk dolayımıyla yumuşatılmıştır.
Sıra robotik hareketlerle çalışan işçilere gelir. Cuca dokuma tezgâhının başında çalışan turuncu kazaklı, renkli bereli genç bir işçinin yanına düşer. Bu genç tarladayken uzaktan gördüğü karnavalda flüt çalan adamdır. Ardından sahne değişir ve çocuk, pamuğun ipe dönüşmesini, dokuma tezgâhlarında büyük kumaş topları hâline gelmesini ve işçilerin tırlara yüklemesini izler. Dışarıda lüks bir otomobil görür ve içinden siyah giyinen kocaman adamlar iner. Fabrikanın patronu onları karşılar. Burada patron, halkın orta tabakasını temsilen kısa boylu, şişman, mavi kazaklı ve renkli büyük hasır şapkasıyla resmedilirken diğer adamlar kapitalizmi ve sömürüyü temsilen daha büyük ve siyah; üstelik kapitalizmin anlaşılamayan, gizli tarafını temsilen de güneş gözlükleriyle resmedilmiştir.
Paydos için siren sesi çalınca işçiler hızla fabrikadan çıkar ve servislere binip evlerine gider. Servislerin üzerindeki karmaşık reklam afişlerine dikkat çekilir. Reklam metası hâline gelen bir kadın, dolarlar, rakamlar, telefonla konuşan bir işçi; televizyonda sofra başında oturan Müslüman bir aile iç içe geçmiş bir şekilde gösterilir. Görece daha heterojen bir toplum olan köy yerine, tüm keşmekeşiyle homojenleşemeyen bir metropoldedir Cuca. O da servise binmiştir. Tüm işçiler ve şehirdeki yollar soluk kahverengiyle boyanırken yol kenarlarında seyredilen sayısız reklam tabelaları renklidir. Dikkati çeken bir husus da bu reklam afişlerindeki görseller artık bir çocuğun el çizimi değil gazete ve dergilerdeki resimlerden kesme-yapıştırma tekniğiyle (kolaj) yapılmış olmasıdır. Çünkü metropol; hayal dünyasını körelten, gerçekle hayali kolaj yapan bir yerdir. Reklam afişleri, çocuğun resmetmek istemeyeceği görüntülerdir. “Bir mekân, insana ait niteliklerle anlatılırken seçilen kelimeler, psikenin dış dünyaya açılan kapısıdır aynı zamanda” (Orhanoğlu 394). Burada da kelimelerin yerine görseller vardır ve çocuğun iç dünyasının dışa açılan kapısı olarak gözükürler. Sesler de şehirde artık heyecanını kaybetmiş; bir melodi olmaktan çıkıp daha mekanik ve korkunç bir hâl alır. Cuca otobüsün penceresinden caddede, bir askerî tören geçidini izler. Şehir tekdüze kahverengiyken askerler siyahtır. Tanklar canavar suretinde ve yeşil-siyahtır. Onları izleyen kitle de siyah insanlardan oluşur ve ellerinden havaya siyah balonlar uçuşur. Burada ilerleyen sahnelerde de görüleceği üzere Nazi Ordusu’nun izleri sezinlenir. Ağır, metalik bir müzikle şehrin karmaşası gösterilir ve servisteki üzgün, balık istifi insanlarla sahnenin geçişi sağlanır. Nihayetinde servisten herkes iner, Cuca yalnız kalır. En son inen kişi, fabrikada dokuma tezgâhının önüne düştüğünde renkli beresi olan gençtir. Cuca’ya bakar ve öyle iner. Çocuk da genci takip eder. Gecenin karanlığında, üst üste binmiş, bitişik nizam gecekondu evleri arasında, uzun bir merdivende seyreden yolculuk iki dakikalık bir sahne kadar sürer. Bu süreçte çocuk sırayla bir barın, kumarhanenin ve eğlence mekânının önünden geçer. Korkudan nefes nefese basamakları koşarak çıkar. Yorulduğunda genç adam onu omzuna alıp evine götürür. Burada karşımıza çıkan yolculuk sembolü de yine merdivendir ve bu yolculuğa yorgun, ritmik bir rap müziği eşlik eder. Artık şehrin göbeğindeyizdir.
Hayrettin Orhanoğlu, “şehir, şehirde yaşayan insana kendi niteliklerini benimsetir. Hızlı, canlı ve ışıklı, geniş caddelerde alabildiğine uğuldayan bir ses, tabiatın hiç kabul edemeyeceği bir orkestrasyondur” der. Bu yüzden “şehir ve ben karşıtlığı, bir mücadeleye dönüşür çoğu zaman. Bireyin iç dünyası, buna kimi zaman yapay tabiat düzenlemeleriyle cevap verir. Balkonlarda, teraslarda şehrin betonlaşmasına karşı gelmek ister” (396). Cuca’nın yeni dostunun evinin penceresindeki, saksı çiçekleri bu mücadelenin bir alegorisidir.
Cuca ve genç arkadaşı şehirdeki evlerinden çıkarken resimli bir duvarın içinden çıkarlar. Görselde; bulutlu gökyüzü, yeşil yer ve bir pamuk ağacı vardır. Kapı pamuk ağacının gövdesinden açılır ve çıkarlar. Bunu da şehrin içindeki yapay doğa ve bu yapay doğanın içindeki gerçek şehir hayatı, olarak yorumlayabiliriz.
Ancak merdivenlerden bisikletle tıkır tıkır inerken neşeli ve hareketli müzik, gelecek sahnede güzel şeylerin olacağının izlenimini verir. Nitekim, yolun sonu rengârenk şemsiyelerin olduğu bir semt pazarına çıkar. Genç adam çantasından fabrikada dokuduğu renkli, mandala desenli kilimi çıkarır. Üzerinde konserve kutuları, çatal, kaşık, şişe gibi gereçler bulunur ve bunlardan bir müzik aleti yapar; flüt eşliğinde çalarak para kazanır. Burada fabrikadan aldığı ücretle geçinemediği ve ek gelir için çalışmak zorunda olduğu da görülür. “Sanal altın olarak kâğıt para, emeksiz değer yaratmanın en incelikli aracıdır” der Mustafa Özel (13). Para kazanmak için gelinen şehirde, kazanılan para hiçbir zaman emeğin tam karşılığı olamaz. Dolayısıyla daha fazla para kazanmak için daha fazla emek harcama döngüsü başlar.
Gencin çalmaya başladığı müzik filmin başında çocuğun babasının çaldığı melodidir; flütten turuncu yuvarlaklarla birlikte diğer aletlerden çıkan renkli yuvarlaklar eşliğinde izleyiciler için eğlenceli dakikalar başlar. Cuca gereçlerin içinde bir kaleydeskop (çiçek dürbünü) bulur ve içindeki resimlere bakarken minik gülüşleri işitilir. Kaleydoskop; ışığın polarizasyonundan yararlanılarak yapılmış, içine bakıldığında renkli desenler görülen bir aygıttır. Bu desenler, ışığın yansımasıyla elde edilir ve dürbün hareket ettirildikçe sürekli değişir. Bir çeşit illüzyon kurar. Cuca da bu illüzyon sayesinde bir süreliğine karanlık şehrin karmaşasından köyünü ve ailesini anımsatan semboller aracılığıyla uzaklaşır. Ne var ki kısa süren bu mutluluk, Cuca’nın kaleydeskopa bakarak yürüdüğü yolda, inşaat çalışmalarındaki engellerle karşılaşmasıyla duraksar. Ancak o bunu fark etmez, yürümeye devam eder. Bir yerde durur ve kaleydeskopun içinde köydeki evini, anne babasını görür. Pencereden tavuklarını izlerken sahne tekrar şehre gelir ve tavukların gözleri ve gagaları suretinde gemiler görünür. Cuca kendini dev konteynerlerin üzerinde bulur. Gemiler artık denizde yüzen birer ördek görünümündedir. Vardıkları yer; fantastik bir şehirdir. Denizin üzerinde havada duran, üzerleri cam fanusla kaplı adacıklardan oluşan bir yerdir. Gökdelenler, uçan gemiler, hava raylar gibi aşırı lüksü temsil eden üst düzey bir şehir… Burada konteynerler boşaltılırken görüntü üretimin geldiği son nokta olarak dijitalleşir. Siyah bir ekranda çizgisel olarak resmedilir. Cuca, bir bilgisayar oyunun içinde, kumaş toplarının üzerinden atlayarak ilerler. Kumaşlar kıyafetlere dönüşür, paketlenir. Burada sadece pamuğun kıyafete dönüşüm yolculuğunu değil, simya ilmini de görürüz. Çünkü “Simya bir Orta Çağ hurafesi değil, modern ekonominin kendisidir. Modern para, bir ölümsüzlük metaforu olmuştur” (Özel 92). Tabiatta her şey dönüşür ancak dönüştükçe onun değerini arttıran şey kapitalizmdir.
Koli kapandığında firmanın logosu olan kartal görünür. Kartal daha sonraki sahnelerde görüleceği gibi burada yine Nazi simgesi olarak karşımıza çıkar. Yani diktatör ve totaliter düzenin, hayatın içindeki yerinin alegorisidir. Gemiler tekrar şehre geri döner ve Cuca genç adamla buluşur. Akşam eve dönüş yolculuğunda sokaklarda enstrüman çalıp şarkı söyleyen insanları görürler. Sokak kalabalıklaşır, müzik artar ve karnavalın başlangıç izleği ekrana gelir. Cuca uzaktan göğe yükselen Anka kuşunu görür. Brezilya’nın her şeye rağmen dinamizmini ve heyecanını yitirmediği Rio Karnavalı burada halkın, sanayileşmeye, diktatörlüğe ve savaşa karşı direnişinin simgesi olmuş ve Anka kuşuyla resmedilmiştir. Eve gitmeden genç adamla gizlice fabrikaya girerler ve adam kendine renkli bir panço dokur.
Ertesi gün arkadaşı Cuca’yı, babasını bulmak üzere bir tren istasyonuna götürür. Cuca heyecanla beklerken trenden babası iner. Sevinçle yanına koşarken inen diğer adamların da hepsinin babası olduğunu görür. Çünkü “şehri oluşturan şartların başında toplumsal uyum gelir, şehre ait en önemli tavır, ‘herkesleşme’dir” (Orhanoğlu 397). Tren geçtikten sonra ardında askeri bando görünür. Diğer taraftan ise karnavalın eğlence sesleri gelir. Karnaval mekânının üzerinden Anka kuşu yükselirken bandonun üzerinden siyah kartal yükselir ve kavgaları başlar. Totaliterizm ile özgürlüğün alegorik savaşıdır bu. Totaliter sistemlerde bireysel özgürlüğe yer yoktur ve kapitalizm de süslü bir totaliter sistemdir. Anka kuşu tek başına ve silahsız savaşırken kartala tanklar, helikopterler de yardım eder ve Anka kuşu ölür. Karnaval basılmış, insanlar dağıtılmış ve ortalık savaş alanına dönmüştür. İzleyici bunu, çöplüğe dönüşen alanda, şehrin yüksek binalarına kurulan dev ekranlardaki haberlerden öğrenir. Ardından haberler yine reklamlara geçer. Sahne, sanayileşme ile doğanın nasıl katledildiğini gösteren hızlandırılmış görüntülerle geçer. Burada ilk defa ağaçların kesildiği, fabrika dumanlarının olduğu gerçek video görüntüleri devreye girer.
Yeni sahnede Cuca, korku dolu ve nefes nefese demiryolu üzerindedir. Bu yeni bir yolculuktur aslında ve yolun sonu, ağacın altında; ilk başta ona pamuk tarlasında yardım eden yaşlı adamın yanına çıkar. Yani Cuca köyüne gelmiştir. Evine gider ancak evi, içeride otlar bitecek kadar eskimiştir, terk edilmiştir ve kimse yoktur. Bu yüzden aradan çok zaman geçtiği anlaşılır. Duyulan ayak sesiyle yansıyan gölgeden anlaşılacağı üzere içeri giren kişi, yaşlı adamdır. Pencereden bakar ve geçmişini hatırlar; annesinin onu da köyden uğurladığı anısını görür. Cuca, genç yaşlarında, babası gibi çalışmak için köyden ayrılmıştır. Şehre gittiğinde ona yardım eden genç adam da pamuk tarlasındaki dostu yaşlı adam da Cuca’nın kendisidir. Geri döndüğü evinin penceresinden izleyiciye hayatının özeti yansıtılır. Yaşlı Cuca renkli pançosunu giyer, çocukken renkli taşın altına sakladığı kavanozu alır ve kulağına dayar. Babasının flütünden çıkan melodileri dinler.
Sonuç olarak “Birey, sürekli yenileştirilen, dönüştürülen ve değiştirilen şehirli bilinciyle kendine ait olmayan bir tabiattan uzaklaşmak ister. O, şehre ait bilinci gibi kendi geçmişinden de kaçmaya çabalar. Oturduğu mekân, mekânın poetikasına uygun olarak toprakla yani güven verici sağlamlıkla ilişkisini tümden koparmıştır. Artık herkes bir şehirli olmak zorundadır. Onun dışında kalanlar hayatın da dışında kalmıştır” (398). Bu filmde de şehir, olumsuz bir işlev yüklenerek yaşanırlığın son bulduğu mekâna dönüşmüştür. Çünkü Cuca, babasını aramak için çıktığı yolculuktan ancak yaşlandığında dönebilmiştir. Yani yaşamaya devam etse de aktif yaşamı şehirde son bulmuştur. Para kazanma motivasyonu ömürden giden bir zamana dönüşmüştür. Nitekim paranın işlevlerinden biri de mübadele (değişim) aracı olmasıdır. Daha eski zamanlarda “tuzdan deniz kabuklarına, geyik boynuzundan deve başına kadar birçok eşya para yerine kullanılmıştır” (Özel 22). Bu alışveriş sayesinde para bir değer stoğu olarak da tarihte yerini alır. Harcandıkça değeri düşen emek, bu düşüş yüzünden değer artırımına gitmek zorunda kalır. Bu artırım önce daha çok emek, sonra yitirilen sağlık ve geçip giden bir ömür olarak sembolize edilir. Cuca içinse paranın temsili melodiler aracılığıyla kaybolan mutlu aile resimleridir.
Kaynakça
Abreu, Âle (yön.). Boy and The World. Brezilya: Filme de Papel, 2013
Orhanoğlu, Hayrettin. İmgeler Atlası. İstanbul: Ketebe Yayınları, 2021.
Özel, Mustafa. Roman Diliyle İktisat. İstanbul: Küre Yayınları, 2018.
Uçar, Tevfik Fikret. Görsel İletişim ve Grafik Tasarım. İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 2017.
“Rio Karnavalı Nedir?”. Riocarnaval. Web. (t.y.). Erişim: 25 Nisan 2023.