Soruşturma

Beyhan Kanter

Aslında çocukluğun para ile ilişkisi çıkarsız bir sevinçtir bence. Çünkü çocukluk zamanlarımızda  paranın menfaatle doğrudan ilişkisini mümkün olduğunca geç kavradık. Belki çıkarcı bir uyanıklık istemiyordu ebeveynlerimiz bizden.

Çocuk Yazını “Paranın sanatla ve çocuk özneyle ilişkisini etik kodlarla yeniden değerlendirmek mümkün mü” sorusundan yola çıkarak yeni dosya konusunu “Paranın ve Çalışmanın Estetiği” olarak belirledi. Bu vesileyle çocukluk hafızanıza seslenerek öncelikle şöyle sormak istedik; çocukken aldığınız ya da kazandığınız ilk harçlığı hatırlıyor musunuz? Hatırlıyorsanız bunu okurlarımızla paylaşmak ister misiniz?

 

Aslında çocukluğun para ile ilişkisi çıkarsız bir sevinçtir bence. Çünkü çocukluk zamanlarımızda  paranın menfaatle doğrudan ilişkisini mümkün olduğunca geç kavradık. Belki çıkarcı bir uyanıklık istemiyordu ebeveynlerimiz bizden. Bayramlarda verilen harçlıklar dışında genellikle hediyeler veya oyuncaklar sevindirirdi bizi. Bunların pahalı veya ucuz olması çok önemli değildi. Bizden biraz büyük bir çocuğun çamurdan yaptığı bir araba veya tahtadan yapılmış bir oyuncak bizi mutluluktan uçurmaya yeterdi. Para geçmezdi hayallerimizin içinde diyeyim de tam anlaşılsın.

Ortaokul yıllarımda, babam Sakarya Türküsü ile Çanakkale Şehitlerine şiirlerini ezberlememi istemişti. Birkaç ay içinde her iki şiiri de ezberleyip yüklü bir harçlık almıştım. Sanırım bir emek karşılığında aldığım ilk harçlıktı. Bu hatıra gerçek dünya ile sevinci birleştirdiğim bir an olarak kalmış bende.

 

Çocuk yazınında paranın temsil biçimlerine ve çocuk öznenin parayla ilişkisine baktığımızda “çocuk işçi” örnekleminden hareketle para karşılığında çalıştırılmanın, çalışmanın önüne geçtiğini bu yüzden de pek makbul kabul edilmediğini görüyoruz. Özellikle toplumcu gerçekçi metinlere baktığımızda para ve çalışma temaları etrafında istismara uğrayan çocukların görünür kılınması söz konusu. Öte yandan parayla kurulan ilişkinin değişmesi ve paranın hem biçim hem de anlam olarak değişmesiyle kredi kartının resimli çocuk kitabında yer aldığını, yazları staj yapar gibi ya da harçlık biriktirmek için çalışan çocukları da görüyoruz. Sizce çocuk edebiyatında paranın temsili nasıl olmalı? Çocuk öznenin parayla ilişkisi edebiyat düzlemine nasıl taşınmalı? Çocukça çalışmak mümkün mü?

 

Bu konunun edebî metinlerde -tabii çocuklara yönelik eserlerde- oldukça hassas bir şekilde ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Çocuk yazınında çocukların para ile ilişkileri işlenirken çocuk psikolojisinin ve pedagojik hususların merkeze alınması önem arz ediyor. Bu noktada çocuk yazını ile içinde çocuklara yer verilen metinleri de ayırmak gerekiyor. Toplumcu gerçekçi metinler, toplumsal yapıdaki aksaklıkları, eşitsizlikleri, kapitalizmin sosyolojik sonuçlarını realist bir çerçevede işleyen eserler oldukları için ezen-ezilen, işçi-patron gibi ikilikleri anlatırken çocuk işçilere ve istismar edilen çocuklara da yer verirler. Ancak toplumcu gerçekçi metinlerin muhatabı ya da okuru yetişkinlerdir. Çocuk yazınında ise çocuk işçiyi veya istismar edilen çocukları en fazla işleyen ve trajik bir biçimde kurguya taşıyan yazarlardan biri Kemalettin Tuğcu’dur diyebiliriz. Tuğcu’nun romanlarındaki çocuk öznelerin hayatla mücadeleleri tamamen trajik bir düzlemde ele alınmaktadır.

Günümüz çocuk yazınında ise bahsettiğiniz gibi çalışan çocukların kurguda yer alma biçimleri daha farklıdır. Özellikle harçlıklarını biriktiren, tutumlu olan ve ağır olmayan, öğretici, eğlenceli (yaşlarına uygun) işlerde çalışan çocuk özneler aracılığıyla değerler eğitimi kazandırılmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda çocuk öznenin parayla ilişkisi edebî metinlere taşınırken “çocuğa görelik” ilkesinin merkeze alınmasında fayda olduğunu düşünüyorum. Kanaatime göre, edebî metinlerdeki çocuk karakterler trajik bir biçimde ağır işlerde çalışır vaziyette betimlenmemelidir. Zira muhatabı ve okuru çocuk olan bir edebiyatın çocukları karamsarlığa,kapitalizmin bireyi tahakküm altına alan cazibesine yönlendirmemesi ve hayatın güçlüklerini çok fazla dramatize etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu dengenin, (etik ve estetik unsurlar da gözetilerek) sağlam bir biçimde ve ustalıkla kurulması gerekmektedir.  Bütün çocukların para kazanma zorunluluğu ile çalışmaması ideal olandır. Bu nedenle maişet kaygısının olduğu yerde çocukça çalışmaktan bahsedilemez kanaatindeyim. Yani her türlü çalışma çocuk bedenine ve ruhuna ağır gelir. Ancak çocuklara el becerileri kazandıracak, yeteneklerini kullanabilecekleri alanlar açılması gerektiğine inanıyorum. Çocuk edebiyatı ürünlerinde de çocuk özneler aşırı didaktizme kaymadan bu şekilde yönlendirilebilir. Söz gelimi Mustafa Ruhi Şirin’in çocuklara yönelik eserlerinde bu türden örnekler yer almaktadır.

Bu düşüncem “çocuklar asla çalışmasınlar” anlamında değil. Çocuklar, zorunlu tutulmadan, kendi istekleri doğrultusunda tarlada, mutfakta, sanayide, dükkânda, atölyelerde, sanat merkezlerinde kısacası her yerde bulunmalı ve kendi yeteneklerini geliştirecek ölçüde, dünyanın gerçeklerini tecrübe ederek çalışabilmelidir. Nitekim yaz tatilinde çocukları bir işyerinde çırak olarak çalıştırmak gibi bir geleneğimiz vardır. Fakat çocukların emekleri sömürülmeden, güçlerinin ve yeteneklerinin ötesinde yük ve baskı hissettirilmeden olmalı bu süreç. Bahsettiğim biçimdeki uygulamaların kurgusal metinlerde de böyle, ya da sizin ifade ettiğiniz şekilde diyecek olursam staj yapar gibi, yer alması olumlu bir algı oluşturabilir. Çünkü emek, her yaş için değer üretici bir kavramdır.

Çağın şartlarının değişmesi ile sürekli test çözme ve sınav tehdidi altındaki çocukların yaşadığı baskının, yaz tatilinde ailesine tarlada yardım eden bir çocuktan daha fazla olduğunu düşünürüm.

 

Geç Dönem Osmanlı’dan Cumhuriyet’in ilk yıllarına, oradan da günümüze doğru uzandığımızda çocuklar için yayımlanan süreli yayınlarda ve medyatik içeriklerde banka reklamlarının ve sponsorluğunun ayrı bir yeri olduğunu gözlemledik. Zamanla reklam ve şarkılarla da desteklenen bu içeriklerde tutumlu olmayı özendiren/simgeleyen kumbara imgesi çocuk özneyle yakından ilişkileniyor. Siz bu ilişkiyi nasıl yorumlarsınız? Özellikle hatırladığınız ya da etkili bulduğunuz bir reklam var mı? (Geçmiş ya da güncel)

Süreli yayınlarda özellikle -edebiyat alanı için- banka reklamlarının yer alması tartışılagelen bir konu olmuştur. Bankaların kapitalizmin simgesi olduğu ve edebî içeriği olan süreli yayınlarda banka reklamlarına yer verilmemesi gerektiğine ilişkin bazı tartışmalar okumuştum. Ancak bahsettiğiniz gibi özellikle yetişkinleri birikim yapmaya teşvik eden banka reklamları çocuklara da kumbaralar aracılığıyla tutumlu olmayı öğretmeye çalışmaktadır.

1980’lerde devlet bankalarının çok farklı kumbaraları ve bu kumbaraların reklamları olurdu. Tır ve kamyon şeklinde olan kumbaraların reklamlarını hatırlıyorum. Tabii bizim çocukluğumuzda tek kanal (TRT) olduğu için reklamlar da sınırlıydı.

Bugün bence asıl tartışılması gereken çocuk kanallarında, video sitelerinde fütursuzca yayınlanan reklamlar. Çoğu oyuncak reklamı olmasına rağmen şiddeti, aşırı tüketim kültürünü ve popüler kültürü pompalayan reklamlar bunlar. Çocukların gözleri ve zihinleri tertemiz olduğu için aşırı renklendirilmiş ve aşırı sesle yoğunlaştırılmış imgeler onların ruhunda tamir edilmez yaralar bırakıyor. Sonra “Bu çocuk neden böyle oldu?” diye soruyor ebeveynler. Kimi banka reklamlarını da aynı bağlam içerisinde değerlendiriyorum.

 

Çocuk edebiyatında para ve çalışmanın temsili sizce çocuk öznenin yetişkinliğine nasıl etki ediyor? Parayla ilişkimizi çocukluk hafızamız ve kültürel kodlarla ilişkilendirebilir miyiz?

Oldukça zor bir soru. Para ve çalışmanın ne şekilde temsil edilmesi gerektiği psikolojik ve pedagojik boyutları olan bir konu. Bizim nesil Kemalettin Tuğcu’nun romanları ile büyüdü. Kemalettin Tuğcu’nun romanlarında yoksul, ezilmiş, çalışmak zorunda kalan ve şiddet gören trajik çocuk özneler anlatının temelini oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu tür anlatılarla büyüyen çocukların hayat karşısındaki reflekslerinde okudukları metinlerin etkisi zaman zaman ortaya çıkabilir.

Çocuklara zamanın değerli olduğu, üretken olmak gerektiği, yeteneklerini geliştirmeye çalışmaları değerler eğitimi çerçevesinde ve çocuk edebiyatının estetik ölçütleri ihmal edilmeden kazandırılmalı. Aslında İkinci Meşrutiyet sonrasında çocuklar için ön görülen pedagojik yaklaşımlar içinde de bu hususlar önemli bir yer tutmaktadır.

Para ve çalışma ilişkisinde ezilmişlik, yoksulluk anlatılarından ziyade “çocuğa görelik” ön plana çıkarılmalı. Günümüzde ise çocuk edebiyatından ziyade sosyal medyanın ve dijital oyunların etkisinin daha fazla olduğu söylenebilir. Ayrıca çocuk edebiyatının da bazı yönleriyle ticarileşmeye başladığını da kaydetmek isterim.

Her insanın para ile ilişkisinde çocukluk hafızasının bir etkisi olabilir kanaatindeyim. Çocukluğunda çok istediği bir oyuncağı alamama ya da her istediğine sahip olabilme bir biçimde hafızada yer eder. Nitekim hatıra türündeki eserlerde bu bağlamdaki örnekler sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Parayla ilişkide karakterin, aile çevresinin, çocukluk deneyimlerinin yanı sıra kültürel kodların ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Psikanalistlerin çalışmalarında da bu türden örnekleri görüyoruz.

Başka bir açıdan çocukların temsilinin toprakla, doğa ile, oradaki sağlıklı üretim ilişkileri ile ilişkilendirilmesi doğrudan parayla ilişkilendirilmesinden daha sağlıklıymış gibi geliyor bana. Öyleki masallardaki altın veya hazine imgelerinin paranın ifade ettiği saf değişim değerinden daha fazlasını ifade ettiğini söylemek mümkün.

 

Çocukken okuduğunuz ya da izlediğiniz kadarıyla (takip ediyorsanız günümüzde de) çocuk yazınında paranın temsili ve çocuk öznenin parayla ilişkisinin yansıtılma biçimi üzerine neler söylemek istersiniz? Unutamadığınız bir karakter var mı? (İnsan ve insan dışı canlılar, sınıfsal pratikler, para oyunları vb.)

Biraz önce bahsettiğim gibi dinlediğimiz masallardaki hazineler veya para gerçek dünyadaki doğrudan üretim-tüketim ve çıkar ilişkilerindeki paradan ayrı bir yerde masalsı bir konumdaydı. Kahramanlarında elde etme hırsı yaratmazdı. Keloğlan fakirdi. Birden bir hazine bulduğunda kötü birine dönüşmezdi. Ya da Ali Baba hazineyi bulduğunda hırstan gözü dönmüş birine dönüşmezdi. Bugünün dünyasında her şey olması gerektiğinden daha fazla gerçek. Bu çocuk ruhunu örseleyen bir durum. Çocuk için başarının ölçüsü zengin olmak, çok lüks bir arabaya veya eve sahip olmak şeklinde belirlendiğinde ona gerektiğinden daha fazla bir hırs yüklenmiş oluyor. Bu çağda büyüklerin olduğu gibi çocukların da maruz kaldığı en büyük tehlike bu.  

Son olarak çocuk edebiyatının özellikleri ve çocuğa görelik ilkesinin merkeze alınması konusunda M. Ruhi Şirin’in tespitlerini önemli bulduğumu söylemek isterim.