Soruşturma

Mehmet Atilla

Görünen o ki, çocuk edebiyatında parayı ya da kredi kartlarını, sanal cüzdanları yok saymamak gerekiyor. Fakat bunu başat öge olarak metne yerleştirmek yanlısı değilim. Emeğin karşılığı olarak alınan para ayrı, tüm erdemlerin önüne geçen para ayrı.

Çocuk Yazını “Paranın sanatla ve çocuk özneyle ilişkisini etik kodlarla yeniden değerlendirmek mümkün mü” sorusundan yola çıkarak yeni dosya konusunu “Paranın ve Çalışmanın Estetiği” olarak belirledi. Bu vesileyle çocukluk hafızanıza seslenerek öncelikle şöyle sormak istedik; çocukken aldığınız ya da kazandığınız ilk harçlığı hatırlıyor musunuz? Hatırlıyorsanız bunu okurlarımızla paylaşmak ister misiniz?

 

Aldığım değil ama kazandığım ilk harçlığı çok iyi hatırlıyorum. Bu harçlığı pek bilinmeyen bir işten kazandığım için izninizle ayrıntılarıyla anlatayım: Bodrum’un bir kasabasında, daha doğrusu bucağında doğdum. (O yıllarda köy ile kasaba arası yerleşim yerlerine nahiye ya da bucak denirdi.) Halkın gelir kaynağı narenciye ve balıkçılıktı. Yaz aylarında da ek gelir olarak defne yaprakları satılırdı. Bazı bölgelerde bu satışın hâlâ yapıldığını da ekleyeyim bu arada. Defne ağaçlarının dalları kesilir, yaprakları tek tek koparılır, çuvallara doldurulur, kiloyla tüccara verilirdi. Tüccar da bu yaprakları kurutmak için geniş düzlüklere serer, hepsinin eşit oranda kuruması için ara sıra altüst edilmesini isterdi. Yaklaşık 20-30 santimetre kalınlığındaki bu sergiye yalın ayak girilir, alttaki yaprakların üste çıkması için çalışılırdı. Kolay bir işti aslında, çocukların zaman zaman bu işte çalıştırılmasının nedeni de buydu sanırım. Tek sorun yazın kavurucu sıcağıydı. On yaşlarındayken böyle bir tüccarın yanında bir süre çalıştım ben de. İlk günün sonunda adamın uzattığı para gözümün önünde: Madeni bir 2,5 liraydı, arka yüzünde Atatürk’ün Kocatepe’deki yürüyüşü vardı, diğer madeni paralara göre iriceydi. O dönemde bir yetişkinin günlük ücretinin dörtte biri düzeyindeydi, fakat benim için çok daha değerliydi. Günün tarihini unuttum, fotoğraf aklımda: Geniş bir tarla, görkemli bir meşe ağacı, çuvallar, kantar, bir de sedir... Göbekli bir adamdı, pala bıyıklıydı, gülümseyişi güzel...

 

Çocuk yazınında paranın temsil biçimlerine ve çocuk öznenin parayla ilişkisine baktığımızda “çocuk işçi” örnekleminden hareketle para karşılığında çalıştırılmanın, çalışmanın önüne geçtiğini bu yüzden de pek makbul kabul edilmediğini görüyoruz. Özellikle toplumcu gerçekçi metinlere baktığımızda para ve çalışma temaları etrafında istismara uğrayan çocukların görünür kılınması söz konusu. Öte yandan parayla kurulan ilişkinin değişmesi ve paranın hem biçim hem de anlam olarak değişmesiyle kredi kartının resimli çocuk kitabında yer aldığını, yazları staj yapar gibi ya da harçlık biriktirmek için çalışan çocukları da görüyoruz. Sizce çocuk edebiyatında paranın temsili nasıl olmalı? Çocuk öznenin parayla ilişkisi edebiyat düzlemine nasıl taşınmalı? Çocukça çalışmak mümkün mü?

 

“Paranın hem biçim hem de anlam olarak değişmesi” saptamanız çok yerinde. Parayla olan ilişkiyi belirleyen koşullar gerçekten hızlı değişiyor ve üstelik her şey herkesin gözünün önünde gerçekleşiyor. Dolayısıyla çocukları bu atmosferin dışına taşımak olanaksız. Bilgisayar oyunlarının çok küçük yaşlara kadar yayılması ve bu ortamlarda bazen sanal bazen gerçek paranın kullanılması da apayrı bir olgu. Kuşkusuz ki yetişkinlerin bu konuda alabileceği önlemler var. Ancak ne kadar uygulanabildiği ayrı bir tartışma konusu. Görünen o ki, çocuk edebiyatında parayı ya da kredi kartlarını, sanal cüzdanları yok saymamak gerekiyor. Fakat bunu başat öge olarak metne yerleştirmek yanlısı değilim. Emeğin karşılığı olarak alınan para ayrı, tüm erdemlerin önüne geçen para ayrı. Bilindiği gibi çocuklar küçük sergiler açarak ufak tefek şeyleri satmaktan hoşlanırlar. Bir iş başarmanın karşılığında para kazanmak onları yaşama hazırlar. Benzer şekilde çocukların yalnızca deneyim kazanmak için yaşlarına uygun işkollarında “gönüllü” ve süre baskısı olmadan çalışmaları da anlaşılabilir. Fakat ucuz işçi olarak değerlendirilmeleri, ev ve okul ortamından uzaklaştırılmaları bir tür işkencedir. Bütün bunlar edebiyata taşınabilir, taşıyoruz. Elbette çocuk edebiyatının ölçüleri içinde.

 

Geç Dönem Osmanlı’dan Cumhuriyet’in ilk yıllarına, oradan da günümüze doğru uzandığımızda çocuklar için yayımlanan süreli yayınlarda ve medyatik içeriklerde banka reklamlarının ve sponsorluğunun ayrı bir yeri olduğunu gözlemledik. Zamanla reklam ve şarkılarla da desteklenen bu içeriklerde tutumlu olmayı özendiren/simgeleyen kumbara imgesi çocuk özneyle yakından ilişkileniyor. Siz bu ilişkiyi nasıl yorumlarsınız? Özellikle hatırladığınız ya da etkili bulduğunuz bir reklam var mı? (Geçmiş ya da güncel)

 

Bu konuda en bilinen tanıtım ve özendirme aracı, İş Bankası’nın dağıttığı kumbaralardı sanırım. İşin bir yanı reklam olsa da öteki yanı tasarrufa ve harcamaların düzenlenmesine yönelikti. Ardından gazete ve dergilerde kumbara kullanımını özendiren reklamlar yaygınlaştı. Biriktirme güdüsü insana ait özelliklerinden biri ne de olsa. Bu güdüyü yönetmek uğruna yapılan girişimleri pek de yadırgamamak gerekir. Ne var ki ülkemizdeki enflasyon hızı para biriktirmeye pek de elverişli olmadığından bu ilgi dalgalı bir seyir izledi. Dolayısıyla beklentileri karşıladığını düşünmüyorum. Daha çok bir boşluğu doldurma düzeyinde kaldığı bile söylenebilir. Yine de çocuk-para ilişkisi bağlamında olumlu bir yaklaşım olduğunu kabul etmek gerekir. Şimdilerde ise bu ilişkiye yönelik reklamlar ekran görselliğiyle iyice bütünleşti. Gerek televizyon gerekse mobil cihaz ekranlarındaki reklamların hedef kitlesi çocuklar değil belki, ama onları da bu girdaptan uzak tutmak olanaksız. Bundan sonrasında çocuklara dijital okuryazarlığın yanı sıra finansal okuryazarlığı da kıyısından köşesinden anlatmak gerekiyor galiba.

 

Çocuk edebiyatında para ve çalışmanın temsili sizce çocuk öznenin yetişkinliğine nasıl etki ediyor? Parayla ilişkimizi çocukluk hafızamız ve kültürel kodlarla ilişkilendirebilir miyiz?

 

Bence ilişkilendirebiliriz. Çocukluk evresinin hemen her alanda olduğu gibi parayla ilişki konusunda da tüm yaşamımıza etki ettiğini düşünüyorum. Varsıl ailelerin çocukları bu ilişkiyi keskin ve sert kırılmalarla yaşamazlar, ancak yoksullukla biçimlenen bir çocukluğun gelecek tasarımında oldukça belirleyici olduğunu söylemekte yarar var. Anna Karenina’nın başlangıç cümlesiyle uyumlu bir durum çıkar ortaya: “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin ise kendine özgü  bir mutsuzluğu vardır.”

 

Çocukken okuduğunuz ya da izlediğiniz kadarıyla (takip ediyorsanız günümüzde de) çocuk yazınında paranın temsili ve çocuk öznenin parayla ilişkisinin yansıtılma biçimi üzerine neler söylemek istersiniz? Unutamadığınız bir karakter var mı? (İnsan ve insan dışı canlılar, sınıfsal pratikler, para oyunları vb.)

 

Çocuk edebiyatı kapsamındaki kitapların tümünü gözden geçirmek mümkün değil. Görebildiklerimde ise parayı nesne olarak öne çıkarmak yerine yoksulluk atmosferini anlatan metinlerin yaygın olduğu görülüyor. Dolaylı bir yaklaşım bu.  Genel-İş Sendikası 2007 yılında İşçi Öyküleri/Çocuk İşçiler adlı bir seçki yayımlamıştı. Tuncer Uçarol’un hazırladığı bu seçkide yer alan öykülerde de benzer bir yönelim vardı. Demek oluyor ki, çocuk-para ilişkisi edebiyatımızda oldukça sisli bir biçimde işleniyor. Kimi yazarların bu konuda kayda değer bir çabası olsa da Muzaffer İzgü, Kemalettin Tuğcu ve Rıfat Ilgaz’a daha geniş yer açmak gerekiyor. Sabahattin Ali’nin çocuk kahramanlarını da etkileyici bulurum doğrusu. Fakat yazınsal anlamda “unutulmaz bir karakter” derseniz, öyle biri gelmiyor ne yazık ki aklıma.