Dosya

Çocuk Öznenin Çocukluğuyla Arasında Görünmez bir Duvar Olarak Para

"Hem edebi eserlerde hem de filmlerdeki bazı örnekler dikkate alınırsa, paranın yokluğunun, her şeyden önce çocuk ve çocukluğu arasına bir duvar ördüğü söylenebilir."

Para nedir? Para kavramı ne zaman idrak edilir? Modern ya da geleneksel toplumlarda para-insan ilişkisi nasıldır? Para çevresinde o kadar çok soru sorabiliriz ki. Bugün hayatımızda olmazsa olmaz bir yeri olan bu materyal ile bireysel ya da toplumsal sürekli bir ilişki belki de kavga halinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Paranın tarihsel arka planını, sosyolojik ve psikolojik anlamını aynı zamanda önemini işin uzmanlarına bırakalım. Ve gelin, sayfalar ile birlikte perdede de izini sürelim paranın. Hatta daha da detaya girelim ve sadece çocuk-para ilişkisine odaklanalım. Önce kendimize sormaya ne dersiniz? Çocukken paranın benim için anlamı neydi? Ne zaman idrak ettim paranın değerini? Ya nasıl elde ettim onu, yaşamımın ilk günlerinde? Bu soruların cevaplarını her birimiz kendimize verelim, edebiyat ve sinemadan arayışımıza devam edelim.

 

Türk ve Dünya edebiyatı insan-para ilişkisinin çeşitli örnekleri açısından zengindir. Bunların arasında unutulmaz çocuk karakterler de vardır. Türkiye’den Munise’yi,[1] Ayşecik’i,[2] Fadiş’i;[3] İngiltere’den Oliver Twist’i,[4] Tiny Tim’i,[5] Charlie Bucket’i[6] ve Ron Weasley’i;[7] Avrupa’dan Heidi’yi;[8] Amerika’dan Pollyanna’yı[9] ve daha nicelerini nasıl unuturuz? Bu çocuklar fakirliğin farklı portrelerini sergilerler okuyucuya. Peki, edebiyat ve sinemanın yadsınamaz ilişkisiyle benzer portreler sinema perdesinde yok mudur? Elbette hem dünya hem de Türk sineması, çocuk-yetişkin her yaştan karakterle para, çalışma, emek, varlık, yokluk içeren hikâyeler arşividir.  Bir kere sadece yukarıda adı geçen kahramanların filmleri yeniden yapılır durur. Bu yoksul çocuklar her türden filmle tekrar hayat bulurlar perdede. Yazımızda Türk sinemasında parayla imtihan olan çocuk imgelerinin seyirciye neler söylediği incelenecektir.

 

Bilindiği üzere çocuk-çocukluk çalışmaları geçen yüzyıl başlayan son derece yeni çalışmalar olduğu gibi, çocuk edebiyatı başlığının neleri kapsadığı ya da nasıl olması gerektiği konuları da henüz üzerinde tartışmalıdır. “Çocuk edebiyatı yetişkin edebiyatından bir cüz müdür yoksa başlı başına bir tür müdür?” ikilemi nasıl edebiyat ile ilgilenenleri meşgul ediyorsa, çocuk filmlerinin sinemanın nesi olduğu da tam netleşmemiş bir konudur. Hele “Türk sinemasında çocuk filmi var mıydı-var mıdır?” gibi sorular pek merak edilip araştırılmayan, üzerinde çalışılmayan alanlardır. Genel olarak çocuk filmi; aile filmi türüne eklemlenir. Türk sinemasının dönemleri dikkate alındığında; Yeşilçam, Arabesk ve yeni Türk sineması şeklinde kabaca bir ayrıma gitmek çok da yanlış olmaz. Türk sinema tarihinin büyük kısmını kapsayan Yeşilçam - Arabesk dönemlerinde ana film türünün, melodram ve aile filmi diye nitelenen filmlerin de aslında bu türün örnekleri olduğu bir gerçektir. Dolayısıyla Türk sinemasında çocuk ile ilgili birtakım incelemeler yapmak isteyen kişi, melodram filmlerini incelemeli denilebilir. Melodram türü ise, Aristocu yaklaşımın devamı olan ikili karşıtlıklar üzerine kuruludur. İyi-kötü, güzel-çirkin, zengin-fakir gibi örneklenebilecek bu karşıtlıklar melodramın ve Türk sinemasının omurgasını oluşturur. Tabii ki para çeşitli bakış açılarıyla; varlığı, yokluğu, değeri, kudreti içeren vurgularla filmlerin sürükleyici unsurlarından biri haline gelmiştir. Para; bir söylem olarak sürekli ağızlardan dökülen bir argümandır. Örneğin, Ayşecik Şeytan Çekici[10] filminin başında Ayşe’nin büyümesini takip eden sahnede “para” kelimesi arka arkaya defalarca her karakterin ağzından dökülür. Adı dillerden düşmeyen para vardır, oralarda bir yerdedir ama acaba çocukla ilişkisi nedir?

 

Alışveriş nesnesi ve sınıf göstergesi olarak para bir tür turnusol kâğıdıdır Türk sinemasında. İyilerin elinde farklı, kötülerin elinde farklı şekillerde kullanılır ve türlü anlamlar kazanır. Çocuk oyuncuların rol aldığı filmlerde de para; varlığıyla ödül, yokluğuyla ceza olarak temsil edilebildiği gibi; bir değer, sınıf belirleyici bir unsur ve emek karşılığı elde edilen maddi güç biçiminde de görülür. Çocuk karakterler yeri gelir küçük bir emekçi olup para kazanır, yeri gelir karnını doyurabilmek için hırsızlık yapar. Perdede bazen zorla dilendirilen ya da hırsızlık yaptırılan bazen alın teri dökerek kazandıkları parayla herkesin yardımına koşan kimi zaman da zengin aile ferdi olarak yediği önünde yemediği ardında resmedilen çocuklar görülür. Filmlerde çocuk -para temsilleri ve ilişkilerine dair çok çeşitli veriler bulunabilir.

 

Hem edebi eserlerde hem de filmlerdeki bazı örnekler dikkate alınırsa, paranın yokluğunun, her şeyden önce çocuk ve çocukluğu arasına bir duvar ördüğü söylenebilir. Ayşecik’in kâğıt helvalara ve pastane vitrinindeki üç katlı doğum günü pastasına bakışı,[11],Charlie Bucket’in Wonka çikolatalarına bakışı, Ron Weasley’nin Hogwarts trenindeki şekerleme arabasına, Ayşecik ile Yumurcak’ın şerbetçilere ve balonculara[12], Sezercik’in üvey babası zoruyla sattığı çeşit çeşit şekerlemeleri yiyen çocuklara bakışı[13] seyirciye hep bu görünmez duvarın varlığını hatırlatır. Bazı çocuklar çocukluğun en basit ifadesi olabilecek şeker - çikolata yiyebilmekten çok uzaktırlar. Onlar da satıcıların başına üşüşen diğer tüm çocuklar gibi şeker, şerbet, helva yiyebilmek, balon ile oynayıp, lunaparktaki oyuncaklara binebilmek isterler. Ancak bu isteklerini dile getirdiklerinde duydukları “paran yoksa şerbet de yok”[14] olur.

 

Türk sinemasının çocuk kahramanları çoğu filmde çeşitli işlerde çalışıp para kazanırken görülürler. Bazılarında ise maddi - manevi sömürüldükleri, kullanılıp, üzerlerinden para kazanıldıkları da olur. Örneğin, Öksüzler[15]’de çocuklara dilencilik, yankesicilik, hırsızlık yaptırırlar. Sezercik’i babasına olan kininden dolayı kaçırarak çetesine katan kötü adam İzzet, ona her türlü pis işi öğretmek için diğer çocukları görevlendirir. Amacı Sezer’in, babasının karşısına bir gün toplum düşmanı bir suçlu olarak çıkmasıdır. Her tür kötülük öğretilerek büyüyen Sezer yankesici olur, arkadaşı Fatma ise dilencidir. Daha sonra, İzzet’in yeni getirdiği bir bebeğe olan zulmüne dayanamaz, bebeği de alıp birlikte kaçarlar. Artık Sezer’in niyeti kötülüğü bırakarak çalışmaktır. Gece sığındıkları mağaradan çalışmak ve yeni ailesine yemek alabilmek için sabah olduğunda çıkar. Bir oduncuya yaklaşarak iş ister. Adamın “Odun keser misin?” sorusuna elektrikli testereyi görüp korkarak, “odun dizer misin” sorusuna boyundan büyük odun yığınları karşısında gözü yılarak evet der fakat adamlar onu ciddiye almaz ve elli kuruş vererek başlarından savmaya çalışırlar. Sezer, buna çok bozulur ve “cebine koy o parayı” der “ben dilenci değilim” diye de çıkışır. Oradan ayrılıp bir simitçiye gider. Satmak için simit ister ama simitçi depozit olmadan simit vermez. Sezer üzgün ve çaresiz, Fatma ve bebeğin yanına, mağaraya eli boş döner. Hepsi açtır, bebek açlıktan ağlamış sesi kısılmıştır. Sezer, omuzlarında bütün bu yükü hissederek iş bulduğu yalanını söyler. Ancak ertesi gün de iş bulamaz. Bir restoranın camekânından içerideki tepsi tepsi yemeklere bakarak yalanır. Dükkân sahibinden, artık olarak kalan yemeklerden ister ancak oradan da kovulur. Dilenmeye ve çalmaya kararlılıkla son vermiş olan Sezer, kimsesiz sokaklarda yaşayan çocukları görmezden gelen yetişkinler tarafından yeniden çalmaya mecbur bırakılır. Ta ki, her gün yarım litre sütünü çaldığı sütçü dede onları keşfedip, iş ve para verene dek. Sezer’in eli artık ekmek tutmuş; mahalleli onu tanımış, benimsemiştir. Sütçü dedenin ona verdiği eşek Fıstık’la süt satarak, küçük ailesine bakmaya başlar. Bayram geldiğinde mahalleli bayram harçlığı verir, bayramlık elbiseleri olur. Ama bayramda bile çalışmaya devam eder Sezer. Para kazanıp karınları doyunca biraz da olsa mutlu olan bu çocuklar yine çocukluklarından çok uzaktırlar. Fatma kucağındaki bebeğe annelik yaparken, Sezer bayramda bile süt satar. Yanından ellerinde balonlarla geçen bayram çocukları, onların çocuklukları ile aralarındaki uzaklığı gözler önüne serer. Filmin devamında Sezercik, en yakın dostu eşek Fıstık’ı çok para vererek satın almak isteyen adama, onu satamayacağını çünkü ondan başka kimsesi olmadığını söyler. Sonra bu fikrinden vazgeçen Sezer, iyi bir anlaşmayla hem Fıstık’ı satacak hem sıcak bir aile yuvasına kavuşacak, hem de sütçü dedesine yeni sütanneler (inekler) alması için para gönderecektir. Bu arada, eşek Fıstık’ın kimsesiz çocuklar yararına satılacağı açık arttırma, seyirciyi “zengin çocuk - fakir çocuk’’ ikilemiyle karşı karşıya getirir. Zengin ailelerin çocukları, Fıstık’ı alma konusunda anne-babalarına baskı yaparlarken, içlerinden şımarık bir çocuğun, çok zengin olan babasının Fıstık’ı ona alacağı ve Fıstık’ı kırbaçlayacağını söylemesi üzerine Sezer sarsılır. Fakir çocuk ve zengin çocuk imgesi, sırasıyla; iyilik-dostluk, para-güç eşleştirmeleriyle perdede ifade edilir.

 

 

Biraz önce ifade edildiği gibi, Türk sinemasında çocuk kahramanlar kendi ekmeğini kazanma, kimseye minnet etmeme konusunda mahirdirler. Ayşecik, Yumurcak ve Sezercik filmleri başta olmak üzere bütün çocuk yıldızlı filmlerden sayısız örnek vermek mümkündür. Yumurcak Köprüaltı Çocuğu’na (1970) bakılacak olunursa, bir ailenin iftira ile parçalanmasının ardından yalnız kalan çocuk, ailesini bir araya getirmenin sorumluluğunu yüklendiğinde para kazanmak için de çabalar. Yumurcak, simit satmak, dolmuş taksilerde çığırtkanlık yapmak, araba yıkamak gibi çeşitli işler yapar, hamallık da yaptığı işlerden biridir. Bu arada on iki yaşlarında olan iki çocuk hamalla konuşur, çocuklar işlerin kesat olduğundan bahsederler. Hem ailesi dağıldığı hem de para kazanmak için sokaklarda vakit geçirdiği için kız arkadaşı Ayşe’yle bağını koparmak ister: “Ben artık sokak çocuğu oldum, benimle dolaşmak sana yakışmaz” deyince Yumurcak, Ayşe’nin cevabı “Kötü bir şey yapmıyorsun, evine bakmak için çalışıyorsun, bundan sonra beraber çalışır kazanırız” olur. Ayşe dans edecek, Yumurcak da darbuka çalıp şarkı söyleyecektir. Biri klarnet, diğeri akordeon çalan iki çocuğun da onlara katılmasıyla sokaklarda gezerek para kazanırlar. Yaşadıkları acılara rağmen, yaşlarından beklenmeyen bir çabayla çalışıp para kazanarak ailelerini korumaya-kurtarmaya uğraşan bu çocuklar aslında bir bakıma oyun oynamaktadırlar. Her çocuk oyun oynamak ister, her çocuk evcilik oynar, bu evciliğin bir parçası da anne baba olup eve ekmek götürmektir.

 

Çocukların yetişkin gibi davranarak para kazanma çabasında olduklarında aslında bir nevi oyun oynadıklarını söyledik. Çocuklar oyun-evcilik oynuyorlarsa bunun gerçek olmadığını da bilirler. Örnek olarak hem Ayşecik serisinin ilk filminde (1960) hem de Yumurcak Köprüaltı Çocuğu’nda kullanılan bir durumu verebiliriz. Ayşecik ve Yumurcak’ın aileleri dağıldığında, ikisi de kardeşleriyle ortada kalırlar. Polisler ve mahalleli “kardeşine iş bulduk’’ diyerek Ayşe ile Yumurcak’a verecekleri paraya bahane bulurlar. Bebeklere buldukları iş, bir teyzeye gidip süt emmektir. Ayşe çok gururlu olduğu için para kabul etmez diye düşündüklerinden bu oyunu bulurlar. Ayşe’ye babası “iyilik karşılığı para istenmez’’ diye öğrettiğinden para almak istemez. Polisler “sen istemiyorsun biz veriyoruz’’ deyince razı olmuş gibi görünür, onların arkasından kardeşinin patiğini öpüp kendi kendine konuşur, “Polis amcalar da yalan söylüyorlar, ben senin çalışamayacağını bilmiyor muyum” diyerek ağlar.

Oyun da oynuyor olsalar, sokaklara çıkıp para kazanma telaşına düşen bu çocuklar paranın değerli olduğunun bilincindedirler. Karşılıksız, hak etmeden kimseden para alınmayacağını, emek sarf ederek elde edileceğini, sadece kendine ait olana değil, başkasının parasına da aynı düşünce ve hassasiyetle yaklaşılması gerektiğini bilirler. Ayşecik ve Yumurcak sokakta çalışırlarken oradan geçen bir kadının cüzdanının yankesici tarafından çalındığını görürler. Hemen harekete geçip cüzdanı sahibine teslim ederler. Yumurcak’ın Tatlı Rüyaları’nda (1971)[16] para kazanan kimsesiz çocuk, paranın kıymetini bilir, öyle ki sadece kendi parasını değil, başkasının parasını da korur. Karpuz satarken bir hırsızın bir kadının çantasından cüzdanını çaldığını görür ve köpeğiyle adamı yakalayıp cüzdanı alır, kadının arabasına yetişemez ama komiser amcasıyla kadının evine giderler.

 

Bu tavır Ayşecik’te (1960) de görülür: Para kazanmak için arkadaşlarıyla şarkı söylerken yine bir yankesicilik yaşanır. Ayşecik, bu yabancı kadının çalınan cüzdandaki paraya hiç ihtiyacı olmasa bile yine de parayı düşünmeden edemez. Hırsızın peşinden koşarken düşer, yaralanır ama emeğe saygı duymayana aman da vermez. Kimin olduğu önemsizdir: Para değerlidir.

 

Ekmek Parası (1962) filmi, gününü zor kurtaran bir adamın terkedilmiş bir bebeği yanına almasıyla başlar. Çocuk büyüdükçe günlük geçimlerini sağlamanın yolunu birlikte bulmaya çabalarlar. Bu ise başlarda pek dürüst yollardan yapılamaz, birlikte çeşitli dolandırıcılıklara karışırlar. Ama bu iş sadece karın doyuracak kadardır. Âdeta zenginlerin kendilerine zaten borçlu olduğu kadarını onlar razı olmasa da illegal yollarla alırlar. Sıcak ve güneşli bir günde işleri kesat olan şemsiyeci için yağmur yağdırıp paylarını isterler. Tatildeki dişçinin muayenehanesine sızar ve çürük dişleri reklam fiyatına çekerler. Cam kırar, cam takarlar. Elbette her zaman kanunsuzluk değildir geçim kapıları; bazen ayakkabı boyayarak bazen de nane şekeri satarak para kazandıkları perdeye yansır.

 

Çocuk oyuncuların rol aldığı Yeşilçam filmlerinde parasını kazanmak için çocuk kahraman, yasal ya da yasal olmayan işler yaparken görülebilir. Sokaklarda her tür seyyar satıcılıktan-mahalle esnafının çıraklığına, taksi muavinliğinde-sokak şarkıcı-çalgıcılığına, gazete satıcılığından-hamallığa kadar çok geniş bir yelpazede çalışan çocuklar beyazperdede temsil edilebilir. Bunların yanında, zaman zaman hırsızlık, dilencilik, dolandırıcılık babından çeşitli kötü işlere de bulaşabilirler. Amma velâkin bunların hiçbirini insanlara zarar vermek, kötülük yapmak, bozgunculuk çıkarmak için değil sadece yaşamlarını sürdürebilmek için yaptıklarından seyirci tarafından da yadırganmaz, sevilmeye devam ederler. Onların hâline bakan ve onları gören olsa, zaten bu durumda olmayacaklarından, seyirci tarafından da yaptıkları haklarıymış gibi algılanır. Filmlerde maddi-manevi yoksulluk yaşadıkları resmedilen bu çocukların, anneleriyle ve babalarıyla kavuşma anları onların hem maddi hem de manevi olarak zenginleşmeye başladıkları noktadır. Çünkü bu filmlerde bazen anne ya da baba çok zengindir ama ayrı düşmüştür. Çocuklar daha önce yaşayabilmek için her tür kötü işe bulaşmış olabilirler lâkin anne-baba ile hem ruhları hem karınları doyacaktır artık. Para kazanma zorunluluğu ortadan kalkan çocuk ve çocukluğu arasındaki duvar da yıkılır sonunda. Çocuk anne-babasına, çocukluğuna, şekerlere, çikolatalara, rengârenk giysilere, çeşitli oyuncaklara kavuşur.

 

 

 

 

 

 

 

Kaynakça

Erakalın, Ülkü (Yön.). Ekmek Parası. Melek Film, 1962.

Göreç, Ertem (Yön.). Sezercik Öksüzler. İstanbul: Er Film, 1973.  

İnanoğlu, Türker (Yön.). Yumurcak. İstanbul: Erler Film, 1969.

___________________. Yumurcak Köprüaltı Çocuğu. İstanbul: Erler Film, 1970.

___________________. Yumurcak’ın Tatlı Rüyaları. İstanbul: Erler Film, 1971.

Önal, Safa (Yön.). Sezercik Yavrum Benim. İstanbul: Er Film, 1971.

Saner, Hulki. (Yön.). Ayşecik Cimcime Hanım. İstanbul: Erman Film, 1964.

Ün, Memduh (Yön.). Ayşecik. AS Film, 1960.

Yılmaz, Atıf (Yön.). Ayşecik Şeytan Çekici. AS Film, 1960.

 

 

 

 

 

 

 

[1] Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu, İstanbul: İnkılap, 1923.

[2] Kemalettin Tuğcu, Ayşecik, İstanbul: Ceylan, 1960.

[3] Gülten Dayıoğlu, Fadiş, İstanbul: Altın, 1971.

[4] Charles Dickens, Oliver Twist, Londra: Richard Bentley, 1838.

[5] Charles Dickens, A Chrismas Carol, Londra: Chapman&Hall, 1843.

[6] Roald Dahl, Charlie’nin Çikolata Fabrikası, New York: Alfred A. Knopf, 1964.

[7] J.K.Rowling, Harry Potter ve Felsefe Taşı, Londra: Bloomsbury, 1997,

[8] Johanna Spyri, Heidi, Londra: F.A. Perthes, 1880.

[9] Eleanor H. Porter, Pollyanna, Boston: L.C. Page and Company, 1913.

[10] Ayşecik Şeytan Çekici, Atıf Yılmaz, 1960.

[11]  Ayşecik Cimcime Hanım, Hulki Saner 1964.

[12] Ayşecik Şeytan Çekici; Yumurcak, 1969.

[13] Sezercik Yavrum Benim, 1971.

[14] Ayşecik Şeytan Çekici., 1960

[15] Sezercik Öksüzler,1973.

[16] Yumurcak’ın Tatlı Rüyaları, Türker İnanoğlu, 1971.