Dosya

Sinik Aklın Eleştirisi Olarak Para Ağacı ve Proje İlişkilenimleri

"İster kapitalist düzen ister çağın gereği ister ticaret denilsin, arzu ve ihtiyaçların asla eksilmediği ve doymadığı bir işleyişte çocuk özneler için para etiğini nasıl konuşabiliriz?"

Çocuk yazını bağlamında edebî metinlerde paranın temsili konusunu tartışmaya açmadan önce yetişkinler olarak bizlerin parayla kurduğu sinik ilişkilenme biçimlerini düşünmek gerek. Ödemelerin hep sonraya ertelendiği kredi kartlarının bir aktör gibi hareket ettiği koşullarda çocukluk hafızamızdan getirdiğimiz ve derslerde kompozisyon konusu olarak en sık verilen “Ayağını yorganına göre uzat” atasözüyle idealist bir düzlemden konuşmak anlamsız. Üstelik “Yorgan gitti, kavga bitti” diyebileceğimiz şekilde işleyen bir sistem de yok. Yorganınız yoksa birinden yorgan ister, ayağınız dışarda kaldıysa yenilikçi bir buluşla yorganı uzatır, yorgan üstüne yorgan eklersiniz ve gözünüz de hep ufuktaki yorganlarda olur. Ola ki yorganınız elinizden alındı ya da havalar ısındı yorgana ihtiyaç kalmadı ya da bazen olur ya uzaması gereken yorgan o ay biraz çekildi, “Eyvah zarar ediyorsun!” çanları çalmaya başlamıştır artık. Rızık: Nostaljik bir kelime. Zaten bu devirde yorganınızı kendiniz dikmeniz, içini yünle doldurmanız da hem zahmetli hem anlamsız (!). İster kapitalist düzen ister çağın gereği ister ticaret denilsin, arzu ve ihtiyaçların asla eksilmediği ve doymadığı bir işleyişte çocuk özneler için para etiğini nasıl konuşabiliriz? Şermin Yaşar’ın 2022 yılında Taze Kitap’tan çıkan Para Ağacı kitabı tam da buradan hem yetişkinlere hem çocuklara sesleniyor: Etik biçimde para nasıl üretilir?

Para Ağacı’nın her bölümü, bölüm içinde çocuk ve yetişkin okura iletilecek mesajı çerçeveleyen, geleneği temsil eden bir öznenin tümcesi olarak da anlatıda beliren bir levhayla açılır. Bu levhaların ilki “Yatanın yürüyene borcu var”dır (Yaşar 4-5). Okur olarak ilk çizimde yorganının altından sadece başı gözüken bir çocuğu ve ders çalışma masasındaki kumbarayı fark ederiz. Akabinde anlatı ana kahramanın bu çocukla ilk tanıştığı zamanı öykülemesiyle açılır. Kendi ihtiyaç ve isteklerinin farkında, lise sınavlarına hazırlanan bir kız çocuğunun ironik ve çözümleyici dilden kurduğu bir öykülemedir bu. Yetişkin okura çocuk özneye olan davranışlarını sorgulatırken çocuk okura anlaşıldığını ve değer gördüğünü hissettirir. İlk olarak kültürel kodlarımızın gereği olarak misafirlikte çocuklar arası tesis edilen büyük çocuk ve küçük çocuk arasındaki hiyerarşik oyun oynama ve oynatma pratiğini yansıtır. İki çocuk tanıştığındaysa sonradan isminin “Uysal Duran” olduğunu öğreneceğimiz tembel oğlanın konuşunca bile yorulan, hiçbir işini kendisi yapmayan, okula gitmeyen bu yönüyle ilk bakışta sinikleşmiş bir kahraman olduğunu öğreniriz. Sinik ebeveyn tutumlarıyla kendi potansiyelini keşfetmesi engellenen ve dışsal bir yetersizlik hissiyle egosu zedelenmiş, “tembel teneke” kimliğini üzerine giyinmiş bir kahramandır o. Zizek, İdeolojinin Yüce Nesnesi’nde sinizmi, “dolaysız bir ahlaksızlık konumu” olmayan, “daha çok ahlaksızlığın hizmetine konulmuş bir ahlak” olarak çözümler (45). Sinik dolayımlama, “dürüstlüğü en üst namussuzluk biçimi olarak, ahlakı en üst utanmazlık biçimi olarak, doğruyu da en etkili yalan biçimi olarak kavramaktır. Dolayısıyla bu sinizm resmi ideolojinin olumsuzlanmasını olumsuzlamanın sapkın bir türüdür: Yasadışı zenginleşme karşısında, hırsızlık karşısında siniğin tepkisi yasal zenginleşmenin çok daha etkili olduğu ve üstelik yasalarca korunma altına alınmış olduğunu söylemekten ibarettir” (45).

Uysal’ın anlatıya konu olan para ağacının bahçelerinde bitmesini sağlayacak eylemsi hareketi de sinik bir yerden koşullanır. Önce anne ve babasının söylemlerine dayanamadığı için kendince harekete geçer ve evden çıkmaya karar verir (Yaşar 60). Bir iş bulmak ister, kendisine odasından dışarı hiç çıkmadığı için ayakkabı dahi alınmadığından babasının ayakkabılarını giyer, kumbarasıyla birlikte ilk kez odasından çıktığı için düşer ve o yorulmasın diye anne ve babasının onun yerine kumbarasına attığı paralar da onunla birlikte toprağa düşer (61). Babasının “Sen benim paralarımı etrafa nasıl saçarsın? Nasıl kazanıyorum ben onları senin haberin var mı?” sorgusuna maruz kalınca sabaha kadar ağlayan Uysal, uyandığında bahçede beliren para ağacıyla karşılaşır (62). Aile durumu fark edince o artık “tembel teneke” değil “zengin teneke” olmuştur (24). Babası Sami de çalışmayı bırakmıştır. Tükenmeyen ve ağaçta yetişen paraların varlığının meşruiyeti aile tarafından asla sorgulanmaz. Bilakis aile üyeleri, ağacı korumak için türlü önlemler alırlar, ağaçtaki parayla da altın gibi başka kıymetli madenler alır, bitimsiz bir birikimin izinde emeksiz gelen parayı harcayamayan bir yaşam sürerler (75).

Çocuk yazınında tükenmeyen ve sürrealist biçimde anlatıda birden beliren para anlatısı Fatih Erdoğan’ın Sihirli Kutu’sunda da (2015) vardır. Baran, bir apartmanda kapıcılık görevini ifa eden bir ailenin çocuğudur. Okulda düzenlenen bir partiye doğrudan çağrılmamıştır. Dolaylı olarak çağrıldığındaysa arkadaşı Nurettin’in yanlış alımlamasıyla gelen, Nisanur’un zenginliğinin Baran ve arkadaşlarından gelecek daha pahalı bir hediye almayı gerektirdiği çözümlemesi, Baran’ın üzerinde sınıfsal olarak baskı kurar. O arkadaşına sevdiği bir yazarın imzalı kitabını almayı düşünmüştür ama Nurettin’in yönlendirmesi pahalı bir oyuncak alma gerekliliğini beraberinde getirdiğinden onu hüzünlendirir. Akabinde parkta yürürken dalları sallanmaya başlayan sihirli bir meşe ağacı yere palamudunu düşürür ve palamut Baran’da durdukça onun için özel olan objeleri sakladığı kutusu da parayla dolup taşar (Erdoğan 39).

Sihirli Kutu’da Baran’ın ailesinin tükenmeyen paraya karşı geliştirdikleri tutum Uysal’ın ailesinin tamamen zıddıdır. Baran’ın ailesi ihtiyaçları olduğu hâlde nereden geldiği belli olmayan bir parayı kullanmak istemez, hatta önceleri oğullarının bu parayı nereden bulduğunu sorgularlar. Baran da Uysal’ın tersine zaten okulda başarılı bir çocuktur ve parayı çocukça ihtiyaçlarında kullanır. Babası Zeynel’in parayı keşfiyle bir süre paranın cazibesine kapılsalar da var olan parayı ihtiyaçlarına göre harcayan öznelerdir aslında bu metindeki baba ile oğul. İhtiyaçları da haklı isteklerle gerekçelendirilmiştir. Ancak baba Zeynel’in parayı daha büyük arzular için kullanması ve Nurettin’in ailesinin bulaştığı tefeci meselesi parayla ilişkilenme biçimlerini çıkmaza sokar. Ezkaza yakılan palamutla paralar ve onunla alınanlar (mama sandalyesi hariç) geldiği gibi kaybolur. Zeynel’in bu duruma tepkisiyse okura açık bir mesaj olur: “Belli ki hak edilmiş bir parayla alınmamış. Haydan gelmiş huya gitmiş. Bak bebeğimizin mama sandalyesi kayboldu mu? Onun parasını kazanmak için nasıl yorulduğumuzu hatırlasana… Emek harcanmadan kazanılan hiçbir şey kalıcı olmuyor, uçup gidiyor işte böyle” (262). Para Ağacı’ndaysa anlatının zamanlar arası seyreden düzleminde parayla ilişkilenen esas öykü Hilmi Bey’le Sami Bey’in dönercide karşılaşmasıyla başlar. Sami Bey dönercide bütün bir döneri sırtlar, satın alır. Hilmi Bey’e oğlunun zengin olduğunu, kendisinin artık çalışmadığını, bu döneri de o çok sevdiği için aldığını söyler (23). Hilmi’nin çocukları hep okuyup bir yerlere gelmiştir, Sami’ninki ise zengin olduğundan çalışmaya ihtiyacı yoktur. Rahatlıkla oğlunun yiyemediği döneri çöpe attığını söyler (24). Oysaki Uysal’ın kendisine döner alınması isteği tapar derecesinde paralarını kollayan ve harcayamayan ebeveynine harcanabilir bir kalem çıkarmak için uydurduğu bir ihtiyaçtır (75).

Sihirli Kutu’daysa paranın varlığı başlı başına tedirginlik sebebidir. Para Ağacı’ndaki gibi tükenmemesine yönelik ebeveynleri eyleme geçiren bir tedirginlik değildir bu. Kaynağı belli olmayan para, her an yasadışı görülerek ailenin başına iş açabilir ve esas ihtiyaçlar için harcanmış dahi olsa meşrulaştırılamaz. Para Ağacı bu yanıyla sinizmin toplumsal olarak işleyen kodlarını da sergiler okuruna. Bu kodlar o kadar yerleşiktir ki Uysal’ın sinikleşme öyküsünü dinleyen ana kahramanın ağzından ebeveyn sesi olarak dökülür zaman zaman: “Allah’ım ne güzel bir baba olmuştum ben yaa. Sanki aramızda elli yaş vardı tembel oğlanla. ‘Hadi bakayım şimdi doğru okula!’ demediğim kalmıştı bir tek. Babamın en çok kullandığı atasözlerinden birini eklerdim sonuna ‘Mühür kimse ise Süleyman odur evladım’. Hadi bakalım marş marş okula” (67-78), “Kendi kendimin ana babası olup çıkmıştım sonunda” (99). Üstelik kendi kendine kaldığında parayı nasıl daha da çoğaltıp herkese bölüştüreceğini düşünür esas kahraman. Para yetiştiriciliğini kurgular hayal dünyasında, serada parayı aşılar, çoğaltır, para ağacı fidesini sanayileştirir (91), “Emek ne olacak?” sorgusu zihninin bir köşesinde dursa da (92) rüyasında bu emelini gerçekleştirdiğini görür. Herkes para kazandığında zaten işlerini aslında sevmedikleri için yapmayanlar ve para için sevmediği mesleklerde çalışmak zorunda kalanlar artık hepten çalışmaz olur. Böylece rüya kabusa dönüşür. Karakteristik olarak kimsenin boş durmasına katlanamayan Hilmi Bey ise kızına yüklenir: “Sen delirttin milleti! Herkes para basıyor artık, çalışmayı bıraktılar. Zaten kimse işini sevdiği için yapmıyordu. Mecburiyetten çalışıyorlardı. Para kazanma derdi olmayınca herkes bırakıverdi çalışmayı. Senin yüzünden bedavacı!” (94).

İlginç olan Hilmi Bey ve ailesinin anlatıda kabus olarak tecessüm eden kahramanın bilinçaltını dışa vuran güçlü sesleri; kızlarını sınavlara hazırlarken sergiledikleri davranışları; toplumda saygın bir yer edinmek için makbul bir meslek sahibi olma gerekliliğine olan inançları; “Siz bu ülkenin geleceğisiniz” söylemi (28); bölüm başlarında yazımın başında bahsettiğim “Parayı veren düdüğü çalar” (18), “Emeksiz yemek olmaz” (26), “Davulun sesi uzaktan hoş gelir” (43), “Mühür kimde ise Süleyman odur” (65), “Toprağı işleyen ekmeği dişler” (88), “Azıcık aşım ağrısız başım” (97), “Yok deme yok olur” (117), “Hazıra dağ dayanmaz” (126) gibi levhalı mottolar; anlatıcının aldığı ironik mesafeyle, Zizek’in işaret ettiği biçimde sinizmin işlerliğini pekiştiren, sistemin olağan akışında sorgulanmadan benimsenen pratikler olarak anlatıda belirerek metnin bütününü sinik aklın eleştirisi pozisyonuna yükseltir. Bu pozisyondan sonra anlatıcı ve iş ortağı Uysal’ın birlikteliği; işleyen ve işletilen, meşru ya da meşrulaştırılan, değersizleştirilen ya da yüceltilen tüm para kazanma ve koruma pratiklerinin ötesinde; kendi yeteneklerinin bilincinde, yüceltilen paranın öznesini erittiği, hizmetin mutlak parayı arttırmaya yönelik konumlandırıldığı bir işleyişten çekilerek ortaya bir değer koyup bu değerin öznesini beslediği, beslerken parayı da çektiği bir ilişkilenime evrilir.

Son olarak Para Ağacı özelinde değinmek istediğim bir husus da para ve proje yazma ilişkisi. Metinde çocuk özneye dayatılan, çocuk öznenin dolaylayarak öğrendiği, çocuk özneye alternatif olarak sunulan ve çocuk öznenin şekillendirdiği dört farklı proje ilişkilenim biçimi var. Anlatıda sinik ebeveynler aracılığıyla çocuk özneye dayatılan birinci proje, doğru ata oynamak deyiminin işaret ettiği gibi makbul bir mesleği hedefleyerek nihayetinde hem itibar hem meşru para getirecek bir pozisyona ermek olarak belirir. Birincinin bilinçaltı olarak çocuk öznenin arkadaşı Uysal’a ve para ağacına yönelik gerçekleştirmeyi planladığı “tembel oğlanı kurtarma operasyonu” (104) çocuk öznenin ebeveynleri dolayısıyla öğrendiği sinizmin işlerliğini pekiştiren makbul bir amaç olarak ikinci proje olarak şekillenir. Çocukça bir ekonomik kalkınma planıdır bu ancak yürütme biçimi ve çözümleri büyüklerin dünyasındaki kasaya para getirecek proje yazma işleyişini yansıtır. Çocuk özneye alternatif olarak sunulan üçüncü projeyse Geç Dönem Osmanlı’dan günümüze farklı iktidarlarca “terakki”nin gereği olarak ister Tanpınar’ın düşünce dünyasında “terkip”, ister Peyami Safa için “sentez”, ister postmodernite sonrası bilinemezci bir hakikatte aynilik iddiasında olsun Doğu ve Batı kültürü arasındaki ilişkilenimleri birlikte düşünen bir estetik beğeniyi parlatır. Gezgin, çok kültürlü ama üniversite sınavına ancak yıllar sonra girmeye karar veren Hilmi Bey ailesinin Yunus abisi mutlu olarak da gerçekleştirilebilen meşru para kazanma biçiminin timsali olur. Bir elinde kemanı diğerinde bağlaması vardır. Tuna boylarından yeni gelmişken kemanla Strauss’un The Blue Danube’sini, bağlamasıyla da Tuna Nehri’ni çalar aileye (140). Metindeki bu gösteri anlatı sonunda çocuk öznenin şekillendireceği son projeye bir basamak olur. Kahraman, hayalinin izinden gidebilecek motivasyonu kendinde bulur ve buna Uysal’ı da ortak eder. Gastronomi okur, “gençlere fırsat tanımayı hedefleyen bir fikir ve proje bir yarışmasına” katılarak (147) ekmek dükkânını açar. Bu süreçlerde Uysal’a destek olurken ondan da destek görür. Hayatı yaşamayı ve gezginliği deneyimleyen Uysal ise ironik biçimde ekonomist olmaya karar verir. Dört projenin de ötesinde anlatı kapanırken para ağacı metaforu ne istediğini bilen, bildiği için mutlu olan ve sevdiği meslekte çalışan, hedeflerinden vazgeçmediği için emekle büyüyen ve değer üreten, nihayetinde gayretin parayı getireceği bir mesaj verir okuruna: “Hayır, bizim para ağacımız; hayallerimiz ve gayretimiz, asıl güç biziz!” (151).

Yine de bu idealist düzlemden sıyrılıp sormadan edemiyorum, ya proje yazma eyleminin kendisi sinik bir eyleme dönüştüyse?

 

 

 

Kaynakça

Erdoğan, Fatih. Sihirli Kutu. İstanbul: Mavi Bulut, 2015.

Peyami Safa. Doğu Batı Sentezi. İstanbul: Yağmur Yayınları, 1963.

Tanpınar, Ahmet Hamdi. Yaşadığım gibi. Birol Emil (Haz.). İstanbul: Dergâh Yayınları, 2013.

Yaşar, Şermin. Para Ağacı. İstanbul: Taze Kitap, 2022.

Zizek, Slavoj. İdeolojinin Yüce Nesnesi. Tuncay Birkan (Çev.). İstanbul: Metis, 2008.