Dosya

Türk Sinemasında bir Seksenler Masalı: Yusuf ile Kenan

"Hikâyenin barındırdığı iç acıtan çekişmeye rağmen umut veren yanı ise kahramanların iki çocuk özne olmaları ve her ne kadar iki kutup arasında savrulmuş olsalar da kardeş olmalarıdır."

Türk sinema seyircisi olarak Yeşilçam’ın çocuk karakterleri deyince Ayşecik, Ömercik, Sezercik tiplemelerine alışkınız. Bunlara ilaveten Hülya Koçyiğit’in kızı Gülşah Soydan’ın ve Filiz Akın’ın oğlu İlker İnanoğlu’nun oynadığı filmler de çocuk öznelerin merkezde olduğu hayli popüler filmlerimizden. Bu çocuklar her ne kadar ajite edilmiş hikâyelerin özneleri olsalar da gerçek dışı bir saflığı temsil ederler ve masalları hep mutlu sonla biter. Yeşilçam tarihinde çocuk öznenin merkezde olduğu ve Canım Kardeşim gibi mutlu son ile bitmeyen filmler çok az olsa gerektir. Ömer Kavur ise 1979 yapımı Yusuf ile Kenan filmi ile Yeşilçam’da oluşturulan bu çocuk karakterini alt-üst eder. Ömer Kavur’un sosyal gerçekçi tavrına ek olarak bu filmi Yeşilçam’ın çocuk karakterlerinden ayıracak üç anahtar kelime vardır: Para, suç ve İstanbul. Bu yazıda filmdeki çocuk öznelerin bu üç unsur ile teması üzerinde durularak alışılageldik Yeşilçam çocuk karakterlerinden ayrıştıkları noktaların altı çizilecektir.

 

 

Yusuf ile Kenan kan davası yüzünden babaları gözleri önünde öldürülen Adanalı iki kardeştir. Memleketlerinde sığınacak kimsesi olmayan bu iki kardeş İstanbul’daki tek akrabası olan amcalarını bulmak üzere trene atlayıp İstanbul’a gelirler. İşte bu iki çocuk için para, suç ve İstanbul gerilimi o anda başlar. Ellerindeki üç kuruş para ve amcalarına ulaşabilecekleri tek adres ile İstanbul sokaklarında amcalarını ararken bu iki çocuğun kendilerini var etme hikâyeleri üzerinden 1980 Türkiye’sinin varoluşsal hikâyesini okuruz adeta. İlk olarak amcalarına ulaşabilmek için amcalarının daha önce çalıştığı hanın sahibi ile görüşmeye gittiklerinde han sahibi ile yanında bulunan kadın arasında geçen diyalog oldukça ilginçtir. Amcalarını bulmaya dair son ve küçük bir umut ve o umudun boşa çıkma ihtimalinin yaşattığı tedirginlik aynı anda okunmaktadır çocukların yüzlerinden. Çocukları bekleyen mücadeleyle ilgili ipucunu ise o an han sahibinin yanında bulunan yeğeninden duyarız. Ona göre ülkenin içinde bulunduğu karmaşanın sorumlusu çeşitli sıkıntılar ve çaresizlikler nedeniyle Anadolu’dan kente göç edenlerdir. İşçi hareketi, fabrikalarda çıkan isyanlar sonucu grev ve toplu sözleşme anahtar kelimeleri ile işaret ettiği tüm “kötülüklerin” çıbanbaşı köyden kente göç hareketidir. Onlara acıyıp yanlarına alan sermaye sahipleri ise sadece merhametlerinin bedelini ödemektedirler. Neden sonra kadının gözü, küçük kardeş Kenan’ın örme yün çoraplarına takılır. Buradaki sözlerinden anlaşılır ki; şehirli, sermayedar üst sınıf için köy ve köylülük “dekoratif” bir unsurdan başka bir şey değildir, yine söz konusu sınıfın konforunu bozmamak adına öyle kalmalıdır. Bu karaktere söyletilen bir cümle dönemin İstanbul’una dair sosyolojik ve kültürel sorgulamaların kapısını aralamaktadır: “İstanbul’u ne hale getirdiler?” Bu soru sorulduğuna göre görünen odur ki sermayedarlar “sahip oldukları” İstanbul’u kaybetme korkusu yaşarken, mülksüzler de başka bir İstanbul deneyimlemektedirler.

 

 

 

Şehrin ötekisi mi, şehrin kendisi mi: Tophane

Kenan babasının öldürüldüğünü gördüğü kâbusundan çığlık çığlığa uyanınca, çocuklar ceplerindeki son para ile kaldıkları balık istifi pansiyondan kovulurlar. Amcalarını bulma umutlarının iyice tükendiği o gün, çocuklar şehre karışırken, kameranın sunduğu sokak manzaralarından çok fazla çeşitlilikte anlatılabilecek çocukluk hikâyesi ve çocukluk temsili olduğunu görür film izleyicisi. Kahramanlarımız İstanbul’u adımlarken, çıkış zili çalan okuldan dağılan çocuklar, parkta oynayan çocuklar, ayakkabı boyayan çocuklar, çıraklık yapan çocuklar, sokak aralarında futbol, seksek oynayan çocuklar, ip atlayan çocuklar, trafikte araba camı silen çocuklar ve daha birçok temsil yansır kameraya. Seyirci gerçek hayattan yansıyan bu görüntüler üzerinden izlediği hikâyenin gerçekle bağlantısına ve bu hikâyenin anlatılabilecek hikâyelerden sadece bir tanesi olduğuna dair izlenimini pekiştirir.

Çocukların Tophane’de çöplükte yiyecek bir şey ararken Böcek lakaplı Cenk adındaki çocukla karşılaşmaları ile bir süre daha hayatlarını ikame ettirecekleri mekân belli olur. Böcek yaşça diğerlerinden küçük her işe aklı saran bir çocuktur. Annesinin seks işçisi olmasını ve eve gelip giden erkekler yüzünden bazı geceler dışarıda kalmayı kanıksamış bir çocuktur. Yaşının küçüklüğü ile birlikte, annesinin varlığı onu hikâyedeki diğer çocuklardan daha çocuksu kılar. Küçük kardeş Kenan’ın çocuk yanını da Böcek’le olan arkadaşlığında keşfederiz. Birlikte kırlara düşer, kuş yakalarlar. Kenan ninesinden öğrendiği masalı anlatır Böcek’e. Sokakta sahipsiz bulunup çocuk büroya götürüldüklerinde de suç ve kimsesizlik ekseninde çocukların payına düşeni görürüz. Şehirde tutunmanın bir yolunun da hemşericilik olduğunu burada öğreniriz. Karaköy alt geçidinde Diyarbakırlılardan başkasının iş tutmasına izin vermediklerini anlatır sigara satıcısı bir çocuk. İstanbul büyük sermayedarların büyük pastası iken, mülksüzler içinse kavga sebebidir. Bu kavgada galip çıkıp karnını doyurabilmek içinse daha başka aidiyetlere ihtiyaç vardır.

Çocuk bürosunda duyduğu hikâyeler boşuna değildir. Kenan’ın Tophane’de tornacıda çalışan Mustafa ile tanıştığı an verdiği kararı sağlamlaştırır bütün bu şahit olduğu şeyler.

 

Hayatta Kalmak için: İşçi Sınıfı ve Çetecilik

Tophane, hayatta kalmak için iki farklı seçenek olacak iki farklı tip çıkarır bu iki kardeşin karşısına. Birincisi teyp hırsızlığa başta olmak üzere suç listesi kabarık Çarpık lakaplı, daha sakalı bile çıkmamış gençtir. Yusuf’un gözü pek, atik halini görüp ona yanında iş teklif eder. İkinci tip ise Tornacıda çalışan Mustafa’dır. Yusuf’u Çarpık hakkında uyarır. İki kardeş de o an tercihini yapar aslında. Ergenlik çağına ulaşmış Yusuf için teyp hırsızlığı tek seçenektir. Köylü olduğu ve köylünün bir zanaatı olmadığı ön kabulü ile bu şehrin ve durumun ona başka bir seçenek bırakmadığını düşünür. Bir anda değişen, alt-üst olan hayattan hıncını bu şekilde alacaktır belki de. Kenan ise abisinin bu tavrına karşı çıkar, hırsız olmak yerine helal para kazanmak şiarı ile işçi olmak için uğraşır.

 

Yusuf ile Kenan’ın karşısına iki seçenek olarak çıkıp yazgılarını belirleyen Çarpık ve Mustafa karakterlerinin birbirleri için sarf ettiği sözler ise dönemin Türkiye’sinde sokaklardaki siyasi çekişmelerin alt yapısı hakkında fikir verir. Çarpık kendisine bir silah bulup artık daha mühim işlerinin olduğunu söylerken yapacağı şeyden “kutsal davamız” diye bahseder. Söz Mustafa’nın “anarşistliğine” gelip Çarpık’ın bu kesimi alt edeceklerine dair küfürlü iddiası Yusuf ile Kenan’ın, iki kardeş olarak nasıl zıt kutuplara çekildiğini gösterir.

İki kutup arasında tercihini yapan kardeşlerden Yusuf kendisini ıslah evinde bulur. Kenan’ı ise yanına sığındığı işçi ailenin evinde yıkanmış, yüzü gözü parlamış, huzur içinde uyurken görürüz. Yusuf’un ıslah evinde başına ne geldiği bilinmez ama Kenan’ın rüyasında babası ata binmiş, abisi Yusuf’u da arkasına almış gidiyordur.

1979 yılında İstanbul’un köhne sokaklarında, politik ayrımların, suça sürüklenmenin, İstanbul’un değişen kültürel yapısının, sermayedarlar ile mülksüzler arasındaki ayrımın hikâyesini iki kardeşin deneyimleri üzerinden izleriz. En nihayetinde kardeşlerin seçimlerinin arkasında aynı motivasyon vardır: Hayatta kalmak, karın doyurmak; yani para. Hikâyenin barındırdığı iç acıtan çekişmeye rağmen umut veren yanı ise kahramanların iki çocuk özne olmaları ve her ne kadar iki kutup arasında savrulmuş olsalar da kardeş olmalarıdır. Bu bakımdan film sosyal gerçekçi bir gözle çekilmiş, dönemin sosyo-kültürel ve politik ortamı içerisinde iki kardeşin hayatta kalma serencamını anlatan bir çocukluk hikâyesidir. Ancak anlatının inşası bu filmdeki çocuk özneleri Yeşilçam’ın diğer çocuk öznelerinden ayırır. Yeşilçam’ın alışıla geldik çocuk tiplemelerindeki ajite edilmiş hikâye ile gelen mutlu ya da mucizevi son yerine umudu koyar. Film boyunca izlenilen politik bir tarafgirlikten ziyade belli bir mesafeden seyredilen bir manzaradır. O manzaranın verdiği hissi alıp kendince yaşamak ve anlamlandırmak ise seyirciye kalmıştır.

 

 

 

Kaynakça

Kavur, Ömer. (Yön.). Yusuf İle Kenan. İstanbul: Alfa Film, 1979.