Soruşturma

Dilge Güney

Beni en çok güldüren çocuk kitabı sanırım Astrid Lindgren’den Pippi Uzunçorap’tır. Pippi’ye neredeyse kırk senedir gülüyorum.

Çocuk Yazını “Çocuk edebiyatındaki yeri ve çocuk özneyle ilişkisi” bağlamında yeni dosya üst başlığını “mizah” olarak belirledi. Çocuk edebiyatındaki gülmecenin varlığı okuru eğlendirdiği, eleştirdiği noktada düşünmeye sevk ettiği ve aynı zamanda hedef kitlesi için birleştirici bir güç olduğu aşikâr. Bu noktadan hareketle siz eserlerinizde mizahı nasıl inşa ediyorsunuz?

Mizahı çocukların okuma alışkanlığı kazanması ve edebi haz almayı öğrenmesi bakımından özellikle önemli buluyorum. Bununla birlikte bu türde nitelikli eser üretmek kolay değil; yazarın alaycı bir bakışla olayları ele alabilmesi, yakaladığı eşitsizlikleri, dengesizlikleri, sivrilikleri, bazen de gündelik hayatımızın içinde akıp giden rutinleri okuru gülmeye ikna edecek ustalıkla anlatabilmesi gerekiyor. Çocuklar için yazmaya başladığımdan bu yana, kitaplarımda mizahi unsurlara yer vermeye çalışıyorum ama tür olarak mizah yazmaya karar vermem Düdüklü Tencere Orkestrası ile oldu. Bu kitabı yazmak benim için de bir keşif süreciydi. İlk çağ filozoflarından bu yana insanların neye güldüğü, neyin gülmece oluşturacağı tartışılıyor; ben de kendi yolumu bulmayı denedim.

Önce çocukları güldürebilecek durumlar hakkında bazı genellemelere varmaya ve bunlar üzerinden espri üretmeye çalıştım.  İlk belirlediklerim sakarlıklar; pırtlama, sümkürme, hapşırma gibi toplum içinde “usulüne uygun” yapılmadığında ayıplanan şeyler, yetişkin ve çocuk dünyasının ya da farklı kültürlerin çatışan dinamikleri, yetişkinlerce yasaklanan kelimeler ve yanlış anlaşılmalar oldu. Ardından çocukları rahatsız eden ancak kolayca eleştiremedikleri davranış biçimleri üzerine düşündüm ki yazar ve okur olarak beraberce bunlarla dalga geçebilelim. Ebeveyni ya da öğretmenini eleştirmek çocuğun günlük hayatında pek yapabildiği bir şey değil; yetişkin eleştirisi mizahla birleştiğinde çocuklar için açık ara ilgi çekici oluyor. Ders çalışmaya zorlanan, sürekli bir şeylerin dayatıldığı, “hadi hadi” diyerek okula, kursa, etkinliğe yetiştirilmeye çalışan çocuklar aklıma düşünce, “Hayatta en önemli şey başarı, başarı, başarı” sloganıyla Aliciğimin annesi Nar Teyze ortaya çıktı. Telefonundan başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen Poğaça Amca, yalan söylemenin kötü olduğu yönündeki yetişkin öğretilerine kolayca ters düşebilmesiyle, Işıl’ın babasının tavrı yetişkinler dünyasına yönelik eleştirilere bazı örnekler.

Kurguda bir Roman çocuğa yer vermek de benim için yazarken avantaj oldu. Başta epey zorlayıcıydı, gerçekçi bir Roman karakter yaratmak; onların dünyasını, iyisiyle-kötüsüyle kavramak, sorunlarına parmak basmak istiyordum. Bunun için araştırma yapmam ve çok sayıda video izlemem gerekti. Günlerce evde Roman havası dinleyerek ve hatta göbek atarak, Romanların hayata tepeden bakan, olan bitene adeta meydan okuyan neşeli tavrını özümsemeye çalıştım. Bu süreçte epeyce eğlendiğimi de söyleyebilirim, belki mizah yazmanın sırrı biraz da burada; yazar da yazarken eğlenmeli.

 

Geleneksel mizah figürlerimizi akla getirdiğimizde Selçuklu Devleti zamanına uzanan Keloğlan, Nasrettin Hoca ve Deli Dumrul hikâyelerinin çocuk okurların arasında yaygın bir şekilde dolaşımda olduğunu görüyoruz. Bu kahramanlara ek olarak Rıfat Ilgaz ve Muzaffer İzgü’nün karakterlerinin hikâyeleri de hâlen revaçta. Son dönem çocuk edebiyatında ise giderek artan bir mizah yoğunluğu söz konusu. Sizce bunun sebepleri nelerdir?

 

Aziz Nesin’in Şimdiki Çocuklar Harika isimli kitabı 1967 senesinde ilk kez yayımlandığında epeyce tepki çektiğini biliyoruz. Gülmece türündeki kitapta iki çocuğun büyükleri alaya alarak eleştirdikleri mektuplarını okuyoruz. Aziz Nesin kitabın altıncı basımına eklediği mektup ile çocuk edebiyatı alanında düzenlenen bir yarışmaya katıldığını, ancak jürinin kitabı “eğitsel yönden hatalı, öğretmenleri küçük düşürücü” bulması nedeniyle dereceye giremeyişini anlatır. Oysa kitapta çocukların yaşadığı zorluklar öyle eğlenceli bir biçimde anlatılır ki hem çocuk okur gülmenin sağladığı rahatlama ile yaşadığı baskıların hafiflediğini hisseder hem de okumaktan haz alır.

Her ne kadar Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Muzaffer İzgü gibi ustaların mizah yapıtları çokça okunmuş olsa da, ülkemizde çocuk edebiyatını çocukları terbiye etmek için bir araç olarak görüldüğü gerçeği kökten değişmedi. Batı’da çocuk edebiyatında yaşanan olumlu gelişmeler, medya kültürünün baskın hâle gelmesi ve son olarak da dijital dönüşüm ile birlikte çocukların okumasını sağlayabilmek için onları mizahla buluşturmaya biraz da mecbur kalındı. Yetişkinler beğensin ya da beğenmesin, Şimdiki Çocuklar Harika’ya yöneltilen eleştirilerden, öğrencilerin okul müdürünü Kaptan Düşükdon’a (Dav Pilkey’in çocuklar arasında müthiş popüler kitabı) dönüştürebildikleri bambaşka bir dönemin içindeyiz. Yetişkinler çocuk okuru kazanabilmek için kitaplara bakış açılarını az da olsa değiştirmek ve daha özgürlükçü bakmak zorunda kaldılar; en azından mizahın bu süreçteki gücünü kavradık. Yine de çocuk kitabı basan yayınevleri için en iyi pazar okullar olmaya devam ettiği sürece, bu sıkışmadan tamamen sıyrılmak ve kalemlerimizi tamamen özgürleştirmek kolay değil.

 

Türk çocuk edebiyatında güçlü ve güldüren karakterler üretilebiliyor mu?

Şu sıralar Aşkın Güngör’den Sözcük Korsanı’nı okuyorum. Dedektif Bol Bel çok eğlenceli ve komik bir karakter, oğlum da birkaç sene önce okuduğunda epeyce sevmiş, serinin diğer kitaplarını istemişti. Bence iyi örnekler var ve günden güne de çoğalacak. Öğretmenler, ebeveynler gülmecenin önemini kavradıkça talep de artıyor. Yayınevlerinin de ilgisi arttı, bu sene bu türe yönelik roman yarışmaları düzenleniyor. Benim de üyesi olduğum Eksi 18 Edebiyat Topluluğu olarak geçtiğimiz sene, uzaktan eğitim sürecinde çocukların başından geçen komik öyküleri Nevzat Süer Sezgin öncülüğünde derlediğimiz Çevrim İçi Gülmece’yi çıkardık. Ben de kişisel olarak bu tür üzerinde çalışmaya devam ediyorum. Ne de olsa Nasrettin Hoca’nın çocuklarıyız, çocuklarımız için pek çok komik hikâye üreteceğimize eminim.

 

Çocukların genellikle gülmeyi ve eğlenmeyi sevdiğini biliriz. Üretilen çocuk kitaplarında mizahın okunurluğu arttırdığından bahsedebilir miyiz?

Eğlenerek yaptığımız diğer eylemler gibi gülmece de okuma eyleminden başka türlü bir anlam çıkarmamızı sağlıyor. Tüm çocuklar adına konuşma yapmak zor elbette, her okur biricik. Yine de büyük ve güçlü bir genelleme yapabileceğimizi düşünüyorum, çocuklar mizah seviyor. Hatta biraz daha ileri gidip, diğer türlerden daha çok sevdiklerini bile söylemek mümkün. Gündelik sorunlardan uzaklaşan çocuk, okumayı zevk alınan bir aktivite olarak görmeye başlıyor. Kurguda çocuk karakterler yetişkinlerin yasakladığı bazı davranışları sergileyebiliyor ya da yasaklanan kelimeleri kullanıyorsa okur da elindekinin sıkça karşılaştığı didaktik metinlerden biri olmadığına kolayca ikna oluyor.  Çocukların şiirle aralarında açılan mesafe bile mizahla kapanabiliyor. Nazmi Ağıl’ın Odamda İnek Var adlı şiir kitabında bunun nefis bir örneğini görüyoruz. Nitelikli espriyle buluşan çocuk, hafife alınmadığını, kendisi için ince elenip sık dokunduğunu anladığında kahkahalar eşliğinde kitaba hak ettiği değeri gösteriyor.

 

Okuduğunuz en komik çocuk kitabını bizimle paylaşır mısınız?  Bu kitapla ilgili hangi anlar zihninizde daha çok yer etti?

 

Beni en çok güldüren çocuk kitabı sanırım Astrid Lindgren’den Pippi Uzunçorap’tır. Pippi’ye neredeyse kırk senedir gülüyorum. “Pippi” diyorum ama kendisinin tam adı Pippilotta Viktualya Storperde Testinanesi Efraimkızı Uzunçorap’tır, Havuç rengi saçları iki yandan örgülüdür ve örgülerin ucu havaya kalkıktır.  Uzun çoraplarından biri siyah diğeri sarıdır ve ayakkabıları ayaklarının iki katı büyüklüğündedir. Onun o tatlı tipine, kıvrak zekâsına ve gücüne bayılıyorum. Gücüne diyorum çünkü kendisi atını tek eliyle kaldırabilecek kadar güçlüdür. Yalan söylemenin çirkin bir şey olduğunu arada sırada unutur ama “annesi bir melek, babası Büyük Okyanus’un Kralı olan ve bütün ömrünü denizlerde geçirmiş bir çocuktan da her zaman doğruyu söylemesi beklenmeyebilir”. Kendisini çocuk bakımevine kapatmaya çalışan polisleri canından bezdirmesi ve herkesi onun kendi Villa Villekullasında yaşamasına izin vermeye mecbur bırakması, okula başlaması, çarpık tablosuyla imtihanı güldüğüm sahnelerden sadece bazıları. Astrid Lindgren’in Yaramaz Emil ve Şamatalı Köy serilerini de aynı okumuştum, mizah anlayışına, üslubuna ve elbette kız çocuklarını güçlendiren tavrına hayranım.