Soruşturma

Gülsevin Kıral

Mizah şaşırtır, farklı bir bakış açısı sunar, dolayısıyla olağanın, alışılmışın dışına çıkar. Bir başka şekilde ifade edersek yerleşik toplumsal düzeni sorgular, eleştirir.

 

Çocuk Yazını “Çocuk edebiyatındaki yeri ve çocuk özneyle ilişkisi” bağlamında yeni dosya üst başlığını “mizah” olarak belirledi.Çocuk edebiyatındaki gülmecenin varlığı okuru eğlendirdiği, eleştirdiği noktada düşünmeye sevk ettiği ve aynı zamanda hedef kitlesi için birleştirici bir güç olduğu aşikâr. Bu noktadan hareketle siz eserlerinizde mizahı nasıl inşa ediyorsunuz?

 

Bir kitaba başlarken, genellikle bir kavramdan yola çıkıyor, bunu çocuklara uygun bir şekilde nasıl yazabilirim diye düşünüyor, yazıp yazıp bozuyorum. Çocuğun gözünden, çocuğa göre yazmaya, didaktik olmaktan kaçınmaya çalışıyorum. Bu noktada mizah elimden tutuyor, beni öğreten, üstten bakan bir konumda yer almaktan koruyor. En azından ben öyle olduğunu umuyorum.

 

Geleneksel mizah figürlerimizi akla getirdiğimizde Selçuklu Devleti zamanına uzanan Keloğlan, Nasrettin Hoca ve Deli Dumrul hikâyelerinin çocuk okurların arasında yaygın bir şekilde dolaşımda olduğunu görüyoruz. Bu kahramanlara ek olarak Rıfat Ilgaz ve Muzaffer İzgü’nün karakterlerinin hikâyeleri de hâlen revaçta. Son dönem çocuk edebiyatında ise giderek artan bir mizah yoğunluğu söz konusu. Sizce bunun sebepleri nelerdir?

Mizah şaşırtır, farklı bir bakış açısı sunar, dolayısıyla olağanın, alışılmışın dışına çıkar. Bir başka şekilde ifade edersek yerleşik toplumsal düzeni sorgular, eleştirir. Halk edebiyatımızın Nasrettin Hoca, Keloğlan gibi karakterleri de bizi bu şekilde güldürür. Örneğin toplumsal hiyerarşinin en alt katmanında yer alan, hor görülen Keloğlan kıvrak zekâsı ile zorlukların üstünden gelir, bazen de şansı o kadar yaver gider ki, padişahın kızına varmak gibi en üst düzeye yükseliverir. Keloğlan’la gülerken biz de bizi aşağılayanlardan, eşitsiz toplum düzeninden intikam almış gibi hissederiz. Nasrettin Hoca ise dilimize pelesenk olmuş pek çok hikâyesi ile bize farklı bakış açıları sunar, “Ya tutarsa” der, gölün bile maya tutabileceği fikrini kafamıza sokar, “Parayı veren düdüğü çalar” diyerek, hem istediğini elde etmek için çabalaman gerektiğini belirtir hem de maddiyata dayalı sisteme eleştiri getirir. Rıfat Ilgaz, Muzaffer İzgü gibi değerleri yazarlarımız da aynı izlek üzerinden yol almışlardır.

Çocuk edebiyatımız ise geçmiş yıllarda daha çok çocuğu eğitmeye, şekillendirmeye çalışan, ona nasıl davranması gerektiğini öğreten bir anlayışa sahipti. Bu parmak sallayan anlayış, zamanla yerini çocuğun okuma serüveninde bir yetişkinle aynı haklara sahip olduğu, yani temel işlevinin okuma hazzı olduğu noktasına gelince, mizah da doğal olarak daha fazla pay aldı, yer buldu.

 

Türk çocuk edebiyatında güçlü ve güldüren karakterler üretilebiliyor mu?

Kesinlikle. Hangisini söylesem, mutlaka çok ama pek çoğunu eksik bırakacağım. Yine de birkaç örnek saymak isterim. Behiç Ak’ın, anlattığı hikâyeler ile müşterilerini büyüleyen berberi ve bu hikâyeleri dinleyebilmek için durmadan saçlarını kestiren kasaba halkının sırrını çözmeye çalışan Haluk (Berberdeki Papağan),  Kaan Elbingil’in mucit, operacı ve dedektif olan harika karakteri Berk (Berk Mucit Oldu, Berk Operacı Oldu, Berk ve Çıp Çıp Dedektif Oldu), Ahmet Büke’nin annesi uzaya giderken, babası şiir yazan Zeyno’su (Eyvah! Babam Şiir Yazıyor), Hacer Kılcıoğlu’nun kilolarını dert eden Tibet’i (Perşembeleri Çok Severim) gibi… Burada sayamadığım karakterler beni affetsinler lütfen.

 

Çocukların genellikle gülmeyi ve eğlenmeyi sevdiğini biliriz. Üretilen çocuk kitaplarında mizahın okunurluğu arttırdığından bahsedebilir miyiz?

Gözlemim çocukların eğlenceli kitapları sevdiği yönünde.

 

Okuduğunuz en komik çocuk kitabını bizimle paylaşır mısınız? Bu kitapla ilgili hangi anlar zihninizde daha çok yer etti?

 

Çocukken Aziz Nesin’in Şimdiki Çocuklar Harika kitabını okurken ne çok eğlendiğimi hatırlıyorum. Eğitim sistemine bir eleştiri olduğunu fark etmiş, hem müfettişin soracağı tahmin edilen ve çocuklara ezberletilen cevapların karman çorman olmasına çok eğlenmiş hem de çocukların zorlanmalarına üzülmüştüm.

Christine Nöstlinger’in Kim Takar Salatalık Kralı ise yetişkinliğimde çok eğlenerek okuduğum ve en sevdiğim kitaplardan. Soyadımdaki “ı”nın düşmüş hâli gibi düşünüp kendimle de dalga geçme imkânı tanıyor bana. Kitaba dönersek, bir diktatörle dalga geçmenin en incelikli, en eğlenceli hâli diye düşünüyorum. Mutfakta bitiveren biçimsiz bir yaratığın, üstelik güçsüz, beceriksiz ve cahilken kendini üstün görmesine gülünmez mi? Ya da onun saçmalıklarına inanan tutucu ve özgüvensiz baba insanı düşündürmez mi?