Soruşturma

Özkan Öze

İster yetişkinler için yazın ister çocuklar için yazın fark etmez; bir metin inşa etmenin kolay bir yolu yoktur. Varsa da ben o kolay yolu henüz bulamadım. Eğer bunu kolaylıkla yapıyorsanız, büyük ihtimal yapamıyorsunuz!

Çocuk Yazını “Çocuk edebiyatındaki yeri ve çocuk özneyle ilişkisi” bağlamında yeni dosya üst başlığını “mizah” olarak belirledi. Çocuk edebiyatındaki gülmecenin varlığı okuru eğlendirdiği, eleştirdiği noktada düşünmeye sevk ettiği ve aynı zamanda hedef kitlesi için birleştirici bir güç olduğu aşikâr. Bu noktadan hareketle siz eserlerinizde mizahı nasıl inşa ediyorsunuz?

Benim hâlen devam eden yazarlık maceram, çok evrelerden geçti ve onu bugünkü hale getirebilmem yirmi yılımı aldı. Bu geldiği(m) noktanın, benim için en son nokta olmadığını ümit ediyorum. Hâlâ anlatmak için yeni bir ses arıyorum… Su gibi akan  ama Adorno’nun Minima Moralia’da tarif ettiği o örümcek ağı gibi gergin ve eş merkezli metinleri yazabilmek için çabalıyorum… Zaman zaman geriye dönüp baktığımda ise, bugünkü tecrübelerimin ışığı altında, nispeten eski kitaplarımda, pek çok yapılmış/yazılmış hata görüyorum. Bu kaçınılmaz bir şeydir ve bence her yazarın başına gelmelidir. Bu hataların çoğunu, çocuk okur için, daha okunabilir bir metin inşa etmek amacı ile mizaha sırtımı dayamaya çabaladığım anlarda yapmış olduğumu fark ettim. İte kaka kurduğum cümlelerin hamlığından, o zamanlar mizah yapmayı, komiklik olarak algıladığım çok belli oluyor. Oysa asla öyle değil! Bugün, bunu görebilecek kadar olgunlaşmış olmanın tesellisi ve özgüveni ile hem kendime, hem de yazıya yeni başlayan genç arkadaşlarıma şunu söyleyebilirim: KOMİK OLMAYA ÇABALARSAN, KOMİK OLURSUN!

İster yetişkinler için yazın ister çocuklar için yazın fark etmez; bir metin inşa etmenin kolay bir yolu yoktur. Varsa da ben o kolay yolu henüz bulamadım. Eğer bunu kolaylıkla yapıyorsanız, büyük ihtimal yapamıyorsunuz! Mizahî bir metin inşa etmek ise kat kat daha zordur. Çünkü iyi bir mizahî metin, yapısı gereği mutlaka çok katmanlı olmak zorundadır… Fakat “fenomenlerin şafağında”, yazarlık bu kadar kafa yormayı gerektirecek bir iş olmaktan çoktan çıktı. Artık herkesin sosyal medyada takipçi/müşteri kasmak gibi çok daha önemli bir sorunu var… O yüzden bu konuyu çok uzatmıyorum.  

 

Geleneksel mizah figürlerimizi akla getirdiğimizde Selçuklu Devleti zamanına uzanan Keloğlan, Nasrettin Hoca ve Deli Dumrul hikâyelerinin çocuk okurların arasında yaygın bir şekilde dolaşımda olduğunu görüyoruz. Bu kahramanlara ek olarak Rıfat Ilgaz ve Muzaffer İzgü’nün karakterlerinin hikâyeleri de hâlen revaçta. Son dönem çocuk edebiyatında ise giderek artan bir mizah yoğunluğu söz konusu. Sizce bunun sebepleri nelerdir?

Keloğlan ve Nasrettin Hoca kitaplarının halen dolaşımda olma sebebinin, çocukların tercihleri olmadığını; bunda, başka kitapları, başka kahramanları öğrencilerinin gündemine getirdikleri takdirde, işgüzar bir idareci yahut pimpirikli bir veli tarafından sağa sola şikâyet edilmekten haklı olarak çekinen öğretmenlerin payı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu iki karakterin çağdaş yazarlar tarafından türlü acayip şekillerde yorumlanmaları da onları dolaşımda tutuyor. Ama ben bu tabloya baktığımda, bu yorumcu/yazarların arasında Harry Potter gibi bir karakter, bir kahraman çıkarabilecek tek bir yazar olmadığı gerçeğini görüyorum. “Bunlar bizim millî, geleneksel, tarihsel değerlerimiz…” nağmeleri üfleyerek, beceriksizliğimizi Molla Nasureddin’in cübbesine yahut Keloğlan’ın heybesine saklamaya kalkmayalım   bence…

Sorunuzun ikinci kısmına gelirsek: Eğer aynı isimli film olmasaydı, gençlerin ya da çocukların kitapçı raflarından bir Rıfat Ilgaz kitabı alacağını mı sanıyorsunuz? Zamanımızda bu pek mümkün görünmüyor. Bu arada, o muhteşem oyuncular olmasaydı, kimse o filmi de hatırlamayacaktı muhtemelen… 

Hiç Muzaffer İzgü kitabı okumadığım için sorunuzun bu kısmını pas geçiyorum. Özel bir sebebi yok; çocukluğumda, tıpkı Kemalettin Tuğcu gibi İzgü’nün kitapları da ilgimi çekmedi. Ancak ikisi arasında bir tercih yapacak olsaydım, kuvvetle muhtemel, beni güldürme ihtimali olanı seçer, tercihimi İzgü’den yana kullanırdım. 

Son dönemde çocuk kitaplarında bir mizah yoğunluğu var evet. Ve bu büyük oranda vasat, zorlama ve çoğu yerde kötü bir mizah. Bu yoğunluğun sebebi, çocuklar için yazma cüretini gösterenlerin ama göstermemesi gerekenlerin sayıca artmış olması. En kaba bir bakış ile çocuk kitabının komik olması gerektiği gibi bir fikirleri vardır bunların. Başka da pek fikirleri yoktur. Tam da bu yüzden “komik” olmaya çalışırlar. Bunu başarırlar da! Yazdıkları, onları—en azından, okurlarına olan saygılarından,  bir iki düzgün cümle kurmak için masa başlarında kendilerini telef edenlerin nazarında— komik duruma düşürür. Ancak mesela, (başkaca örnekler de verebilirim ama masamda durduğu için bunu seçtim) Usta İle Ayı’daki sağlam kurguyu, itina ile döşenmiş mesajları, alt metin zenginliğini, karakter tutarlılığını, bütünlüğü… Bunların kitaplarında asla göremezsiniz. Yoktur çünkü… 

 

Türk çocuk edebiyatında güçlü ve güldüren karakterler üretilebiliyor mu?

Kimse alınmasın, ben de bu ülkenin çocuklar için metin üretenlerinden biriyim. Yüze yakın kitabım, yüzbinlerce de okurum var. Öyle ufak lokma da değilim yani… Kendimi de katarak açık yüreklilikle itiraf ediyorum: Aramızdan Kumkurdu gibi bir metin oluşturabilen çıkmadı henüz. Harika bir mizahı vardır Kumkurdu’nun. Göze batmaz, sırıtmaz, bantla oracığa tutturulmuş gibi sakil durmaz ve size kahkaha attırmaz ama o kitabı yüzünüzde kocaman bir tebessümle okursunuz. 

 

Elbette ümit vaat eden, takdir edilmeyi bileğinin hakkı ile kazanan çabalar yok değil fakat aileyi, ebeveynlik kavramlarını yerlerde süründüren ve çocukların zihinlerindeki yerini alaşağı ettiği için yazı tarzına hayran olduğum kadar yazdıklarından haz etmediğim Koca Sevimli Dev’de, Kraliçenin telefona çağırdığı Bağdat valisine(!) ‘Burada soğan doğrar gibi adam doğranıyor’ dedirtmişliği de vardır; sömürgeci kodlarına sahip çıkan, bir İngiliz’dir kendisi) Roald Dahl ile kıyaslayabileceğimiz bir yazar da, henüz çıkaramadık. Üzgünüm ama öyle kendi kafanızdan, “Cavlağı Çekmeden Önce Okunacak Kitaplar Listesi” düzenleyip, araya adınızı sıkıştırmakla edebiyat tarihine geçilemiyor…

 

Çocukların genellikle gülmeyi ve eğlenmeyi sevdiğini biliriz. Üretilen çocuk kitaplarında mizahın okunurluğu arttırdığından bahsedebilir miyiz?

Mizah, mizah olsun diye yapıldığında, yapay kalmaya mahkûm bir şey. “Mizahî bir dil kullanırsam daha çok okunur!” endişesi, yazı için asıl saik olması gereken “anlatacak bir derdi olmanın” bütün samimiyetini kırar. Bir metni çalışırken samimiyetinizin kırıldığını hissediyorsanız, onu hemen çöpe atmalısınız! Çünkü samimiyet okur ile yazar arasında mutlaka kurulması gereken bir köprüdür. Yukarıda da buna benzer bir şeyler söylemeye çabaladım: Asla ama asla, “Komik bir cümle yazayım” derdi ile komik bir cümle yazmayın. Çünkü bu hiç komik olmuyor. Eğer anlatınızın akışı sizi mizahın sularına doğru götürüyorsa kendinizi o akışa bırakın yeter. Götürmüyorsa zorlamayın… Okurunuzu da gülmesi için zorlamayın…

“Ama çocuklar gülüyor!” diyebilirsiniz. Ağız tadı bozulan biri, sadece iyinin değil, kötünün de tadını ayırt edemez artık. Çocuklara yazmanın işte böyle korkunç bir sorumluluğu vardır. Kötü metinlerle onların okuma zevkini bozmaya hakkımız yok…

 

Okuduğunuz en komik çocuk kitabını bizimle paylaşır mısınız?  Bu kitapla ilgili hangi anlar zihninizde daha çok yer etti?

Çok, çok, çok eski zamanlarda Şeytan Çekiçleri adında bir kitap okumuştum. Şimdi okusam yine o kadar eğlenir miyim bilemiyorum. Otuz beş sene öncesinden bahsediyorum çünkü… O kitabın beni çok güldürdüğünü hatırlıyorum. Bazı sahneleri hâlâ capcanlı hatırımda duruyor…