Yetişkinlerin hızlı, "robotsu" dünyasına çoğu zaman ayak uyduramayan çocuk ruhların bir anlamda beslenme noktası aslında biyografi okurluğudur.
“Ben bir şehzadeyim, benim için bir dost ne kadar da zor.”
Şehzade II. Abdülhamid
II. Abdülhamid’in Çocukluk Düşleri’nin arka kapak yazısı “Herkesin dedesinin dedesi bir padişah tanımış olamaz. Ama bu ikilinin dedeleri tanımış. Üstelik Sultan ona değerli bir “şey” vermiş. Veren padişahsa, bu “şey” kesin hazinedir. Dedesinin evinde hazine saklı duran hangi çocuk hazine avcısına dönüşmez?”(Ayla 6) cümleleriyle başlıyor. Padişah, gizemli bir nesne olan “şey” ve “hazine” kilit kelimeleri okurun merak duygusunu harekete geçiriyor ve böylece okuru metnin hazine avcısı kahramanları, iki kuzen; Ahmet ve Hasan’la beraber emanet sandığı açmaya götürüyor. Sultan Abdülhamid Han’ı çocuklara tanıtmaya yönelik olarak hazırlanan diğer biyografi metinlerinden örneğin Sultan İkinci Abdülhamid Han, Beşir ve Abdülhamid, Acil Durum Padişahı İkinci Abdülhamid, Abdülhamid Hanı’ı Öğreniyorum, İkinci Abdülhamid Çöküş ve Dağılma Devri’nden farklı olarak bu metin, birebir bir çocuk şehzadenin ağzından ilerliyor.
“İleride bütün bunlar bittikten sonra bizim yaşadığımız her şeyi insanlar merak edecekler. Galiba sarayda yaşananlar yazılınca tarih oluyor. İçimden gülmek geldi. Şimdi ben, aslında tarih mi yazıyorum?” (11) derken aynı zamanda biyografinin amaçlarından birini de işaret ediyor şehzade: Tarih yazmak. Öyle ki Ferhan Oğuzkan, biyografiyi “yaşayışları ve yaptıklarıyla ün kazanmış önemli kişilerin hayatlarını belgelere dayalı olarak inceleyen eserler” (141) diyerek tanımlarken; Öner Ciravoğlu ise “hayatları, hizmetleri ve eserleriyle ün kazanmış, önemli kişileri belgeleriyle inceleyen yazılar” (116) der. Tarih yalnızca, bir takım rakamlardan; yıllar, ölüler, yaralılar ve bir takım şahıslardan; padişahlar, liderler, komutanlardan mı ibarettir? Bir şehzadenin Matematik ve Türkçe derslerini “zaman kaybı” olarak görmesi, tüm gün piyano çalıp, ata binmek istemesi, uzun vadeli kariyer planı diyemesek de en azından hayallerinde marangoz olmayı düşlemesi tarih midir?
Anlatı meraklı iki kuzenin dedelerinin masal anlatımıyla başlar. Öyle ya; “Büyük büyük dedesi Sultan Abdülmecid’in özel kaleminin yardımcısının yardımcısı olan bu dede, her gece iki sevgili torununa türlü türlü masallar anlatır” (Ayla 6). Çocuklar bu masala kendilerini o kadar kaptırır ki –yahut anlatıcı masalını o kadar iyi anlatır ki- kendilerini “hazine” sandığının peşinde bulurlar. Çil çil altınlar, Kaşıkçı Elması’ndan daha büyük elmaslar bekleyerek açtıkları sandıktan çıka çıka bir tomar sararmış kâğıt çıkınca iki maceraperest donakalırlar. Büyüklerin "saçma" diye nitelendirip, ötelediği fantastik filmler "sonunda" bir işe yarar ve bu sararmış kağıtların onları hazineye götürecek şifreler olduğuna kanaat getirirler. Dedelerinin, kim bilir belki de bugünler için öğrettiği Osmanlıcanın da yardımıyla şifrelerin gizemli dehlizlerine, okuru peşlerine takıp girerler.
Anlatı, maceraperest kuzenler Ahmet ve Hasan’ın günlük sayfalarını bulup okumaya başlamasından, sondan bir önceki sayfaya kadar yalnızca Şehzade Abdülhamid’in dilinden ilerler. Küçük Abdülhamid günlüğünü yazarken sadece duygu ve düşüncelerinden değil, dönemin sosyo-kültürel yapısından, gelenek ve göreneklerden de bahseder, zaman zaman tarihi bilgiler verir. Bir şehzadenin, hem de Şehzade Abdülhamid’in günlüğünü okumamıza vesile olan ve dolayısıyla teşekkürlerimizi yolladığımız kişi ise hocası Mösyö Garde’dir:
-İlginç, başka bir adam bu Mösyö Garde. Derste nedense gergin olduğumu iddia etti. Hayır dedim, değilim. Fakat o ısrar etti,
-Gerginsiniz, dedi. Bir insan, hele de bir çocuk için yalnızlık iyi bir şey değildir. Kendinize muhakkak iyi bir dost, bir sırdaş edinmelisiniz.
Gülümsedim. Söylediği şey o kadar imkansız ki! Ben bir şehzadeyim, benim için bir dost ne kadar da zor! (10)
Küçük şehzade hocasının tavsiyesiyle saraydaki derin ve soğuk yalnızlığına, hayali arkadaşına yazdığı mektuplarla son verir. Hayali arkadaşına Sadık Efendi adını takar (11). Hitapları yer yer; "candan aziz dostum"(14), "biraderim" (35), "sırdaşım" (47), "yoldaşım" (48), "gönüldaşım" (68), "refikim" (142) olarak değişir.
Henüz 10 yaşlarındayken yazmaya başladığı günlüğü 14 yaşındayken, şehzadenin kapıldığı bir vesvese sebebiyle sona erer:
“Sevgili Sadık Efendi, aylardır yazamadım. İçimi kemiren bir kurt yüzünden, elime kalemi bir türlü alamadım. Sanki biri sırrımı biliyor gibi. Sanki yazdığımı görüyor, hissediyor gibi. Bir Sadık Dost’a yazmak kadar güzel bir şey yoktu hayatımda. Fakat şimdilik sana veda etmek zorundayım” (143).
Şehzade daha sonra vesvesesini yendi mi, kim bilir belki de yeni bir isim verdiği dostuna yazmaya devam etti mi, bilinmez. Ama okur 144 sayfa boyunca bir çocuk şehzadenin duygularına tanık olur. Çevresinde cereyan eden olayları çocukça bir saflıkla yorumlayışı, annesine olan sevgisi, babasına duyduğu derin saygı, üvey annesiyle arasındaki tatlı münasebeti, kız kardeşiyle olan muhabbeti, hocaları ve hizmetlileriyle yaşadığı diyaloglar, çocuk kalbinin nahifliği, ihtimaller dahilinde yükleneceği padişahlık vazifesinin zaman zaman altında kaldığı ağırlığı, yaşadığı acı kayıplar sonucunda hissettiği derin hüzün okuyucuya aksettirilir.
Öte yandan, Şehzade Abdülhamid günlüğünde sadece andan değil gelecekten de bahseder, okuyucuya padişahlık ve sürgün yılları ile ilgili ipuçları verir: “Garip, Beylerbeyi Sarayı sanki yazın bile çok soğuk! O yer bana kendimi hapishanede hissettiriyor. Sanki istemediğim ama değiştiremeyeceğim bir kader, beni hep oraya çekiyor” (14).
“Çocuk olmak ne kadar zor! Sarayda olmak ne kadar zor! Düşününüz, hem saraydayım hem de çocuğum” (47). Yetişkinlerin hızlı, "robotsu" dünyasına çoğu zaman ayak uyduramayan çocuk ruhların bir anlamda beslenme noktası aslında biyografi okurluğudur. Aynı yollardan başkalarının da -hatta çok daha büyük zorluklar aşarak- geçtiğini öğrenmek minik kalpleri derin bir oh çekme sonrasında "vira bismillah" demeye sevk ediyor. Öyle ki Ebru Hasibe Tanju Aslışen’e göre biyografiler çocukları “başkalarının hayat kavgalarını, karşılaştıkları türlü sorunları ve başarılarının nedenlerini anlatarak, onları ileride karşılaşabilecekleri durumlara hazırlar” (127). Sonuç olarak 2. Abdülhamid’in Çocukluk Düşleri okuru, “Bir tarih tünelinden geçmenin şaşkınlık ve yorgunluğuyla” (144) uğurluyor.
Kaynakça
Aslışen Tanju, Ebru Hasibe. “Edebî Türler Açısından Çocuk Edebiyatı”. Çocuk Edebiyatı. Ed. Mübeccel Gönen.
Ankara: Eğiten Kitap, 2017.
Ayla, Elif. II. Abdülhamid’in Çocukluk Düşleri. İstanbul: Hayy Kitap, 2017.
Ciravoğlu, Öner. Çocuk Edebiyatı. İstanbul: Esin Yayınevi, 1997.
Oğuzkan, A. Ferhan. Yerli ve Yabancı Yazarlardan Örneklerle Çocuk Edebiyatı. Ankara: Emel Matbaacılık, 1987.