Dosya

Resimli Çocuk Kitaplarında Teknolojinin Yazımı, Yazının Teknolojisi

Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojikleşmesi kitabında teknolojinin insanın düşünme biçimine etki etmesi ve dönüştürmesi düşünüldüğünde, bu etkinin yazının icadıyla zaten gerçekleşmiş olduğunu vurgular.

Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojikleşmesi kitabında teknolojinin insanın düşünme biçimine etki etmesi ve dönüştürmesi düşünüldüğünde, bu etkinin yazının icadıyla zaten gerçekleşmiş olduğunu vurgular. Zira Yazı olmadan okuryazar zihni, yalnız yazarken değil düşüncelerin sözlü anlatımında da şimdi çalıştığı gibi çalışmaz. Yazı insan bilincini en çok değiştiren tekil buluştur”. Dolayısıyla yazı, icadıyla birlikte sözlü kültürün içinde ‘bağımsız’ olarak nitelenen bir dil ya da ‘özerk’ bir söylem kurmuştur”. Bu söylem, “yazarından ayrı tutulduğu için, konuşmada olduğu gibi soru sorulamayan, sorgulanamayan bir söylemdir” (97). Yani sözlü kültürün -sözlü ya da yazılı olarak kelimeye dönüşerek- sözelleştiği, “kelimelerin ses dünyasından görsel bir mekâna taşındığı” (146), “benlik duygusunu pekiştiren” ve “bilinç düzeyini yükselten” bir söylem (209). Teknolojik ilerleme ise bu söylemin, Ong’un “ikincil sözlü kültür çağı” olarak isimlendirdiği çağda şekillenmesine katkı sağlayan bir etkendir sadece.

Yine Ong’a göre iletişimin yalnızca konuşma dilinde oluştuğu kültür, birincil sözlü kültürdür. Yazının icadıyla sözlü kültürde bilişsel olarak bir değişim yaşanmıştır ancak bu değişim yine de “sözlü” olma niteliğini kaybettirmez. Zira “bir metni okumak, metni sese dönüştürmektir- ister yüksek sesle, ister sessiz, ister teker teker heceleyerek ya da ileri teknoloji kültürlerindeki gibi hızlı ve üstünkörü okuyarak olsun. Yazı, hiçbir zaman sözlü nitelikten bağını koparamaz” (20). Nitekim “elektronik çağ ikincil sözlü kültür çağıdır; varlığı yazı ve matbaa teknolojilerine dayanan telefon, radyo ve televizyona özgü sözlü kültürün çağıdır” (15). Bu nedenle, yazıdan sonra gerçekleşen bütün dönüşümler aslında sözlü kültürün sözelleştirilme şekillerine etki eder. O halde söz konusu teknolojinin yazımı olduğunda “sözelleştirilmiş söylem” ifadesini kullanmak mümkündür. Ancak teknolojinin içselleştirilmesinin yaşandığı günümüzde bir de yazının teknolojisinden söz etmek gerekir. Bu noktada farklı mecralarda tezahürlerini görebileceğimiz, hatta yeniden yazım olarak düşünebileceğimiz teknolojik ilerlemenin etkisiyle beliren ve durmaksızın yenileşen söylemi, Ong’dan ilhamla “dijitalleştirilmiş söylem” olarak inceleyebiliriz.

Günümüzde dijital yazının içselleştirilme sürecinin yaşandığı bir dönemdeyiz. Bu noktada çocuk yazını da teknolojiyi içselleştirmiş bireylerin çocuklarına -yani bu kültüre doğan çocuklara- hitap ettiğinden dijitalleşmektedir. Bu dönüşümle ilintili olarak Z kuşağı çocuklarında -hatta bebeklerinde- dijital söylemin içselleştirilme süreci gözlemlenmektedir. Ben bu yazımda ise çocuk yazınının teknoloji ile olan etkileşimini, bahsettiğim ayrışmadan mülhem iki ayrı kategoride inceleyeceğim. Bu nedenle, teknolojik dinozor anlatısı örnekleri “yazının teknolojisi” başlığı altında, Ong’un sözelleştirilmiş söylem” ifadesinin karşılığını bulduğunu düşündüğüm “dijitalleştirilmiş söylem”in anlatıdaki yansıması olarak dinozorları konu edinen anlatı örneklerini ise “teknolojinin yazımı” başlığı altında değerlendireceğim.

 

Yazının Teknolojisi: Teknolojik Dinozor Anlatısı Örnekleri

Barry Sanders Öküzün A’sı: Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi  kitabında “insan okur yazarlığın ürünüdür” der ve bu yetinin benliğin gelişimine direkt olarak etki ettiğinden söz eder (10). Zira “okuryazarlık, bir ilişkiler ve yapılar demetidir, insanın içselleştirerek deneyimlerine aktardığı devingen bir sistemdir. Bir kimsenin sözellikteki başarısı okuryazarlığı “benimsemesinde” de belirleyici olacaktır. Okuryazarlığa giden yol, yeni doğmuş bir bebeğin ilk harflerinde, nefes almada yatar. İnsan sesi, bir çığlık halinde yazılı kültürün yolunu gösterir” (11). Bu noktada Ong’u hatırlarsak okuryazarlık kimliği yazı içselleştirildiğinde, yani sözlü kültür sözelleştiğinde kazanılır. “Çünkü sözellik ve okuryazarlık birbirinden tümüyle ayrı iki kategori değildir. Her ikisi de sesler ve anlamlar üzerine kuruludur. Her ikisi de bir şeyleri anlatmaya çalışır. (…) okuryazarlık, sözellik aracılığıyla beslenir” (44). Dolayısıyla, sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş sürecinde okuryazarlık kimliği edinmek ile benliğin gelişimi arasında doğru orantı vardır. Bu noktada birisinin okuduğu masal ya da hikâye kitabını dinleyen çocuk, sözellikle okuryazarlığa geçiş arasında ikincil sözlü kültürle etkileşim halindedir. Okunan kitabın resimli olması tabii ki tartışılabilir; ancak kitabın okunması ya da bir biçimde canlandırılması çocuğun sözellikle kurduğu ilişkiyi güçlendirecek, dikkatini arttıracaktır. Bu noktada kitabın resimleri çocuğun bilincinde hiyeroglif yazısının yarattığı anlam dünyası gibi işlev görebilir. Böylelikle alfabe ile henüz tanışmamış çocuk muhatap için, kitabın resimlerini incelemek sonsuz düşünmenin yolunu açan bir etkinliğe dönüşmeye başlar. Sanders’ın da Ong’un da işaret ettiği sözellik işte budur.

“Zengin bir sözellik deneyimi, okuryazarlığın vazgeçilmez bir başlangıcıdır. Sözellik, bir çocuğun yargılanma ya da kınanma korkusu yaşamadan imgelemini geliştirebileceği bir prova sahnesi, güvenli bir limandır” (Sanders 22-23). Ancak günümüzde teknolojik araçların etkisinde yetişen çocuklar için bu güvenli liman batıyor gibi gözükmektedir. Bu yüzden Sanders’a göre “okuryazarlık hem modern eğitim yöntemlerinin hem de modern iletişim biçimlerinin saldırısıyla karşı karşıyadır. Bu paradoksun sonuçlarını incelememiz, bunun için de elektronik iletişim biçimlerine bakmamız” gerekmektedir (134). Zira bilgisayarlarla başlayan ve şimdilerde akıllı telefon, akıllı tahta, iPadler gibi teknolojik araçlar dolayımıyla gerçekleşen teknolojinin alımlanışında bireysel algılama biçimleri -Ong’un işaret ettiği gibi geçmişte ilk teknolojik değişim olarak düşünülebilecek- yazının icadıyla değiştiği gibi bir dönüşüm geçirmektedir. Bu dönüşümde anlatının içselleştirilmesi dijital söylem dolayımıyla gerçekleşmelidir. Ong’un bahsettiği yaşamı yücelten teknoloji ancak bu şekilde bir içselleştirilme ile mümkün olur (102). Çocuk yazını piyasasında ise Z kuşağına hitap ettiği düşünülen Canlanan Kitaplar ya da interaktif oyun seçeneği olan teknolojik kitaplar yer almaktadır. Bu kitaplar muhatabın bilişsel zekâsını destekleyip benliğinin oluşumuna katkı sağlamak yerine yalnızca “heyecan duygusunu pekiştiren” kitaplardır. Bu nedenle, dijital teknoloji çağında elektronik çağda olduğu gibi “okuryazarlığı radikal bir biçimde yeniden tanımlamamız ve bu tanımaya sözelliğin okuryazarlığın şekillendirilmesinde oynadığı önemli rolü de eklememiz” ve “bir toplumun her haliyle okuryazar görünüp ondan sonra da birincil metaforu olan kitaptan vazgeçmesinin ne demek olduğunu” yeniden tanımlamamız gerekiyor (137). Bu noktada Ay’ı Kim Çaldı? kitabının interaktif e-kitabının aplikasyon olarak temin edilebilmesi örneğinde olduğu gibi teknolojik yazı olarak nitelendirebileceğimiz bu tip icatların “benliğin görselleştirilmesinde kullanılan birincil metafor olarak kitabın yerine geçtiğinde” neler olabileceğini de tartışmalıyız (137). Zira teknolojik yazı deneyiminde teknolojinin kendisi bizzat anlatının yerine geçiyor.

Dijital anlatı kavramı her ne kadar edebi olanın da dijital mekâna taşınması ile son dönemlerde nitelikli bir gelişme olarak gündeme gelmiş olsa da, söz konusu çocuk yazını olduğunda, Arpa Kitap tarafından yayınlanan Canlanan Kitaplar serisi gibi anlatıdan ziyade görselliği önceleyen, resme üç boyuttan fazlasını kazandıran, hareketli, sesli, 3D gözlük hediyeli kitaplar gibi alternatif canlandırma örneklerinin bu gelişmeyi gölgede bıraktığını söylemek gerek. Zira sözel olanın yerini görsel olana bıraktığı, bireyin benliğini geliştirmekten ziyade yalnızca heyecan duygusunu beslediği, simülatif bilgisayar oyunu CD eki olan ya da boyandıktan sonra gerekli uygulamanın tablete indirilmesi sayesinde kitap üzerindeki figürlerin canlandırıldığı kitap seçenekleri çocuk yazını raflarında dijital anlatı örneklerinden daha çok yer almakta. Altın Kitaplar Yayınevinin, kapağında “Dikkat! Bu kitap sizi ısırabilir!” sloganıyla yayınladığı Dinozorlar Yaşıyor kitabı bu örneklerden sadece biri. “Program yükleme diski” ile birlikte satılan bu kitabın giriş bölümünde kısa soru cevaplarla önce okur sanal gerçekliğe dair bilgilendiriliyor: “Sanal gerçeklik nedir? Sanal gerçeklik (SG) programı gerçek ve sanal dünyayı karıştırmaktır. Böylece bilgisayarınızın kamerası 3 boyutlu animasyonlarla kitapları canlandırır”. Daha sonra okura elinde tuttuğu kitabın tarih öncesi devirde yaşayan Tyrannosaurus ve Stegosarus gibi dinozorları kükreterek tekrar hayata döndürdüğü belirtiliyor ve okurun bu dinozorları bilgisayar uygulamasını kullanarak nasıl diriltebileceği resimlerle gösteriliyor. Yine benzer bir örneğe Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın Jurassic World: Dinozorların Canlandığı Yer kitabında da rastlıyoruz. “Filmden resimlerle hazırlanmış sanal gezinin” de dâhil olduğu bu kitabı okurken yapılması gereken sadece “ücretsiz uygulamayı indirmek” ve “Jurassic World’den beş dinozoru gerçek boyutlarıyla canlandırmak”. Dolayısıyla okur, sözel anlatımdan uzak, aksiyonu önceleyen, aktivasyon sayfalarının yer aldığı bir kitapla karşı karşıya. Öte yandan söz konusu beş dinozor da bu sayfalarda arenada dövüşe çıkacak bir gladyatör anlatısı gibi bir anlatımla okura takdim ediliyor: “Etkileyici güzelliklerle dolu Gyrosphere Vadisi’nde görülmesi en kolay dinozorlar şüphesiz ki gösterinin en dikenli yıldızlarıdır- Stegosauruslar”, “Savunmaya Hazır” ve “Hayatta Kalma Uzmanı”. Dolayısıyla bu tip örnekler, Ong’un yazının teknolojikleşmesi deneyiminde önemsediği alımlanış biçiminden uzağa düşüyor.  

Ong’a göre yazının teknolojikleşmesinin ilk örneklerinden “matbaanın büyük ölçüde içselleştirilmesiyle kitap, başlangıçtaki gibi kaydedilmiş bir sözce olarak görülmekten çıkıp bilimsel, kurgusal vb. bilgiyi ‘içeren’ bir nesne olarak algılanmaya” başlanmıştır (149-50). Bu değişim yalnızca algılama biçimimize etki eden değişim olmuştur. Dolayısıyla, yazının teknoloji ile teması, söz konusu anlatı içselleştirildiği, yani benliğe hitap edebildiği, üzerine düşünülebildiği sürece değerlidir. Bu açıdan düşünüldüğünde “elektronik araçlar basılı kitapları yok etmez, tam tersine kitap sayısını arttırır” (160). Zira okuryazarlık kimliğinin gelişim sürecinde teknoloji dolayımı ile gerçekleştirilen okuma pratikleri aslında “grup bilincimizi bilinçli olarak planlama”nın tezahürüdür. Bu noktada anlam üzerine uzlaşı globalleşmenin de etkisiyle yerel uzlaşıyı aşarak “dünya köyü” ölçeğinde gerçekleşmektedir (161).[1] Bu nedenle günümüzde çocuk yazını raflarında bu tip örneklerin yer alması dijital anlatının bilgiyi içeren bir nesne olarak algılandığı bir sürecin ürünüdür aslında. Ong’un işaret ettiği şekliyle bu kitapların bilinç düzeyini yükseltecek nitelikte olması ise söylemin dijitalleştirildiği örnekler dolayımıyla gerçekleştirilebilir.

 

Teknolojinin yazımı: Çocuk Yazınında Söylemin Dijitalleşmesi

Yazının teknolojisi söz konusu olduğunda insan bilincini yükseltecek nitelikte değişim “sözelleştirilmiş söylem” aracılığıyla gerçekleşmiştir. Başka bir deyişle, okurun kendi iç sesiyle baş başa kalması ve okudukları üzerine düşünmesi imkânını yaratan bu söylem, bilgi ve teknolojinin içselleştirilmesini sağlamıştır. Bu nedenle Ong’a göre teknolojinin ilerlemesi ile gerçekleşen dönüşümleri yazının icadı gibi deneyimlediğimiz müddetçe gerçekleşmesi kaçınılamayan bu dönüşüm bilginin niteliğinde değil, algıma biçiminde vuku bulacaktır. Bu noktada dijital anlatı tartışmalarının gündeme gelmesi anlatı düzleminde teknolojinin yazımına etki edeceği için de önemlidir. Zira bu süreç sözelleşmenin içselleştirilmesi deneyimlenmesinde olduğu gibi dijitalleşmenin içselleştirilmesi deneyimine dönüşebilecek nitelikte seyretmelidir. Nitekim dijital söylemin anlatıya yansıdığı bu dönüşümü destekleyecek metinlere de çocuk yazınında rastlamak mümkündür. Brachiosaurus ile Kamp Yapmak ve Dinozorlar Çağına Yolculuk gibi kitaplar dijitalin çocuk yazınında ifade edildiği, söz konusu bilişsel gelişimi destekleyen nitelikli eserler olarak karşımıza çıkıyor.[2]

Dörtgöz Yayınları’nın “Dinozorlar Serisi” Melek ve İlke adında okul çağındaki iki kardeşin serüvenlerini konu edinir. Brachiosaurus ile Kamp Yapmak kitabı da bu serüven dizisinin bir parçasıdır. Anlatı, ana kahramanlar Melek ve İlke’nin tartışması ile başlar. İkili her yıl katıldıkları kamp gezisine gideceklerdir ancak İlke gezide kullanmak üzere tabletini almak için son anda evine geri dönünce gezi otobüsünü kaçırırlar. İlke “Boş ver otobüsü. Geziye giden muhteşem bir yol bulacağım.” diyerek Melek’i sakinleştirmeye çalışır (2). “Laptopuna kodlardan oluşan seri” girer ve “dinozor koleksiyonundan Brachiosaurus’u” tarar (4). Oyuncak canlanır ve büyüyerek kocaman olur. Odanın açık penceresinden dışarı zıplayarak tarih öncesindeki gerçek boyutuna ulaşır. İkili ise “evrendeki en uzun merdiveni” kullanarak Brachiosaurus’un sırtına biner (4). Çocuklar dinozorlarıyla birlikte şehrin caddelerinden geçerken önce bulundukları noktadan her şeyin ne kadar küçük göründüğünü keşfederler. Bu noktada çocuk okura Brachiosaurus’un ne kadar uzun bir canlı olduğu sezdirilmiş olunur. Benzer şekilde anlatıda İlke ve Melek’in -dinozorlarının adımları büyük olduğu için- kamp alanına otobüsten önce varmaları, çocuk okurların hız kavramı üzerine farklı bir bakış açısı da kazanmalarını sağlar.

İkili kamp alanına geldiğinde ise öğretmenlerinin kızgın bakışı ile karşılaşırlar. Sınıf öğretmenlerinin tavrı kamp alanında dinozor olmaması konusunda nettir: “Braçi’yi hemen geri yollayın ve siz ikiniz kampı terk edin!” (11). Bu tavır, çocuklar; “ama onu öylece bırakamayız kaybolur” dediklerinde bile değişmez: “Bu durumda ikiniz de buradan gitmek zorundasınız!” (11). Böylelikle İlke ve Melek en ufak bir kabahatte sınıftan atılan çocuklar gibi kamptan ayrılırlar. Ancak İlke vazgeçmez ve Braçi’yi canlandırdığı gibi yaratıcı bir fikirle kendi karakteristik özelliğini ortaya koyar. Melek’e “Bekle. Kendimiz de kamp kurabiliriz. Eğlenceli olur. Hem eve de erken dönebiliriz. Hadi bu hafta sonunu eğlenceli hale getirelim” der (12). Dinozorlarının da yardımıyla birlikte çadır kurup kamp ateşi yakarlar. Bu sırada yemeklerini yerken Brachiosaurus’un etçil bir dinozor olmadığını da öğrenirler. Zira Braçi ona uzatılan yemeği geri çevirerek “Hayır! Ben tam anlamıyla bir otçulum. Uzun ağaçların yapraklarını yemeyi çok severim” demiştir (15). Sabah olduğunda kamptaki bütün meraklı çocuklar Braçi’nin etrafında toplanırlar. Üzerine çıkarak dağın tepesine yetişirler, uzun bedenini kaydırak gibi kullanırlar… (19). Öğretmenleri bu manzara ile karşılaştığında yine öfkelenir (19). Ancak o sırada bir yardım çığlığı duyulur. Bir çocuk “yer çatlağına sıkışmıştır” ve “koca bir kurt onun başında”dır (20). Bu manzara karşısında Braçi kurda öyle bir kükrer ki “kurt uslu bir köpek gibi oradan ayrılır” (20). Braçi de -otçul olduğundan- “keskin olmayan dişleri ile” çocuğu çatlaktan çıkarır. Böylelikle herkes mutlu olur. Öğretmenleri de önyargılı tutumunu bir kenara bırakarak: “Braçi, bugünkü bütün yardımların için teşekkürler! Melek ve İlke, siz sanırım dünyanın en iyi hayvanına sahipsiniz” der (23). Dolayısıyla öğretmenin tavrı dolayımıyla mevcut eğitim sistemindeki öğretmen modeli de anlatı düzleminde eleştirilmiş olur. Eve döndüklerinde İlke, ailesi hafta sonu tatilinden dönmeden önce Braçi’yi saklamak istediğinden hemen laptopuna kodları yazar, dinozorunu tarar ve onu oyuncak haline dönüştürür. Anlatı iki kardeşin mutu bir şekilde uyuması ile son bulur (24). Bu eserde anlatı kahramanlarının teknolojiyi içselleştirmiş olmaları bahsettiğim dijital söylemi kurması açısından önemlidir. Yine çocuk yazınında bu tip karakterlerin yaratılması, Z kuşağı nesli gibi zaten teknolojiyi içselleştirmiş çocuklar için anlatı kahramanlarıyla özdeşleşmelerini kolaylaştırması, okuryazarlık kimliğine geçiş süreçlerine nitelikli olarak katkı sağlaması açısından önemlidir.

Benzer biçimde Türkiye İş Bankası Yayınları’nın Dinozorlar Çağına Yolculuk kitabında da iki kardeş olan Ali ile Ömer’in lunaparktaki macerası konu edilir. Ali “Dinozor-delisi”dir, “Sarıl-o-saurus”unu yanından ayırmaz. Abisi Ömer’e göre daha heyecanlıdır. İkili lunaparkta birbirlerini kovalarken üzerinde “Tarihe Yolculuk Yapın” tabelası olan “elips şeklinde”, “yukarı doğru açılan kapısı” olan, “tuhaf bir uzay gemisine” benzeyen bir araca denk gelirler ve merakla aracın içine girerler. İçerideki “büyük ekranda çok yaşlı ama dost canlısı bir adam” vardır. Böylelikle anlatı düzlemi 5D sinema mekânı izlenimi veren teknolojik bir mekâna taşınmış olur. Bu noktada anlatıda mekân, yazının teknolojisi örneklerinde gördüğümüz gibi tablet ya da akıllı telefonlara indirilen programlar aracılığı ile dijital bir platforma taşınmak yerine, kelimelerle tasvir edilerek anlatı düzleminde kalan simülatif bir mekâna dönüşür. Ekrandaki dijital anlatıcının çocuklara tarihte yolculuk yapmaları için hazır olmalarını söylemesi ve nereye gitmek istediklerini sorması ile anlatının olay silsilesi başlar ve Ali’nin “dinozorlar zamanına gitmek istiyorum” çığlığıyla anlatıdaki simülatif mekân hareketlenir. Çocuklar kemerlerini bağlar, zaman makinesi titrer, yerden yükselir ve kükreyerek yukarı doğru uçmaya başlar. Araç durduğunda ise çocuklar kendilerini “rengârenk tropik çiçeklerle dolu, balta girmemiş bir ormanda” bulurlar. Etraflarında dinozorlar vardır, “yürüyen, yemek yiyen, kükreyen ve ziyaretçilere bakan canlı dinozorlar”…

Önce bir “Diplodocus” görürler. Sonra yer sarsılmaya başlar, gelen T-rex’tir. Tehlikeli ve etçil bir dinozor olduğundan çocuklar için heyecan verici bir macera başlar, T-rex’in giremeyeceği bir geçide saklanırlar. Geçidin sonu bir göle açılır. Ancak orada da yırtıcı dinozor türleri ile karşılaşırlar. En sonunda stregosauruslarla karşılaşan çocuklar dinozorların yönlendirmesi ile koruma amaçlı olarak bu dinozorların yumurtalarını alıp zaman makinesine tekrar binerler. Evlerine döndüklerinde bu gerçeküstü yolculuklarına kendileri de inanamazlar. Öte yandan dinozor yumurtaları kanıt olarak yanlarındadır. Yaptıkları geziden sonra imkânsız diye bir şeyin olmayacağını deneyimlemiş olan çocuklar birkaç gün sonra yumurtalarının çatladığına da şahit olurlar. Anlatı Ali ile Ömer’in stegosaurus yavrularını okullarındaki “Evcil Hayvanınızı Okula Getirin Günü”ne getirmeleri ile sonlanır. Anlatıcı getirdikleri yumurtaların “21.yüzyıl tarihini de değiştirecek” etkide bir yenilik olduğunu da vurgulamayı ihmal etmez. Bu anlatı ile de çocuk okurların bilimsel keşifle teknolojiyi birlikte deneyimlemeleri mümkün olur. Üstelik anlatıcı bu deneyimi anlatıda 5D sinema sistemini andıran simülatif bir mekân hissi yaratarak ve dinozor yumurtalarının keşfi ile geçmişle anlatının şimdiki zamanı arasında köprü kurarak gerçekleştirmiş olur. Çocuk okur böylelikle anlatılanı bilişsel olarak kavramaya çalışacağından Ong’un işaret ettiği benlik oluşumuna katkı sağlayacak, okuryazarlık kimliği edinme sürecine geçişi destekleyecek türde bir içselleştirme deneyimini yaşama imkânına erişir. Anlatı da dijital söylemin oluşumuna katkı sağlar.

 

Sonuç

Anlatının teknoloji ile olan etkileşimi yazını icadı ile başlar. Bu etkileşimin bir sonucu olarak yazı içselleştirilir ve sözlü kültür sözelleştirilir. Başka bir deyişle, kelimelerin alfabe dolayımı ile sözelleşmesi ile toplumsal olarak yazılı kültür deneyimi yaşanır. Bu yeni deneyim insanın bilişsel düzeyinin ve benliğinin gelişmesine katkı sağlar. Walter Ong’a göre yazı sonrası şekillenen kültür ikincil sözlü kültür çağıdır. Zira okuma deneyiminde bireyin kendi iç sesiyle diyalog halinde olması sözlü kültürü idame eder.

Günümüzde ise akıllı telefon ve tabletler gibi yeni iletişim araçlarının deneyimlenmesi anlatı düzlemine de yansır. Çocuk yazını dolayımı ile bu yazıda tartıştığım teknolojinin yazımı ve yazının teknolojisi dijitalleşmiş söylemin anlatıdaki yansımasının farklı veçhelerini gösterir. Ong’un işaret ettiği bireyin bilişsel düzeyini besleyecek ve ona okuryazarlık kimliğini giydirebilecek deneyim dijitalin sözelleşmesi ile mümkündür. Bu sözelleşme ise teknolojinin yazımı, dijitalleştirilmiş söylem ile gerçekleşebilir. Bu noktada anlatının teknoloji ile etkileşimi kitabı yok etmez, aksine basılı kitapları arttırır.

Çocuk yazınının bir diğer özelliği okuma yazma bilmeyen çocuk okurun kitapla etkileşiminde sözlü ve yazılı kültürün kesişimini görmeyi de mümkün kılmasıdır. Bu evrede çocuk yazını sözlü kültürün içselleştirilmesi ve okuryazarlık kimliğine geçiş sürecini pekiştirmede önemli bir rol üstlenmektedir; teknolojik kitaplardan ziyade teknolojinin yazımını yansıtan anlatılara yönelmek zaten dijital söylem içine doğan Z kuşağı neslinin bu söylemi içselleştirmelerine ve kendi okuryazarlık kimliklerini oluşturmalarına katkı sağlayacaktır.

 

Kaynakça

Beriwal, Kanika. Brachiosaurus ile Kamp Yapmak. Çev. Kamer Oğur. İstanbul: Dörtgöz Yayınları, 2014. Canlanan

Kitaplar. Der. Nurgül Şenefe. İstanbul: Arpa Kitap, 2017.

Nash, Robert. Dinozorlar Yaşıyor. Çev. Oya Alpar. İstanbul: Altın Kitaplar.

Ong, J. Walter. Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojikleşmesi. Çev. Sema Postacıoğlu Banon. İstanbul: Metis

Yayınları, 2014.

Rowlands, Caroline. Jurassic World: Dinozorların Canlandığı Yer. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,

2016.

Sanders, Barry. Öküzün A’sı: Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi. Çev. Şehnaz Tahir.

İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2013.

Taylor, Dereen. Dinozorlar Çağına Yolculuk. Çev. Sevgi Atlıhan. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,

2015.

Tullet, Herve. Binbir Oyun. İstanbul: Timaş Çocuk, 2014. Would, Stratton Helen. Ay’ı Kim Çaldı?. Çev. Derya

Çebi. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2012.


[1] Bu noktada Barry Sanders Amerika örneklemi aracılığıyla daha pesimist bir görüştedir: “Artık çocukların büyük çoğunluğu insan sesini televizyon, sinema, plaklar ve radyo aracılığı ile işitiyor: Bu harika elektronik aletlerin büyüsü sayesinde son iki üç kuşak gerçek yaşantıların yerine elektrik sinyallerini tercih eder oldu” (45). Bu tercih Sanders’a göre Amerikan toplumu gençlerini okuryazarlık kimliğinden uzaklaştıran, okuma eyleminde insan sesini öldüren bir dönüşümün yaşanmasına sebep olmuştur.

[2] Hervé Tullet’ın Türkçeye de çevrilen Binbir Oyun kitabı da tabletlerin dokunmatik özelliğinin basılı bir kitapta yalnızca kelime ve resimlerin gücü ile sağlanması açısından ilginç bir örnektir. Ancak ben bu yazıda hem yazının teknolojisi bölümündeki örneklerle konu bütünlüğü oluşturması açısından hem de çağ öncesi dinozorlarla ileri teknolojinin bir tür melezleşmesi gibi düşünülebilecek bir örnek oluşturduğundan söz konusu iki kitabı incelemeyi tercih ettim.