Sinemanın keşfedildiği dönemde yaşamış Belçikalı pedagog Alexis Sluys’ye göre herkes sinemadan aynı derecede etkilenmez; daha çok çocuklar ve kadınlar bu etki alanından payını alır.
"Sinemanın keşfedildiği dönemde yaşamış Belçikalı pedagog Alexis Sluys’ye göre herkes sinemadan aynı derecede etkilenmez; daha çok çocuklar ve kadınlar bu etki alanından payını alır. Çocuğun ruhu vurdulu-kırdılı filmlerle beslendiğinde, onun yaptıkları bütün esaslarını buradan alacaktır. Çünkü onun alışkanlıkları ve ahlâki esasları henüz kararsızdır. Duyguları etkisi altına almada son derece mahir olan sinema onu bir kez kavradı mı, akabinde boş ruhunu doldurmaya başlayacak, hatta onu tahrif edecektir."
Bir icat olarak sinema, en yeni modernliklerden biri. Ama bir o kadar hızlı yol katedip gelişen ve değişen bir yapıya da sahip. Bir ânda hayata karışan, insanın kendini büyüsünden alamadığı sihirli bir kutu. Bu tarafıyla tam bir çocuk oyuncağı. Çocukların, bütün ilgisini ona yönelterek bitip tükenmez meraklarına ve iştahlarına ev sahipliği yapabilecek bir eğlence. Peki en genel anlamıyla bugünkü bütün türlerini hesaba katarak söylersek sinemanın bu ele avuca gelmezliği, çocuk ruhunda nasıl bir yankı buluyor? Vaktinden önce hislerini tahrik edici bir rol mü üstleniyor, yoksa her konuda eğitici-öğretici bir konuma mı sahip?
Bilim ve Sanat Vakfı’nda yürütülen Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın destekleriyle projeleşen “Belgelerle Osmanlı’da Sinema Atölyesi” kapsamında transkripsiyonu yapılarak uzun araştırmalar sonunda yazarı gün yüzüne çıkartılan ve ilk kez okurlara tanıtılan Mektep ve Sinema kitabında bu konulara dair çok ilginç ifadeler yer alır. 1923 yılına ait, bilinen ilk sinema tarihi kitabı İspanya, İtalya ile Türkiye gibi birçok ülkede, hemen hemen aynı dönemlerde, o günün çocuklarıyla ebeveynlerinin sinemaya dair bilinçlendirilmesi için tercüme edilir.
60 başlıktan oluşan kitapta, insanı sinemanın icadına sürükleyen serüvenin ataları, sinemanın keşfine katkı sağlayan mucit ve icatlar tek tek, kısa bir gözden geçirmeyle anılır. Kitabın ilk bölümlerinin konusunu bu mucitler, yaptıkları icatlar ve sinemanın ilerleyişi oluşturur. Sinemanın ortaya çıkışını bir eğitimbilimci gözüyle ele alıp ahlâki ve fiziki sorunları ayrı ayrı dile getirir. Örneğin çocukları, belirli filmlerin ortaya çıkarabileceği zararlı etkilere karşı korumak için tüm ülkelerde kabul edilen çeşitli önlemleri (yasalar, kararnameler, basit polis hükümleri) listeler.
Sinemanın keşfedildiği dönemde yaşamış Belçikalı pedagog Alexis Sluys’ye göre herkes sinemadan aynı derecede etkilenmez; daha çok çocuklar ve kadınlar bu etki alanından payını alır (26). Çocuğun ruhu vurdulu-kırdılı filmlerle beslendiğinde, onun yaptıkları bütün esaslarını buradan alacaktır. Çünkü onun alışkanlıkları ve ahlâki esasları henüz kararsızdır. Duyguları etkisi altına almada son derece mahir olan sinema onu bir kez kavradı mı, akabinde boş ruhunu doldurmaya başlayacak, hatta onu tahrif edecektir (46). Zira Sluys’ye göre;
Müteharrik, meşhut hadiselerin anlaşılması için sinema, sözden yazıdan, mecmua resimlerinden, daha tam, daha vâzıh, daha nüfuzkârdır: Söz ve kitap metinleri ekseriya müphem, iki manâlı, muhtelif cihetlere çekilebilir. Basma resimler eşyayı ancak hâl-i tevakkuftayken gösterdiği hâlde sinema bütün eşkâl ve harekâtı en yüksek derecede mevki-i istifadeye sunar. (25, 26)
Aynı dönemlerde Osmanlı topraklarında durum nasıldı acaba?
Bunun için bir polis müdürü tarafından İç İşleri Bakanlığı’na gönderilen 1916 tarihli arşiv belgesine bakabiliriz.[1] Belgede, 16 yaşından küçük çocukların sinema ve tiyatrolara gönderilmesi konusu gündeme taşınır ve bu soruna dönemin ruhuna uygun çözüm önerileri getirilmeye çalışılır.
Öncelikle Avrupa’daki durumla Osmanlı’da yaşanılanlar arasında bir mukayesede bulunulur. Avrupa’da bu gibi hususlarda son derece itinayla hareket edildiği üzerinde durulur. Örneğin kaymak tabakasını oluşturan kitle için üst düzey sahnelemeler yapılırken, daha aşağı seviyedeki kesimden insanlara daha alt zemin ve şekillerde gösterimler sunulabilmesi gibi. Ancak Osmanlı’da bu iki durumun birbirine karıştırılması yüzünden bu tarz gösterimlerin, çocuk ve kadınların ahlâkları üzerinde kötü tesirlerinin ortaya çıkma tehlikesi baş gösterir. Bu bağlamda aşırı rağbet gören aşk ve cinayet türü film ve piyesler, birçok çocuğu hüzün, ümitsizlik ve ahlâksızlığa sürükleyebilir ve onları oyuncuları taklit yoluyla birtakım suçlara da sürükleyebilir. Bu yüzden de henüz terbiye ve korumaya muhtaç 16 yaşından küçük çocukların bu tarz yerlere ancak cuma veya tatil günlerinde ve ancak yanlarında öğretmenleri eşliğinde gidebilecekleri belirtilir.
Bu düşüncelerin ifade edildiği tarihten 25 yıl sonrasında, 1941 senesine ait başka bir belgede yine aynı mesele ele alınır:
Bizde filmlerin; kontrolsüzlük yüzünden bilhassa çocukların ahlâk bünyeleri üzerinde yaptığı tesirler ehemmiyetli görülmeye lâyık bir derecededir. Ya mevzuu çok derin ve şumullü oluyor çocuğun dimağını eziyor yahut çok heyecanlı oluyor çocuğun sinirleri üzerinde akisler uyandırarak günlerce uykusunda sıçramalar: ağlamalar görülüyor yahut da yaşı icabı görmemesi lâzım gelen aşk ve aile facialarının acı sonları belki hayatının sonuna kadar devam edip fena izler bırakıyor.
Asabi buhrana tutulmuş bazı hastaların hastalık menşeleri sinemadan olduğu asabiye mütehassıslarınca ifade edilmektedir. Aşk ve cinayet filmlerinin; ahlâk ve terbiye üzerindeki tesirleri çok açıktır. Artistler gibi boyanmak, giyinmek, onlar gibi yaşamak ve sinemada gördüğü bir cani ve haydud gibi hareket etmek istiyen çocuklar az değildir.
Faydası güneş kadar açık olmamakla beraber sigortasız kullanılan elektriğin yapacağı öldürücü tesir gibi kontrolsüz bırakılan sinema filmlerinin çocuklarımız üzerinde yapacağı muhakkak olan fena tesirlere meydan vermemek ve sağlık, sosyal terbiyelerine yarayacak filmler göstermek ve sinemayı bir mektep hâline koyabilmek için filmlerin kontrol ve tasnif edilmesi şarttır.[2]
Evet, yine aynı konular üzerinde kafa yorulduğu doğru. Yalnız, bu kez odağa çocuğun psikolojisi açısından yaklaşılır ve sinema birçok hastalığın kaynağı şeklinde sunulur. Çocuklara mutluluk ve sağlık aşılayan, öğretici nitelikteki filmlerin gösterilmesi ve bunların, yatağa gitmeleri gereken saatlerde değil, gündüz vakitlerinde izletilmesi gerekliliği gündeme getirilir. Belgede, 12 yaşını bitirmemiş çocukların sinema filmlerinin ezici ve yıpratıcı tesirlerinden kurtarılması için güneş battıktan sonra sinemalara alınmamaları gibi mühim konularda belli kanunlar çıkarılmasına ve bu uyarıyı dikkate almayanlar için de cezai yaptırımlar uygulanmasına yönelik tavsiyeler de var.
Aradan geçen çeyrek asra rağmen çözüm arayışına devam edildiği ortada. Peki, tam bir asrın devrildiği bugüne gelindiğinde durum hangi aşamada?
Sinema ve dizilerin etki gücü tartışılmaz bir gerçek. Bazıları düşünsel gelişimi, zekâyı, yaratıcılığı, araştırmacılığı, hayal kurabilmeyi veya hayatı keşfetme ve anlamlandırma ihtiyacını olumlu yönde etkilerken, bazıları ise dikkat dağınıklığı, kendine yabancılaşma, bağımlılık, şiddet eğiliminin davranışa dönüşmesi, pornografi, ana dilin bozulması, bazen yoğun bir kaygı veya korku durum bozukluğu gibi olumsuz sonuçlar da doğurabiliyor (Solmuş 11). Bugün gelinen nokta açısından sinemayı, bu tür sorunların ve tüm ahlâki bozukluğun sebebiymiş gibi göstermek pek adil değil. Fakat neredeyse günümüzde bütün çocukların doğar doğmaz artık elinde tuttukları telefonlar aracılığıyla sinemasal bir dünyaya temas ettikleri gerçeği her vicdan sahibini irkiltmeye yetiyor.
Şüphesiz çocuğa, yaşına ve gelişimsel özelliklerine uygun bilgilerin aktarımı, gerek kişilik gelişimi gerekse sosyal uyumu açısından en yararlı olanı (Solmuş 11). Bununla ilgili kitle iletişim araçlarının aileler üzerindeki olumsuz etkilerini önlemek için bütün ülkelerdeki gibi burada da düzenlemeler yapılmış. “Basın Yasası”, “Küçükleri Muzur Yayınlardan Koruma Yasası”, “RTÜK Yasası” gibi yasalar da çıkartılmış. Hatta belediyelerin kanunlarına göre gündüzleri altı yaşından, geceleri ise on iki yaşından küçüklerin -çocuk filmleri ve oyunları dışında- sinema ve tiyatrolara girişi yasaklanmış (Gökdağ 208). Ancak gelgelelim, bu düzenlemelere ne kadar uyulduğu şüphe götürür. Çünkü hâlâ çocukların neyi, ne şekilde, hangi yaşta, nerede ve ne vakit izlemeleri gerektiği bahsi muallâkta. Gözleri birçok görüntüyle doldurulmaya devam ediliyor da ruhlarının gıdasına yönelik herhangi bir tedarik söz konusu mu? Ne herhangi bir denetim ne de bunun için bir adım atma teşebbüsü... Ve henüz “İşte bu, çocuk sineması örneklerimizden biri!” diyebileceğimiz bir eser de yok ortada.
Kaynakça
Gökdağ, Prof. Dr. Dursun. Aile Psikolojisi ve Eğitimi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2002
Sluys, Alexis. Mektep ve Sinema. Haz. Ayşe Yılmaz. İstanbul: Bilim ve Sanat Yayınları, 2019.
Solmuş, Tarık. Dizilerde Psikoloji ve Anormal Davranışlar. İstanbul: Doruk Yayınları, 2013.