Atılgan edebiyatı, üstü çoğu zaman örtülen “ortanca oğul”un hikâyesinin üzerindeki örtüleri atıverir. Bu “iç gerçeğin” hikâyesi ise son derece karanlık ve umutsuzdur. Ancak bu umutsuzluk Atılgan edebiyatında trajik bir gerçekliğe tekabül etmez.
"Su Prensesi, temiz suya ulaşabilmek için her gün güneş doğmadan kalkıp annesiyle birlikte kilometrelerce yürümek zorunda olan Li Li isimli küçük kızın bir gününü anlatır. İlk sayfalarda Li Li, birinci tekil anlatıcı vasıtasıyla kendisini tanıtır. Hayalgücü ve geleceğe dair düşleri kuvvetli olan Li Li’nin çocuk dünyasında kurduğu bir krallığı vardır. Krallığın ana mekânı gökyüzü ve yıldızlardır."
Metinlerde işlenen konuların yerelliği ve evrenselliği mevzusu, bilhassa çocuk kitapları için her daim canlılığını korumaktadır. Bu durumun beyaz ve siyah gibi ayrıştırılamayacağını; yerele ait bir problemin evrenselde de yankı bularak bütün dünyanın derdi olabileceğini yahut olması gerektiğini vaz eden Su Prensesi, Türkiye’de önemli yayınlar yapan Nar Yayınları’nın Nar Çocuk markasıyla çocuk kitapları yayınlayan kuruluşunun, telifini Amerikan merkezli Pengiun Random House’dan alarak Türkçeye tercüme ettiği bir eserdir.
Su Prensesi, temiz suya ulaşabilmek için her gün güneş doğmadan kalkıp annesiyle birlikte kilometrelerce yürümek zorunda olan Li Li isimli küçük kızın bir gününü anlatır. İlk sayfalarda Li Li, birinci tekil anlatıcı vasıtasıyla kendisini tanıtır. Hayalgücü ve geleceğe dair düşleri kuvvetli olan Li Li’nin çocuk dünyasında kurduğu bir krallığı vardır. Krallığın ana mekânı gökyüzü ve yıldızlardır. Bu krallığın yöneticisi olan Li Li, vahşi köpekleri eğitmekte, uzun çimenlerle ve rüzgârla dans etmektedir. Fakat doğanın bütün unsurlarıyla iç içe yaşayan ve onlara hükmeden Li Li’yi hiçbiri tatmin etmemektedir. Çünkü bütün bu çocuksu hükümranlığın içinde Li Li, hayati önem taşıyan suya hükmedememektedir. Bu durum Li Li’yi çok üzüp sinirlendirse de temiz su birikintisine giderken annesiyle birlikte şarkılar söyleyip dans ediyor olması su prensesinin enerjisini diri tutmaktadır. Bunun yanı sıra anlatıda Li Li’nin yaşadığı yöreye ait öne çıkarılan tek betimlemenin “susuzluk” olmadığı yani bir ajitasyondan ziyade var olan problemle birlikte o topraklara ait olan unsurların da zikredildiği görülmektedir. Örneğin Li Li ve annesi yolculukları sırasında karite ağacından tatlı ceviz toplamaktadır.
Benzer biçimde öncelikli hedef okur kitlesi itibariyle okul-öncesine hitap eden ve gelişim kurallarına göre bilişsel olarak halen daha somut dönemde olup soyut döneme geçmemiş olan minik okurun Afrika’da yaşayıp suya ihtiyaç duyan insanların o suyu nasıl taşıyacağını tahayyül edememe ihtimaline binaen, anlatıda Li Li’nin,“Boş kabımı alıp kafamın üstüne yerleştiriyorum, tıpkı annem gibi.” (Verde 15) sözlerine yer verilmesi ve bu ifadelerin bulunduğu sayfadaki çizimler de minik okurun orada yaşayanların su taşıma teamüllerini kolayca anlamlandırabilmesine yardımcı olmaktadır. Dolayısıyla hem kitapta bulunan temel problem hem anlatının mekânı olan topraklara ait yerel unsurlar kurgunun içerisine başarılı bir şekilde yerleştirilmiştir. Kitabın temel meselesi olan suya duyulan ihtiyaç ise ana kahramanın suya kavuşmadan önceki üzüntüsü ve suya kavuştuktan sonraki huzurunu gösteren, “Susuzluğum çok ağır, tıpkı kabım gibi. Ve şarkımız şimdi daha yumuşak.” (27) ifadeleri aracılığıyla anlatılmaktadır. Aynı zamanda bu ifadedeki sanatlı söyleyiş, metnin tamamında kendisini gösteren çevirmen ve editör başarısının da temsilcisidir.
Bütün vaktini suya ulaşmaya hasretmek zorunda kalan Li Li, günlerini dünya üzerinde bulunan diğer yaşıtları gibi kendisini aynı konfor ve yaşına uygun yöntemlerle değil, hayatı adına daha zorlu bir gelişim süreci içerisinde geçirmektedir. Fakat bu yargıya ancak anlatının okura gösterilen kısmına bakılarak varılabilir. Kitabın aynı zamanda biyografik bir eser olduğunu metnin sonundaki yazı ve fotoğraflar aracılığıyla daha ayrıntılı bir şekilde gören okur, kendisi gibi yüzlerce, binlerce çocuğun yaşadığı bu kolektif hikâyedeki zorluğu, mesleğinde ileri bir noktaya gelmesine rağmen ömrünü yalnızca kariyerine değil kendinden sonraki nesiller zorlanmasın diye amacı su kuyuları açmak olan bir vakfın kuruculuğunu yapan Georgie Badiel’in de hikâyesi olduğunu görmektedir.
Dolayısıyla genel olarak “prenses” ifadesinin daha cinsiyetçi bir noktadan bakılarak yalnızca giyimine, süsüne önem veren; gelişim sürecine yahut dünyaya dair bir katkıdan ziyade dış görünüşünün “mükemmelliği” vasıtasıyla kabul gören bir stereotipe, basmakalıp zihniyete karşı bir duruş da mevcuttur hikâyede. Zira Li Li, hiçbir şekilde güzelliğini korumak için yahut kendisine hizmet edilmesi adına hayalindeki krallığın prensesi olmamıştır. O, ailesi ve çevresi suya kolayca ulaşabilsin diye, kendi düş dünyasında suya hükmederek su prensesi olmak istemiştir: “Ve bir gün benim krallığımın da akan serin, berrak suları olacak... Bir gün...” (36). Nitekim metnin ardındaki gerçek hayat hikâyesinde de bu hayalin gerçekleştirildiği anlatılmakta ve gösterilmektedir. Zira anlatı bittikten sonra Çad ve Burkina Faso’dan fotoğraflarla birlikte yayıncı, Georgie’nin gerçek hatırasıyla birlikte Georgie Badiel Vakfı ve Ryan’s Well Vakfı’nın Afrika’da su kuyuları açtığını ve dileyenlerin de bu vakıflara bağışta bulunarak susuzluk krizinin çözümünün bir parçası olabileceklerini ifade etmektedir.
Anlatının ardına yerleştirilerek hikâyenin biyografik yanını da kuvvetlendiren yazı ve fotoğraflar aynı zamanda “paratext”[1] kavramı üzerinden anlamlandırılabilir. Genette’in “paratext” kavramı çatısında önerdiği anlamlandırma çabası; metne dahil olmayıp metni nasıl etkilediği tartışılan öğelerden oluşan, hatta kitabın edebi niteliğini öne çıkarmaya gayret ederek okurun kitap seçme serüvenini veya kitapla kuracağı ünsiyeti pek de etkilemeyecek; fakat başarılı bir şekilde hazırlandığı ve tasarlandığı takdirde okurun ve eleştirmenlerin takdirini kazanacak olan önemli ve üzerine tartışılmaya devam edilen bir meseledir. Bu hususta bilhassa resimli çocuk edebiyatı eserlerindeki ön ve arka kapakların çocuk okurda hem daha çok okuma ilgisi uyandırması hem de çocuk okurun esere dair ilişki ve düşüncesini artırması gibi işlevsel rolleri vardır. Dolayısıyla, bilhassa Afrika topraklarına, yaşantısına ve insanlarına aşina olmayan okurun ilk etapta Su Prensesi kitabının ön kapağında Afrikalı bir çocuğun başının üzerinde büyükçe bir kap taşıdığını ve kitabın isminin hemen üstündeki notu görmesi, kitapla okur arasındaki çekim gücünü artırma ihtimali düşünüldüğünde “paratext” bağlamında konuşulmaya değerdir.
Şöyle ki, hikâyeyi okumaya başlamadan önce kitabın ön kapağındaki “Georgie Badiel’in çocukluk deneyimlerine dayanmaktadır.” notunu gören okurun zihninde anlatının biyografik bir eser olduğu düşüncesi uyanmaktadır. Hem bu nottan hem de biyografi tanımının içinde yer alan, “bir bireyin gerçek hayatı” ifadesinden hareketle bu eserin öznel bir çocukluk hatırasının hikâyeleştirilmesi gibi anlaşılması muhtemeldir. Bunun yanı sıra aslında kitabın “bir birey”den ziyade kolektif bir hayat hikâyesi barındırdığını işaret eden en önemli kısım ise anlatının hemen ardındaki gerçek hayat hikâyesinin anlatıldığı bölümde, susuz bir hayata sahip yaklaşık bir milyar insanın bulunduğunun söylenmesidir. Tabii kitaptaki bu kısımlar da ön ve arka kapağın durumu gibi yine “paratext” kavramı etrafında yorumlanabilir. Buna ek olarak ana karakter Li Li’nin, “Sonunda su birikintisinden yükselen sesi, arkadaşlarımın kıkırdamalarını ve annelerinin konuşmalarını duyuyorum. Bu insanların bazıları, güneş yatmaya gittiğinde evlerinde olabilmek için, benimkinden daha uzun bir yoldan gelmiştir.” (20-22) demesi de yine su prensesi Li Li’nin derdinin genele ait olduğunu göstermektedir.
Su Prensesi, düş dünyasında kendi krallığını kursa da bir türlü suya hükmedemeyen, çocukluğunu temiz su taşımakla geçirse de büyüdüğünde yaşamaya başladığı hayata kariyerist bir noktadan bakmak yerine yetiştiği topraklara su kuyuları açan Georgie Badiel’in çocukluk tecrübelerine ait, gerçekle kurgunun iç içe geçtiği bir noktadan seslenmektedir. “Prenses” nitelemesini basmakalıp yahut klişe anlamından uzaklaştırarak ailesi ve çevresi için faydalı olduğu takdirde ancak “prenses” olunabileceğini gösteren bu metin yalnızca bazılarının dikkat kesilerek hakiki birlikteliği ve dert ortaklığı kurduğu, zorlu ama neşeli bir bölge olan, şairin “Doğmuş ve doğacak Afrikalı çocuklara” (Şirin 63) diyerek ithaf ettiği, şiirin başlığındaki ifadeyle aslında “Kardeşim Afrika”nın hikâyesidir.
Kaynakça
Aktulum, Kubilay. Metinlerarası İlişikiler. Ankara: Öteki Yayınevi, 1999.
Genette, Gérard. Paratexts Thresholds of Interpretation. Çev. J. E. Lewin. Cambridge: Cambridge University
Press, 1997.
Şirin, Mustafa Ruhi. Elsiz Eldiven. İstanbul: İz Yayıncılık, 2016.
Verde, Susan. Su Prensesi. Çev. Abdulkerim Enes Esen. İstanbul: Nar Çocuk, 2019.
[1] Yan-metin olarak tercüme edilen paratext kavramını genel olarak, “...bir metnin dışında kalan, ikinci dereceden metinsel unsurlarla yani başlıklar, alt-başlıklar, ara-başlıklar, önsözler, sonsözler, uyarılar, notlar, tanımlıklar, yer verilen resimler, kapağı ve metin-öncesi unsurlar (yani karalamalar, taslaklar) ile olan ilişkisini kapsar... Yan-metinsellikte okur ve metin arasındaki ilişkilerin kurulmasına katkıda bulunan, asıl metne göre ikinci planda kalan metinsel unusurlar söz konusudur” (Aktulum, “Yan-metinsellik (paratextualite)” 85) şeklinde tanımlamak mümkündür.