Sinemasal

Rüzgârlı Vadi’de Kadın Mesih İmgesi: Tahakküm mü, Dostluk mu?

Miyazaki filmlerinin vazgeçilmezi olan genç kadın baş kahraman bu filmde de belirleyici bir olgudur. Rüzgârlı Vadi’nin prensesi Nausicaä iyi bir savaşçı ve rüzgâr ustasıdır.

"Miyazaki filmlerinin vazgeçilmezi olan genç kadın baş kahraman bu filmde de belirleyici bir olgudur. Rüzgârlı Vadi’nin prensesi Nausicaä iyi bir savaşçı ve rüzgâr ustasıdır. Kendisiyle, ailesiyle ve halkıyla barışık, sevgi dolu, barışçıl ve bir o kadar da güçlü bir karakterdir. Doğaya ve hayvanlara karşı naziktir ve neredeyse tılsımlı sayılan bir etki gücüyle hayvanlarla anlaşabilmektedir. Özellikle sinirlendiklerinde çok tehlikeli hâle gelebilen devasa böcekler olan “ohmu”larla arasında kuvvetli bir duygusal bağ vardır."

İnsanın doğayla kurduğu ilişki her bakımdan incelemeye değerdir. Sosyal bir fenomen olarak modernitenin doğuşu birtakım ekonomik politik, askeri vb. gelişmelerin yanı sıra endüstrileşmeyle tecessüm etmiş, toplumları çarpıcı değişikliklerle karşı karşıya getirmiştir. Teknolojinin devrim niteliğinde gelişmelerle toplumsal hayata taşıdığı yenilikler, toplumsal olana dair ciddi sorgulamaların önünü açmış, bu sayede insan-doğa-bilim denklemi çeşitli alanlarda tekrar tekrar gözden geçirilmiştir. Sinema da bu alanlardan birisidir. Sinemanın başlı başına teknolojik bir gelişme olması bir yana, daha ilk yıllarda Fritz Lang’in Metropolis’i (1927), Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar’ı (Modern Times, 1936) gibi teknolojinin insanı ve doğayı tahrip eden yıkıcı etkilerini vurgulayan filmler çekilmiştir.

Birçok örnekte, özgür doğanın bilimin kanatları altında günden günde genişleyen teknoloji ve endüstrileşme tarafından baskılanması ve günün sonunda yine insanı baskı altına alan, hatta hayatını tehdit eden bir olguya dönüşmesi sorunsallaştırılmaktadır. Öte yandan, insanın bu baskı ve tehditten kurtulması için ihtiyaç duyduğu şeyler arasında yine bilim ve teknoloji de vardır. Çağdaş felsefe tartışmalarında hâlâ sıcaklığını koruyan kültür-doğa ikileminin bu basit ifadesi, sanat ve sinemada da halihazırda karşılık bulmaktadır. Hemen hemen tüm filmlerinde insan-doğa-bilim ilişkisini masaya yatıran usta yönetmen Hayao Miyazaki’nin 1984 yapımı Rüzgârlı Vadi (Nausicaä of the Valley of the Wind) filmi de bu bağlamda ele alınabilecek önemli işlerdendir.

Miyazaki’nin aynı adı taşıyan mangasından uyarlanan film, kıyamet benzeri büyük bir yıkım sonrası giderek çölleşen ve vahşi doğa tarafından ele geçirilen dünyanın eski hâline getirilmesi çabasını konu alır. Dünyayı bu hâle getiren büyük savaşın üzerinden bin yıl geçmiş, endüstri çökmüş, tehlikeli dev böcekler yabani hayata hakim olmuş, hâlâ hayatta olan bir avuç insan küçücük bir alana sıkışıp kalmıştır. Üstelik, her yanı saran zehirli bitkilerin yaydığı zehirli gazlar yüzünden bu bir avuç insanın hayatı da tehdit altındadır. Tılsımlı olduğuna inandıkları rüzgârların koruğu bir vadide tarımla uğraşarak hayatta kalmaya çalışan “Rüzgârlı Vadi” halkı bu az sayıdaki insanlar arasındadır. Krallarını dahi yatağa düşüren bu tehdit yüzünden kendi bölgelerinden dışarıya maskesiz çıkamayan halkın tek umudu prenses Nausicaä’dır.

 

 

Manga’dan bir “ilk”e

Miyazaki’nin 1982’de yazmaya başladığı manganın aslında sadece iki cildine (ilk 200-250 sayfa civarı) tekabül eden film yönetmenin sonradan Studio Ghibli’yi kurmasına vesile olacak kadar üzerinde durduğu, önemsediği bir iş. Yönetmen fikrini öncelikle film senaryosu olarak tasarlar, fakat yapım şirketi bunu kabul etmeyince 1982’de manganın ilk cildinin yayınlar. Daha sonra başka bir şirketle yönetmenliğini kendisinin yapması şartıyla anlaşır ve 1984’te filmi çeker ancak hem kitabı yazmaya devam eder -ki tamamlanması on iki yılını alır ve kitap yedi cildi bulur-, hem de sonrasında filmlerini dilediği gibi çekebilmek için üç arkadaşıyla birlikte kendi yapım şirketini kurarlar. Miyazaki’nin hem senaryosunu ve hem yönetmenliğini üstlendiği ilk filmi olan Rüzgârlı Vadi, bu anlamda yönetmenin doğa-insan-bilim/teknoloji ilişkisi temasını güçlü bir şekilde işleyen ve konuya ilişkin neredeyse tüm düşüncelerini ortaya koyduğu ilk derli-toplu yapım olma özelliği de taşır.

 

 

Miyazaki filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz fantastik doğal karakterler ve canlı hayat dolu doğa tasviri ile büyük, hantal, korkunç makinalar ve şekilsiz, çirkin yaratıklar ikiliği bu filmde de göze çarpar. İnsan ırkını tehdit eden doğal yaşama ait tüm unsurlar özünde zararsız, kendi hâlinde, hatta sevimli gösterilirken, insan yapımı savaş uçakları kötülüğün taşıyıcısı olarak resmedilirler. Vadide sınırlı imkânlarla da olsa sürdürülen insan varoluşunu ve gündelik hayatı başka bir krallıktan gelip köye düşen bir kargo uçağının bozması da bunun bir göstergesidir. Bir dehşet unsuru olarak ansızın kurguya dahil olan korkunç görünümlü uçak halihazırda bin yıl önce yeryüzünde insan medeniyetinin yok oluşuna neden olan savaşta insanlara karşı savaşan “Tanrı Askeri” adlı tuhaf yaratıklardan birini taşıyordur. Uçak kaza geçirdikten sonra neredeyse tamamen yanar, ancak kargo bölümünde bulunan embriyo hâlindeki bu tehlikeli yaratık zarar görmez. Rüzgârlı Vadi’nin kendince sakin ortamı bu ilk uçak yüzünden bozulurken, ikinci bir uçakla daha beter hâle gelir. Bu uçakta da Tanrı Askeri’ni dünyaya hakim olmak üzere kullanmayı hedefleyen Prenses ve askerleri vardır. Geldikleri gibi kan döker, hasta kralı öldürür, prenses Nausicaä’yı alıkoyarlar. Dolayısıyla filmde “vahşi doğa” değil, doğaya da insana da vahşi davranan, makinaları da kendi vahşetine ortak eden insanlar tüm dehşetin sorumlusudur.

 

Efsanelerde Toplumsal Cinsiyet Reformu

Yine Miyazaki filmlerinin vazgeçilmezi olan genç kadın baş kahraman bu filmde de belirleyici bir olgudur. Rüzgârlı Vadi’nin prensesi Nausicaä iyi bir savaşçı ve rüzgâr ustasıdır. Kendisiyle, ailesiyle ve halkıyla barışık, sevgi dolu, barışçıl ve bir o kadar da güçlü bir karakterdir. Doğaya ve hayvanlara karşı naziktir ve neredeyse tılsımlı sayılan bir etki gücüyle hayvanlarla anlaşabilmektedir. Özellikle sinirlendiklerinde çok tehlikeli hâle gelebilen devasa böcekler olan “ohmu”larla arasında kuvvetli bir duygusal bağ vardır.  

Nausicaä, adını Homeros’un Odysseia destanında, adalara düştüğü zaman Ithaka kralı Odysseus’u kurtaran prensesten alır. Bu anlatıda Nausicaä Odysseus’u kıyıda çırılçıplak ve tek başına bulup ona giysilerini verdiği ve konuk ettiği için halkıyla birlikte Poseidon tarafından cezalandırılır. Yine İndigo sitesinde Sibel Ak’ın belirttiği gibi Yunan mitolojisinde de Kraliçe Arate ve Kral Alkinous’un kızı olarak da bilinir Nausicaä. Dolayısıyla, bu filmde de efsaneler Miyazaki için her zamanki gibi önemli bir motiftir. Ancak burada Nausicaä’nın sadece adı değil, kendisi de efsanedir. Nausicaä, filmin sonunda ortaya çıkacağı üzere, kralın odasında asılı bulunan duvar halısında sembolleşen ve insan ırkının kurtuluşunu müjdeleyen eski bir efsanenin kahramanı olacaktır: “Mavi cübbe giyen altın bir tarla üzerine inecek. Demirler bir kez daha ışıldayacak yerlere, kaybolmuş bağları ile ve herkese yön verecek, ta ki mavi saflığın ülkesine kadar.”

 

 

Başlangıçta Nausicaä’nın amacı Zehirli Orman’ı tanımak, insanların, hayvanların, bitkilerin ve tüm dünyanın içinde bulunduğu zehir sorununa bir çözüm bulabilmektir. Bu yüzden, gaz maskesini takıp planörüyle gizli gizli ormanları gezer, bitki ve polen örnekleri toplar ve ormanın derinliklerini keşfetmeye çalışır. Ayrıca aldığı numuneleri kaledeki gizli odasında kurduğu laboratuvar düzeneğinde inceleyerek sorunun kaynağını anlamaya çalışır. Ancak diğer krallıkların saldırısı onun macerasının da seyrini değiştirir. Nausicaä, artık tüm insan ırkının kaderinin kendisine bağlandığı mitik bir kahramandır. Her kahraman gibi haksızca yurdundan sürülüp, zorlu bir mücadele sürecinden sonra evine dönmek, bu gidiş-dönüş yolculuğuyla eşsiz bir tecrübe edinmek onun kaderinde vardır. Odysseia’nın yardımcı kadın kahramanını alıp asıl kahramana dönüştürmüştür bir bakıma yönetmen. Halı üzerindeki motifin bıyıkları da bu bilinçli müdahalenin ironisi olmuş, kahramanın cinsiyetinin verili bir hakikatmişçesine erkek zannedilmesini incelikle eleştirmiştir.

Öte yandan, Nausicaä’ya yardım eden karakterler arasında cinsiyet çeşitliliği vardır. Kahin büyükanne kadındır, dedesi gibi sevdiği Lord Yupa, birlikte savaştığı askerler ve Pejite’li arkadaşı Asbel erkektir. Onu Pejite uçağından Asbel ve uçaktaki Pejiteli kadınlar birlikte kurtarırlar, Tormeikin askerleri tarafından alıkonulan Rüzgârlı Vadi’nin ileri gelen erkekleri ona ihanet etmezler, Tormeikin prensesi ise Nausicaä gibi genç bir kadın olmasına rağmen hırslarına yenik düşmüş ve kısmen mutantlaşmış bir karakterdir. Filmin toplumsal cinsiyet kodlaması bu açıdan komplike ve açık ufukludur.

Buna rağmen yönetmenin gözünde kadınlık kahramanının özgün niteliklerini belirleyen bir olgudur. Nausicaä’nın doğayla kurduğu yakın ilişkide sezgilerinin rolü büyüktür. Doğurganlığın bahşettiği bir anaçlıkla doğaya yaklaşmakta, böcek dostlarıyla samimi bir iletişim kurabilmektedir. Ölmüş ağaçların ruhunu, suyun ve toprağın hikâyesini laboratuvarında yaptığı deneylerden çok doğrudan doğayla kurduğu temasla keşfeder. İnsanı doğanın dolayımından, doğayı insanın dolayımından geçerek tanır ve sever. Gözyaşı akıtmaktan ya da sevdikleri için kendi canını yakmaktan çekinmez. Bütün bunlar bir çeşit “kadın mesih” portresi çizer gibidir filmde. Daha temel bir çerçevede düşünüldüğündeyse Miyazaki’nin kadın temsiliyetinin çağrıştırdığı değerlere verdiği önemi işaret eder; sevgi, merhamet, sezgi, doğallık, doğurganlık, anaçlık vs. Bütün bunların birleşimi olarak kendiliğinden ortaya çıkan güç ise kaba güçten farklı bir yapıcılığı ve yaratıcılığı kapsamaktadır.

 

Vahşetin sorumlusu olarak “İnsan”

Tormeikin ve Pejite liderlerinin (toplumlarının değil şüphesiz) kaba güce duyduğu hayranlıkla Nausicaä’nın yollarının kesişmemesi de bu açıdan önemlidir. Bu iki ülke liderinin böcekleri ve doğayı hiç tanımadıkları ortadadır. Üstelik, doğayı tanımamaları ona güvenmemelerine sebep olurken bu güvensizlik insana bakışlarını da etkilemektedir. Pejite uçağının Tormeikin uçağına saldırmasından sonra Nausicaä’nın hayatını kurtardığı Tormeikin prensesinin ona silah doğrultması ve Asbel’le Pejite’ye döndüklerinde Pejite liderinin ikisini de tutuklatması bu durumun çarpıcı bir şekilde izleyiciye aktarıldığı sahnelerdir.

 

 

İlkinde Tormeikin prensesinin silahına güvenmesinin sonucu ohmularının ortaya çıkıp onları tehdit etmesi olur, Nausicaä’nın ohmuları teskin etmesiyle bu sorun çözülür. İkincisindeyse Pejite uçağı Tormeikin saldırısına uğrarken kadınları ve çocukları Rüzgârlı Vadi uçağı kurtarır ama Nausicaä’nın Rüzgârlı Vadi’yi ohmu istilasından kurtarması ve insan ırkı ile böcekleri barıştırması geciktirilmiş olur. Nihayetinde insanların ne doğayı, ne birbirlerini tanımamalarının bedeli şehirlerin yıkılmasına, korkunun ve endişenin yayılmasına, ölümcül savaşlara neden olur.

 

Filmin vurguladığı bir başka ironi de doğayı ve insanı tehdit eden bu temel problemin kaynağında kaba güce duyulan koşulsuz güvenin yatmasıdır. İnsan ırkının varoluş mücadelesi verdiği bir dönemde şeytani bir yaratığı kurtuluşun tek anahtarı sayıp bu uğurda birbirleriyle mücadeleye girişmeleri, sevgi ve güven eksikliğinin düşünme yetisinin gelişimiyle nasıl güçlü bir ilişki içinde olduğunu da gösterir. Doğaya önyargısız bir şekilde yaklaşıp, akıl ve bilim yoluyla tanımaya çalışmak ancak Nausicaä gibi nahif bir karakterin becerebildiği bir şeyken, insanlığın tek umudu da tam olarak bu yaklaşım ve beraberinde getirdiği samimiyet, sevgi, yaratıcılık gibi özellikler olur. Miyazaki’nin anlam dünyasından süzülüp filme yansıyan tüm bu hususlar, dünyanın yeni bir virüs salgınıyla cebelleştiği bir dönemde üzerinde durulması gereken noktalar olarak ön plana çıkarken, filmi de oldukça kıymetli bir hâle getiriyor.

 

Kaynakça

Ak, Sibel. “Rüzgârlı Vadi: Animasyondan Gerçeğe Akan Düşler”. İndigo. 12 Aralık 2015. Web 20 Nisan 2020.

Miyazaki, Hayao. Rüzgârlı Vadi. Japonya, 1984. Film.