Dosya

Masal Derleme Çalışması: Büyük Annelerden Korkuta(maya)n Masallar

“Bana bir masal anlat baba..” diye başlardı Türkiye’nin en sevilen dizilerinden biri olan Süper Baba. Modern bir şehir masalı anlatılırdı, hepimiz televizyona kilitlenirdik.

“Bana bir masal anlat baba..” diye başlardı Türkiye’nin en sevilen dizilerinden biri olan Süper Baba. Modern bir şehir masalı anlatılırdı, hepimiz televizyona kilitlenirdik. Dizinin bu kadar çok sevilmesinin nedenlerinden biri, şüphesiz ki “modern İstanbullu bir masal” anlatılıyor oluşuydu. Kaybolan bir şeyi bulmuşçasına seviyorduk bu diziyi. Dizinin jenerik müziği sayesinde hayatında masal dinlememiş olanlar için bile zihinlerinde bir masal tanımı oluşmuştu. Süper Baba’nın jeneriğindeki, içimizi ısıtan ve dokunaklı yönleri olan bir masal tanımı; biz ise Grimm Kardeşler’den Fin ekolüne, Herder’den Dan Ben-Amos’a kadar gelen bilgi birikiminin oluşturduğu masal tanımını yapmaya çalışacağız. 

Masalları tanımlamak “gelinciğin rengi kırmızıdır” demeye benziyor; oysa gelinciği anlamak için onu koklamak, o ekşi-tatlı kokunun içindeki güzelliği duyabilmek, biraz da ellerin boyanmasını göze almak gerekir. Masallara dokunabilmek ise onları işitmeyi, bazen de işitileni aslına en yakın biçimde yazıya dökebilmeyi gerektirir; her masal yazılırken ne yazık ki bir kısmını elimizde bırakır ve öyle dökülür satırlara. Derleme işinin de elbette kendi metotları vardır, Pertev Naili Boratav ve Seyfi Karabaş bizi masal derlemenin incelikleri üzerine uyarırlar. Burada bu uyarılar ışığında yapılan derleme örnekleri de okuyacaksınız. Bu derleme örnekleri öncesinde masal çözümlemenin tarihi gelişiminin genel bir özetiyle, yukarıda adı geçen bilim insanlarının metotlarını, gelinciğin yaprakları kadar narin masallarımızın özlerini yıpratmadan sunmaya çalışacağız.

Masal dediğimizde aklımıza ilk olarak fantastik olaylar ve düzensiz olay örgüleri gelir; babaannelerin, dedelerin anlattığı devlerin ülkeleri, lambaların cinleri, periler, güvercinler, sultanlar, prens ve prensesler gibi hayret verici karakterlerin dahil olduğu olay zincirleri oluşturur ilk izlenimimizi. Dan Ben-Amos, Folktale adlı makalesinin girişindeki tanımında, masal teriminin Herder’in das Volk kavramıyla ilintili olduğunu söyler; Ona göre masal (folktale), okur yazarlığı olmayan ya da minimal seviyede olan köylülerin, yöresel, geleneksel insanların ve alt sınıfların sözlü anlatımlarıdır (Ben-Amos 101) .

Rus Halk bilimcisi Vladimir Propp, 1928 yılında yayımladığı Masalın Biçimbilimi adlı eserinde, A.N. Afanasayev'in derlediği Rus Halk Masalları'nın 100 tanesini temel alarak olağanüstü masalların işlevsel özelliklerini incelemiştir. Sabit ve değişen değerler üzerinden, masalların ortak işlevlerini ortaya koymuştur. Masallarda adlar ve nesneler değişken özellik gösterip, farklı kişiler ve araçlarla yaptırılan eylemler sabittir, bu eylemleri belirten terim de işlevdir. Masalların hepsi sınırlı sayıdaki (otuz bir) işlevin tümüne sahip olmak zorunda değildir, fakat estetik ve dramatik kaygılarla oluşan bu biçimsel düzen, var olan işlevler üzerinden aynı sıralamayla ilerler (aktaran Çıblak 129-130).

Etnografik metot ise masal çözümlemesinde anlatıcı, performans ve bağlam kavramlarını ön plana çıkarır. Toplumların masal anlatım gelenekleri ve anlatıcının kişisel özellikleri bir arada değerlendirilirken, masalı anlatan kişinin yanı sıra dinleyiciler ve ortam da, masalın analiz edileceği bağlamı belirlemekte etkilidir. Örneğin, masalın bir çocuk topluluğuna mı, yerel köylü grubuna mı yoksa masal derlemeye gelen bir halk bilimciye mi anlatıldığı çok önemlidir (Ban-Amos 111-112).

Türk halk bilimci Seyfi Karabaş, Bütüncül Türk Budunbilimine Doğru adlı kitabının "Budunbilimsel Çalışmalar için Yeterli ve Sağlıklı Derleme Sorunu"  bölümünde, masalın kayıt altına alınması ve yazıya geçirilmesi sırasında önem verilmesi gerekenler, anlatıcıyla iletişim, kayıt öncesi yapılması gerekenler v.b. konularında ayrıntılı bilgiler sunar. Performansın tam anlamıyla görüntü, ses veya yazıya dökülemeyeceğini ifade ederken, bu eksiğin farkında olarak derleme yapmanın da önemli bir unsur olduğunu söyler ( Karabaş 387-392).

Biz de bu çalışmamızda sözlü kültür ürünü ninelerimizden dinlediğimiz masalları söz konusu yöntemler ışığında derledik. Özellikle korku ve korkutma odaklı adaptasyonları özgün dilini koruyarak yazıya geçirdik.

 

MASAL LİSTESİ[1]

1- Keloğlan ile Değirmenci

2- Ayı ile Kız

3- Tilki

4- Köylü ile Kız

5- Keloğlan[2]

6- Atlas Palas

7- Kedi Kraliçe

8- Tenekeli Kız

9- Köylü Kızı ile Ayı

10- Senin Ciğerini Kimler Yedi[3]

 

KELOĞLAN İLE DEĞİRMENCİ

Aliye: Bi keloğlan varımış günüğn birinde. Annesi vamış, babaları yokmuş. Keloğlan bi gün dışarda oynakan karnı çok acıkmış. Gitmiş eve, “Anne, anne, anne karnım çok acıktı, ben yemek yiycem”. “Kel oğlum, keleş oğlum. Evde ne ekmeğimiz var ne yinecek bir şeyimiz var. Sen hadi eşeği al ahırdan, git değirmene değirmenciye, un getir, ben sana undan börek yapım, makarna yapım”. Keloğlan orda bi şey düşünüyo. “Anne” diyo, “anne bizim iki tane altınımız vardı” diyo, “onlar nerede?” diyo. “Ne yapcan?” diyo. “Anne” diyo, “ben şimdi değirmenciyi kandıracam” diyo. “Sen o altınları bana ver” diyo, “Oğlum, kel oğlum, keleş oğlum” diyor. “Değirmenciye iki altın verilir mi  bi un için?” “Anne hayır” diyo, “ben onu” diyo, “eşeğin” diyo, “gıçına sokacağım” diyo, “iki tane altın” diyo. Ondan sonra, “anne” diyo, “bi de çabuk diyo git bakkaldan üzüm al 3-5 kilo” diyo. Eşeğin boynuna torbayı takıyolla, üzüm dolduruyola o torbaya da. Keloğlan düşüyo yola, şarkı türkü söyleye söyleye gidiyo değirmenlere, su değirmenleri o zaman. Tak tak tak vuruyor kapıya. “Değirmenci dayı, değirmenci dayı, değirmenci dayı” Çıkıyor dışarı, “Keloğlan ne var?” diyo, “neye bağırıyoğn bu saatte?” diyo. “Değirmenci dayı” diyo, “ben un almaya geldim.” diyo. “Annem aç kaldık, börek yapacak, makarna yapacak.” “Tamam” diyo, “gel” diyo. Neyse, “eşeği ne yapacaz?”, “Eşeği ahıra bağlayacağız”. “Ahıra bağlayacağız ama benim eşeğim” diyo, “altında, öyle ahıra yatmaz” diyo. “Altına bi halı ser” diyo. “Lan keloğlan sen delirdin mi?” “Hayır” diyo, “benim eşeğim üzüm yer altın…

Nebahat: Sıçaa (gülüşmeler)

Aliye: “Üzüm yer, altın sıçar” diyor. “Keloğlan sen delirdin mi?” diyo. “Bak göreceksin!” diyo. Ondan sonra bağlıyola. “Lan bu saman değil, arpa değil!” “Hayır” diyo, “üzüm yir, altın sıçar” diyo. “Bak keloğlan yalan söylüyorsan seni döve döve bu değirmenden çıkarmam!” diyo. Neyse, boynuna üzüm torbasını takıyorlar, eşek üzümleri kütür kütür başlamış yemeye. Ondan sonra da arkası üzümleri yiyince goyvemiş. Ondan sonra altınla, anaaa, bi de gidiyalla bakıyallaki iki tane altın halının üstünde. “Lan keloğlan bu nasıl eşek?” “Benim eşeğim böyledü!” diyo. “Hep üzüm veriyorum, altın şey yapıyor, çıkartıyor.” Ondan sonra, “Keloğlan” diyo, “sen bu eşeği bana sat” diyo. “Değirmenci dayı olmaz, ben satmam, bu bizim gelirimiz” diyo. Ben eşeği satmam diyo. “La, Keloğlan sana bi kese altın verecem”, “hayır, ben bi kese altına bunu satmam.” “La iki kese altın verecem”, “Hayııırr! 10 kese olsun satmam” diyo. “Sana” diyo “20 kese altın verecem” diyo. Eşeği alıyor. Keloğlan sırtına unu vurup gidiyor. 20 kese altını alıyor. Ondan sonra keloğlan gidiyor annesine. Anne, “geldin mi oğlum?” diyor. “Bak anne” diyo, “bunlar yirmi kese altına sattım” diyor. “La oğlum sen delirdin mi?” diyo. “Nasıl oldu?” diyo. İşte böyle böyle yaptım diyor. İşte ondan sonra değirmenci takıyor üzümleri eşeğin boynuna, halı seriya, halı değiştürüya, bi başka halı seriya altına, yaaa eşek dönüp dönüp kaka yapıya, yok! “Eeehhhh!” diyo, “amına kodumun keloğlanı” diyo, “senin anağı da diniği de silsileği de bilmem ne yapmam!” diyo. Bi düşüyo yola. Keloğlan da diyo ki anasına, “bak ana” diyo, “ben gidiyom” diyo. “Gitti de!” deya. “Ben bahçanın altına bi mezar kazacam” diyo. “İçine kömür goycan, yanan” diyo, “iki tana da şiş alacan” diyo. Ondan sonra değmenci geliya. Değmenci geliyo, kapıya vuruyo tak tak tak, “Keloğlan, Keloğlan, Keloğlan!” bağırıyor. Anaaam, anası açıyo kapıyı. “Keloğlan nerde?” diyo değirmenci. “Aaaahhhh evladım, aaaahhhhhh, sizlere ömür! Keloğlan öldü!” deya. “Öldü!” diyo. “Ya deyze” diyo, “nerde mezarı?” diyo. “Ey amına kodumun keloğlanı” deya, “seniğ mezarığa sıçmasam” diyo. “Nerede mezar?” diyo. “Şu bahçede” diyo. Gidiyo bahçeye, geldüğünü biliya, kömürleri tutuşturuya Keloğlan. Şişleri gızduruya, orada işte delük varımış ya, “ben bi sıçen” deya. Ondan sonra şişleri Keloğlan şeyine,… değmencinin şeysine,… popişine doğru bi baturuya mu! “Ahhhh yandıııımmm!”

Bihter: Popiş değil, ona ne diyolardı o zaman öyle anlat.

Aliye: Götüne!(Gülüşmeler) Yapuştumuş zatten. Gıyamet gopmuş zatten, gıyamet gopmuş. “Eeeehhhhh” diyo, “eh” diyo, “ben” diyo “bunu mahkemeye verecem” diyo. “Bu keloğlanı ben mahkemeye verecem” diyo. “Hem” diyo, “benim 20 kese altınımı aldı, hem de benim götümü dağladı” deya. Gidiyalla şimdi mahkemeye. Keloğlan, şey yapıyo, keloğlan da çıkmış zatten mezardan. “Bu bana eşeği getirdi altun sıçıya dedi 20 kese altunumu aldı” demiş adam, keloğlan da demiş ki “Asıl bu adam benim bubamı dolandudu, bubam gahrından öldü, gitmiş bubamın mezerine okuma bubam bunun gıçına gıgun şişü batumuş, inanmayasanız gidin götüne bakın”. Artuk hakim deya gidin bakın madem, gidiyalla bakıyalla ki keloğlan hakkaten doğru söyleya, adamın götüne iz yapmış şişle, böynece keloğlanı haklı buluyalla, bu hikâye de böyle...

 

AYI İLE KIZ

Nezaket: Şimdi bir zamanla bi kövde bi gızınan bi bubası varımış. Bubası her gün dağa giderimiş, gız da onuğn yanında giderimiş. Şimdi gız dantel örüyomuş, yukallada. Dantelin yumağı bi yuvallanmış, ta aşağı inmiş. Babası yukalladaymış. O gız gitmiş yumak gitmiş aşağıya, gız yarışmış yumak gitmiş, bir de gitse ki aşağıda bi ayı. Ayı bu gızı alduğu gibi inine guymuş Babası ara dara, ara dara, ünle ede gız yok. Lan nire gitmiş bu gız? Neyse, gızı ayı inine guymuş. Gızınan evlenmiş, bi çocukları olmuş. Bi tarafı tüvlü, bi tarafı tüvsüz. Tüvlü yanını ayı öperimiş, tüvsüz yanına bi tokat vurumuş ayı. Gız da tüvsüz yanını öperimiş, tüvlü yanına bi tokat vurumuş. Ondan sonra, neyse bunla, “Ben”, demiş gız, “anam evini, anamları özledim, köyümü”, demiş, “hadi gidelim!” demiş. “Lan beni öldürüle gadın” deya ayı, “öldüttümen ben” deya. Eee, “ben seni öldüttümen” deya garı. Neyse, bunla gidiya, anasıgile gidiya. Şimdik, anam millet görüya, filancenin gızı geliya ayıynan. Bi de uşak va, bi tarafı tüvlü bi tarafı tüvsüz. Ondan sonra, şimdik, emme ayı buna çok eyi bakıyamuş inde. Balları, gaymakları,… Ondan sonra, eee, ayı gelmiş girmiş üst gata. Altı damımış. Alta köpekleri bağlamışlar.

Aliye: İnekler kokuyomuş, şu ineği bi yisem deyomuş (gülüşmeler)

N: Ocak başının üzerine otutturuyolla, altını deliyalla, üstüne bi  pösteki seriyalla. Ayıya deyallaki, “sen gel şurıy otu damat” deyalla (gülüşmeler). Ayı sen, döşeğin üzerine oturunca, looop deyi aşa düşüya. Köpekle bağıriya. Köpeklerin yanına düşüya mı. Köpekle hemen üşüya bunu boğuyalla mı, ayıyı? Bu sefer gız başlaya mı ağlama. “Tüvlüceeem, tüvlücem” deya. “Yağığn balığn çoğudu, gamığn gasavetiğn yoğudu.” Ayıyı köpekle öldümüşle.

A: “Tüvlücem tüvlücem” deya, başlamış bağırma. “Yağığn gaymağığn boludu.”     

N: “Yağığn balığn çoğudu, gamığn derdiğn yoğudu” deye. Üstü başı yoğudu ki adamın, çamaşur derdi yok yimek derdi yok (gülüşmeler).

 

TİLKİ

Nezaket: Eski zamanla içinde bir varımış bir yoğumuş, devele tellal iken, pirele berber iken, ben anamun bubamun beşiğini tıngır mıngır salla iken, bir vilayetin bir gazasının bir kövünde bir aile yaşarmış. O ailelerin işte, köy yerinde bir kedileri varımış. Bu kedi sabayliyin yimiş yemeğini, vemişle çıkmış güneşe serendeye orada yatakan güneşlenüken canı sıkılmış. "Aman!” demiş, “böyne burada miskin miskin oturacıma bi gidip şöyle gezin demiş.” Şimdi bu inmiş aşağıya gidekene ileride bi gomşunun köpeği de gapı önünde yatıyomuş. “Ooooo!” demiş, “arkadaş, kedi arkadaş, neriy gidiyoğn” demiş. “Valla” demiş “köpek arkadaş benim bi canım sıkıldı”, “Eee?”, “Ben şöyne bi gidiyan” demiş, “E hadi gitmek isteseğn sen de gel benim yanıma” demiş. İkisi beraber gidekene gidekene bi ormana dalmışlaa. Bir şarkı söyleyallarımış bi ağızdan, bir şarkı söyleyallarımış, gavuşturuyollarımış dağları yolları, kediyinen köpek. Bunlarığn ileriden sesini bi tilki duymuuş. “La bunla kim ki” demiş, şunlarığn öğüne bi çıkın demiş. Yarışa yarışa gelmiş, bunlarığn gidecü yoluğn tam öğlerine çıkmış. “Oooo, selamın alikim”, “alikim selaaam”, “la neri gidyağsuğuz bakan bi”, “valla” demüşle “biz şöyle bi ormana doğru gezmeye gidiyoz, bizim canımız sıkıldı, hava da güzel, eee, gelmek isteseğn hadi sen de gel bizinen”. O da gatılmış onlara, üçü gayrı. Şarkı türkü gülme ehet yıkılıyamuş. Oradan muhabbetli, gayrı bunla üçü gidekene ileride bi gurt varımış, la bu ses nerden geliya, bu şarkı türkü. “Şunlarığn ben yarışan da öğüne giden, bu ses yakına geldi” der. Gide gide tam bunlarığn öğüne çıka oturu. Aşağıdan bunla gelü. “Selam” “aliküm selam”, “nereye gidiyoğsuğuz böyle bakan” der “gonşula”. “Valla” delle “biz gidiyoz, pikniğe doğru, hava güzel ormana doğru gezmeye gidiyoz, bizinen gelmek istesen sen de gel” delle. Ne ise bu gurt da takulu bunlarınan. Gayrı dört gafadar anaaamm daha çok ses çıkarmaa başlamış bunlaa. Güle oyna hoopla şarkı söyle türkü söyle yıkılıyormuş olla. Vamışlaa düze, dağın bi düz yerine. Bunlarığn düz yerde ileride bi ayı varımış. La burada bu sesle kim ki deya bu millet toplanmış, yıkılıya. Bir de geliya, hoş geldiğiz, sefa geldiğiz deya misafille. Hoş bulduk delle, “E neri gidiyosuğuz siz?” delle, “Valla delle biz böyle işte gelüken gelüken bu düze geldük. Biz buraya pikniğe geldük, orman gezisine”, “hoş geldiğniz, sefa geldiğniz.” Oturuğn bakan, oturuğn, Otu bakan, oturuyalla. Diğleniyalla. “Eee hani sizin ne yiyceğniz?” biz deyalla işte öyle gezmeye geldik. Kurt, tilki, ayı, kediynen köpeğe deya ki “siz bizim misafirimizsiğiz” deya. “Sizi doyurmak bizim vazifemiz” deyalla. Eee, ayı deya ki “ben bal götürün” deya, “benim balım va” deya. Kurt da deya ki “ben de guzu eti götürün, benim de guzu va evde” deya. Tilki de deya ki “ben de tovuk götürün, benim de tavuğum va” deya. O da tovuk, gidip bi kümesten tavuk çalacıymış, tilki. Kurt da, davar geliyomuş, guzu çalacak. Ayı da neye güveniya, ağaçlada govan varımış oradan alacak, onuğn evi de olla. Ollara çıkacak, ordan bal alacak. Kediynen kopek, “e bizim bişeymiz yok” deyalla. “Siz” deyalla “bizim misafirimizsiğniz”. “Biz sizi doyuracuz”, e tamam hadi. Biri bal götürüya biri guzu götürüya biri tavuk götürüya, gözelce goyalla çayırığn ortasına yiyalla. ondan sonra galkıyalla, top oynayalla, govalamaca oyneyalla, iyice yoruluyalla. Gözelce bi yatıyalla, gayrı dinleniyalla, sıra sıra şöyle yatmışla. Çalılarığn gölgelerine ağaçlarığn. Şimdik kediniğn yattuğu yerde bi çalı varımış. Çalınığn dibinde de bi fare varımış. O fare gidiyomuş, çıkıyomuş ağcuk, gidiyomuş dönüp geliyormuş tekrar çalınığn içinde divil divil edekene sen kedi bunu çıkıncası bi atlaya da dutuya mu! Orada bunlarığn hepsinin gözünüğn önünde çıtır çıtır yiya mı fareyi! Fare bitince şöyne oturuya kedi. Bi eliniğn yaleya bi tarafına, bi siliya, yaleya bi tarafını elini yaleya bi tarafını, ağını burnunu bıyıklarını iyice yaleya siliya. Şinci, gurt köpeğe soruya. “Bu” deya “ne deya”, “napıya” deya. Şey de deya kı, kopek, “şu bıyıkla anamın amında bitsin siziğn köküğnüzü galduracın” deya. Şindi ayı deya kopeğe, “bu ne deya” deya, “şöyle şu bıyıkla anamığn amında bitsin siziğn köküğüzü galdumasam” deya, “hepiğizi yimezsem” deya. Eyvah, bunla hepsi gorkuyalla. Hala da kedi öyle, bi bi elini yalayomuş, yüzünü siliyomuş, bi bi elini yalayomuş bu tarafını siliyomuş. Fareyi yidi. Sen usul usul başlamışla gaçma, üçü de gaçmış, köpek de gaçmış onlarınan. Şimdi kedi yalamış, bulamış, ayı gitmiş ağaca çıkmış, tey uzaklara, kurt başka yerlere gitmiş, tilki de, tilki ya şöyle onuğn yoluğn kenarında bakalım ne edecek deyi bi çalınığn dibine giriya, körüğün altına, ondan sonra o oradan geçekene gelükene bakan nereye gitti ki, napıya bu nerden gidiya dekene, sen burnunu oradan çıkarıkan çıkarukan divildeken, fare sanıya burnuna bi atlıy mıya kedi. O da şinci, burnuna tilkinin bi atlaya iki elleriynen yokarıdan aşa yüzünü yırtmış, burnunu murnunu ısırmış. Tilki zattı o memleketi yırtıya cırlaken bağuruken, eyvah burnum gan içinde (gülüşmeler)

Aliye: Gurt göriya, hepisinden yola gaçıya,(gülüşmeler) gurt korkusundan kakası gelmiş, akıya aşağı(gülüşmeler), bekleyememiş bilene, kakasını zaten yere sürüylerekten(gülüşmeler) gidiyomuş, bacaklarına macaklarına sıvamış, beni de yiycek deyi(gülüşmeler)

N: Ayı atmış kendini ağaçtan(gülüşmeler)

A: Sopayı çıkar demiş kedi demiş ağaca demiş, bağa geliya demiş, ayı küt deyi atmış kendisini porsunu yere. Ayının da neresi ağrıdıysa zattı, bağıra bağıra ayakları götüne değiyormuş.

N: Köpek de kendisi korkmuş(gülüşmeler) bunları öyle görünce…

A: Bi kedi bak düşünebiliyor musun, küçük bir kedi hepsini korkutmuş.

N: Zattı ollada toz dumana garışmış…Kedi dönmüş gitmiş. Ondan sonra köpeği yollamışla, arkadaş demiş, bizim arkadaşla demiş, ben demiş aradım bulamadım hepsini demiş(gülüşmeler). İşte de burada da masal bitmiş

 

KÖYLÜ İLE KIZ

Nezaket: Taa eski zamanlada bir köylü varımış, köylünün de bir gızı varımış. Gadun ölmüş, gızın annesi, babasıynan kalmışlar. Oradan bi gadun almış bubası, bi ta evlenmiş, yanında bi gızı varımış. Bu sefer iki gız olmuş evde, ama gelen analık o önkü gızı istemeyomuş. Her gün dağa gidiyormuş, bi yük odun yapıyormuş, çarşıya gidip o odunu satıyomuş, eve akşam üstü ekmeklerini götürümüş, ne lazımsa alıp geliyomuş. “Herif senin gızın şunu etti bana, böyle etti böğün, şunu gırdı, bunu döktü”, her ağşam bi şey buluyomuş.

Aliye: Çok suçlayomuş, her akşam gızı şikayet ediyomuş gızı babasına.

N: Bi mahna buluyomuş gızı şikayet etmek içün. Sen bunu demiş “elet, dağlada bırak gel” demiş. Adam sabalin gızına, “Hadi gızım geyin” demiş, “…senlen dağa gidecüz”, demiş. “Tamam baba”, demiş. Gız geyinmiş, babasıynan düşmüşle yola. Babası gitmiş gitmiş, bi oradaki ağaca vuruyomuş nacak 2-3 kere, azucuk uzaklaşınca o ağaca vuruyomuş tak tak nacak. “Gızım sen burada otu” demiş, “…ben ağşam dönünce seni alırun buradan, ağşam eve giderüz”, demiş. Odun yapıyomuş goya, gidiyomuş gidiyomuş o ağaca bi vuruyomuş, accuk ta vuruyomuş, iki taa vuruyomuş, taklama uzaklayınca adam gızı dağlada bırakıp köye gitmiş. Bu sefer, o evin bi de köpeği varımış. Bu çocuk ağlaya, akşam olmuş, “bubaa”, “buba” deyi yok. Çocuk ünleyomuş, “bubaaa” deyi, baba yok, ses yok. Başlayamuş, ağlayomuş. Gız yolu bilmeya. Ondan sonra ağlakan ağlakan uyuyagalmış ağacın dibinde. Oraya bunuğn yanına bi ermişle gelmiş. Bu gıza sakallı bi dede gelmiş, “gızım demiş, ne ağlayan sen?” demiş. “Dede” demiş, “bubam yok, oduna geldiydük, bubam gelmeya” demiş. “Gitti bubam, odun yapaken gayboldu” demiş. “Hiç gorkma gızım, ben varın” demiş. Bu gıza goca bi torba altun vemiş. Hadi gızım demiş…

A: Kız karnım acıktı dede demiş, o o anda goca bi tepsi yemek, kaç çeşit yemek getümüş, doyurmuş onu dey mi?

N: Ondan sonra o onu eletmiş nereden nereye, “Hadi gızım buradan sen evine git” demiş. Daha sonra eviğn köpeği başlamış uluma. “Hev heeev, Fatmacuk geliya” demiş. “Hev heeeeev Fatmacuk geliya” deyomuş. Garıda inmiş aşağıya, köpeği dövme, “Sıt” demiş, “Fatmacuk nerden gelecek, onu kurtlar yidi dağlada” demiş. Hala ta köpek sunuyomuş, “hav haav Fatmacuk geliya” deyomuş. Amanıııınn! Gız dış kapıdan girmiş, “Bubaaa buba ben geliyon” demiş. “Gız herif sen bunu dağlada gomadığn mı ?”, “Goduuuumm!”, “E bu nasıl geldi? Yakında mı goduğn?” demiş. “E filan yerlede godum bunu, e gelemez de olladan”. Bi de gız geliya, bi torba altın elinde. “Gız gızım sen bunu nerden buldun?”, “Orda duruken bana bi dede geldi bu altunu vedi” deya. “Gız herif “, deya “sabah benim gızı da elet”, deya, “dağa”, deya. “Bi torba da ona verüle” deya. Ertesi gün onuğn gızını da eletiyalla, aynını yaptığı gibi orıy oturtuyolla. Herif “ben odun yapın” deya. Iki nacak orıy vuruya, aşağı gidiya, iki nacak oraya vuruya derken gız oturuya orada, taklama uzaklaşıya, gaçıp gidiya herif köye. Ağşam olmuş gız ağlayomuş, ağşam olmuş gız ağlayomuş. Garı bakıyomuş ne gelen va ne giden vaaa. Köpek başlamış “Hav haaavvv Fatmacuğu kurtlar yidi!”. “Gebermeyesi”, demiş köpeğe, “neri kurt yiya, şimdi gelecek benim gızım da bi torba altununan”, deyomuş. “Hav haaaaav Fatmacuğu gurtla yidi”, deyomuş. Gız gelmemiş o gece. Bi de bakıyo gidiya, “gız herif sen bunu nere elettin”, bi de gidiyalla ikisi anaaaamm goduğu yerde gızın üstü başı kurtla patçalamış gızı yimişle

A: Gızı yimişle, o giysilerin galmış orada.

N: “Lan bu ne oldu, göriyan mı?” deya. (Aliye’ye dönüp) O sırada bi dede mi geliyor? “Senin içiğiğn kötülüğünden”, deya, “öteki gızı istemedin”, deya. “O ötekini istemedin”, deya, “onu dağlada kurtla yisin deyi bıraktın” deya, “o gız da bi torba altununan döndü” deya, “bunu da altun deyi yolladığn dağa, gurtla yidi seninkini de” deya. “Bu sana ömür boyu terbiye olsun” deya. “Bi daha böyne ayırım yapma böyne çocuklarının arasında!” deya.

A: Riyakarlık yapma deya.

N: Deya, o masal da orada öyle bitiya gızım.

 

KELOĞLAN

Nezaket: Evvel zaman içinde galbur gazan içinde taa eskilerden bi vilayetin bi gazanın bi köyünde bi  çifci varımış. Bu çifcinin Keloğlan isminde bi oğlanları varımış. Bu çifci tallaya gitmiş sabalin, garısına demiş, “Gadun” demiş, “bana öğlen oğlandan bi yimek yolla” demiş, o da, “Tamam” demiş. Şincik gadun yemeği yapmış, “Oğlum oğlum gel” demiş. “Anne napacan?” demiş Keloğlan. “Gel hele sen buriy, yemeği babana elette gel tallaya”. Çocuk almış eline börek tepsisini, gitmiş tallaya. Ta ber baştan, “Bubaaa, nerden gelin nerden?” demiş, “Kenerden gel oğlum, kenerden kenerden!”; böreğin kenerini yimiş Keloğlan. “Bubaaa, nerden gelin nerden?”, “Orta yerden gel oğlum orta yerden”; böreğin otumuş orta yerini yimiş. “Bubaaa, nerden gelin nerden?”, “Gıyıdan gel oğlum, gıyıdan” demiş bubası; böreğin gıyısını yimiş. Yine başlamış “Bubaaa nerden gelin nerden”, “La nerden gelüsen gel!” demiş. Bu ordan burdan gitmiş bubasının yanuna, elinde boş börek tepsisi, bubası öküzlere hoo demiş. “Hadi bakam ne götürüvedin?” Poççayı bi yaymış tepsi boş. “La oğlum hani sen bana ne götüdün?”, “Börek göttüm buba”, “Eee hani börek burda?”, “Eee sen bana kenerinden gel dedin, kenerini yidim; ortadan gel dedin, ortasını yidim; gıyıdan gel dedin gıyısını yidim”, “Bre ağzuna sıçtuğumun!” Ürgendereyi çövürü iki salla buna çocuk yarışmış gaçmış gitmiş. E böreği yidi susadı, “Lan ne yapacın ben? Şu derede su vadır, ben ininde dereye su için şimdi anama gitsem anam da dövecek.” demiş. E böreği yimiş herif aç kaldı tallada. Gitmiş dereyi bulmuş derede gözelce ellerini yüzünü yıkamış suyunu içmiş. Sen ötten bi elma yuvalana yuvalana geliyomuş. Unu almış, dereden elmayı, bi ısırmış lan datlı gelmiş bi ta ısırmış bi ta derken elma çok gözel gelmiş buna yimiş. “La bu elma nerden geliya? Bu su deee yokardan geliyo bu elma yokallada, su bunu yuvallaya yuvallaya burıy dek göttü.” deya. Ha bakam de bakam derenin yoluna bi düşüya, derenin üst başında elmanın ağacını bulıya. Ağacın depesine çıkıya yime. Elma da dev garısının elmasıymış. Amanın! Bi de bakıya dev garısı, dağdan geliya, elmanın depesinde bi adam va. Bi de dibine gidiya bakıya kı Keloğlan. “Lan Keloğlan, sen bu elmanın depesine nasıl çıktın? Bana bi elma atıve.” Bi elma atıya. “Bokuna düştü”, deya. “Bi ta atıve”, deya. Atıveya. “Sidüğüne düştü”, deya. “La bi ta atıve”, deya. Atıveya. “Sümüğüne düştü”, deya. “La Keloğlan elininen ve”, deya. “Vemen!”, deya. “La keloğlan bana elininen ve”, “Vemen”, deya. “Attuklarımı yi dibinden”, deya. Eliynen verikene bunu bi dutuya yokardan aşa bunu indiriya. Bunu eve kapadıya, evde de gızı varımış. “Ee gızım ben bu fırını ataşladım deya”. (Gari ertesi gün) “Ben dağa gidiyan, sen bu Keloğlan’ı bişü fırında”, deya, “ben dağdan gelünce bunu yirüz.” deya. “Tamam ana”, deya. Şimci Keloğlan bunları dinleya, usulca çıkıya tam tavana yokarı, bi de gız geliya bakıya Keloğlan yok. “La keloğlan gel bakam bi!” Neyise bu gidiya iniya gidiya. “Hadi bakam bi şu kürekte bi oynıyve bakam bi”, deya gız Keloğlan’a. “Ah ben hiç oyun bilmeyan, ömrümde oynamadım”, deya. “Sen şunda bi çık oyna evvela, ben seni görün ondan sonra da ben oynarın”, deya. Sen küreğe çıkıp gız oynakana Keloğlan küreğinen bi kakıya mı gızı fırına, dev garısının gızını. Anammm, gız fırında bişiya. Ordan çıkarıya gözelce gızın mömelerini kesiya tabağa doğraya. Masanın üstüne götürüp goya, undan sonra kendi ta çıkıya tavana yokarı dev garısı geliya. “Gızımm”, deya, “Keloğlanı bişüdün mü?”, deya. “Bişüdüm ana bişüdüm deya” (inceldiya sesini tavandan), “mutfağa kodum”, deya, “masanın üzerine tabakda”, deya. Dev garısı geliya gözelce bi afiyetle yiya gızın mömelerini, şindi bu yiyincesi Keloğlan tavandan başlaya bağırmaa. “Zilli düdük, anasına gızını yidüdük!”, “Bre ağzına bilmem ne yaptığımın keli bre”, deya, “sen nelledesin?” Bi de bakıya tavanda.  “La sen bura nasıl çıktın?”, ”Sacları, deya, gızdıdım gızdıdım üst üste yığdım çıktım”, deya. Dev garısı ocağa bi ataş yakar sacları gızdırıya gızdırya yığıya, bu kez de ayaklarını yakıya sacla. “La Keloğlan, sen bu tavana nasıl çıktın?” “Sacayakları”, deya, “gızdıdım gızdıdım boynuma daktım öle cıktım”, demiş. Bu sefer sacayaklarını gızdırıya boynuna geçiriya boynunu yakıya haşlaya. “La Keloğlan, sen bu tavana nasıl çıktın?”, “Öyne çıktım”, deya. Neyse, bu dev garısı artık gidiya. “Lan!”, deya, “bu Keloğlan acık daha dursaydım beni de büşürecekti”, deya. “Ben bu evi terkedin!”, deya. Ordan gayrı Keloğlan dev garısı çıkı gidiya dağlara doğru, Keloğlan galıya evde. Burda da masal bitiya.

 

ATLAS PALAS

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, köyün birinde üç kardeş yaşarmış. Kardeşlerin en küçüğünün adı Atlas Palas'mış. Atlas Palas hem çok yaramaz, hem de çok zeki bir çocukmuş.

Atlas Palas bir gün kardeşlerini kandırıp evden kaçmaya ikna etmiş. Üç kardeş evlerinden uzaktaki ormana gitmişler. Hava kararınca kardeşleri korkup "Atlas Palas, Atlas Palas... Biz çok korktuk, artık evimize gitmek istiyoruz." demişler. Atlas Palas "Siz hiç merak etmeyin, evin yolunu bulacağım." demiş. Tam bu sırada uzakta yanan bir ışık görüp çok sevinmişler. Koşa koşa ışığın yandığı yere ilerlemişler.

Hemen gidip evin kapısını çalmışlar. Kapıyı yaşlı bir kadıncağız açmış, çocukları görünce birden gözleri parlamış. "Hoş geldiniz çocuklar. Ne işiniz var bakayım buralarda?" demiş.  Atlas Palas "Biz kardeşlerimle ormana geldik, ama yolumuzu kaybettik. Sizin evinizi görünce yardım edersiniz diye buraya geldik" demiş. Kadının gözleri yine parlamış, çünkü o aslında çocukları yemeyi çok seven bir cadıymış.

Yaşlı kadın, çocuklara "Söyleyin bakalım karnınız aç mı? Eğer açsanız size güzel güzel yemekler yapayım" demiş. Kardeşler de "Evet çok açız" diye cevap vermişler. Cadı kadın onlara bir sürü güzel yemekler hazırlamış, iyice karınlarını doyurmuş. Sonra da bir odaya kapatmış.

Cadının niyetini anlayan kardeşler çok korkmuşlar. Atlas Palas'a demişler ki: "Hani sen çok akıllıydın, hadi bakalım kurtar bizi buradan!" Atlas Palas da "Merak etmeyin bir planım var, gece olunca ikiniz birden:

                            Kim uyur, kim uyanık?

                            Atlas Palas uyanık.

                            Atlas Palas ne ister?

diye şarkı söyleyin. Sonrasını bana bırakın." demiş.

Gece çökünce kardeşleri şarkıya başlamışlar.

                            Kim uyur, kim uyanık?

                            Atlas Palas uyanık.

                            Atlas Palas ne ister?

Atlas Palas şarkıyı tamamlamış: "Annesinden börek ister." Bunu duyan cadı kadın hemen çocuklara börek getirmiş. Çocuklar börekleri bitirince tekrar şarkıya başlamışlar; kekler, köfteler, pastalar... Cadı kadın çocuklar beslensinler, etli etli olsunlar da afiyetle yiyeyim diye, Atlas Palas ne söylerse hemen getiriyormuş.

Bütün yemekler bittikten sonra Atlas Palas kafasını kaldırıp etrafa bakınmış. Tavana yakın bir yerde bir girinti görmüş, kardeşlerine "Hadi kardeşlerim, hep beraber oraya çıkalım da, cadı kadın arasın tarasın ama bizi bulamasın" demiş. Kardeşleri "Tamam" demişler ve hep beraber tırmanmışlar.

Cadı kadın odaya gelmiş, sağına soluna bakmış, çocuklar yok. Çok telaşlanmış, sonra tavana yakın bir yerde duran çocukları fark etmiş. "Siz oraya nasıl çıktınız bakayım?" demiş. Atlas Palas "Kaşık kaşık üstüne koyup çıktık" demiş. Her taraf çocukların yedikleri yemeklerden kalan tabak çanak ile doluymuş.

Cadı kadın hemen kaşıkları üst üste koyup tırmanmaya çalışmış. Kaşıklar şangır şungur devrilmiş, cadı kadın da patır kütür düşmüş. Atlas Palas'ın kendisini kandırdığını anlayan cadı kadın tekrar sormuş "Söyleyin bakalım nasıl çıktınız oraya?". Atlas Palas "Tabak tabak üstüne koyduk da çıktık" demiş.

Cadı kadın bu sefer de tabakları üst üste koyup çıkmaya çalışmış. Önce tabaklar düşüp kırılmış, sonra da o düşmüş yere. Cadı bu sefer çok sinirlenmiş. "Bana bakın çocuklar..." demiş "siz oraya nasıl çıktınız, bana doğrusunu söyleyin hemen!" Atlas Palas demiş ki "Tamam o zaman, artık doğrusunu söylüyorum. Bıçak bıçak üstüne koyup da çıktık" demiş.

Cadı da bıçak bıçak üstüne koyup tırmanmaya çalışmış. Tabi önce bıçaklar, sonra da cadı kadın düşünce, bıçaklar cadıya saplanmış. Kötü kalpli cadı oracıkta ölüp kalmış. Atlas Palas ve kardeşleri oradan inip, dışarı çıkmışlar. Evlerinin yolun bulup, geri dönmüşler. Atlas Palas ve kardeşleri bir daha böyle bir şey yapmamış, annelerinin sözünü dinlemişler.

 

KEDİ KRALİÇE

Bir varmış bir yokmuş eski zamanlarda çok iyi bir kadıncağız varmış, ama kocası çok huysuzmuş. Bir gün huysuz kocası kadından ciğer istemiş: "Git bana ciğer al, ciğer yap" demiş.

Kadıncağız da hemen gidip çarşıdan ciğer almış, eve gelmiş. Tam torbayı açıp ciğeri çıkarttığı sırada, camdan giren tek gözü kör bir kedi ciğeri kapıp kaçmış. Kadın, kocası ona kızacak diye çok korkmuş, kedinin peşinden atlayıp kovalamaya başlamış. Kedi kaçmış, kadın koşmuş. Kedi kaçmış, kadın koşmuş. Kedi bir delikten içeri girmiş, kadın da onun peşinden içeri girmiş. İçeri girmiş de bir de ne görsün! Çok büyük bir bina, kat kat evler. Kadın kedinin peşinden binaya girmiş, birdenbire nereden geldiği belli olmayan bir ses duymuş "Yabancı karı, yabancı karı. Çık yukarı!" Kadın da merak etmiş, "Çıkayım, bakayım" demiş.

Birinci kata çıkmış ki ne görsün; kediler çamaşır yıkıyor. Çok hoşuna gitmiş, dönmüş demiş ki "Ay kediler, ne de güzel çamaşır yıkıyorsunuz, çamaşır size yakışmış, siz çamaşıra yakışmışsınız." Sonra tekrar aynı sesi duymuş "Yabancı karı, yabancı karı. Çık yukarı!"

Kadın bir kat daha yukarı çıkmış. Bir de ne görsün; sarmanı, tekiri, siyahı, beyazı rengarenk kediler ütü yapıyorlar. Kadın yine çok beğenmiş "Ay kediler" demiş, "siz ne güzel iş yapıyorsunuz. Ütü size yakışmış, siz ütüye yakışmışsınız." Sonra tekrardan sesi duymuş: "Yabancı karı, yabancı karı. Çık yukarı!"

Üçüncü katta şahane bir koltuk ve üstünde yatan çok güzel bir kedi görmüş. Kadın kediye demiş ki "Ne olur bana yardım edin!" Kedi kraliçe de "Ne istiyorsun?" diye sormuş. "Benim çok huysuz bir kocam var, benden ciğer istemişti, ama ona da yazık tek gözü kör bir kedi ciğerimi çaldı gitti, ben ciğerimi geri istiyorum" Kedi kraliçe kadını önce bir süzmüş, sonra da hizmetçi kedilerini çağırmış "Bu kadına bir çuval patates, bir çuval da soğan verin, sonra da yollayın gitsin" demiş. Kadın demiş ki "Ben kimsenin patatesini soğanını istemem, bana ciğerimi verin yeter" demiş. "Tamam" demiş kedi kraliçe "sana verdiklerimi al, evine git."  Kadın bir çuval patatesini, bir çuval soğanını almış, evine gelmiş. Açıp bakmış bir de ne görsün, çuvallar altınlar, zümrütler, elmaslar, çeşit çeşit ziynetle dolu.

Kadıncağız  çok şaşırmış, bunları tartmak istemiş. Ama o kadar fakirmiş ki evinde bunları tartacak tartısı bile yokmuş. Yan tarafta oturan komşusuna gitmiş tartı istemeye, "Komşum bana tartını bir veriver de, evde bir şeyler tartacağım" demiş. Yan komşu da çok meraklı biriymiş "Bu fakir kadın ne tartacak ki?" diye düşünmüş, tartıyı vermeden önce altına bal sürmüş, öyle vermiş.

Fakir kadın eve gitmiş altınlarını bir güzel tartmış, tartıyı da komşusuna geri götürmüş. "Komşucum, teşekkür ederim" diye tartıyı teslim ederken, komşu tartıyı ters çevirmiş ki ne görsün. Bala yapışmış altınlar, "Sen nereden buldun bu altınları çabuk söyle" demiş komşusuna. "Nereden bulacağım komşu!" diyerek bütün öyküyü baştan anlatmış.

Kötü komşu da düşünmüş, "Ben de hemen ciğerimi alırım, aynılarını yaparım, benim neyim eksik!" Kadın gidip ciğer almış, mutfağa koymuş. Aynı tek gözü kör kedi camdan atlayıp ciğeri kapmış, kadın da peşinden gitmiş. Kedi kaçmış, kadın koşmuş. Kedi kaçmış, kadın koşmuş. Aynı binaya o da girip ilk kata çıkmış.

Çamaşır yıkayan kedileri gördüğünde "Pis kediler, kirletmişsiniz bütün çamaşırları, musibetler" demiş. İkinci kata çıkıp, ütücü kedileri görünce yine kızmış "Pis kediler, her yeri kirletmişler, bir de ütü yapıyoruz sanıyorlar, hiç de güzel yapamıyorsunuz" demiş. Üçüncü kata çıkmış, şahane koltuğunda oturan kedi kraliçeyi görmüş, kedi kraliçe "kimsin sen, neden geldin?" diye sormuş. "Aman, niye geleceğim. Diğer gözü de kör olasıca, tek gözlü bir kedi ciğerimi çaldı onun peşinden buralara sürüklendim" demiş. "Öyle mi! Peki o zaman, bu kadına bir çuval patates, bir çuval da soğan verin" diye hizmetçilerine emir vermiş Kedi Kraliçe. Kadına da demiş ki, "Evine gidince camı pencereyi kapat, her yeri de iyice tıka, ondan sonra aç çuvalları." Kadın çok sevinmiş, içinden "oh oh... ben de aldım altınlarımı" demiş.

Kadın çuvalları yüklenip, hızlıca evine gitmiş, Kedi Kraliçe'nin dediği gibi köşe bucak her yeri kapatmış. Çuvalları açınca bir de ne görsün, türlü yılanlar, akrepler, çıyanlar, kaçacak yerleri de olmadığından hepsi kadını ısırıp, iğneleriyle sokmuşlar.

 

TENEKELİ KIZ

Günün birinde bir köyde, yaşlı, kendi hâlinde bir adam yaşarmış. Bu adamın çok güzel bir kızı varmış. Adam köyün sakasıymış, harçlık karşılığı tenekelerle köylülere su taşırmış. Bir gün kızın babası hastalanmış, babasının işi de kıza kalmış. Kızcağız iki tenekeyi omzuna alıp çeşmeye doğru yola çıkmış.

Kız yürürken birden kafasını üzerinde bir karga dolaşmaya başlamış. Karga kıza demiş ki "tenekeli kız, tenekeli kız, yedi sene ölü bekleyeceksin." Kız çok korkmuş, kargaya taş atmış, karga uzaklaşmış. Kız tam kurtuldum diye düşünürken karga geri gelmiş "tenekeli kız, tenekeli kız yedi sene ölü bekleyeceksin" demiş. Tenekeli kız, kargaya rağmen işini yine de yapmış, tüm köye suları dağıtmış. Daha sonraki günlerde, kız her çıkışında karga da onu takip etmiş. Tenekeli kız çok üzülmüş, kendi kendine, "ben yedi sene ölü beklemeyeceğim" demiş. Bir süre sonra kızın babası iyileşmiş, kızın da her gün su dağıtmak derdi kalmamış.

Bir gün evde otururken, köyden yaşlı bir kadıncağız kapıya gelmiş. Elinde erzak torbaları varmış, tenekeli kıza demiş ki: "Kızım sen çok iyi bir kızsın, babana da hastalandığında çok yardım ettin, benim köyün dışında yaşayan çok sevdiğim bir tanıdığım var, ama bu yükleri oraya taşımaya hâlim yok, ona bu erzakları götürür müsün?" Kızcağız "Tabi, ben taşırım siz merak etmeyin" demiş.

Tenekeli kız kadının söylediği yere gitmiş, bir de ne görsün kocaman bir kule, sadece bir kapısı var. Kapıdan içeri girmiş, upuzun merdivenler görmüş, merdivenlerden yukarı çıkmış, çıkmış, çıkmış. Etrafta kimsecikler görememiş. Birden "Taakk" diye aşağıdaki kapının kapanma sesini duymuş. Kendi kendine "hemen şu kadını bulayım da erzakları verip gideyim" diye düşünmüş.

Merdivenlerden tırmanmaya devam etmiş, kapalı bir kapı görmüş, kapıyı açınca önünde koskocaman bir yatak, yatağın içinde uyuyan çok yakışıklı bir delikanlı görmüş. Kız şaşırmış, çünkü kulede yaşayan yaşlı bir teyze bulacağını düşünüyormuş. Hemen erzakları bırakıp koşa koşa aşağı inmiş ama kapı duvar; yardım edecek kimse de yok.

Tekrar yukarı çıkmış, bir köşeye sinip ağlamaya başlamış. O sırada cama karga gelmiş. "Tenekeli kız, tenekeli kız, ben sana demedim mi yedi sene ölü bekleyeceksin diye; şimdi prens uyanana kadar onun başında bekleyeceksin. Ama merak etme, yiyecek içeceğini sana ben taşıyacağım" demiş. Tenekeli kız gerçekten de yedi sene kulede mahsur kalmış, karga da ona söz verdiği gibi yiyecek içecek getirmiş.

Bir gün camdan bakarken normalde kimsenin uğramadığı bu yerde bir çingene kız görmüş, hemen "sen ne yapıyorsun buralarda?" diye seslenmiş, çingene kız da "ne yapacağım dolaşıyorum" demiş. Tenekeli kız "ben yedi yıldır buradayım, kimsem yok, gelip benimle konuşur, arkadaş olur musun?" diye sormuş. Çingene kız "ben nasıl yukarı çıkacağım peki" diye sormuş. Tenekeli kızın aklına da yıllardır uzatmak zorunda kaldığı saçları gelmiş. Saçlarını aşağıya salmış, çingene kızı da tırmanmış.

Yıllar sonra ilk defa misafiri olan Tenekeli kız temizlenip hemen dönmek üzere bir koşu banyoya gitmiş. Çingene kızından da, kendisi gelene kadar uyuyan prensin başında beklemesini istemiş. Çingene kızı başında beklerken, uyuyan prens uyanmış. İlk gördüğü kişi olan çingene kızına "Yedi sene beni bekleyen sen misin? Sen benim prensesim misin?" diye sormuş. Çingene kızı, Tenekeli kızın yokluğundan yararlanıp "Tabi ki prensim, yedi sene seni ben bekledim" demiş. Bu sırada tenekeli kız odaya geri gelmiş. Yakışıklı prens "Peki bu kim?" diye sormuş. Çingene kızı "O da benim hizmetçim" demiş. Prens çingene kızın söylediklerine inanmış, tam o sırada pencereye karga gelip "Tenekeli kız, tenekeli kız" diye seslenmiş. Çingene anlamamış, tenekeli kız kargaya dönmüş. Prens "Tenekeli kız sen misin?" demiş. Karga onun yerine cevap vermiş "Evet, yedi sene boyunca seni bekleyen tenekeli kız o" demiş. Meğer karga prensin uşağıymış. Gerçekler ortaya çıktıktan sonra prens ve tenekeli kız evlenip mutlu mesut yaşamışlar. 

 

KÖYLÜ KIZI İLE AYI

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, köyün birinde çok güzel bir kız yaşarmış. Köylülerin gözünde, köyün en güzel kızıymış. Dağdan inen bir ayı, kıza ilk görüşte aşık olmuş, tutmuş kızı dağa kaçırmış. Ayı kıza çok iyi bakmış, bir dediğini iki etmemiş, kız da zaman içinde alışıp ayı kocasını çok sevmiş.

Ama kızın ailesi, ayıyı bir türlü damat olarak kabul etmemişler. Bir gün kızın babası ve ağabeysi av tüfeklerini alıp dağa çıkmışlar, ayıyı bulup öldürmüşler. Güzel kız da kocasının başında ağıt yakmış:

                            "Ayı idü, uyu idü...

                            Kocam idi, kocam idi...

                            Çalıyidi, çırpıyidi...

                            Yuvam idi, yuvam idi..."

 

SENİ CİĞERİNİ KİMLER YEDİ

Zavallı bir kadıncağız varmış, kocası çok huysuzmuş, durmadan kadından olur olmaz şeyler istermiş. Günün birinde kocası hastalanmış, huysuzluğu artan adam bu sefer "ben ciğer isterim, ciğer yemezsem hayatta iyileşemem" diye tutturmuş. Kadını zorla ciğer bulmaya yollamış. Kadın çarşı pazar gezip dolaşmış, bildiği bütün ciğercilere gitmiş, ama açık hiç bir yer bulamamış.

Eve ciğer bulmadan dönersem kocam bana neler eder diye kara kara düşünürken, gözüne bir cenaze takılmış. Gizlice takip edip, herkesin uzaklaşmasını beklemiş. Sonra da mezarı kazıp, cesedin ciğerini sökmüş, bir torbaya koymuş. Kimseler görmeden uzaklaşmış. Eve gelip, aldığı ciğeri bir güzel pişirmiş, kocası da afiyetle yemiş. Yaptığı işi de kimselere anlatmamış.

Gel zaman git zaman adam iyileşmiş. Bir gece uyurlarken, evlerinin kapısı üç kere çalmış "Tak, tak, tak!" Kadınla adam uyanmışlar, ikisi de kormuş. Kapı bir kere daha sertçe çalmış "Tak, tak , tak!" Adam kapıyı açmaya gitmiş, tam kapının önündeyken kapı bir daha çalmış "Tak, tak, tak!"

Adam kapıyı açmış, açmış da ne görsün. Kefeni sarkmış, yüzünün her tarafı parça parça olmuş, toz toprak, kir içinde bir ölü. Adam çok korkmuş, titreye titreye sormuş:

                            Senin gözlerini kimler yedi?

                            Kimler yedi?

                            Kimler yedi?

Ölü cevap vermiş:

                            Toprak yedi,

                            Toprak yedi,

                            Toprak yedi.

Adam yine sormuş:

                            Senin ellerini kimler yedi?

                            Kimler yedi?

                            Kimler yedi?

Ölü cevap vermiş:

                            Toprak yedi,

                            Toprak yedi,

                            Toprak yedi.

Adam tekrar sormuş:

                            Senin ciğerini kimler yedi?

                            Kimler yedi?

                            Kimler yedi?

Ölü cevap vermiş:

                            SEN YEDİN!!!    

 

Kaynakça

Ban-Amos, Dan. "Folktale." Folklore, Cultural Performances, and Popular Entertainments: A Communications-

centered Handbook. Ed. Richard Bauman. New York: Oxford UP, 1992.

Çıblak, Nilgün. V. Propp'un Masal Çözümleme Metodu, Türk Dili: Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 638, Ankara,

Şubat 2005, S: 129 - 130

Karabaş, Seyfi. Bütüncül Türk Budunbilimine Doğru. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999.  


[1]  1,2,3,4,5 numaralı masallar Bihter Bayraktar; 6,7,8,9,10 numaralı masallar Salim Fikret Kırgi tarafından derlenmiştir.

[2] 1,2,3,4,5 numaralı masallar için notlar:

Masalları aktaran kişi anneannem Nezaket Yılmaz, anneannemin kardeşleri Aliye Yağlıoğlu ve Nebahat Alar’dır. İki farklı günde yapılan görüntü kaydının bir gününde sadece Aliye Yağlıoğlu ve Nezaket Yılmaz bulunmaktaydı. Masalların anlatıldığı ilk ortamda Nebahat Alar’ın kızı Anneanemin erkek kardeşinin eşi, teyzem ve annem de bulunmaktaydı, ikinci ortamda sadece Aliye Yağlıoğlu, Nezaket Yılmaz ve ben vardık. Ortam bu masalların aile içinde anlatıldığı ortamlardan farklı değildi, bu yüzden anlatıcılar son derece rahatlardı, yaşlı olmalarının ve bunun getirdiği özgüvenin etkisi ve bana yardımcı oluyor olmanın verdiği mutlulukla anlattılar bir çok şeyi. Birbirlerini tamamlamalarının yanı sıra anlatıcının performansını etkileyen çıkışlar da yaptılar, bu daha samimi ve doğal bir iletişim alanı yaratılmasına ön ayak oldu.

Masalların tarihi anneannemlerin çocukluğuna uzanıyor. Anneannemler, öksüz ve babaanneleriyle büyüyen üç kardeş (daha sonrasında anneannemlerin babası başka evlilikler yapıyor ve onlardan da kardeşler oluyor), Bolu’nun Sarıcalar Köyü’nde büyüyorlar, çocuklukları 1940’lı yıllara denk geliyor. Geceleri en büyük eğlence Şaban Dede’lere gidip, Şaban Dede’nin masal “satmasını” istemek, “Nolusun Şaban Dede bi masal satıve!”. Şaban Dede uzaktan akrabaları ve herkesin çok iyi bildiği bir masal anlatıcısı. Köyde geçen uzun gecelerde insanların eğlendiren biri ve bana anlatılanlara göre ayrıca çok da iyi bir performansçı. Şaban Dede bu masalları nerden biliyordu bilmiyorum ama küçüklüğümde bu masalların bir çoğunun bana da anneannem tarafından anlatıldığını - büyük bir kısmını tekrar dinledikten sonra- hatırlıyorum.

 

[3] 6,7,8,9,10 numaralı masallar için notlar:

 Masalları aktaran annem Fikriye Ergöz Kırgi'dir. Masalların anlatıldığı sırada odada annem, ben, beş yaşındaki yeğenim ve bazı bölümlerinde teyzem vardı. Annemin masalların tam hatırlayamadığı bölümlerinde teyzem ona yardım etti. Genel ortama etki eden ve annemim anlatış tarzını yönlendiren unsurlardan biri yeğenimin varlığı ve tepkileriydi.

Masalların ilk anlatıcısı, 1998 yılında vefat eden, büyük babaannem Ruhsare Giray, İstanbul'da Beyoğlu’nda 1910 yılında doğup, orta hâlli bir ailede büyümüş; iki evlilik yapmış; iki çocuk, sekiz torun sahibi bir hanımdı. Masalları anlattığı kitle, annem ve dört teyzemden oluşan beş kişilik kız torunlar topluluğuydu. Dedemle anneannemin boşanmasının ardından; büyük babaannem, velayetleri oğluna kalan torunlarını bir süre yanına alıp, onlarla ilgilenmiş. Torunlarının anlattığına göre, sinema filmlerine çok düşkün olan Ruhsare Hanım, kendisi ev işi yaparken, sevdiği öykü kitaplarını büyük torununa sesli okuttururmuş. Akşamları torunlarını etrafına toplayıp masallar anlatır; masallar genelde bir kerede bitmez, çeşitli eklemelerle günlerce sürermiş. Torunları, sevdikleri masalları tekrar etmesini isterlermiş. Anlatım sırasında jest, mimik ve beden kullanımıyla masalları zenginleştirir, her tekrarda olay akışını değiştirirmiş.   

Masalların genel özelliklerinde, dinleyici kitlesinin yansımaları görülmektedir. Karakterlerinin çoğunun kadın olması, var olan erkek karakterlerin olaylara çok dahil olmaması, evlilik kurumunun sıkça vurgulanması, “Kedi Kraliçe” masalındaki çamaşır ve ütü konuları, iki ayrı masalda kullanılan huysuz koca tiplemesi Ruhsare Hanım'ın masalların öğüt verici özelliğinden yararlanma düşüncesi olarak değerlendirilebilir.