Sinemasal

Bir Tim Burton Filmi: Alice’in Yeniden Yazımı

Kitabın çarpıcı bir diğer özelliği ise zıtlıkların bir aradalığı, karnavalesk yapı ve “normal” olanın altüst edilmesidir.

Kitabın çarpıcı bir diğer özelliği ise zıtlıkların bir aradalığı, karnavalesk yapı ve “normal” olanın altüst edilmesidir. Deliğe düşer düşmez burada tüm kavramların ve bildiklerimizin tersine döneceğinin işaretini Alice’in kendisini düştüğünde yerde değil de tavanda bulmasından alırız. Her şey altüst edilmiştir. Hiçbir kapı bir diğerine benzemez. Büyük-küçük kavramları yıkılıp yeniden inşa edilir. Film ve hikâye boyunca Alice’in boyunun değişmesiyle büyük ve küçük kavramları sorgulamaya açılır sürekli. Nitekim filmin ilerleyen bölümünde Tweedledee ve Tweedledum ile karşılaştığında biri, “Alice, neden bu kadar büyüdün?” deyince diğeri; “Hayır bu onun normal hâli, unuttun mu!” diye tepki verir. Burada da çocuk veya yetişkinlerin normal kavramının ne olduğu üzerine tekrar düşünmesi sağlanır.

Alice Harikalar Diyarında eserini ölümsüzler arasına sokan en önemli etmen çağının çizgisi dışına çıkmış olmasıdır şüphesiz. Lewis Carroll, sanatın, çocuk olmanın, deliliğin ve absürtün imkânlarından faydalanarak Victoria dönemi baskısında asla söylenemeyecek şeyleri, büyüklerin dünyasına ait hukuk, din ve eğitim gibi birçok sistemin eleştirisini sunuyor kitabında. Bu özelliğiyle yalnızca çocuklara değil, yetişkinlere de hitap etme özelliğini taşıyor eseri. Bu ölümsüzlük, 2010’da kitap filme aktarıldığında da büyük ilgi görmesini sağladı. Elbette yönetmeninin Tim Burton olmasının da bu ilgiye etkisi büyüktür. Filmdeki karakterlerin çoğu, eserin ilk çizimlerini yapan John Tenniel’ın resimlerine sadık kalınarak oluşturulmuş ve serinin ikinci kitabı Aynanın İçinden de dikkate alınarak Lewis Carroll’ın çerçeve hikâyesine bir üst hikâye eklenerek yeni bir senaryoyla seyirciye sunulmuştur. Bu yazıda eserin baskın özelliklerinin filme aktarımdaki başarıları veyahut başarısızlıkları tartışılacak ve değerlendirilecektir.

Filmin girişi, kitapta anlatılandan oldukça farklıdır. Alice, ablasının okuduğu kitaptan sıkılarak Beyaz Tavşan’ı takip eder ve Harikalar Diyarı’na girer, gerçek dünyadan çok fazla ayrıntı göremeyiz. Fakat filmde yönetmen ve senarist o büyülü dünyadan önce izleyiciye Victoria döneminde kadının konumunu ve insan ilişkilerini göstermeyi seçmiştir. Bunu göstermek için de uygun bir ortam olan nişan töreni seçilmiştir. Alice istemeye istemeye kendisine evlenme teklifi yapılacak olan törene gitmektedir annesiyle. Üstelik Alice dışında herkesin bu teklifin yapılacağından haberi vardır. Araba sahnesinde dâhi yönetmen Tim Burton’ın o dönemde genç kızlar üzerindeki baskıyı simgelerle anlatışını görürüz. Annesi Alice’in belini ve bacaklarını kontrol eder, korse ve çorabınını giymediğini fark ederek kızar. Yönetmen, baskıyı simgesel kaşılıkları olan, her genç kızın korkulu rüyası korse ve çorapla anlatmayı seçmiştir. Her ikisi de vücudu sıkan, rahatsız eden ve giyilmesi yalnızca bir ritüel olan nesnelerdir. Dolayısıyla Alice için bunları giymek çok “saçmadır”. Bu korse ve çorabın yerine seyirci, ezberletilen dersleri, abartılmış tüm ahlaki normları ve her türlü baskıyı koyabilir.

Ayrıca şu cümleler üzerine basılarak tekrarlanır filmde: “Karar verildi bile.”, “Soylular soylularla evlenir”. Evlendirilmek istediği kişinin annesiyle ise güzel çocuklar doğurmak, eşinin bağırsaklarını bozmayacak yemekler yapmak gibi kadınlık kuralları üzerine muhabbet ederler. Kısacası Victoria İngilteresinde bir kadından ne bekleniyorsa bunların hepsini filmin girişinde görürüz. Kendisinden evlilik teklifini kabul etmesi beklendiği sahnede Alice bu normları kendi kendine tekrarlar ve tüm baskılara rağmen herkesin önünde büyüklerin dünyasından kaçarak Beyaz Tavşan’ı takip eder. Bu dünyanın insanı olmadığının farkındadır.

Bunlar dışında filmin giriş sahnesinden Alice’in dönemindeki yaşıtlarından farklı olduğunu kabullenen tek kişinin babası olduğunu anlarız. Babası da tıpkı Alice gibi çağının insanı değildir. “Mümkün olmayan şeylerin olabileceğine” ve “iyi insanların deliler olduğuna” inanır. Dolayısıyla bu açılış cümleleri bize Tim Burton’ın Lewis Carroll’ı ne kadar iyi anladığını ve kurguyu değiştirse de öze sadık kalacağının işaretini verir.

Kitabın çarpıcı bir diğer özelliği ise zıtlıkların bir aradalığı, karnavalesk yapı ve “normal” olanın altüst edilmesidir. Deliğe düşer düşmez burada tüm kavramların ve bildiklerimizin tersine döneceğinin işaretini Alice’in kendisini düştüğünde yerde değil de tavanda bulmasından alırız. Her şey altüst edilmiştir. Hiçbir kapı bir diğerine benzemez. Büyük-küçük kavramları yıkılıp yeniden inşa edilir. Film ve hikâye boyunca Alice’in boyunun değişmesiyle büyük ve küçük kavramları sorgulamaya açılır sürekli. Nitekim filmin ilerleyen bölümünde Tweedledee ve Tweedledum ile karşılaştığında biri, “Alice, neden bu kadar büyüdün?” deyince diğeri; “Hayır bu onun normal hâli, unuttun mu!” diye tepki verir. Burada da çocuk veya yetişkinlerin normal kavramının ne olduğu üzerine tekrar düşünmesi sağlanır.

Alice, Harikalar Diyarı’na girdikten sonra da işler hikâyedeki gibi ilerlemez. Filmde, karakterlerin hemen hepsi girişte Alice’i karşılar ve bekledikleri kurtarıcının o olup olmadığı üzerine tartışmaya koyulurlar. Burada çerçeve hikâyenin üzerine bir hikâye daha eklendiğini görürüz. Alice Kırmızı Kraliçe’yi alt edip Harikalar Diyarı’nı eski güzel günlerine döndürmek için beklenen bir kahraman rolündedir filmde. Oysa kitapta onu karşılayan hayvanların tek derdi kurulanmaktır ve bunun üzerine tartışırlar. Sonunda Dodo bu tartışmayı hayali bir yarışla sona erdirir. Koşmanın etkisiyle rüzgârdan herkes kurur ve sorun çözülür. Sanıyorum bu absürtlükle Lewis Carroll yönetmenden daha radikal ve cesur davranmıştır. Bu değişikliğin sebebinin yönetmenin filmi sinemadaki on iki aşamalı yapıya[1] uydurma ve çağın ruhuna yaklaştırma endişesi olduğu söylenebilir. Elbette bu değişikliklerin yapılması yanlış değildir.

Aslında bu on iki aşamalı yapıyla Tim Burton hikâyenin bir eksiğini tamamlamış diyebiliriz. Hikâyede Alice çıktığı büyülü yolculuktan tekrar olduğu yere, eski Alice olarak geri döner. Fakat filmde Alice’in kendini gerçekleştirmesine ve olgun bir birey olmasına firsat tanınmıştır. İradenin sembolü olan kılıcı eline alır ve tekrar geri döndüğünde artık kendi kararlarını kendi veren bir “birey” olmuştur. Bu yüzden filmin etkileyicilik ve çocuk gelişimine fayda bakımından daha başarılı olduğunu göz ardı edemeyiz.

Yazının sonuna geldiğimizde şöyle bir soru sorulabilir: Acaba yönetmen bu hikâyenin içine iyilerin ve kötülerin savaşını ekleyerek kitabın ruhunu bozmuş olabilir mi? Lewis Carroll’ın eserinde asla bozulmaması gereken özellikler karnavalesk yapı, simgesel anlatım ve eleştirel dildir. Filmde bu özelliklere sadık kalındığını göz önünde bulundurursak Tim Burton ve ekibinin hikâyeyi özünden kavradığını ve çerçeve yapıya müdahale etmeden kendi Alice’lerini ortaya koyduklarını söyleyebiliriz.

 

Kaynakça

Alice Harikalar Diyarında. (Film) Tim Burton (Yön.). Orlando: Walt Disney, 2010.


[1] Kahramanın on iki aşamalı yolculuğu, tüm hikâyelerin ortak bir yapıyı takip ettiği teziyle akademisyen Joseph Campbell tarafından ortaya atılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bknz. Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu.