Dosya

Muhayyir El Yahut Talihsiz Serüvenler Dizisi’ne Dair Lacanyen Bir Yaklaşım

Hikâye, olaydan ziyade olayın üstüne örülen söylemlere ve bu söylemlerin yapaylığına dikkat çekerek, açık seçik ortada olan gerçeğin görülemeyişini karikatürize eder.

Poe, “Çalınan Mektup” hikâyesinde ifşa edildiği takdirde kraliçeye dair sansasyonel bir haber olacağı var sayılan bir mektubun Bakan tarafından çalınıp çalınamayışını, polisin mektubu arayıp bulamayışını, dedektif Dupin’in olaya karşı lâkayt görünüp kayıtlı oluşunu anlatır. Hikâye, olaydan ziyade olayın üstüne örülen söylemlere ve bu söylemlerin yapaylığına dikkat çekerek, açık seçik ortada olan gerçeğin görülemeyişini karikatürize eder. Lacan ise “Çalınan Mektup Üzerine Seminer” de hikâyenin mizansenini ortaya koyarak bahsettiğim olup olamama hâlini, metinde metnin kendi kurgusal düzenlemesini açığa vuran bir hile olarak tanımlar: yerinden edilmişliği gösteren bir hile (41). Bir tür gerçeği ters yüz etme hâli. Dolayısıyla, bu ters yüz etmede mektubun yerinden edilişinin ne tür bir hakikati gizlediğine yahut nasıl bir hakikati lanse ettiğine işaret eder ve ekler: “...bir mektup daima varacağı yere varır” (70). Benzer bir ters yüz etme hikâyesi Lemony Snicket’in yazdığı Talihsiz Serüvenler Dizisi’nin birinci kitabında da görülür. Ancak bu kez nesne bir mektup değil, bir eldir: muhayyir el.

Talihsiz Serüvenler Dizisi öksüz ve yetim kalan Baudelaire kardeşlerin (Violet, Klaus ve Sunny) başına gelen felaketler silsilesini konu edinir. Ancak bu silsile tıpkı “Çalınan Mektup” hikâyesinde Bakan’ın çaldığı mektubu buruşturup önemsiz bir kağıt parçası gibi ortalıkta bırakması gibi seyreder ve nihayetinde o mektup yani gösteren olarak metin, parçalanıp yok olur. Derrida’nın tabiriyle yapıbozuma uğrar. Anlatıcı birinci kitaptan itibaren kartlarını açık oynar. Okuru bizzat uyarır, “...mutlu sonla biten öykülere meraklı biriyseniz, başka bir kitap okumanız daha iyi olur. Bu kitapta mutlu son olmadığı gibi, mutlu başlangıç da yok” (Snicket 1). Bu noktada kendisinden evvel yazılmış ve yazılmaya devam eden mutlu sonla biten peri masallarından örülü dünyada ilmeği kasten kaçırır. Dolayısıyla, çocukların aileleriyle birlikte huzurla yaşadıkları mutluluk tablosu silikleşerek kaybolur ve ortaya çıkan yeni tablo burjuva toplumunun semptomatik yanlarını sahneler. Birinci kitapta bu semptomlar, kanunlar kisvesinde velayet, miras ve evlilik nosyonlarıyla zuhur eder. Şöyle ki, üç kardeşin velayeti anne ve babalarının vasiyeti gereği “şehir sınırları içindeki akrabalarına”, Kont Olaf’a verilir (15). Onlara kalan yüklü miras ise en büyük kardeş Violet on sekiz yaşına gelene kadar “Kazıkçı Para Yönetimi Bankası’”nda çalışan ve aynı zamanda kapı komşuları da olan Bay Poe’ya tevdi edilir (62). Kont Olaf, tiyatro oyuncusu olan, kendisinden başka kimseyi düşünmeyen, bir anlatıda olabileceğinin en kötü şekliyle tasvir edilen karikatürize bir karakterdir ve tek düşündüğü Baudelaire kardeşlerin mirasına konabilmektir. Bu nedenle tıpkı “Çalınan Mektup” hikâyesinde mektubu çalan Bakan gibi kendi kurduğu hileli gerçeği hem gizler hem ifşa eder.

Birinci işlemi olan gizleme işleminde “Göz Kamaştıran Evlilik” adlı bir oyundan yararlanır. Sözde oyun “zeki ve cesur bir adamın başından geçen olayları” anlatıyordur. Olaf, Klaus ve Sunny’e “şenlikteki insanlardan ikisini oynama” rolü verir (76). Violet’e ise kendisiyle evlenecek genç kızı oynamayı. Yüksek Mahkeme’de görevli kapı komşusu Adalet Strauss’u da oyunun yargıcı olması için ikna eder. Violet’in rolü gereği yapması gereken tek şey “kabul ediyorum” demektir. Kardeşler Olaf’a inanmasalar da vasi babalarını kızdırmamak için kabul etmiş gibi davranarak Olaf’ın oyunundaki bit yeniğini aramaya koyulurlar. Bu motivasyonla Adalet Strauss’un evine kütüphanesinden miras hukuku kitabını ödünç almak için giderler (85). Bayan Strauss oynayacağı rolün heyecanına o kadar kaptırmıştır ki kendini, çocukların bu kitabı okuma meraklarındaki absürtlüğü bile fark etmez. Üstüne üstlük Olaf’ın adamlarından biri, çocukların bu kitabı okuduğunu görür görmez onları tehdit eder. Klaus ise -Bakan’la aynı motivasyonla olmasa da Bakan gibi- kitabı çalar. Bir şeyler bulabilmek umuduyla sabaha kadar okur. Nihayet nikâh yasası babında Olaf’ın gizli planını açık eden kanunu bulur. Bu kanuna göre, yaşadıkları beldeye göre “...evlilik kuralları çok basittir... Gerekli kurallar şunlardır: Bir yargıcın hazır bulunması, hem gelinin hem damadın ‘Kabul ediyorum’ diye açıklamada bulunması ve gelinin evlilik gereklerini anlatan belgeyi kendi eliyle imzalaması” (97). Klaus tüm bunları çocukça saflığıyla Olaf’a anlatır ve ekler: “Sahneye koyduğun oyunun adı Göz Kamaştırıcı Evlilik değil Göz Korkutucu Evlilik Olmalı” (97). Bu noktada anlatıcı Klaus’un safça sözleri dolayımıyla önce oyunun adını ters yüz eder, kurulan yapıyı sökmeye başlar. Başka bir deyişle, üzerine giydirdiği hilenin soyulmasına izin verir. Böylece gizleme işleminden ifşa etme işlemine geçilir:

-Violet’le mecazi anlamda değil, gerçek anlamda evleneceksin! Bu oyun sözde kalmayacak, sahici ve yasal açıdan bağlayıcı olacak.

-... Kız kardeşin evlenecek kadar büyük değil.

- Anne babasının yerini tutan yasal vasisinin izni olursa evlenebilir... Onu da okudum. Beni kandıramazsın.

- Yahu senin kardeşinle niçin sahiden evleneyim? ...

-... Yasal bir koca ... yasal karısına ait her türlü parayı denetim altına alma hakkına sahiptir... Baudelaire ailesinin serveti üzerinde denetim kurmak için kız kardeşimle evleneceksin. Veya en azından yapmayı planladığın şey bu. Ama bu bilgileri Bay Poe’ya aktardığımda, oyunun sahneye konmayacak ve sen cezaevine konacaksın! (97-98)

Bu diyalogda ön plana çıkan duygu soğukkanlılıktır. Kont Olaf, Klaus’u Dupin’in polisi dinlediği gibi dinler. Onun saflığına ve olayın ardında yatan gerçeği irdeleyişine tepkisizmiş gibi tavır takınır. Oysa ki çoktan sinsice kurduğu mizanseni sağlamlaştıracak adımlar atmaya başlamıştır. Klaus ise kız kardeşine Olaf’ın planını anlatır:

-Bu beldede evlilik için aranan yasal koşullar... senin Adalet Strauss gibi bir yargıcın huzurunda ‘Kabul ediyorum’ demen ve bir belgeyi kendi ellerinle imzalaman!

-Ama evlenecek kadar büyük olmadığım çok açık... Yaşım daha on dört.

On sekiz yaşın altındaki kızlar... yasal vasilerinin izniyle evlenebilirler. O kişi de Kont Olaf. (100)

Böylelikle mizansenin tekilliği “yineleme otomatizmasıyla” yükselir (Lacan 56), gerçeğin kendisi olur. Okura ise umut duygusu zerk edilir. Oysa ki, planını inkâr etmeyişiyle ikrar etmiş olan Olaf, kurbanlarıyla kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacaktır. Nitekim kardeşler Bay Poe’ya durumu anlatma planı kurarlarken Olaf en küçük kardeş Sunny’i kaçırır ve onu kulesinin camına bir kafes içinde asar. Böylece sadece Sunny’i değil, çocukların umudunu ve saf duygularını da hapsetmiş olur (Snicket 105). Violet ise her ne kadar Sunny’i kurtarma girişiminde bulunsa da Sunny’nin hayatı için Olaf’la evlenmek zorundadır artık. Kraliçe gibi mektubun içinde yazılı olanların esiridir o.

Nihayet oyun günü gelir. Kardeşler el mahkum söylenilenleri harfiyen yerine getirirler. Üçüncü perde açılır ve Adalet Strauss gerçekte olduğu gibi nikâh akdini gerçekleştirir. Gelinlikli Violet seyirci-şahitlerin huzurunda “Kabul ediyorum” diyerek önüne uzatılan belgeyi imzalar (144). Bu noktada Olaf’ın mizanseni tamamlanırken, yazarınki başlar. Kont seyircilere açık açık Violet ile evlendiğini ilan eder. İlk itiraz Bay Poe’dan gelir. Adalet Strauss şaşkındır. İkisi de nedenini, nasılını tek tek sorgularken Olaf tane tane her sorularına -yine soğukkanlılıkla- cevap verir. Görünürde imzalanan belge gerçek, yargıç gerçek, şahitler mevcut, Violet’in söylemi hukuka uygundur. Böylelikle anlatıda yineleme otomatizması devam ettikçe görünür gerçek yoğunlaştırılır. Strauss’un evliliğin yasal olduğunu ilan etmesiyle de bu görünür gerçeklik bir de hukuki olarak meşrulaştırılır. Violet ise bu ana kadar sabırla bekler ve Dupin’lik gömleği giyerek, kendisine “Kontes” diyen Olaf’a “Ben senin kontesin falan değilim”(150) diyerek çıkışır. Nedenini soran Olaf’a “Belgeyi yasada belirtildiği gibi kendi elimle imzalamadım” der (a.y.). Burada devreye tekrar Strauss girerek, “İnkâr etmenin faydası yok. O kadar çok tanık var ki” dese de Violet konuşmasına devam eder  “Çoğu insan gibi, ben de sağ elini kullanan birisiyim. Ancak belgeyi sol elimle imzaladım” (151). Klaus da ablasını tasdik ederek elinin titrediğini gördüğünü söyler. Olaf, “imzada hangi elin kullanıldığı gibi küçük bir ayrıntının ... ufacık önemi bile yoktur” der (151). Adalet Strauss ise belgeyi ciddi ciddi inceler ve “Eğer Violet gerçekten sağ elini kullanan biriyse ve belgeyi sol eliyle imzalamışsa, bundan imzanın nikâh yasasındaki gereklere uymadığı sonucu çıkar. Yasa gelinin belgeyi kendi eliyle imzalaması gerektiğini açık seçik belirtiyor. Dolayısıyla bu evliliğin geçersiz olduğu sonucuna varabiliriz” sözleriyle akdi fesheder (152). El, muhayyir; akit, ters yüz; mizansen, alaşağı edilir. Anlatıcı yanılsamanın yapısını gösterir okuruna. Başka bir deyişle, muhayyir el dolayımıyla velayet, miras ve evlilik yasalarını yapı-bozuma uğratır, içlerini boşaltır. Bu nosyonların semptomatik yanlarının “kinizmini” yapar. “Eğer bir avukat değilseniz, Violet’in sağ el yerine sol elle imza atarak Kont Olaf’ın planını boşa çıkarması size herhâlde tuhaf gelecektir. Ama hukuk tuhaf bir şeydir işte” (153). Bu noktada “resmi kültürün ironisidir” artık metin (Zizek 43). Mektup gibi yerine varan mesaj budur. Adalet Strauss ve Bay Poe’nun yaptıkları ise sinizmin göstergesi. Yani egemen kültürün kinizmin yaptığı bu bozuşturmaya verdiği, semptomu oluşturan yapıyı meşrulaştıran cevap (44).[1] Öte yandan gerçeğin ortaya çıkışında okuru Lacan’ın tabiriyle ayna evresindeki çocuğa benzetirsek Violet’in sağ elini değil de sol elini kullanması da anlatıda gerçeğin aynadaki tezahürü olarak belirir. Nitekim ayna karşısında gerçekte sol elini kullanan öznenin aynadaki görüntüsünde kullanılan el soldur. Böylece anlatıcı bakılan yer ve durulan konum açısından da okura bu yanılsamayı tiyatro gibi izletmiş olur.

Sonuç olarak Talihsiz Serüvenler Dizisi her ne kadar çocuklara yönelik yazılmış bir metin olsa da gerçeğin yanılsamasıyla yerinden edilmişliğini ortaya koyuşuyla fantastiğin imkânlarını sorgulatır. Bu noktada karakterlerin soyadlarının Baudelaire, Poe ve Strauss oluşu da tesadüf olmaktan sıyrılarak alegorik biçimde yazarın yapısalcı analize eleştirisi şeklinde de yorumlanabilir. Elin muhayyirliği bu noktada “Çalınan Mektup”u çağrıştırmaktadır ki metni Fransızcaya çeviren de Baudelaire’dir.

 

Kaynakça

Lacan, Jacques. Çalınan Mektup Üzerine Seminer”. Çalınan Poe: Lacan ve Derrida, Psikanalitik Devekuşu

Diyalektiği.  Der. ve Çev. Mukadder Erkan ve Ali Utku. İstanbul: Birey Yayınları, 2005. 33-70.

Snicket, Lemony. Talihsiz Serüvenler Dizisi: Kötü Günler Başlarken. Çev. Nurettin Elhuseyni. Res. Brett Helquist.

İstanbul: Doğan Egmont Yayıncılık, 2002.

Zizek, Slavoj. İdeolojinin Yüce Nesnesi. Çev. Tuncay Birkan. İstanbul: Metis Yayınları, 2008.


[1] “Kinizm halkın, alt tabakaların, resmi kültürü ironi ve alay yoluyla reddetmesini temsil eder: Klasik kinik işlem, egemen resmi ideolojinin tumturaklı laflarının-o ağırbaşlı, ciddi havalarının-karşısına gündelik sıradanlığı çıkartmak ve bunlarla alay etmek, böylelikle de ideolojik lafların yüce soyluluğunun ardında gizlenen bencil çıkarları, şiddeti, kaba iktidar hırsını teşhir etmektir. O hâlde bu işlem argümana dayalı olmaktan çok pragmatiktir: Resmi önermeyi, onun karşısında sözcelendiği durumu çıkararak alt üst eder; kişiye yönelik davranır (örneğin bir politikacı kendini vatan için feda etmenin kutsal bir görev olduğunu vazederken, kinizm onun başkalarının fedâkarlığından elde ettiği kişisel kazancı teşhir eder). Sinizm ise egemen kültürün bu kinik bozuşturmaya verdiği cevaptır: İdeolojik evrenselliğin ardındaki tikel çıkarı, ideolojik maske ile gerçeklik arasındaki mesafeyi tanır, hesaba katar, ama yine de maskeyi korumak için nedenler bulur. Bu sinizm dolaysız bir ahlaksızlık konumu değildir, daha çok ahlaksızlığın hizmetine koşulmuş bir ahlaktır-sinik hikmetin modeli, doğruluğu, dürüstlüğü en üst namussuzluk biçimi olarak, ahlakı en üst utanmazlık biçimi olarak, doğruyu da en etkili yalan biçimi olarak kavramaktadır. Dolayısıyla bu sinizm, resmi ideolojinin ‘olumsuzlanmasını olumsuzlamanın’ sapkın bir türüdür: Yasadışı zenginleşme karşısında, hırsızlık karşısında siniğin tepkisi yasal zenginleşmenin çok daha etkili olduğunu ve üstelik yasalarca koruma altına alınmış olduğunu söylemekten ibarettir. Bertolt Brecht’in ‘Üç Kuruşluk Opera’da söylediği gibi: ‘Yeni bir bankanın kurulması yanında bir banka soygunu nedir ki?’” (Zizek 44-45)