Kritik

Dil, Çeviribilim ve Kültürel Dönüşüm

Dil, politik ve siyasi ereklerle mütemadiyen iç içe olmuş ve farklı eyleyiciler – hamiler – tarafından dilin kullanıldığı her alanda etkin bir araç olarak kullanılmıştır.

Şüphesiz ki dil olgusu insan var oldukça gelişen ve onun içinde bulunduğu statükoyla eşgüdümlü olarak tahavvül eden canlı, devingen bir kavramdır. Dil, tıpkı kendisi gibi sosyal bir varlık olan insanın yüzyıllar boyunca çeşitli ihtiyaçlarını, duygu ve düşüncelerini dile getirebilirmeleri için en etkin iletişim aracı olarak rol oynamış ve bu itibarla da hayatının vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Bu durumun bir uzantısı olarak insanın sosyal bir ağda kendini idame edebilmesini sağlayan dilin, politik ve siyasi bir düzlemde de nihai olarak etkin bir rol üstlenmesi yadsınamaz bir gerçekliktir. Dil, politik ve siyasi ereklerle mütemadiyen iç içe olmuş ve farklı eyleyiciler – hamiler – tarafından dilin kullanıldığı her alanda etkin bir araç olarak kullanılmıştır.

Dilbilim ile beraber dil olgusunu araştırma kapsamına alan ve onu irdeleyen iki başat bilim alanından biri olan çeviribilim ise 1980’lerde hız kazanan kültürel dönüşümle birlikte çeviri uğraşını yalnızca sözcük ve dil yapısı bağlamında değil aynı zamanda kaynak ve erek dildeki toplumsal ve siyasi etkenleri araştırma kapsamına dahil etmeye başlamıştır. Uzun yıllar boyunca dilbilimin küçük bir altdalı veyahut dil öğreniminin etkili bir stratejisi olarak tahayyül edilen çeviri uğraşı, kültürel dönüşümle beraber toplumsal normların ve kültürel kodların söz sahibi olduğu çok daha kapsayıcı düzlemde bir bilim olarak irdelenmeye başlamıştır. Bu devrim niteliğindeki anlayışın vuku bulmasının ardından çeviri uğraşını politik, siyasi ve tüm paydaşlarıyla toplumsal etkenler bağlamında irdeleyen Venuti, Spivak ve Lefevér gibi birçok kuramcı pek çok yaklaşımlar geliştirmiş ve her biri bir önceki yaklaşımın üstüne yeni katmanlar ilave ederek konu dahilindeki literatüre derinlik katmışlardır. Bu bağlamda söz konusu kuramcılar da dahil olmak üzere bu yazının hacmini göze alarak yazıya dahil edilemeyen birçok değerli kuramcının konsensusa vardığı müşterek nokta ise çevrilecek kaynak metnin seçiminden aynı metnin erek dilde şekillendiği son ana kadar yalnızca metin ve çevirmen endeksli bir sürecin yaşanmadığı ve aksine, çeviri sürecine kaynak metinden erek metne birçok paydaşın dahil olduğu ve süreçteki hegomanyanın (hami) en büyük söz sahibi olduğudur.

Lawrence Venuti, The Translator’s Invisibility (1995) isimli kitabında söz konusu süreci yabancılaştırıcı ve yerlileştirici çeviri stratejileri bağlamında irdelemiştir. İlk olarak Schleiermacher’in (1813) eserinde bahsettiğim iki yaklaşıma Venuti daha farklı bir derinlik katmış ve kitap boyunca çeşitli örneklerle incelemiştir. Venuti’ye göre yerlileştirici çeviri yaklaşımında kaynak dilde yer alan ve kendini dilde ifade eden kültürel olgular erek dile geçerken tüm eşsizliğini kaybetmekte ve sanki ilk etapta erek dilde yazılmışcasına bir hissiyat uyandırılmaktadır. Erek okuyucu elinde tuttuğu eserin farklı bir kültürün ve toplumun bir parçası, bir hüzmesi olduğunun bilince değildir, keza okumakta olduğu eser çevirmeni tarafından yoğun bir yerlileştirici yaklaşımla çevrilmiş ve kaynak metinde yer alan tüm kültüre özgü ifadeler çeviri esnasında erek dilin gerçekliklerine göre değiştirilmiştir. Çevirmen tamamıyla görünmezdir. Okuyucularımızın nezdinde durumu daha da net hale getirmek için yabancı bir eserde yer alan “hotdog” ifadesinin Türkçeye çevrilirken “köfte ekmek” olarak çevrilmesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir.

Yabancılaştırıcı çeviri yaklaşımındaysa çevirmen kaynak dilde yer alan ifadeleri mümkün mertebe korumakta ve erek dile gerçekleşen aktarımda okuyuya okudukları eserin en nihayetinde farklı bir kültürün emaresi olduğu realitesini hissettirmeye çalışmaktadır. Venuti’ye göre İngilizceye çevrilen çoğu eser Batı’nın çevirmenleri tarafından yerlileştirici yaklaşımla çevrilmektedir. Afrika’da yazılan sömürge sonrası Afrika Edebiyatı’na ait bir eseri tüm kültürel zenginliğiyle aktarmak yerine çevirmenler sanki eser ilk etapta İngilizce yazılmışcasına çevirmekte ve okuyucuya esasında çarpık bir gerçeklik yansıtmaktadır. Venuti’ye göre bu süreç büyük oranda Batı’nın Doğu’yu tahakküm altına almak ve onun tüm zenginliklerini kendi ifade biçimleriyle sanki kendininmişcesine yansıtmak olduğunu belirtmektedir.

Alanı dilbilim veyahut çeviribilim olmasa da Edward Said de benzer olgulardan Şarkiyatçılık (1978) isimli eserinde bahsetmiştir. Tıpkı Venuti gibi Said de Batı’nın Doğu’ya olan suni üstünlüğünün yüzyıllara dayanan ve tabiri caizse “dil ve edebiyat operasyonu” olarak addedilebilecek bir süreç nihayetinde vuku bulduğunun altını çizmektedir. Bu süreçte şüphesiz ki en etkin rol dil aktarımındaki hamiler, yani güç faktörlerini haiz kişiler tarafından oynanmaktadır. Erek dilde çeviriyi ilk etapta sipariş eden yayınevleri, kanaat önderleri, siyasal ve politik kuruluşlar ve hatta çevirmenlerin bizatihi kendileri bile söz konusu hamilere örnek gösterilebilmektedir. Bu noktada Venuti çevirmenlere, kendilerine dayatılan bu “görünmezlik” buyunduruğuna karşı harekete geçmeyi ve çeşitli inisiyatifler almayı tavsiye etmektedir. Çevirmenler dipnotlar, önsöz ve sonsözlerle ifa ettikleri çeviriyi anlatmalı, okuyucuya okudukları eserin en nihayetinde farklı bir kültürün gerçekliği olduğu hissiyatının verilmesini sağlamalıdır. Ancak bu sayede çevirmenler “görünür” olabilecek ve okuyucular okudukları eserin kendi dillerinde yazılmadıklarının ve bir çevirmen yoluyla kendilerine ulaştıklarının farkına varacaklardır.

Ben de bir çevirmen olarak Amerika’daki bir üniversitede çeviribilim akademisyeni olan Eva-Maria Metcalf’ın çeviri öğrencileriyle gerçekleştirdikleri bir proje özelinde yazdıkları metni okurlara sunmadan önce bu girizgâhla çevirinin de çevirisi olan bu metne dikkat çekmek istedim. Çeviribilim tarihinde vuku bulan kültürel dönüşüm devrimi şüphesiz ki yıllardır çeviri pratiğinin kabul gören öğretim teyamüllerini de değiştirmiştir. Çeviribilime sözcük ve dil yapısı bağlamında bakan çeviri formasyonu, kültürel dönüşümle beraber toplumu saran her türlü kültürel, sosyal ve siyasal konunun irdelendiği girift bir yapı haline bürünmüştür. Bu noktada çeviri eğitimi alan veyahut çeviri uğraşını alaylı olarak ifa eden kişiler için uğraştıkları meşgalede söz konusu olan şeyin basit bir dil aktarımı olduğu yanılgısının yıkılabilmesi ve sürecin karmaşıklığının gün yüzüne çıkarılabilmesi için farklı yaklaşımların ve öğretim tekniklerinin benimsenmesi gerekmiştir. Fakat bu yeni tekniklerin öğrencilere ve/ya çeviriyle uğraşan alaylılara aktarılması güçtür. Bu noktada dilin en yalın ve en birinci anlamıyla kullanılan versiyonu olan çocuk yazınından faydalanmak oldukça faydalı bir yaklaşımdır. Dildeki kültürel ve sosyal farklılıkların aktarılması mümkün mertebe basit dil düzleminde irdelenmelidir ki söz konusu farklılıklar en yalın haliyle gözlemlenebilmeli ve öğrencilerin/profesyonellerin mesleki anlamda ufukları genişleyebilmelidir. Almancadan İngilizceye farklı çocuk hikâyelerini öğrencileriyle beraber çeviren Metcalf da söz konusu kültürel farklılıkları çocuk yazının yalın dili bağlamında incelemekte ve öğrencilerinin kültürel farklılıklara olan duyarlılıklarını geliştirmeyi amaçlamaktadır.

Aşağıda yer alan Eva Maria Metclaf’ın “Çocuk Edebiyatı Çevirileriyle Kültürel Farklılıkları Keşfetmek” metnini dilin toplumsal ve kültürel yapısının farkındalığının artırılması adına mühim addeddiğim için Türkçe çeviri öğrencileri, öğretmenleri ve profesyonelleri için çevirdim.[1]

Çocuk Edebiyatı Çevirileriyle Kültürel Farklılıkları Keşfetmek[2]

 

Bu makale, doğası gereği betimleyici nitelikte olup, dilin kültürel içiçeliğini ve çevirinin hermeneutik doğasını irdelemek adına katılımcıların bir çocuk öyküsünü Almanca'dan İngilizce'ye çevirdiği bir projedir. Proje katılımcıları, çocuk edebiyatı çevirisini çevreleyen meseleler üzerinde düşünerek ve söz konusu meseleleri bir çevirmen edasıyla ele alarak, dilin işleyişi ve çeviriyle ilgili karmaşıklıklar hakkında bir fikir edinebilmişlerdir.

Birkaç yıl önce, bir Amerikan üniversitesinde üçüncü sınıf Almanca lisans öğrencileri için bağımsız çalışma öğrenci-öğretim üyesi araştırma projesine liderlik etmek için yenilikçi öğretim teknikleriyle bağlantılı fonlar almıştım. Proje, basit bir çocuk öyküsünü Almanca'dan öğrencilerin anadili olan İngilizce'ye çevirmek için haftada bir kez bir araya gelen dört Amerikalı öğrenciden ve şahsımdan oluşmaktaydı.

Buradaki fikir, profesyonel bir çevirmen gibi davranarak, şimdiye kadar çevrilmemiş bir metnin profesyonel kalitede, yayınlanabilir bir çevirisini üretmekti. Şüphesiz ki, bizim çeviri şeklimiz, yabancı dil sınıflarında uygulanan sıradan çeviriden çok daha farklıydı. Dilin mekaniğine odaklanmadık. Cümleleri anlamlarını anlamak veya spesifik dilbilimsel yapıları keşfetmek adına çevirmedik. Seçilen metinlerin sözcüksel ve dilbilimsel basitliği nedeniyle, Alman çocuk öyküsünün biçimini ve içeriğini anlamak gerçekten de kolay bir iş olmuştu.

Metni anlamak, metnin anlam ve estetiğinin en iyi nasıl yakalanacağı ve orijinal olarak içinde bulunduğu kültürel bağlamın nasıl kurulacağı ve bunların nasıl bir şekilde erek dilde tekrarlanabileceği konusundaki çalışmaların yalnızca ön koşuluydu. Öğrenme deneyimi, 2003'te dilin dünyayı kavramsallaştırdığı yolların ve onu farklı bir dil ve kültüre aktararak yeniden kavramsallaştırmada karşılaştığımız zorlukların daha derin bir şekilde anlaşılmasını amaçlamaktaydı. Profesyonel tercüman rolünü üstlenecek olan öğrencilerin sınırlı dil becerileri nedeniyle, çevrilecek metinlerin dilsel olarak çok basit olması gerekmekteydi. Bu bakımdan çocuk edebiyatı, göreceli dilbilimsel basitliği nedeniyle doğal bir seçim haline gelmiştir. Sınırlı kelime dağarcığı, nispeten basit sözdizimi, resimlerin bol kullanımı ve içeriğin genellikle çocukların günlük yaşam deneyimlerine yakın olması, söz konusu hikâye seçimini yetişkinler için yazılmış kurgu veya kurgu olmayan eserlere nazaran daha erişilebilir hale getirmiştir. Ancak çocuk edebiyatı seçiminin ilk başta farkına varılmayan başka faydaları da söz konusu olmuştur. İlgi çekici olay örgüsü, soyut veya analitik düşünceyi somut görüntülerle sunma eğilimi, kavramlardan çıkarım yapmak yerine somut olarak işleme eğilimi gibi tüm bu unsurlar, hikâyenin yazıldığı kültüre alışkın olmayan okuyucuya yardımcı olmaktadır. Dahası, çocuk edebiyatının genç okuyucularına yönelik onları belirli bir kültürün düşünce kalıpları, normları, değerleri ve alışkanlıkları içinde sosyalleştirme misyonu, onu bizim kültürler arası projemiz için oldukça uygun bir hale getirmiştir. Çevirmen olarak üstlendiğimiz rol, bizi her iki kültürde de çocuk edebiyatına dayatılan kültürel kısıtlamaları tespit etmeye, nihayetinde de çevireceğimiz hikâyeye muhtemelen ikinci bir kültürel filtre empoze edeceğimiz gerçeğine dair farkındalığımızı artırmaya zorlamıştır. Çocuk edebiyatındaki gerçek ve - nihai olarak-zımni okuyucunun bilişsel ve deneyimsel beklentileri, genel olarak yetişkin bir okuyucununkinden, özellikle de eğitimli bir yetişkin okuyucununkinden çok daha küçüktür. Bu bakımdan yabancı dil öğrenme sürecinde olan ve o kültüre yeni giren bir öğrencinin çocuk okuyucu ile pek çok ortak yönü bulunmaktadır. Ancak bu benzerlik yine de tamamıyla aynı değildir; öğrencinin yetişkin zihniyeti ve deneyimleri ile zımni okuyucunun bunlardan yoksun olduğu varsayılan zihniyet ve deneyimleri arasında genellikle bir uyuşmazlık söz konusudur.

Buna ek olarak, yabancı öğrenci, yabancı dilin sunduğu fiziksel, sosyal ve ahlaki konuların bilgisinden yoksundur. Bu uyuşmazlık, hikâyenin içeriğini, görüntülerini ve fikirlerini analiz etme, yorumlama ve yeniden kodlama süreciyle aşılabilmektedir. Çocuk edebiyatının kendisi de değişmiş ve çağdaş çocuk hikâyelerini okumayı öğrenciler için daha çekici hale getirmiştir. Çocuk kitapları, çocuklar ve yetişkinlerden oluşan ikili bir kitleye her zamankinden daha çok hitap etmektedir. Bu da, her iki kitleye de hedef dilde hitap etmek zorunda olan çevirmen için ikili bir zorluğu beraberinde getirmektedir. İyi bir çevirmen olmak için gereken iki kültürlü vizyona sahip olmayan öğrenciler, yabancı metnin sunduğu bazı zorluklara karşı savunmasız olabilmektedir. Ancak çeviri eyleminin getirdiği çaba, yani öyküyü kendi bağlamı içinde anlamak ve erek dilde yeni bir bağlamda karşılaştırılabilir bir biçimde sunmak, bu savunmasızlığı bir ölçüde gidermektedir.

Hikâyenin yazıldığı sırada Almanya'daki değer sistemleri ve sosyal gerçekler konusunda proje lideri ve danışman olarak rolüm, iki kültürlü vizyonu bir dereceye kadar sağlamaktı. Karşılaştırma yapmak, karar vermek ve mevcut eşitsizlikleri çözmekte zorlanan katılımcı öğrenciler eleştirel okuyucular haline gelmişlerdir. Metinden derlenebilecek kültürel farklılıkları anlayabilmelerinin yanı sıra, kendi kişisel ve kültürel varsayımlarına dair artan bir farkındalığa sahip olma durumu da hasıl olmuştur. Yabancı kültürlerle ilgili genellikle çok az veya hiç deneyimi olmayan Amerikalı öğrencileri, dilin anlamlandırma sürecindeki rolüne ilişkin daha duyarlı hale getirme isteğim söz konusuydu. Ancak bu isteğimin de ötesinde, proje aynı zamanda öğrenme deneyimini daha ivedi ve etkili bir hale getirmek için tasarlanmıştı. Muhtemel bir yayın için "otantik" bir metni tercüme etme görevi, öğrencileri başarılı olma konusunda teşvik etmiş ve uygulamalı çeviri süreci, deneyimsel öğrenmeyi mümkün kılmıştır.

         Projeye, toplum bağlamında çocuk ve çocuk edebiyatının yerini tanımlamaya çalışmak ve kısa bir çocuk öyküsünün kaliteli çevirisi için neye ihtiyaç duyulacağı gibi bazı hazırlık çalışmaları ile başladık. Bu kapsamda “Çocukluk nedir?” “İyi bir çocuk kitabı nedir?” “İyi çeviri nedir?” ve “Çevirmenin işlevi nedir?” minvalinde çeşitli sorular tartışılmıştır.

Çevirimizin amaçlanan ve zımni okuyucunun hedef kitlesi nedir? Çevirmenin, editörün ve yayıncının tercihlerini neler etkileyebilir? Bunu, Alman ve Amerikan çocuk edebiyatı ve çeviri kuramları hakkında çalışmalar yürüten Eugene Nida, Peter Newmark, Zohar Shavit, Göte Klingberg gibi teorisyenleri okuduğumuz ve çevirinin çalışma hipotezini oluşturan bir eylem izlemiştir. Projenin misyonu olan kültürler arası anlayışı ilerletmek, çeviri yaklaşımımıza entegre edilmiştir. Esasında, Mildred L. Batchelder'in 1972'de yerel bir çocuk edebiyatı yayını olan The Children's Book Bag'daki bir ifadesinden araştırma ilhamımızı aldık: "Birçok ülkenin kitaplarını ve hikâyelerini öğrenen çocuklar, uluslararası anlayışa doğru bir başlangıç yaparlar." (Winter, 1990: 1). Ancak çevirileri değerlendirdikten kısa süre sonra bu ifadenin Mildred Batchelder veya Jella Lepman gibi savunucular için iyi bir slogan olabileceğini, fakat bu ifadelere kesin bir kanı olarak yaklaşmamak gerektiğini düşündük. Zira bu ifade, çocuk metninin, çevirmenlerin, editörlerin, yayıncıların, arabulucuların ve okurların elinde geçirdiği kaçınılmaz tarama sürecinin etkilerini dikkate almamaktadır. Her ikisi de Anthea Bell'in çevirisine dayanan, Christine Nöstlinger'in Konrad oder Das Kind aus der Konservenbüchse (1975) adlı romanının İngiliz ve Amerikan baskılarından alıntıları inceleyerek, çeşitli tarama işlemlerinin bir metin üzerinde yaratabileceği etkilerin farkına vardık.

Farklılıklar çarpıcıydı. Batchelder ödüllü Amerikan baskısının ilk bölümleri üçte bir oranında ciddi şekilde kısaltılmış ve hikâyedeki aksiyona dayalı sekansları vurgulamak için modernize edilmişti. Nöstlinger'in otorite karşıtı ve feminist mesajı, romanın İngiliz versiyonunda yumuşatılmış ve romanın Amerikan versiyonunda önemli ölçüde azaltılmıştır. İngilizce çevirisinde tutulan Almanca illüstrasyonların yerini yerelleştirilmiş Amerikan illüstrasyonları almış ve Viyanalı çocuklar tamamen Amerikanlaştırılmış ortamlara yerleştirilmiştir. Kuramsal arka plan ve açıklayıcı örnekler, kendi çevirimize daha büyük bir ihtiyatla yaklaşmamızda ve 1970'ler ve 1980'lerdeki Amerikan çevirilerinde yaygın görünen Amerikanlaştırma eğilimine karşı çalışma kararlılığına bürünmemizde bizlere faydalı olmuştur. Riitta Oittinen'in işaret ettiği gibi (Oittinen, 2000), 1995 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde üretilen tüm kitapların yalnızca %1,2'sinin çeviri olması (Tomlinson, 1998: 14), aynı on yılda Finlandiya'da ise bu oranın yaklaşık %80 olması, Amerika Birleşik Devletleri'nde yabancı kültürler hakkında çok az bilgisi olan ve hoşgörüsü düşük bir okuyucu kitlesi yaratmaktadır.  Amerika Birleşik Devletleri’nde çevrilen kitapların çoğu, okuyucular tarafından ne kadar benimseneceklerine ve ne oranda maddi kazanç sağlayacaklarına yönelik çeşitli eleme süreçlerinden geçmektedirler.  Bu süreçler, hedef kültüre uyarlanabilen “doğal” bir kitap seçimi ile sonuçlanmaktadır. Susanne Kilian'ın 1971'de çocuk edebiyatı antolojisinde yayınlanan Geh, spiel mit dem Riesen adlı beş sayfalık kısa öyküsü projenin ana metni olarak kullanılmıştır. Bu kısa ve basit hikâye sosyokültürel açıdan oldukça ilgi çekici bir öyküdür. Oldukça yalın bir dil ile yazılan bu birinci şahıs anlatısı, okuyuculara ihmal edilmiş 8 yaşındaki bir çocuğun hayatına bir bakış sunmaktadır. Bu eser esasında söz konusu çocuğun evdeki ve okuldaki günlük yaşamını, maruz kaldığı bir istismar ağının içinde sıkışıp kaldığını anlatmaktadır. Cümlelerin çoğu ana cümledir, en uzun sözdizimsel özelliği ana ve bağımlı cümlenin basit bir kombinasyonudur ve kelime dağarcığı, kendini çok iyi ifade edemeyen sekiz yaşında bir çocuğun kelime dağarcığından oluşmaktadır. Bir izlenim edinmek ve ona verdiğimiz tepkileri karşılaştırmak için hikâyeyi okuyup tartıştıktan sonra, hikâyenin altında yatan çocukluk kavramını, ideolojik duruşunu ve mesajını tartıştık. Yazarın çocukluk kavramına ilişkin algıları, çevirmenin zımni okuyuculara yönelik tutumlarına ilişkin algılarına göre farklılık gösteriyordu.

Kişisel tercihlerimizden hangisi geçerli olmalıdır? Metinde yer alan fakat hedef kültürde çok az yankı uyandıran sol ideolojiyle ilgili ne yapacağımız konusunda ikilemde kalmış durumdaydık. Kaynak anlatıyı korumalı mıyız? Ya da adaptasyon bir zorunluluk, kendini koruma veyahut bir otosansür müdür?

Aklımızda bu çözümlenmemiş sorularla beraber çeviri eylemine giriştik.  Hepimiz metinden belirlenmiş bir pasajı tek tek tercüme ettik ve sonuçlarımızı karşılaştırıp üzerinde tartıştık.  Tartışma boyunca öğrenciler kendi fikirlerini belirttiler.  Erek dildeki üslup, anlamsal ve ideolojik konular zaman zaman hararetli tartışmalara yol açtı. Dilin sadeliğine ve iletişimin sınırlamalarına rağmen, hikâye oldukça fazla miktarda spesifik kültürel bilgiler içermekteydi. Doğru üslubu, tonu ve akışı bulmak başlangıçta göründüğü kadar basit değildi. Belki de en büyük zorluk, kültürel olarak belirli kelimeler ve kavramlardan kaynaklanıyordu. Hedef kültürde bulunmayan kişisel ve coğrafi isimleri, gıda maddelerini, oyunları ve gelenekleri nasıl tercüme ederiz? “Schulranzen” sırt çantası anlamına gelen “backpack” ile aynı anlamı taşımıyordu. "Backpack" kelimesi Alman çocuklarının okul çantalarını sırtlarında taşıdığı mesajını iletiyor fakat hikâyenin üzerinde durduğu hususlar olan ödevlerin beklenen düzgünlüğü ve ev kontrolü mesajını aynı ölçüde iletmiyor. Sırt çantası anlamına gelen “backpack” seçiminde karar kıldık ve kağıtların ve kalemlerin başka şekillerde saklandığı düzgünlüğü vurgulamaya çalıştık. Keza hikâyenin tam olarak anlaşılması buna bağlı olduğundan, bir Alman Noel öncesi geleneği olan “Adventskranz”ın önemini Amerikalı okuyuculara nasıl açıklayabiliriz? Dipnot açıklaması her ne kadar yetersiz görünse de bunu seçtik. Çoğunlukla, çelişkili görüşlerimiz çeviri konusunda uzlaşmacı bir konumda çözüme kavuşturuldu ve aşağı yukarı tutarlı bir çeviri ile son buldu. Ancak tüm bu süreç amaçlanan öğrenme deneyimi olan kültürel olarak belirlenmiş ve öznel çeviri kalitesini de ön plana çıkarmıştır.

Tartışmalarımızın çoğu biz çevirmenlerin yüzyıllardır kendilerine yönelttikleri temel soruya geri götürmüştür. Bir dizi farklı norm ve değer, alışılmamış referanslar ve çağrışımlar bütünü, kültürel açıdan spesifik ifadeler ve kavramlar nasıl tercüme edilir ve kültürel önemini kaybetmeden okuyucuya akıcı bir şekilde verilmesi nasıl sağlanır? Çevirinin merkezinde yer alan bu tartışmalar, bizi her iki kültürel alanın tarihine, siyasetine ve günlük yaşamına da götürmüştür.

Sonuç

Her ne kadar projemizin başat amaçlarından biri olsa da, çevirimizi yayımlamadık.  En nihayetinde proje için önemli bir itici güç olsa da önemli olan ürün değil süreçti ve süreçten kasıt, öğrenme deneyimini sağlayan süreçti. Çeviriyi internete koymak ve başkalarına onu geliştirmeleri için meydan okumak harika ve atmak isteyeceğim bir adım olurdu. Ancak proje, öğrencilerin sonraki dönem lisans araştırmaları için ulusal bir konferansta sundukları araştırma makalelerine bir girizgah niteliği kazanmıştır.

Bu makalelerin odak noktası, çevirimize karar verirken tartıştığımız sorulara bir cevap bulma girişimiydi. Öğrenciler büyük ölçüde hedef kültüre uyum sağlamayı ve metni daha okur dostu hale getirmeyi ve çevirilerinde yabancı kültürün ötekiliğinin çoğunu sağlam tutmayı tercih ettiler. Amerikalı çocukların farklılığı deneyimleyerek daha geniş bir vizyon kazanabilmeleri ve bu şekilde bir nebze kültürler arası bilgi edinebilmeleri için çevirilerini şekillendirme çabaları, çokkültürlülüğün ve ortaya çıkan küreselleşmenin popüler kelimeler haline geldiği bir dönemde almış oldukları siyasi bir karardı. Bu süreç, çevirinin bir eylem olarak her zaman politik, ahlaki, sosyal, ekonomik, kültürel, dini, ideolojik, psikolojik ve diğer tahakkümlere maruz kalabileceği gerçeğinin de altını çizmiştir.  Çocuk edebiyatının belirlenen eğitim misyonu nedeniyle, öğrenciler kendilerini çevirmen olarak eğitimci rolüne kaymaya meyilli hissetmişlerdir ve eğitimci rol de çocuk edebiyatının pek çok çevirmeni, editörü ve yayıncısına yabancı olmayan bir rol gibi görünmektedir. Bu tutum - en azından Amerika Birleşik Devletleri'nde - çocuk öykülerinin aşırı derecede asimile edilmiş çevirilerine yol açmıştır.

Projenin bazı sonuçları beklenirken ön görülmeyen bir takım sonuçlar da söz konusu olmuştur.  Projenin öğrencilerin dil becerilerini geliştirdiğini söylemeye gerek yoktur. Dil ile yakın ve yaratıcı bir şekilde çalışmak, dilbilgisi ve kelime dağarcığına hakimiyetlerini ve üsluba duyarlılıklarını geliştirmiştir. Çevirmenin rolünü görünür kılmak aynı zamanda çevirmenin dil sevgisini ve çevirmenin ürününe olan saygısını da artırmıştır. Projenin sonunda öğrenciler çeviri sürecinin karmaşıklığı konusunda daha bilinçli bir hale gelmişlerdir.  Ekip çalışmasıyla gerçekleştirilen bir çeviri projesi, rekabeti işbirliğine dönüştürmüştür. Öğrenciler, basit Almanca'dan ingilizce'ye profesyonel bir çeviri yaparak uzman bir hale gelmişler ve çalışmalarıyla gurur duyabilmişlerdir. Son olarak, şu soruyu tekrardan dile getirmekte fayda vardır: Deneyim yoluyla öğrenmekten daha iyi bir öğrenme yolu var mıdır?

 

[1] Girişte kuramsal çerçevesini çizdiğim yaklaşımlar için bknz. Friedrich Schleiermacher, “U¨ber die verschiedenen Methoden des U¨bersetzens”, Der. Hans Joachim Sto¨rig, Das Problem des U¨bersetzens içinde, Darmstadt: Wissenschaftliche Buchgesellschaft, (1963/1813): 38-70; Lawrence Venuti. (2018) The translator’s invisibility: A history of translation. London: Routledge, 2018; Edward. W. Said, Orientalism. London, UK: Penguin, 2021.

[2] Eva Maria Metcalf’ın bu makalesi ilk kez Meta Journal dergisinin 48. sayısında “Exploring Cultural Difference: Through Translating Children’s Literature” başlığıyla yayımlanmıştır. Kaynak gösteriminde yayımlandığı derginin kaynakça kullanımı esas alınmıştır. Yayın tarihi: (Mayıs 2023): 322-327.

 

 

 

 

Kaynakça

KILLIAN, S. (1971): “Jürgen Körner, 8 Jahre, 2. Schuljahr,” in Geh, spiel mit dem Riesen.

Weinheim und Basel: Beltz & Gelberg pp. 277-282.

KLINGBERG, G. (1986): Children’s Fiction in the Hands of the Translators. Lund: CWK

Gleerup.

NEWMARK, P. (1988): Approaches to Translation. New York, et al.: Prentice Hall.

NOSTLINGER, C (1976): Konrad. Illustr. Frantz Wittkamp, Übers. Anthea Bell. London:

Andersen Press.

NOSTLINGER, C. (1975): Konrad oder Das Kind aus der Konservenbüchse. Hamburg:

Oetinger.

NOSTLINGER, C. (1977): Konrad Illustr. Carol Nicklaus. Übers. Anthea Bell. New York,

London: Franklin Watts.

OITTINEN, R. (2000): Translating for Children. New York, London: Garland.

O’SULLIVAN, E.: “Kinderliterarische Übersetzen” in Fundevogel 93/94, Dezember/Januar

1991/92 pp. 4-9.

SHAVIT, Z. (1986): “Translation of Children’s Literature” in Poetics of Children’s Literature.

Athens and London: The University of Georgia Press, pp.111-130.

TOMLINSON, C. M. (1998): Children’s Books from Other Countries. Lanham, MD, London:

Scare- crow Press.