Yedi Uyurlar efsanesi de M.S. 300’ler olarak işaret edilen bir tarihte İsevî olan ve çoğu kaynağa göre yedi kişi oldukları varsayılan gençlerden oluşan bir grubun direniş anlatısıdır.
Söz konusu mitoloji olduğunda mitler kadar efsaneler de gündeme gelir. Mitler tarih öncesi zamanlara konumlanırken efsaneler tarihle birlikte türetilmiş anlatılar olarak kayıtlara geçmiştir. Yedi Uyurlar efsanesi de M.S. 300’ler olarak işaret edilen bir tarihte İsevî olan ve çoğu kaynağa göre yedi kişi oldukları varsayılan gençlerden oluşan bir grubun direniş anlatısıdır. Bu anlatıya göre zalim bir imparatorun zulmünden kaçan bu genç insanlar, köpekleri ile bir mağaraya sığınırlar ve orada uykuya dalarlar. Uyandıklarında aralarından biri çarşıya gider ama cebindeki paranın geçmediğini fark eder. Sonrasında üç asırdan fazla uyudukları gerçeği ile yüzleşirler. Bu yüzleşmenin ardından uyandıkları dönemin idarecileri tarafından bir mucize olarak karşılanırlar. Fakat gençlerde bu memnuniyetin esamesi yoktur çünkü mağarada kaldıkları uzun süre içerisinde pek çok şey değişmiştir. Onları en çok hayal kırıklığına uğratansa artık inançlı insanın neredeyse kalmamış olmasıdır. İşte bu yüzden istekleri dışında üç asır geçirdikleri mağaraya bu sefer gönüllü dönerler ve kıyamette uyanmak üzere tekrar uykuya dalarlar. Ana hatlarıyla bu şekilde aktarılan efsanenin başta Hristiyanlık olmak üzere İslam ve tasavvufta da yeri vardır. Hatta Kur’an-ı Kerim’de bir sureye adını veren ve Ashâb-ı Kehf olarak aktarılan bu kıssa “ölümü andıran uzun bir uyku”, “mağara”, “geçmez akçe”, “yedi sayısı” ve “köpek” motiflerini merkezine alır. Bu motifler en çok aşina olunan mitsel sembollerdir ve Mehtap Gül’ün 309 Kayıp Gün adlı çocuk romanı gibi farklı anlatılarda karşımıza çıkarak bizi şaşırtmayı sürdürürler. Bu yazı kent kültürü anlatısı olarak sınıflandırılabilecek bu metnin Ashâb-ı Kehf’i konu alan bir söylenceyi çocuk okur için nasıl inşa ettiğine odaklanır.
Yedi Uyurlar efsanesinin Doğu ve Batı dünyasında yüzlerce mekân oluşturacak kadar yayıldığı bilinmektedir. Söylence, güçlü kültür merkezleri oluşturmuş ve anlatıldığı dönemlerde insanları derinden etkilemiştir. Taşıdığı mesajlar farklı çevreler tarafından ortak kabul edilen güçlü mesajlardır ve yüzyıllar boyunca güncelliğini koruyarak günümüze kadar gelmiştir. Efsanenin ne anlattığı içerdiği motifler çözümlendiğinde ortaya çıkar. Ancak efsaneye geçmeden distopya kavramını açıklamak iyi bir başlangıç olabilir.
Etimolojik olarak distopya kavramı ile ütopya kavramı akrabadır. Ütopya kavramı Antik Yunan’da “ou” ve “topos” kavramlarının bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Ou- ön eki olumsuzluk bildirir ve yer anlamına gelen topos’a eklendiğinde “olmayan bir yer” anlamına gelir. Ütopya, felsefi anlamda ideal bir toplum formasyonudur. Ancak ideal toplum düzeninin sağlanması için oluşturulan katı kuralların, toplum için baskıcı bir yönetim anlayışının ortaya çıkmasına neden olabileceği endişesi distopya diye adlandırılan bir kavramı ortaya çıkarmıştır (Kavas 75). Distopya günümüzde çaresizliği hissettiren, kötüye maruz bırakan, sıkıştıran, hayatı bunaltan, nevroz hâline sokan bütün eylem, obje, olgu ve duyguların tümü için kullanılır. Ütopyanın gösterdiği mutlu, ideal ve iyi kurgulanmış modellerin karşıtı olan kötü, otoriter, totaliter, baskıcı modellerin tümü distopyayı karakterize eder (Sağlam 61).
Anlatıda iki ayrı zorlu dönemi konu edinen Yedi Uyurlar efsanesi, günümüzden üç yüz asır ve dokuz yıl geçtikten sonraki karamsar tabloyla 309 Kayıp Gün’de distopik bir zeminde işlenir. Yazının başına geri dönecek olursak bu anlatı uzun uyku, mağara, geçmez akçe, yedi sayısı ve köpek motifleri etrafında şekillenir. Efsanenin en önemli motifi “uzun uyku”dur. Uzun uyku motifli öykülerde kahramanlar, Tanrı tarafından uyutulmuştur ve bu da onların Tanrı’nın hikmetini kazanmaları olarak yorumlanmıştır. Tek Tanrılı dinlerde uzun uyku motifi ölümden sonraki yaşamı simgeler. “Uzun uyku” motifinin en eski kullanımı ise Gılgamış destanına uzanır. Ölümsüzlüğe ulaşmak için altı gün yedi gece uykusuzluğa dayanması gereken Gılgamış henüz bu sınavın başlangıcında derin bir uykuya dalar. Utnapiştim’in karısı Gılgamış’ın yanına her gün bir ekmek koyar ve uyuduğu günleri duvara işler. Ekmeklerden yedincisi pişerken Gılgamış’ı uyandırır (Sert 24).
Bu motifin ana konuyu desteklediği diğer bir anlatı ise Epimenides efsanesidir. Babası Giritli Epimenides’i kaybolan bir koyunu bulmak için yollar. Fakat Epimenides bir mağarada elli yedi yıl uyur. Epimenides’in bu uzun uykusu Tanrı tarafından sevilmesi şeklinde yorumlanır (Sert 24). Türk kültüründe ise uzun uyku motifi ilk olarak Şamanizm’de görülür. Şaman adayı ıssız bir ormanda, kuytuda ya da ata mezarında bazen uykuda bazen uyku ile uyanıklık hâli arasında bir süreçten geçer. Şamanlık görevi, adaya Tanrı tarafından bu vecd hâlinde öğretilir (Günay 44-45). 309 Kayıp Gün romanında, Behram, Lokman ve Çınar adlı üç arkadaş, okullarıyla birlikte katıldıkları Güneydoğu Anadolu gezisi esnasında uğradıkları Diyarbakır’da bir mağarada uzun bir uykuya dalar. Uyandıklarında 2332 yılında saat dokuza çeyrek geçmektedir. Üç arkadaş uzun süre şaşkın bir şekilde değişen şehir siluetini gözlemlerler. Önceki gün kahvaltı yaptıkları Hasan Paşa Hanı’nın yerinde yeller eserken ne Ulu Camii ne Dengbej evi ne de Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi yerindedir (Gül 14). Üstelik bu yapıların yerini gökyüzüne kadar uzanan binalar, kapsül servis eden restoranlar almıştır. Ev yemeği hasreti ile son ağaçlıklı bölgeyi keşfeden arkadaşlar, Hevsel Teyze’nin mekânında geleneksel lezzetlerle karınlarını doyururlar. Onların hikâyesini oldukça merak eden bu kadına Lokman, gezi turunda uğradıkları Diyarbakır’da otelin penceresinden gözlerine ilişen bir mağarayı merak edip yola çıktıkları hikâyelerini anlatmaya başlar.
Uzun uyku motifinin ardından Yedi Uyurlar efsanesinin ikinci en önemli öğesi olarak “mağara” karşımıza çıkar. Necmettin Ersoy, Semboller ve Yorumları adlı eserinin “mağara” maddesinde; “Mağara dişil karakterli olduğundan Anadolu mitolojisinde Toprak Ana’nın rahmi şeklinde değerlendirilen, yani insan düşünce ve emeğinin ürünü, mimari olmayan bir yapıttır” der ve ekler: “Mağaralar simgesel doğumların gerçekleştiği yerler olmuşlardır” (395). Araştırmacının işaret ettiği üzere birçok peygamber, tebliğini kavmine iletmeden evvel mağarada bir tefekkür evresi geçirmiştir. Bu peygamberlerin en bilinenleri Hz. İsa ve Hz. Muhammed’dir. Peygamberlerin devrede olmadığı zamanlarda ise yine ermiş ve aziz olarak nitelendirilen birçok insan bu enerji noktalarından gücünü almış, buralarda kendilerini tazeleme imkânı bulmuşlardır. Yedi Uyurlar efsanesinin kahramanları da dönüşümlerini çekildikleri mağarada gerçekleştirmişlerdir.
Carl Gustav Jung, Dört Arketip kitabında Kehf suresiyle birlikte Yedi Uyurlar efsanesini analiz etmiştir. “Yeniden doğuş” bağlamında Kehf suresine getirmiş olduğu psiko-mitolojik yaklaşım oldukça dikkat çekicidir. Bu yaklaşıma göre kutsal mağara içe doğru dönmüş evrendir, kalbin gizli dünyasıdır. Jung, 17. ayette mağaranın orta yeri olarak işaret edilen bölgeyi dönüşümün gerçekleştiği merkez olarak adlandırır. Genişçe bir yer olarak tasvir edilen mağaranın merkezinde, bir anlamda kalbinde dönüşüm gerçekleşmiştir (Kasapoğlu 17). Jung, “Ashâb-ı Kehf” kıssasından, kendini bilinçsizliğin karanlığında bulan kişilerin bir dönüşüm sürecine girecekleri ve bu dönüşümün bazen yaşamın uzaması veya ölümsüzlük olarak ifade edilen anlık bir değişim olacağı anlamını çıkarmıştır. Diğer bir deyişle; birey kendi içinde taşıdığı mağaraya ya da bilincin dışındaki karanlığa girerse kendini önce bilinç dışı bir dönüşüm sürecinin içinde bulur. Bunun sonucunda, kişiliğinde olumlu ya da olumsuz kökten bir değişim olabilir. Dönüşüm genellikle, yaşam süresinin uzaması ya da ölümsüzlüğe adaylık olarak yorumlanır (Jung 74). Romanın üç ana karakteri de mağarada küçük bir köpek, iki karınca ve bir hüthüt kuşu olan Çavuş’la uyuyakalırlar. Hevsel Teyze, üç arkadaşın o günden üç yüz dokuz yıl önce kaybolan çocuklar olduğunu anlar. Günümüzde Diyarbakır için önemli bir konuma sahip Hevsel bahçelerinden ilhamla kurulan bu karakter ve onun lokantası, acımasız bir müteahhit olan Dakyan’ın tehdidi altındadır. Her gün bahçesine çöpler dökülen kadın, bu durumdan oldukça mustarip bir şekilde çocuklara içini döker. Dakyan 2332 senesinde tek ağaçlık kalan bu bölgenin de bir an evvel gökdelene çevirmek istemektedir. Uyuyakaldıkları mağaradan erginlenerek çıkan Behram, Çınar ve Lokman böylece robotların başı zalim Dakyan ve muhafızlarına karşı bir mücadeleye girişirler.
Yedi Uyurlar efsanesinin ana motiflerinden bir diğeri ise “geçmez akçe”dir. Üç yüzyıl süren uzun uykunun anlaşıldığı bir nesne olarak efsanenin merkezinde yer alan akçe, hayati bir önemi haizdir. Nitekim yedi kişilik gruptan ilk uyananın fırına ekmek almak için gitmesi ve cebindeki paranın geçmemesi üzerine gerçek anlaşılır. Romandaki üç arkadaş çevrelerinde uçuşan hava taksilerden birinde ceplerindeki iki ellilik halindeki liraların geçmediğini öğrenirler. Arkasında Fatma Aliye portresi olan bu paralar yerini yeni para birimi “jul”e bırakmıştır. Taksici nostaljik nesneleri sevdiğinden bu parayı kabul eder ve 48 jul tutan taksi ücretini kestikten sonra 1000 julden geri kalanı Behram’ın parmak izi hesabına yollar. Artık dokuz yüz elli iki jul paraları hesaplarındadır.
Yedi sayısı antik zamanlardan gizemli ve hayati değer taşıyan tılsımlı bir rakam olmuştur. İslam ve tasavvuf araştırmacısı Annemarie Schimmel yedi sayısının birçok dinî kaynakta mükemmellik sayısı olarak kabul gördüğünü belirtir (148). Hz. Süleyman’ın Tapınağı’na çıkan yedi basamak, Babil tapınaklarının yedi katına karşılık gelir. Nuh’un güvercini yedi gün uçar ve tufanın hazırlıkları yedi gün sürer; Fırat nehri yedi kola bölünür. Masallardaki ödüller de cezalar yedi kez yinelenir (145). Behram, Çınar ve Lokman’ın biri köpek ve kuş diğer ikisi karınca olan gruplarındaki karakter sayısı da yedidir. Efsanede zalimliğiyle ön plana çıkan ve kendisine karşı direniş gösterilen imparator Dakyanus ise metinde yapa zekâların başı olan Dakyan ile eşleştirilmiştir.
Efsanede yedi adama eşlik etmesi ve sadakati ile adı geçen köpek, efsanenin son öne çıkan motifidir. Tekvin anlamına gelen isimlendirilmesiyle Kıtmir, İslami rivayetlere göre cennetle müjdelenen hayvanlar arasında yer alır. 309 Kayıp Gün’de ise üç arkadaşın en yakın dostu olan yine Kıtmir’dir. Ancak romandaki tek canlı, yazı boyunca Kıtmir değildir. İki karınca ve hüthüt kuşu Çavuş da bu ekibin bir parçasıdır. Yalnızca “Ashâb-ı Kehf” kıssasının parçası olan köpeği değil, Süleyman Peygamber kıssasına ait olan iki önemli canlı figürün yani karınca ve kuşun metinde yer alması, bu anlatının kurduğu metinlerarası ilişkinin tek bir efsane ile sınırlı olmadığını gösterir.
İncelendiği üzere yazar Mehtap Gül, Yedi Uyurlar efsanesine ait motifleri, çocuk okurun ilgisini yakalayacak şekilde uyarlar. Biyonik robotların dünyayı neredeyse cehenneme çevirdiği, doğal güzelliklerin yok edildiği distopik bir roman dünyası inşa eder. Bu dünya her türlü değer kaybına rağmen biricikliğini üretimiyle devam ettiren Hevsel Teyze’nin koruyuculuğunu üstlenen Behram, Lokman ve Çınar’ın hikâyesini merkezine alır. Büyülü-gerçekçi atmosferde süre giden maceranın rüyaya bağlanmasıysa alışılageldik bir kapanış yapılır. Kapanışa saklanmış sürpriz ise üç arkadaş okul gezisinde uyandıklarında rüyalarında gördükleri restoranın aynısına “Hevsel’in Ev Yemekleri”ne rast gelmeleridir.
Sonuç olarak yaklaşık iki bin yıldır anlatılagelen Yedi Uyurlar efsanesi, 309 Kayıp Gün adlı çocuk romanında kadim motiflerin dönüştürülmesiyle yeniden yazılır. Yazar Gül, çağdaş bir yorumla her bir motifi güncelleyerek distopik bir evrede çocuk karakterlerin kötülüğe karşı direnişini destansı bir dille inşa eder. Efsanenin geçtiği mağaradan hareketle Diyarbakır’ın kent kültüründen bir atmosfer kuran yazar, aynı zamanda çocuk okurunun kendi köklerini kavramasına katkıda bulunur. Basit bir serüvenden daha fazlası olan roman, okurunun ihtiyaç ve ilgi alanlarını gözeterek çağdaş sorunlardan biri olan zorbalığa karşı direnişi kadim bir anlatı ile ilişkilendirir. Bu sayede mitoloji dendiğinde ilk akla gelen Yunan ve İskandinav kültürünün ötesinde günümüzdeki bir problematiği kendi kültürümüze ait bir efsaneyi aracılığıyla işleyerek postmodernist akımın en başat mekanizmalarından biri olan metinlerarasılığı başka kıssaları anıştırarak kullanır. Mitolojik anlatıların çocukların düş ve düşünce evrenlerini genişlettiği göz önünde bulundurulduğunda Türk çocuk edebiyatı sahası için bu kitabın özgün bir yerde durduğunu tekrar belirtmek gerekir. Ayrıca 309 Kayıp Gün özgünlüğünü yitiren ve her geçen gün artan teknoloji sebebiyle makineleşen toplum için mitolojinin bir direniş ve özgürlük alanı olarak yeniden üretilebileceğini de gösterir.
Kaynakça
Ersoy, Necmettin. Semboller ve Yorumları. Muğla: Dönence, 2007.
Gül, Mehtap. 309 Kayıp Gün. Res. Sibel Büyük. Konya: Beyaz Bulut, 2023.
Günay, Umay. Türkiye’de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi. Ankara: Akçağ, 2011.
Jung, Carl Gustav. Dört Arketip. Çev. Zehra Aksu Yılmazer. İstanbul: Metis, 2021.
Kasapoğlu, Abdurrahman. Carl Gustav Jung’un Kehf Suresi Tefsiri. Malatya: Mengüceli, 2006.
Kavas, Ferhat. Çağdaş Sanatta Ütopya ve Distopya. Ankara: İktisad, 2020.
Schimmel, Annemarie. Sayıların Gizemi. Çev. Mustafa Küpüşoğlu. İstanbul: Kabalcı, 1998.
Sağlam, Halil. Distopik Romanlarda Kaygı. İstanbul: Dün Bugün Yarın, 2022.
Sert, Özlem. Umudun Tarihine Yolculuk: Yedi Uyurlar Efsanesi. İstanbul: Phoenix, 2009.