Kutsal kitaplarda, kadim anlatılarda ya da soba başında büyüklerimizden dinlediğimiz masallarda; esasen aynı iskelete giydirilmiş farklı kıyafetler görmekteyiz.
Joseph Campbell mit kavramını, kozmosun sonu gelmez enerjilerini insanın kültürel yaratımına akıtan gizli bir yarık olarak görür. Bütün çağlarda ve her koşulda insana, hayvana, yeryüzünün var oluşuna ve dahi yok oluşuna dair mitler türemiştir. Bu “hikâyeler” ise insan ürünü olan pek çok şeyin temelindeki derin köklerde ve var oluş biçimlerinde etkili olmuştur. “Dinler, felsefeler, sanatlar, ilkel ve tarihsel insanın sosyal biçimleri bilim ve teknolojideki büyük buluşlar, uyku kaçıran düşler, hep o temel ve büyülü mit çemberinden doğar” (13). Pekâlâ gördüğümüz görmediğimiz pek çok şeyde izi olan mitler nereden, hangi kökten doğar? Campbell tüm mitlerin, çeşitli kılıkların altında aynı öze sahip olduğunu düşünür. Tüm hikâyelerde yaratılan kahramanların, mekânların, olay örgüsünün, zamanın, esasen “yolculuğun” tek bir kalıptan geldiğine kani olarak bu görüşünü monomit kavramıyla açıklamıştır. Bu bağlamda Anna Karanina’nın açılış cümlesini örnek gösterir: “Bütün mutlu aileler birbirine benzer; mutsuz her ailenin mutsuzluğuysa kendine hastır” (30). Mutlu aileler gibi, mitler de birbirine benzemektedir. Bütün mitsel anlatıları, “ayrılma”, “erginlenme” ve “dönüş” şeklinde ortak bir döngü içerisinde ele alır. “Kahramanın mitolojik macerasının standart yolu geçiş ayinlerinde sunulan formülün büyütülmüş hâlidir: ayrılma-erginlenme-dönüş: buna monomitin çekirdek birimi denilebilir” (35). Bu yazıda amaçladığım; Simyacı eserindeki ana karakter Santiago’nun kişisel menkıbesini arama yolculuğunda karşısına çıkan mitolojik unsurları ve karakterleri Campbell’in monomit kuramından hareketle okuyabilmektir.
Mitolojik Unsurlar |
Karakterler |
Kişisel menkıbe |
Santiago |
Mektup |
Yaşlı Kadın (düş yorumcusu) |
Evrenin Ruhu (Evrenin Dili) |
Şalem Kralı |
Zümrüt Levha |
Billuriyeci |
Hazine |
İngiliz |
Çöl ve rüzgâr imgeleri |
Simyacı |
El |
Fatıma |
Ayrılma / Yola Çıkış
Bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginçleştiriyor.
(Coelho 27)
Paulo Coelho’nun 1988 yılında yayımladığı eser, ana karakter Santiago’nun İspanya’dan Mısır’a yaptığı yolculuğu mitolojik unsurlar çerçevesinde anlattığı, felsefî yönü ağır basan bir nasihat ve yol kitabıdır. Kitap, Endülüs’ün bir akşamüstü vakti; eski, yıkık dökük bir kilisenin önünde başlar. Papazlık okulunda okumuş, kitaplarla arası oldukça iyi bir çoban olan Santiago, sürüsünü dinlendirmek için buraya getirmiştir. Kilisede geceleyen delikanlı daha önce gördüğü düşü, burada tekrar görmüştür (17). Rüyaların yaşantımızla ilgili verdiği mesajlara dair geçmişten günümüze pek çok araştırma yapılmıştır. Campbell ise Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda, rüya görenin kendine özgü ruhsal sorunlarını dokunaklı bir basitlik ve kuvvetle ortaya çıkaracağından bahseder (97). İddialı bir tespit olmasının yanında Santiago için bu düş, “yola çıkış”ın ilk ateşleyicisi olacaktır.
Mitolojik yolculuğun maceraya çağrı olarak belirlediğimiz bu ilk aşaması, kahramanı çağıran ve onun ruhsal ağırlık merkezini toplumun sınırlarından bilinmeyen bir bölgeye doğru çekmiş olan kaderi belirtir. Bu önemli hazine ve tehlike bölgesi çeşitli biçimlerde sunulabilir: uzak bir ülke, bir orman, yeraltında, dalgaların altında ya da göğün üstünde bir krallık, gizli bir ada, sisli bir dağ tepesi ya da derin bir rüya hâli, fakat hep tuhaf biçimde akışkan ve çok biçimli varlıkların, hayal edilemez eziyetlerin, insanüstü görevlerin ve olanaksız zevklerin yeridir (Campbell 60).
Santiago, yünlerini satmak için geldiği tüccarın kızı olan, uzun siyah saçları, eski Magripli fatihleri belli belirsiz anımsatan gözleriyle, tepeden tırnağa tam bir Endülüs kızına karşı şimdiye kadar duymadığı bir şeyler hissettiğini fark eder. Bu his, ona “sonsuza kadar bir yere yerleşmek istetecek türden” bir histi (20). Sevginin hâllerinden biri olan bu his, Santiago’nun yolculuğunun “erginlenme” döneminde tekrar hatırlatmamız gereken bir detay olacaktır.
Santiago gördüğü düşü yorumlatmak için Tarifa’da düş yorumcusu yaşlı kadının yanına gider. Yaşlı kadın Mısır piramitlerinde onu bir hazinenin beklediğini söyler (28). Bu durumu Campbell’in monomit kuramındaki yola çıkış aşamasının son evrelerinden biri olan “ilk eşiğin aşılması” ile bağdaştırabiliriz. “Kahraman, kaderinin ona rehber ve yardımcı olan kişileştirmeleriyle birlikte, aşırı güç bölgesinin girişindeki eşlik muhafızına gelinceye dek ilerler” (76). Buradaki eşlik muhafızı şüphesiz, düş yorumcusu yaşlı kadındır. Bu tür muhafızlar, kahramanın şu anki alanının sınırlarını belirterek dünyayı dört yönde sınırlar. Onların ardında karanlık, bilinmeyen tehlike vardır. Onların ardında yol vardır.
Yola çıkma arzusu, kendini bulmak ve sonrasında kendini gerçekleştirmek için bilinmeyen karanlığa rağmen bir yarık açmak ister. Dünyayı tanımak için yapıldığı düşünülen yolculukta atılan her adım esasen kişinin “kendi”ne yaklaşmasıdır. “Kendini bilmek için çıktığı yolculukta kahraman kırılma noktaları yaşarken kendi zamansal çizgisine de yön tayin eder” (Uysal 634). Ancak kişinin kendine yaptığı bu yolculuk, dünya üzerinde yapılabilecek en sahici ve bir o kadar zorlayıcı bir yolculuktur. Bu zorluğu içsel bir şekilde fark eden Santiago, yaşlı kadın ile konuşmasından sonra yola çıkma arzusunu kaybetmeye yaklaşmıştır (32). Campbell’in Balinanın Karnı olarak nitelediği bu alana göre; “büyülü eşikten geçişin bir yeniden doğum alanına geçme olduğu fikri, dünyanın her yerinde rahim imgesi olan balina karnıyla simgelenmiştir. Kahraman, eşiğin gücünü ele geçirmek ya da onunla uzlaşmak yerine bilinmeyenin içinde kaybolur ve ölmüş gibi görünür” (86). Yola çıkma arzusuna karşı ölü taklidi yapan Santiago’yu balinanın karnından Şalem Kralı çıkaracaktır: “Kendi Kişisel Menkıbe’sini gerçekleştirmek insanların biricik yükümlülüğüdür” (39). Tüm mitlerin ortak başlangıç noktası olarak kabul gören “ayrılma” evresi, Simyacı adlı eserde Santiago’nun ülkesinden, ailesinden, mesleğinden, bir nevi o ana kadar benimsediği köklerinden ayrılmasıyla başlamıştır. Elbette bu yalnızca mekândan ve zamandan yapılan bir ayrılık değildir. Zira bu, kendini bulmak için yine kendine ait olan her şeyden vazgeçmeye cesaret edebilmiş Santiago’nun, kişisel menkıbe arayışına doğru attığı bir adımdır. “Rüzgârın özgürlüğünü kıskandı delikanlı ve onun gibi olabileceğini anladı. Kendisinden başka hiçbir şey engel değildi buna” (44).
Erginlenme
İnsan bir şeye karar verdiği zaman, karar verdiği sırada hiç öngörmediği, düşünde bile aklına gelmeyen bir yöne doğru, şiddetli bir akıntıya kapılıp gidiyordu.
(Coelho 88)
Joseph Campbell Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı eserinde kahramanın eşiği aşması, sınavları ve ona yardımcı ögelerden bahseder.
Eşiği aştıktan sonra kahraman bir dizi sınavdan geçmek üzere tuhaf biçimde akışkan, belirsiz biçimlerin rüya dünyasında ilerler. Bu mit-maceranın sevilen bir aşamasıdır; mucizevi sınavlar ve işkencelerle dolu bir dünya edebiyatı yaratmıştır. Kahraman bu bölgeye girmeden önce karşılaştığı doğaüstü yardımcının önerileri, tılsımları ve gizli araçlarından yardım almaktadır. Ya da insanüstü yolculuğu sırasında kendisini her yerde destekleyen iyi kalpli bir güç olduğunu ilk kez burada fark edebilir (93).
Yolculuk; sınavları, engelleri, aşılması gereken zorlukları, inişleri ve çıkışları beraberinde getirir. Her kahraman için yolda olma hâli, yolun dilini çözmek için daima çabalamak ile devam eder. “Hazineye ulaşmak için işaretlere dikkat etmen gerekiyor. Tanrı, herkesin izlemesi gereken yolu yeryüzüne çizmiştir, yazmıştır. Senin yapman gereken, senin için yazdıklarını okumaktır yalnızca” (Coelho 45).
Yolculuğun başladığı bu aşamada, kişisel menkıbesini, mutluluğu, hazineyi ya da dünyanın gizini arayan kişinin unutmaması gereken bir gerçekten bahseder Coelho: “Bir çoban gezmeyi sevebilir ama koyunlarını asla unutmaz” (48). Zira Campbell’in sınavlar yolu olarak isimlendirdiği erginlenmenin ilk aşamasında kahramanın karşısına çıkan zorluklar yahut yeni dünyada farklı olan her şey ona “koyunlarını” unutturmaya çalışacaktır. Afrika’daki ilk gecesinde tüm parasını Arap bir çocuğa kaptırması sınavların sadece başlangıcı olacaktır (54). Yolun en başında, henüz arayış duygusu en taze hâlindeyken büyük bir ümitsizliğe düşer Santiago. Zaten kişinin duyguları ne denli taze ve sıcak ise düşüşü de o denli acılı ve derin olacaktır. Yolculuk esnasında her zaman aynı şevk ve istekle yola devam etmek imkansızdır. Santiago için de durum tam olarak böyledir:
Ağladı. Tanrı adil olmadığı için, kendi düşlerine inanan insanları bu şekilde ödüllendirdiği için ağladı. Koyunlarımın yanında mutluydum ve mutluluğumu çevremde bulunanlarla paylaşıyordum. Şimdi kederli ve mutsuzum. Ne yapacağım? Daha katı olacağım ve bir insan bana ihanet ettiği için artık kimseye güvenmeyeceğim. Kendi hazinemi bulamadığım için gizli hazine bulan herkesten nefret edeceğim (56).
Bu ümitsizlik hâli amacı sağlam olan kişi için geçicidir ve Santiago da kısa sürede neden yola çıktığını tekrar hatırlar. Çünkü dünyaya bakabilme erdemine sahiptir. “Bu sınavlar sayesinde kahraman dünyaya bakmayı ve onu okumayı öğrenir. Santiago için sınavların en zoru ve değerli olanı kişisel menkıbesinden vazgeçmemesidir” (Uysal 636).
Yolculuktaki mekânlardan biri olarak Billuriye dükkânı karşımıza çıkmaktadır (63). Bu mekân ve mekân sahibi olarak Billuriyeci, Santiago’nun farklı olana alışabilmesi, yolculuğunun kalan kısmında bakış açısını genişletebilmesi adına önemli bir duraktır. “Herkes kendi düşlerini aynı şekilde göremez, kendince görür” (73). Burada bir seneye yakın kalan Santiago hem dükkânın genişlemesine yardımcı olmuş hem kendisini maddi anlamda büyütmüş hem de içinde bulunduğu yeni dünyaya uyum sağlayabilmiştir. “Yeryüzünde herkesin anladığı bir dil vardır ve kendisi dükkânı geliştirirken bu dilden yararlanmıştır. Bu coşkunun dilidir, arzu edilen ya da inanılan bir şeyi gerçekleştirmek için sevgi ve tutkuyla yapılan girişimlerin dilidir. Tanca artık onun için yabancı bir kent değildi. Burayı fethettiği gibi bütün dünyayı fethedebileceğini hissetti” (82). Santiago zorlukların üstesinden gelmeyi bu dükkânda öğrenmiştir ve buradan ayrılıp bir kervan ile çöl yolculuğuna çıkarken daha şiddetli zorluklar için artık hazırdır (92).
Kervan yola koyulduğunda Campbell’in teorisinde Doğaüstü Yardım olarak geçen unsurlar burada dikkat çekmektedir. “Bu bağlamda Simyacı romanının başkarakteri Santiago için, birincil aşamada yardımcısı Simyacı iken, ikincil aşamada rüzgâr, çöl, fırtına gibi doğaüstü unsurlardır” (Uysal 637). Çöl, karakterimiz için sabrı, beklemeyi anlatan açık bir mekân yerindedir. Rüzgâr ise zamanı ve mekânı aşmanın mitolojik bir boyutudur. Kahramanımız kitapta bunlardan bağımsız düşünülmemiş, çölün, rüzgârın bir parçası olarak görülmüştür. Santiago için tüm doğaüstü unsurların var oluş sebebi, onlarla evrenin dilini çözümleyebilmektir. “Doğaüstü gücün kahramana kattığı en büyük değer kullanılmamış, ifade edilmemiş gücün göstergesi olan ve kullanıldığı zaman değer atfedilen bilgi, onun nezdinde ulaşılan değerler dizgesidir” (639).
Dönüş
Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum, çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak.
(Coelho 72)
Santiago’nun, çölde yoluna çıkan Fatima’ya olan aşkı, yolculuğun dönüştürücü unsurlarından biri, hatta belki en önemlisidir. İnsanlardan, çölden, rüzgârdan hatta yolculuktan bile daha kadim olan “aşk” Santiago için bambaşka bir farkındalık oluşturmuştur. “O anda zaman durmuş gibi oldu; sanki Evrenin Ruhu, delikanlının önünde bütün gücüyle ortaya çıkıyormuş gibiydi. Kızın siyah gözlerini, gülümseme ile susma arasında karar veremeyen dudaklarını görünce dünyanın konuştuğu ve yeryüzünün bütün yaratıklarının yürekleriyle anladıkları dilin, en temel ve en yüce bölümünü anladı delikanlı. Ve Aşk’tı bunun adı” (Coelho 115). Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda “Aşık Olarak Kahraman” bölümünde konuyu ele alır ve aşkı kahramanın “bizzat diğer yarısı” olarak nitelendirir. “Çünkü her biri, ikisidir: eğer kahraman dünyanın kralıysa, bakire dünyadır. Eğer kahraman savaşçıysa, bakire ündür. Bakire, kahramanın kaderinin imgesidir, kahraman onu kuşatıcı şartların hapishanesinden kurtaracaktır” (301). Esasen bu şekilde kendi kaderini de çizmiş olacaktır. Şayet Santiago için yolculuğa başlamadan önde Endülüs kızı için duyumsadığı şey; “sonsuza kadar bir yere yerleşmesine sebep olacak” türden bağlayıcı bir duyduğudur. Ancak Fatima’da durum daha farklıdır; Fatima tam da yolculuğun en girift kısımlarında Santiago’yu özgür kılan, dahası güç veren, ondan bağımsız olmayan ancak yakmadan, yıkmadan, sıkmadan ve sınırlamadan seven, yolunu açan bir aşka sahiptir. “Bu kadının yaşadığını bile bilmeden onu sevmiş olduğunu düşündü” (117). Böylesi bir sevgiyle nasıl yola devam edecektir Santiago? Madem “hazinden daha önemliydi Fatima,” kalbine yerleşmiş bu sevgiyi geride bırakmak bahsedilen aşk ile çelişmez mi? (119) Elbette Fatima hazineden daha değerlidir, ancak hazinesine ulaşmış, kendi menkıbesini bulmuş bir Santiago ile yaşanılan aşk kıymetli olandır.
Kitaba adını veren Simyacı karakteri Santiago için yolculuğunun mihenk taşıdır. Ölümle burun buruna geldiği ancak cesaret sınavını geçtiği bir vakit tanışır Simyacı’yla (133). Santiago ile Simyacı’nın yolculuğun sonlarına doğru karşılaşmış olmaları, yolun başlangıcında karşılaşmış olmalarından anlamlıdır. Zira Santiago’yu yol, Simyacı ile tanışma erginliğine ulaştırmıştır. “Bir tek öğrenme yöntemi vardır, diye yanıtladı Simyacı. ‘Eylem yöntemi. Bilmen gereken her şeyi sana yolculuk öğretti’” (148). Hayatımızın “Simyacı”sını beklerken bu detayı akılda tutmanın faydası olacaktır. Belki de henüz yolculuğumuzun boyu Simyacı’ya erişememiştir. “Simyacı atını sürdü: ‘Kim ve ne olursa olsun, yeryüzünde her insan, dünya tarihinde başrolü oynar. Ve doğal olarak bilmez bunu.’ Delikanlı gülümsedi. Hayatın bir çoban için bu kadar önemli olabileceğini hiç düşünmemişti” (181).
Kahramanımızın yolculuğunda vardığı nokta çok manidardır. Zira yolculuğa başlarken hedeflediği yahut hazinesini bulacağını düşündüğü nokta olan Mısır piramitlerine ulaşır ancak buradan geri dönüş yapar ve yolculuğun başladığı yere, İspanya’daki eski kiliseye döner (187). İnsanın değişime karar vermesi için dünyayla ve kendiyle ciddi bir savaşa hazır olması gerekir. Santiago bu savaşı vermiş ve başladığı yere dönmüş, hazinenin tam da yolculuğa başladığı noktada olduğunu keşfetmiştir. Ancak bunu keşif için o savaşı vermesi, o yola çıkması, kendi menkıbesini bulması, gözlerinin hazineyi görebilecek anlama kavuşması gerekmiştir.
“Derken rüzgâr esmeye başladı. Gündoğusu’ydu esen, Afrika’dan gelen rüzgâr. Ne çölün kokusunu ne de Magriplilerin istila tehdidini getirmişti. Bunun yerine çok iyi tanıdığı bir kokuyu ve usulca gelip dudaklarına konan bir öpücüğün mırıltısını getiriyordu.
‘Geliyorum Fatima,’ dedi. ‘Geliyorum” (188).
Campbell’in monomit kuramındaki geri dönüş eşiği bu şekilde aşılmıştır. “Kahraman bildiğimiz ülkeden karanlığa doğru yola çıkar; orada macerasını tamamlar ya da yine basitçe bize olan bağlarını kaybeder, hapsedilir ya da tehlikeye düşer. Ve dönüşü o öte bölgeden bir dönüş olarak anlatılır. Olağan yaşamda önemli görünen değerler ve ayrımlar, benliğin daha önce sadece ötekilik olan şeyi ürkütücü biçimde özümsemesiyle kaybolur” (199). Santiago hazinesini içinde taşıdığını fark etmiş ve kendini bulmuştur. Kendini bulan kişi ise artık başkasına gitmeye hazırdır. Bu yüzden kitabın sonunda bir yolculuğun bitişini görmeyiz. Aksine yeni bir başlangıç vardır: “Geliyorum Fatima.”
Sonuç Yerine
Joseph Campbell Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda Kur’an ayetinden bir alıntı yapar: “Yoksa sizden öncekilerin geçtiği sınavlardan geçmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? (2:214)” (99) Bizden öncekiler, bizler ve bizden sonrakiler… En nihayetinde “insan”, birbirine çok benzer yollardan, birbirine çok benzer hikâyelerden geçip durmaktadır. Kutsal kitaplarda, kadim anlatılarda ya da soba başında büyüklerimizden dinlediğimiz masallarda; esasen aynı iskelete giydirilmiş farklı kıyafetler görmekteyiz. İşte Campbell, bu iskeletin, mitler için de geçerli olduğunu savunur ve bu görüşünü “monomit” kuramıyla açıklar. Her mitin; “yola çıkış”, “erginlenme” ve “dönüş” olarak üç çekirdekten meydana geldiği görüşündedir.
Paulo Coelho’nun çok satan eserlerinden olan, hatta çoğu gencin kütüphanesini ziyaret eden eseri Simyacı’da ise Yaşlı Adam Santiago’ya şöyle der: “Her şey bir tek ve aynı şeydir” (60). Delikanlıya düşen ise o şeyi bulmaktır. Bu yazıda, Santiago’nun yaptığı bu buluş yolculuğunda karşısına çıkan mitolojik unsurları, Campbell’in “monomit” kuramı çerçevesinde ele alabilmeyi hedefledim. Hedefim doğrultusunda Santiago’nun Endülüs’ten Mısır’a ve Mısır’dan tekrar Endülüs’e yaptığı yolculuğu yola çıkış, erginlenme ve dönüş başlıkları altında inceledim. Mitlerin var oluş amacı ya da varlıkları sebebiyle insanlığa katkıları bu yazının konusu olmamakla birlikte şu bir gerçektir ki, mitler vardır ve birbirlerine çok benzer. “Yine de bize kalabilmiş ya da dünyanın dört bir bucağından toplanmış bu mit ve efsaneler bolluğunda bizim hâlâ insan olan yönümüzden bir şeyler bulabiliriz” (99).
KAYNAKLAR
Campbell, Joseph. Kahramanın Sonsuz Yolculuğu. Çev. Sabri Gürses. İstanbul: İthaki, 2017.
Coelho, Paulo. Simyacı. Çev. Özdemir İnce. İstanbul: Can, 2016.
Esen, Nesrin. "Bildungsromanlarda Kahramanın Sonsuz Yolculuğu." Söylem Filoloji Dergisi 8.2 (2022): 456-494.
Gültürk Uysal, Alev. "Paulo Coelho’nun Simyacı Romanının Kahramanın Sonsuz Yolculuğu Bağlamında Çözümlenmesi". Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi 66.6 (2018): 630-644.