Güzel bir manzaranın karşısında oturduğumuzu hayal edelim. Bu manzarayı bir dosta yazılan mektupta, ışıl ışıl parlayan deniz, üstümüzden süzülüp geçen martılar ve daha birçok detayla süsleyip anlatabiliriz.
Sizce kokunun edebiyattaki işlevi nedir? Anlatıda kokunun temsilinden söz edilebilir mi?
Güzel bir manzaranın karşısında oturduğumuzu hayal edelim. Bu manzarayı bir dosta yazılan mektupta, ışıl ışıl parlayan deniz, üstümüzden süzülüp geçen martılar ve daha birçok detayla süsleyip anlatabiliriz. Bu sırada martıların çığlık çığlık bağırdığı, sahilde oynayan çocukların gülüştüğünü ekleyerek dostumuzun kulaklarına ulaşabilir, ilk kez denediğimiz bir meyvenin tadını sıfatların yardımıyla aktarabiliriz. Ama konu, burnumuza ulaşan kokulara geldiğinde iş zorlaşıyor. Yapısı gibi sözcüklerden de uçup gidiyor kokular. Çoğu zaman farkında olmadan bizi etkileyen koku duyusu, anılara hitap ettiği için her kişide farklı bir hatıraya temas edip başka bir noktaya götürebiliyor. Edebiyat eserlerindeki koku anlatıları da koku belleğimize dokunarak hatıralardan belli bir kokuyu gün yüzüne çıkarıyor. Ronald Dahl’ın yazdığı Charlie’nin Çikolata Fabrikası’nı okurken belki de çocukken pişen sıcak çikolataların kokusunu anımsayıp daha da mutlulukla kurgunun içine giriyoruz. Koku öyle uçucu bir şey ki yazar görme, işitme, dokuma ve tat duyumuza ulaştığında tasvire gerek kalmadan okurun zihninde farkında olmadan belirebilen bir duyu. Örneğin Zackarina, Kumkurdu ile konuşurken tasvir edilen mekân itibariyle deniz kokusu burnumuza geliveriyor. (Asa Lind, Kumkurdu)
Peki koku sınıfsal mıdır desek?
Koku içgüdüsel olduğundan sınıf ayrımının duvarlarını yıktığını düşünüyorum.
Son olarak çocukluğunuzda sizi etkileyen bir koku ya da koku anlatısı var mı?
Charlie’nin Çikolata Fabrikası (Roald Dahl) ve annemin pişirdiği un kurabiyeleri çocukluğumdan kalan en tatlı kokular.