Popüler kültür bağlamında alımlandığı için üzerine çok çalışılmayan bir konu olsa da futbolun çocuk yazınında azımsanamayacak bir yeri var.
Popüler kültür bağlamında alımlandığı için üzerine çok çalışılmayan bir konu olsa da futbolun çocuk yazınında azımsanamayacak bir yeri var. Akran zorbalığına dikkat çeken ve arkadaşlığı pekiştiren bir oyun olarak futbol; ötekine saygı, centilmenlik, iş birliği gibi kavramlarının işlendiği, kaybetmeye dayalı olarak öfke ve üzüntü duygusuyla baş edebilme becerisinin geliştirildiği bir temsil alanı olarak futbol; tarihsel bir olayın aktarımında araçsallaştırılan futbol… Hatta çocuk okura rol model sunma motivasyonuyla şekillenen biyografik futbol yazını örneklerinden de söz etmek mümkün. Bu nedenle Çocuk Yazını yeni dosyasında “Futbol” konusuna odaklanıyor. Sizin çeşitli gazete ve dergilerde, bilhassa önemi spor mecralarında futbol üzerine düşünmeyi önemsediğinizi, futbolu farklı okuma pratiklerine açtığınızı, futbolun imkânlarını mesele edindiğinizi düşünüyoruz. Öncelikle şöyle soralım futbol sizce nedir? Sizi bu konuda düşünmeye ve yazmaya teşvik eden ne oldu?
Ben futbola çok küçük yaşlarda ilgi duymaya başladım, 5-6 yaşlarımda. Bir anlamda futbol benim ilk aşkımdı diyebilirim. Yıllar içinde ilgim sürekli arttı ve 28 yaşında meslek hâline geldi. Yaklaşık 12-13 senedir futbol yazıyorum, okuyorum ve konuşuyorum.
Futbol, sınırsız bir dünya, oyunu kendi içinizde ve hayatınızın çerçevesinde dilediğiniz gibi konumlandırabiliyorsunuz. Hem bireysel bir duygu hem toplumsal bir bütünlük simgesi. Hem duygusal hem fiziksel. Yaş, cinsiyet, fiziksel engel, eğitim durumu ve sosyo-ekonomik açıdan kim olursanız olun, futboldan kendinize bir paylaşım yaratabiliyorsunuz.Dünyanın öbür tarafında yaşayan ve hiç tanımadığınız insanlarla aynı tutkuyu, duyguyu ve yaşam biçimini paylaşabiliyorsunuz.
Futbolu çocukken bir eğlence ve heyecan olarak görüyordum ancak sonradan aslında ne kadar büyük bir fenomen olduğunu, okudukça kavradıktan sonra, meslek olarak seçtim. Hakkında iki kitap yazdım, biri 90 ARTI, diğeri Ufuk Kaan Karacan ile birlikte kaleme aldığımız Hollyfoot, hâlâ tam olarak futbolun tam bir tanımını yapmakta zorlanıyorum.
Futbola dair birbirine zıt yaklaşımlar da mümkün. Bazı çevrelerin yorumlarına göre futbol, erkeklikle içli dışlı ve kötücüllüğü besleyen, vandallık kültürüyle ilişkilendirilen bir yerde alımlanırken, bazı yorumlarda bu durumun aslında futbolun haddi zatında kendiliğinden değil de işlenişinden kaynaklandığı yönünde. Birinci soruyla da ilişkili olarak siz bu noktada futbolun kendi potansiyeline bakınca ne görüyorsunuz? Felsefi bir bakışla futbolun kendinden kaynaklı negatif bir özü söz konusu olabilir mi?
Futbol, toplumların küçültülmüş resmi gibidir. Yani bir toplumda ne baskınsa, futbol topluluklarında da onu görürsünüz. Futbol, kitlelerin kültürel ve toplumsal yanlarını dışa vurdukları bir alan ve medyanın gözünün fazlasıyla dikildiği bir yer olduğundan olan biten her şey fazlasıyla öne çıkıyor. Söz gelimi fazla tanımadığınız bir kültürle ilgili fikir sahibi olmak istiyorsanız statlarına, futbol kamuoyuna göz atarsanız genel bir fikir elde edebilirsiniz. Futbol toplumların içinde var olanı görünür hâle getirir, biz neysek futbolumuz da odur. Örneğin, bir futbol takımını düşünün, A şehrinin X mahallesinin takımıdır ve bu takımın taraftarları, ilgilileri, altyapısından yetişen futbolcuları, başkanları ve yöneticileri bu mahalle ile bağlantılı insanlardır. Mahalleye gitmenize gerek yok, stada bakarsanız o mahalle ile ilgili temel bilgileri, yaşayan insanların yapısını öğrenebilirsiniz.
Bunu değiştirebilir miyiz, futbolu daha temiz daha düzenli daha disiplini bir hâle getirebilir miyiz, hayır! Toplumu değiştirmeniz gerekiyor. Ancak kişiler, kurumlar, kulüpler, medya ve futbolun tüm bileşenleri tam olarak bu durumun farkında değiller. Yeterli akademik çalışma yok. Suçu oyuna atınca sorun çözülüyor sanılıyor.
Son yıllarda Çocuk Yazını olarak çocuk okur için yazılmış telif ve çeviri eserlerde futbolu konu edinen metinlerde de bir artış yaşandığını gözlemledik. Çocuk yazını bağlamında futbol kitapları üretimi ve okur beklentisine dair gözlemleriniz nelerdir? Bir futbol okuru olarak sizin de okuduğunuz futbol konulu bir çocuk kitabı oldu mu? Sizin bildiğiniz çocuk okur için hazırlanan bir süreli yayın var mı?
Futbol üzerine yazılan çocuklara hitap eden kitap sayısı her zaman fazlaydı, benim gördüğüm kadarıyla. Özellikle futbolcu karakter üzerinden hem oyunu hem de ortak çalışma, dürüstlük, çalışkanlık gibi önemli etik değerleri anlatmak son derece kolay. Çünkü çocuğun ilgisini en rahat çeken araç futbol.
Tsubasa çizgi filminin örneğini verebilirim, ilk başta Japonya’da çizgi roman olarak çıkmıştı ve bir ülkenin futbol kültürünü yaratan en önemli temel hâline geldi. Okurun beklentisi, yani çocuk, futbol kitabından hayalleri ile örtüşen bir kahraman ve onun takım arkadaşlarının maceralarını bekler, alt metinde ona verilen etik bilgileri farkında olmadan alır.
Çocukla futbolu bir araya getirebilecek yazınsal ürünlerin kitap ve özellikle çizgi roman olduğunu düşünüyorum. Bol çizim ve heyecanlı bir mücadele. Ancak bu tarif edildiği kadar kolay değil elbette. Son derece zor, meşakkatli. Süreli yayınlar an itibariyle yok ama çizgi roman kültürünü futbol üzerinden yeniden yeşertebilecek yazar ve çizerlerin olduğuna inanıyorum.
Futbol ve toplumsal cinsiyet bağlamında bir takım oyunu olan futbol anlatılarında kadın kahramanların temsilinin azlığı üzerine ne söyleyebilirsiniz? (Anlatı bizim için illa kurmaca bir eser olmak zorunda değil. Bir köşe yazısı, bir şarkı sözü, bir tezahürat bile olabilir). Cinsiyet temelli bir futbol anlatısı çocuk okura ne söyler? Futbol konulu metinler yazan bir yazar olarak cinsiyet bağlamında karşılaştığınız bir olumsuzluk oldu mu? Okurlardan ne gibi tepkiler alıyorsunuz?
13 senedir futbolun birebir içinde çalışan bir profesyonel olarak, sayısız stada girdim çıktım, kulüplerle takımlarla çalıştım ve taraftar gruplarıyla iletişim kurdum. Deneyimlerim üzerinden şunu rahatlıkla söyleyebilirim; futbolun kendisinde cinsiyet ayrımı yok. Toplumdaki ayrımcılık futbola sirayet ediyor. Küfür ve argolar kadını aşağılar, tezahüratlar da bu küfürler üzerinden yazılır. Aslında o küfürlü kelimeleri kullanırken anlamını da düşünmezler. Bildikleri ve öğrendikleri üzerinden hayatın rutin akışında kullanılan cümleleri futbolda da dile getirirler. Yoksa bir stada gittiğinizde kadın olarak tribünde saygıyla karşılanırsınız, korunup kollanırsınız. Bu da aslında yine toplumsal bir kültürün yansıması, tıpkı bizim mahallenin kızını koruyan delikanlıların bacımız bakışı gibidir. Tam da bu noktada futbolun toplumdaki cinsiyet ayrımcılığını yıkmak için eşsiz bir araç olabileceğine inanabiliriz. Kız çocuğu da erkek çocuğu da TV’de, gazetede, sosyal medyada kadın futbolcuyu, kadın teknik direktörü, kadın yazarı, kadın yorumcuyu gördükçe büyüdüğünde cinsiyetin aslında bir ayrımcılık meselesi olamayacağını öğrenebilir. Çünkü futbol görünür bir yer sunuyor. Kadın futbolu gelişiyor, önemli sponsor destekleri alıyor hatta kadın futbol ligi bu sezon ilk kez TV’den canlı yayınlandı. Kadın hakem, kadın yorumcu var, yenileri de geliyor. Bu bir süreç, elbette zaman alacak ama ciddi bir potansiyel görüyorum.
Ben de kadın futbol yorumcusu olarak ilk başlarda elbette cinsiyet ayrımcılığına uğradım. Ancak bir süre sonra, izleyici kitlesinin tavırları değişti. Söz gelimi ilk dönem “evine git de yufka aç, kuru fasulye yap, sana ne futboldan ne anlarsın” mesajları geliyordu, bir sene dolmadan “bırak yemeği falan, bizim takımın hali ne olacak onu anlat” demeye başladılar. Yeni nesil kadın medya çalışanları arkamızdan geldikçe zihniyet değişecek.
Biraz da sizin köşe yazarlığınızdan ve düşünen spor dergisi diyebileceğimiz Fitbol dergisindeki yayın tecrübenizden konuşalım. Çocuk Yazını olarak biz de aslında sizin futbola olan yaklaşımınız gibi çocuk edebiyatı metinlerini farklı okuma biçimlerine açmaya çalışma motivasyonuyla kurulduk. Sizce futbol üzerine düşünmek, yazmak Türkiyeli okur ve taraftara futbol entelektüelliği bağlamında nasıl bir etkide bulundu? Görülür bir değişimden söz edebilir miyiz? Bu durumu Fitbol’un vedasıyla nasıl okuyabiliriz?
İki futbol kitabı yazdım, dört sene futbol dergisinin yayın yönetmen yardımcılığını yaptım. Futbolda entelektüel bir kitle yok, entelektüel olan kitleler de futbol okumayı tercih etmiyor. Satıp satmaması tam anlamıyla içerikle bağlantılı, ne verdiğiniz çok önemli.
Futbol yazınını da içine alacak şekilde, toplam olarak futbol içeriklerine bakalım; filmler seyredilmiyor, belgeseller izlenmiyor, dergiler zor ayakta duruyor ve TV kanallarının futbol programlarına ilgi az. Bunun en önemli nedeniyse futbolun oyun olarak canlı oynanan 90 dakikasının verdiği hazzı, heyecanı, eğlenceyi, duygusal iniş çıkışları bizler içerik olarak sunamıyoruz. İnsanların belki 10’da 9’u maç bitince dizi ya da film açıyor. Bu insanlara futbolun oyun olarak kendisinden daha öte bir şey verebilmek çok zor.
Futbol entelektüelliği yerleşmedi, bunu çok da istemiyoruz sanırım. Biz Fitbol’da kavga çıkarmadık, algı yönetimi yapmadık, futbolu anlaşılmaz derecede zor bir entelektüel bakış açısıyla da vermedik. Biz futbolun kendisini içeren bir dergi hazırladık. Ama toplamda dergi okumaya merakı olmayan bir toplumu ikna etmeye yeterli olmadı sanırım.
Bu sayımızda Kaptan Tsubasa çizgi filmiyle ilgili bir inceleme yazısı var. Orada yazarın sorduğu şöyle bir soru mevcut, çizgi film serisinde futbol olumlu bir şekilde yer alıyor, kazanmak da kaybetmek de çocukların gelişimlerini zedelemiyor, aksine iki durumda da hep iyi yönde destekliyor. Peki gerçek hayatta böyle mi, futbol oynayarak büyümenin, bir alan olarak futbol kurumunun çocukların kişilik gelişimleri için olumlu bir etkisinden söz edebilir miyiz? Çocukluğunuzda sizi etkileyen bir futbol oyunu, çizgi filmi, kitabı ya da çizgi roman oldu mu?
Tsubasa benim çocukluğuma denk geliyor, Tsubasa ile büyüdüm. Şunun altını çizelim, Tsubasa Ozora ve arkadaşları sahaya kazanmak için çıkarlar. Kaybederler de, her zaman kazanmazlar ama ders çıkarırlar, bir dahaki maçta daha iyisini yapmak için öğrenirler. Futbol oynayarak büyüyen çocuklar, maç kaybettiklerinde aslında hayatla ilgili çok değerli bir ders alıyor; her zaman kazanamazsın ama kazanmak için mücadele etmeye devam edersin. Hayat da aynı bu şekilde işte, henüz maçın beşinci dakikasında kırmızı kartla on kişi kalıp bir de penaltıdan gol yiyen takımın futbolcusu ya da taraftarı küsüp gidiyor mu? Hayır. Kaybetmek ve her mağlubiyetin ardından ayağa kalkıp yeniden mücadele etmek zorunda olan bizlerin bunu henüz küçük yaşta öğrenmemiz yararımıza oldu. Aynı şeyin bugünün çocukları için de geçerli olduğuna inanıyorum. Kaybetmek zararlı değildir ama kaybettiğinde pes etmek yaşamla olan bağlarımızı keser.
Hemen her çocuğun sadece futbol değil tüm takım sporlarında bu dersleri alarak büyümesi son derece faydalı olur. Elbette bu noktada, ailelerin aşırı hırslı olmaları büyük bir tehlike; kaybettiği veya yenildiği için anne babasından azar işiten çocuğun kişisel gelişimi zedelenecektir.
Taraftar gruplarının parçası olmak da genellikle çocukluk yıllarından başlayan bir aidiyetlik kurma meselesi. Sizin taraftarlık tecrübeniz ne zaman başladı ve nasıl gelişti? Bir çocuk için taraftar olmak ne gibi anlamlara gelebilir?
Taraftarlık ilginç bir bağ, size karşılığında hiçbir şey vermeyecek ve hatta sizi üzme, hayal kırıklığı yaşatma ihtimali bu denli yüksek bir “cisme” karşı nasıl bu kadar derin bir bağ kurabiliyoruz, anlamak zor. Taraftarlık bir aidiyet ama ötesinde çok derin bir duygusal temel var. Dediğim gibi ben 5-6 yaşlarındaydım, babamın evde TV karşısında maç seyrederken yaşadığı coşku, heyecan, sevinç, üzüntü, sinir, öfke gibi duyguları çok yüksekti. Merakım da öyle başladı, onu bu kadar kuvvetli duygularla ekrana bağlayan şey nedir diye ben de izlemeye başladım. Şampiyonluklar, mağlubiyetler, hezimetler, başarılar, başarısızlıklar, sonu her ne olursa olsun… Sanırım bize insan olarak tüm duygularımızı özgürce yaşama olanağı veriyor. Bir çocuk için taraftarlık genelde pek seçim değildir, çevrenin yönlendirmesiyle, “babadan miras” olarak geçer. Sorgulamaz, takımını değiştirmez, onu bırakmaz ve her zaman ailenin etkisi vardır.
Son olarak futbolun tarihselliğinde çocuk özneye bir kurum olarak futbol ne vaat ediyor? Futbol politikalarının değişiminin futbol kulüplerinin alt yapısına etkisi nedir/ne olabilir?
Futbolun kurumlarının çocuk ile olan ilişkisi kopuk, özellikle ülkemizde. Çünkü çocuğun futbolla ilişkisi ailede başlıyor ve bu bağ kalıcı oluyor. Futbol kulüplerinin, federasyonların, eğitim kurumlarının futbolun bir eğitim aracı olarak nasıl kullanılabileceğine dair farkındalıkları olduğunu da sanmıyorum. Gerçi bizde futbol politikası diye bir şey de olmadığı için bu tür hareketler beklemek biraz hayalcilik kalıyor. Bence futbol çocuğu çocuk olarak görmüyor. Çocuk taraftarların kulüple, futbolla olan bağını kuvvetlendirecek bir yapı kurulmuyor. Federasyon ise zaten altyapı başta olmak üzere çocuk futbolunu neredeyse tamamen göz ardı ediyor. Bu futbolun sürdürülebilirliği açısından son derece tehlikeli, çünkü görüyoruz ki yeni nesilde futbola olan ilgi azalıyor. Aileler çocuklarını maçlara götüremiyorlar ya da bilerek götürmüyorlar. Bir sonraki nesli tamamen kaybedebiliriz. Ancak kimse tehlikenin farkında değil. Çocuk ve futbol üzerine çok geniş kapsamda çalışmalar yapılmalı, en başta da tüm çocukları futbol oynamaya teşvik etmenin bir yolu bulunmalı. Ayağına top değmeden, sokakta mahalle maçında ter dökmeyen bu nesillere futbolu sevdirmek bir yerden sonra mümkün olmayabilir. O gün bence son derece ihtimal dahilinde.