Walt Disney’in gerek 1991’de, gerekse 2017’de seyirciyle buluşturduğu hikâyenin olay örgüsü ise biraz daha karışıktır.
Walt Disney’in gerek 1991’de, gerekse 2017’de seyirciyle buluşturduğu hikâyenin olay örgüsü ise biraz daha karışıktır. Tek kızıyla, küçük bir kasabada mutlu bir şekilde yaşayan mucit bir baba ve köylüler tarafından “tuhaf” bulunmasına neden olacak şekilde hemcinslerinden farklılaşan bir genç kız vardır seyircinin karşısında. Hikâyenin esas kızı yine Belle (Emma Watson) adında güzelliğiyle tanınan ama bir yandan da “tuhaf” bulunan bu genç kızdır. Belle’in farkı, kitaplara ve öğrenmeye düşkünlüğü, zekâya verdiği önem ve kasabanın dışındaki hayata karşı duyduğu meraktır.
Walt Disney, ilk defa 1991’de çizgi film olarak edebiyattan sinemaya uyarladığı Güzel ve Çirkin’i (Beauty and the Beast), yirmi altı yıl sonra, bu defa canlı karakterlerle beyaz perdeye taşıdı. Gabrielle-Suzanne Barbot de Villeneuve tarafından 1740’ta ilk kez kaleme alınan ve La Jeune Américaine, et les Contes marins’te yayımlanan hikâye, sonradan pedagoji derslerine konu olacak denli şöhret kazandı ve klasikleşti. Çeşitli versiyonlara sahip olmakla birlikte hikâyenin genel anlatısı güzellik, çirkinlik, iyilik, kötülük, gurur, alçakgönüllülük, fedakârlık, bencillik gibi kavramları ve karşıtlıkları sorgulayan bir olay örgüsüne dayanıyor. Buna göre, üç kızıyla birlikte yaşayan zengin bir baba, günün birinde tüm mal varlığını kaybetmişken, gemilerinden birinin kurtulduğunu haber alıp sevinçle limana iner. Ancak karşılaştığı manzara son umudunu da yitirmesine neden olur; çünkü gemi kullanılamaz hâldedir ve içindeki malzemeler de yağmalanmıştır. Eve dönerken sahipsiz sandığı bir şatoda dinlenen baba, diğer kızlarının elbise ve mücevher taleplerini karşılayamamış olsa da bahçedeki güllerden birini eve götürerek en azından bir kızını mutlu etmeyi ümit eder. Tahmin edileceği üzere babasından tek bir kırmızı gül isteyen kız hikâyenin kahramanı olan Belle yani Güzel’dir.
Baba, kızının isteğini yerine getirirken ev sahibi olan canavara yakalanır ve ancak geri dönüp kızlarından birini şatoda rehin bırakmak şartıyla ölüm cezasından kurtulabileceğini öğrenir. Üç kızın içerisinde ismi gibi en güzel olan Belle, en büyük fedakârlığı yapar ve babasıyla birlikte şatoya giderek canavarla zorunlu bir şekilde birlikte yaşamaya başlar. Babasının canını ve özgürlüğünü kurtarmak için yaptığı bu fedakârlık başlangıçta kendisini istemediği bir hayata mahkum etmiş görünür. Ancak zamanla şatodaki hayata alışan Belle, aslında hiç de göründüğü gibi kaba-saba, korkunç ve zalim olmayan ev sahibini sevmeye başlar. Nitekim, bir gün onu kaybetme ihtimaliyle karşı karşıya kalınca aşkını itiraf eder ve böylelikle aslında centilmen bir prens olan canavarın üzerindeki büyünün kalkmasını, Çirkin’in özüne dönmesini sağlar. Kendisi de böylece aradığı mutluluğa kavuşmuş, hayalleri gerçek olmuştur.
Walt Disney’in gerek 1991’de, gerekse 2017’de seyirciyle buluşturduğu hikâyenin olay örgüsü ise biraz daha karışıktır. Tek kızıyla, küçük bir kasabada mutlu bir şekilde yaşayan mucit bir baba ve köylüler tarafından “tuhaf” bulunmasına neden olacak şekilde hemcinslerinden farklılaşan bir genç kız vardır seyircinin karşısında. Hikâyenin esas kızı yine Belle (Emma Watson) adında güzelliğiyle tanınan ama bir yandan da “tuhaf” bulunan bu genç kızdır. Belle’in farkı, kitaplara ve öğrenmeye düşkünlüğü, zekâya verdiği önem ve kasabanın dışındaki hayata karşı duyduğu meraktır. Diğer yandan orijinal hikâyedeki gibi şehre inen babasından kendisi için tek bir kırmızı gül getirmesini isteyecek kadar romantik, babasının yerine şatoda esir kalmayı tercih edecek kadar fedakârdır da. Üstelik hayalleri de okuduğu kitaplardaki gibi romantik bir aşk yaşamak üzerinedir. Yine de olay örgüsü seyirciyi sürükleyecek biçimde zenginleştirilmiş; klasik bir çocuk masalından sinematografik bir anlatı çıkartmak için gerekli unsurlar yerli yerinde kullanılmıştır.
1991’de hâlâ çocuk seyirciyi hedef alabilen film, 2017’de “büyüklere masal” anlatısına dönüşmüş olmasına rağmen iki versiyon arasında kurgu açısından büyük bir fark olmadığı söylenebilir. Aşk, güzellik, fedakârlık ve cesaret her iki versiyonda da altı çizilen unsurlar olarak ön plana çıkıyor. Bu kavramlar olumlanarak, ağırlıkla Belle karakteri üzerinden kavramların sahici bir şekilde nasıl tanımlanabilecekleri ve hayat kazanabilecekleri tartışılıyor, hatta tarif ediliyor. Bu çerçevede, toplumsal cinsiyetin kapısı çalınıyor ve yer yer anakronizme kaçan ilerlemeci-feminist bir yaklaşım benimseniyor. Filmin başından sonuna kadar masalsı bir dille hikâye edilen serüven, Belle’in, küçük kasabasından bir prensin şatosuna varan yükselişini romantize ederken, güzel ve cesur bir genç kızın gerçek aşkı bulmak uğruna gösterdiği iradeyi toplumsal normlara rağmen gerçekleşen bir başarı olarak ele alıyor.
Filmin yönetmeni (Bill Condon), “Belle, prenses olmak istemeyen, prens arayışında olmayan ilk modern Disney kahramanı, Disney prensesiydi. Belle, birini bulup evlenmektense, kitap okumayı, dünyayı gezmeyi ve kendi kişiliğini bulmayı tercih eden bir prenses” diyor[1]. Oysa ki, filmde doğrudan Belle’in evlilik hayali kurmadığını ya da kitap okumayı evlenmeye tercih ettiğini işaret eden bir husus yok. Belle’in Gaston’la (Luke Evans) evlenmek istememesi, onun, hayatında sadece güç ve kuvvete önem veren, kibirli ve nobran bir karakter olmasından kaynaklanıyor. Çirkin’e (Dan Stevens) karşı zamanla gelişen sevgisinin altındaysa, aynı zorbalığın onun ruhunda bulunmadığını fark etmesi yatıyor. Çirkin, Gaston’a göre sadece daha nazik ve görgülü değil, aynı zamanda değişime ve gelişime açık görünüyor ki Belle’in hayallerinde canavarın yer bulmasını sağlayan da bu husus oluyor.
Bunun yanı sıra, Belle’in romanlarda okuyup hayran kaldığı romantik ilişkiler Çirkin’in anlam dünyasında da karşılık bulan ama kıymet görmeyen ya da o güne kadar inandırıcılığı bulunmayan hikâyelerdir ve Belle ile karşılaştıktan sonra fikri değişmeye başlamıştır. Shakespeare gibi bir entelektüelden haberdar olduğu ve görkemli bir kütüphaneye sahip olduğu takdirde, bir canavarın bile Belle’in kalbine girebilecek olması, filmin büyük feminist ütopyalara sahip olmadığını gösteriyor. Aksine, incelikli bir zekânın ve kültürün, güçlü bir karakterde (elbette zenginlikle birlikte) birleşmiş olması, fiziksel görüntünün sevimsizliğini geri planda bırakıyor ve Çirkin’i tüm zamanların en çok aranılan beyaz atlı prensine çeviriyor. Özellikle de prensin kalbi Belle’in kendisini sevmemesi hâlinde hayatından vazgeçecek denli sevgilisinin aşkıyla dolup taşmakta iken…
Öte yandan, Belle’in önce babasını, sonra Çirkin’i kurtarmak hususunda gösterdiği cesaret, annesinin ölümüyle ilgili hakikati öğrenmek hususundaki gayreti, kasabadaki küçük kızlara okumayı öğretme çabası, babasının işinden anlıyor olması gibi hususlar kadın-erkek ilişkileri konusunda toplumun beklentilerini karşılamaya çalışmak yerine kendi doğrularıyla hareket etmek ve yönetmenin ifade ettiği gibi “kendi kişiliğini bulmak” yönünde bilinçli tercihlerde bulunduğunu gösteriyor. Filmde, Belle dışında yardımcı rolde ön plana çıkan iki kadın karakterin, Mrs. Potts (Emma Thompson) ve Madame Garderobe’un (Audra McDonald) da az-çok mücadeleci bir karaktere sahip olduğu söylenebilir. Filmin eşcinsellikle ilgili yaptığı ve tartışmalara, hatta bazı sinemalarda yasaklamalara neden olan göndermeleri ise son zamanlarda sık rastladığımız gişe kaygısını yansıtan jestlerden biri gibi duruyor.
Müzikal sahnelerin uzunluğu ve bazı sahnelerde hızlı geçişlerin neden olduğu kopukluk bir kenara koyulursa, Güzel ve Çirkin’in başarılı bir gişe filmi olduğu söylenebilir. Küçüklere hitap etme özelliğini tamamen yitirmese dahi büyüklerin dinlemeyi sevdiği, fakat inanmakta zorlandığı türden; sürükleyici bir peri masalının görsel ve müzikli versiyonu olarak da değerlendirilebilir film. Prens kıyafetleri içinde dans eden, çatal-bıçak kullanmaya çalışan bir canavarın katastrofik görüntüsünün altına iliştirilen mesaj, çirkinliğin ve kabalığın insanın (erkeğin?) özünde değil, kabuğunda yer aldığı ve önemli olanın kişinin içinde gerçekte yatan karakteri keşfetmek, güzel mi çirkin mi düşüncesinden önce buna karar vermek gerektiği fikridir. Filmde kitap okumayı, dans etmeyi, gezmeyi; iyilik ve güzellikle eşitleyen bir perspektiften hareket edildiğini de tespit etmek zor değil. Shakespeare okuyan bir canavarın, Shakespeare okumayan bir insana nazaran daha kibar, daha alçakgönüllü ve fedakâr olmasını sağlayan şeyin ne olduğu sorusu, masalın büyülü ihtişamına gölge düşürdüğü gibi, içinde doğduğu kültür ve yaşam standartlarının Shakespeare okumasına izin vermediği insanların, hikâyenin neresinde durduğu, değil çocukların, büyüklerin dahi yanıtlamakta zorlanacakları türden bir soru olarak zihin kurcalıyor.
Kaynakça
Güzel ve Çirkin. Yön. Bill Condon. Orlando: Walt Disney, 2017.
[1] Poulou, Penelope “‘Güzel ve Çirkin’ Gişe Rekorları Kırıyor.” (31 Mart 2017). https://www.amerikaninsesi.com/a/3790716.html