Dosya

Serçekuş, Katıraslan ve Motorlu Kuş’ta Alegorik ve Fantastik Ögelerin Kullanımı

Cahit Zarifoğlu’nun çocuk kitaplarında sıkça kullandığı alegorik anlatım ve fantastik kurgu çocukların kitapları okumalarını kolaylaştıran birer etmen olmuştur.

Cahit Zarifoğlu’nun çocuk kitaplarında sıkça kullandığı alegorik anlatım ve fantastik kurgu çocukların kitapları okumalarını kolaylaştıran birer etmen olmuştur. Bilhassa Serçekuş, Ağaçkakanlar, Katıraslan, Motorlu Kuş kitaplarına bu alegorik anlatım hâkimdir. Zarifoğlu bu anlatım teknikleri ile soyut olanı, çocukların anlam dünyalarına hitap edebilmek adına somutlaştırmak için yapmıştır. Böylece çocuklar hayal güçlerinden yararlanılarak ilerde karşılaşacakları yetişkinlerin dünyasından haberdar edilmiş olurlar. Mustafa Ruhi Şirin, çocukların bu kitapları okumasının temel nedeni olarak anlatıcının yalın, çocuğu anlatımın içine çeken ve masalsı, “alegorik ve fantastik kurgunun da içine dâhil olduğu” anlatım tonunun bu imkânı sağladığını belirtir. Ağaçkakanlar, Katıraslan ve Motorlu Kuş’un fantastik anlatım türünün ve hayal gücünün imkânlarından yararlanılarak çocukların yetişkin dünyasına yönelmelerini amaçlayan bir tutumun sergilendiğini görürüz. Şirin bu bakımdan yazarı Pinokyo’nun yazarı C. Callodi ve S. Behrengi’nin üslupları açısından paralellikler kurmanın mümkün olduğunu düşünür (668).

Katıraslan, Serçekuş ve Ağaçkakanlar kitapları için Zarifoğlu, işlek bir zekânın ürünü olduklarını ve eserlerdeki fantastik kurgunun sihirli bir dünyaya sahip olduğunu belirtirken, aslında ilhamını daima “o anda çocuklar için yazıyor olmaktan” aldığını söylemektedir (Konuşmalar 127). “Zarifoğlu çocukta kendini hem açıklar hem gerçekleştirir. Bilinçle bilinçdışı, somutla soyut arasındaki yüzleşmeyi alegorik bir anlatımla yapmaya önceden karar vermiştir” (233) diyen M. R. Şirin’e göre yazar fantastiği seçerek onun sayesinde hayal gücünün atını sınırsız bir şekilde koşturma imkânına erişmiştir. Böylece gerçek dünyanın karşısına sınırsız bir dünya koyarak gerçekçilikle ulaşılamayan noktalara erişebilme imkânını açmış olur kendisine. Bu sayede salt gerçeklikle anlatılması imkânsız olanı anlatarak okurda yeni ufuklar açmayı modernlik sonrasında ortaya çıkan bir zihin durumu olarak gören Şirin, bu sebeple Zarifoğlu’nun çocuk yazınına “modern sanat masalı” demeyi tercih eder (a.y.). Şirin ayrıca fantastiğin kullanımının sinema, tiyatro, roman ve modern hikâye yazarları tarafından tercih ediliyor olmasının çocukların bu türün sunduğu olanaklar sayesinde gerçeklerle yüzleşmesini kolaylaştıran bir etmen olduğu için yazarlar tarafından başvurulan bir yöntem olduğunu belirtir (a.y.). Esasında, çocuk okuyucular kitapların merak uyandıran olaylar silsilesine kapılıp metnin kendilerini eğlendiren kurgu düzeyinde kalırken, yetişkin okurlar ise verilmek istenen düşünceyi daha iyi idrak edebilirler. Serçekuş, Katıraslan, Motorlu Kuş, Ağaçkakanlar ve Küçük Şehzade kitaplarında bulunan bazı sanat masallarındaki dünyanın çocukların değil, yetişkinlerin dünyası olduğunu belirten Şirin’e göre, fantastik kurgu ve alegorik anlatım yetişkinler kadar çocuğun da ilgisini çekmektedir. Bu durum Zarifoğlu’nun “çocuğun hayal gücüne verdiği değerin bir göstergesi” dir (234).

Yazar Konuşmalar’da “Serçekuş minik, filozof tavırlı bir serçe ile bir avcı arasında geçen küçük bir macera,” diye özetler Serçekuş’u (74). Metin sayfalar süren edebî bir tabiat tasviri ile başlar ve esas kahramanımız Serçekuş uykudan uyanır uyanmaz bu tasvirin her bir aşamasına şahit olur. Uzun bir doğa tasvirinden sonra okuyucuyla konuşarak ve ona sorular sorarak konuya yavaş yavaş giriş yapılır: “Acaba Serçekuş’la avcı macerası olan avcı mı bu? Olabilir. Fakat karar vermeden önce ötekilere de bir bakalım (…) Sonra bilemeyiz de. Kaderleri yaratan Allah’ın kimi kiminle tanıştıracağını, daha açık söyleyelim, bize ne yazdıracağını bilemeyiz” (Zarifoğlu Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk 32). Bu alıntıdan hareketle eserin tekniğine ve içeriğine dair pek çok şey söylemek mümkündür. Türüne bir türlü karar veremeyiz. Yer yer hikâyeyi yer yer masalı andıran yanları vardır.

Fantastik bir karakter olarak kurgulanan masal kahramanımız, tıpkı bir insan gibi akıl edebilen bir serçe kuşudur. Serçekuş’un düşünce dünyası kâinattaki her şeyi sorgulayan bilge bir insan zihni gibi işlemektedir. Serçekuş’un zihin dünyası ve metindeki genel ton Allah’a kuvvetli bir şekilde iman etmiş, etrafındaki nimetlerin bilincinde, doğadaki oluşumlara karşı yoğun bir tefekkür ve şükür hâlinde bulunan bir fikir dünyasının tezahürüdür. Anlaşılacağı üzere Serçekuş sıradan bir kuş değildir, tabiat hakkında, hayat hakkında, ölüm hakkında derin düşüncelere sahip olan fanstastik bir kuştur. Her zamanki gibi Kocabağ köyü çevresinde karnını doyurmak için uça uça gezinirken avcı insanlarla karşılaşır: “Avcılar bunlar. Korkunç insanlar mı, yoo hayır. İpiri bile değiller. Birinin bıyıkları sinsi sinsi sarkmış. Uykulu şiş gözleri gölün yüzeyine isteksizce bakıyor…” (a.y.)

İlerleyen kısımlarda uzun uzun Kocabağ köyü ahalisinin yaşantısından bahsedilir. Serçekuş’un her zamanki gibi erkenden kalkıp rutinini gerçekleştirdiği bir esnada içine düşen korkudan sonra olayların seyri değişmeye başlar: “Serçeler çocukların avlanma zamanını çok iyi bilir ve onların gezdikleri yerlerde eğleşmezler. Kimini uzaktan gördüğü, kimiyle bir çalılıkta burun buruna geldiği o çocukları Serçekuş sırtı ürpererek hatırladı. İçine bir korku geldi.” (45) Ancak daha sonra kendisine bu fikri unutturur ve güneş hakkında sayfalarca süren uzunca bir tefekküre dalar. Yine de içini kaplayan öldürülmek duygusundan dolayı içgüdülerini dinleyerek avcılardan uzaklaşmak için ayrıca bir gayret göstermeye başlar. Günler sonra bir gün aniden bir avcının namlusuyla burun buruna gelir. İşte o andan itibaren ölümün ve yaşamanın ne olduğu üzerine sayfalarca süren bir düşünceler silsilesi başlar, zihninde belki birkaç dakika ya da saniye süren bir süreç içine bir dolu fikir sığdırılmıştır yine:

Ne olacaksa bir an önce olup bitse bari diye geçirdi içinden. Böyle yaşamaktansa yerde cansız yatmaya razıydı. Hatta o, ölüsüne, ayağındaki kocaman postalla dokunup eline almaya ve av çantasına atmaya değer bulmasa bile. Kendi kendine acımaya başladı. Bu ne farktı böyle. Bu ne eşitsizlikti. Fakat ağaçları, aralarında hür bir şekilde haftalarca dolaştığı yaprakları, ağaç gövdelerinin arasından görünen sazlıkları ve gölü, güneşin canım ışıklarını düşününce, her şeye rağmen yaşamak daha kuvvetli çıktı içinde. (69)

Daha sonra avcı ile aralarında bir konuşma başlar, minik kuş kendisini öldürmemesi için avcıyı ikna etmeye çalışır. En sonunda da küçük bir talihsizlik anında onu kurtarmak sözü ile avcıdan sağ salim kurtulmayı başarır. Ve günlerden bir gün tıpkı Serçekuş’un dediği gibi bir şekilde avcı bir bataklığa saplanıp kalır, Serçekuş da bir anda orada bitip mucizevi bir biçimde avcı adamı bataklıktan kurtarır.

Bu metin, pek çok açıdan masala benzemektedir. Anlatımdaki baskın olan masalsı ses tonu, küçük bir kuşun bu derece nedensel bir bilince sahip olması, bir serçe ile avcının konuşarak ya da konuşmadan iletişim kurup birbirlerini anlayabilmeleri ve koskoca bir adamın mini minnacık bir serçenin bataklıktan iple çekerek kurtarabilmesi gibi olağanüstülükler içermesi bakımından bir masal gibidir. Serçekuş, masalsı bir tonu olan ancak çözümleyici anlatımıyla da romana yakın duran bir türdür (Zarifoğlu Konuşmalar 237). Öte yandan Serçekuş’un zihninden geçen, hayata ve ölüme dair pek çok sorgulamanın, bir çocuk zihni için fazla derin olduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Yazar bu durumların oldukça farkında olduğu için olsa gerek Serçekuş için: “Hem çocuklar hem de yetişkinler için” (74) demiştir. Hemen ardından da zaten bütün kitapları için önce yetişkinlerin okumasını akabinde çocuklarına okumalarını ve birlikte kitapları değerlendirmelerini tavsiye ettiğini belirtir. Zarifoğlu Serçekuş’un bir çocuk gibi düşünmesini planlamıştır ancak daha sonra otuz beş-kırk hatta altmış yaşındaki bir yetişkin gibi düşünen bir karaktere dönüşmesinin sonucunda kitabın yetişkinler tarafından da tercih edilir bir hâl aldığını düşünmektedir (237).

“Katıraslan, üst tarafı aslan, alt tarafı katır, yani hayvan. O güne kadar göülmemiş bir hayvan.” (65)  fantastik bir kahramandır. Metnin başında bir tilki ile bir aslan yolculuğa çıkarlar. Tilki yanına ancak insanların kullanabilecekleri cinsten bir sürü eşya alır ve eşyalarını bir eşeğe yükler. Aslan ise işine yarayacak çok daha az eşya alır. Yolculuğa başlarlar, acıktıkları zaman yemek üzere tilki yanına sadece konserve yiyecekler almıştır. Bundan maksadı ise yırtıcı bir hayvan gibi vahşi yöntemlerle değil, akıllı uslu insanlar gibi karnını doyurmaktır. Yolda acıkırlar, aslan konservenin tadına bakar ve daha fazla yemez. Tilki ise karnını konserveyle güzelce doyurur. Aslan bunun üzerine karınını doyurması için birkaç tavşan çaldırtır tilkiye, zira kendinden ödün verip konserveye talim etmeye hiç niyeti yoktur. Böylece aslan, tilki üzerinde kendi fiziksel gücünün getirdiği tahakkümü kurarak onu emri altına alır ve habire ondan kendisi için avlanmasını talep eder. Tilki ise istemese bile korkudan her denileni yapar. Yolculuk zaman içinde tilki için bir eziyete dönüşür ancak bir türlü kaçıp gitmez. Tilkinin çaldığı horoz, tavuk, tavşan ve hatta sütü fark eden insanlar hayvanların peşine düşerler. Ellerinde tüfeklerle onlara yaklaştıkları vakit katırın üstüne oturmuş bir vaziyette duran aslanın ne olduğunu tam olarak algılayamazlar ve bir çeşit “katıraslan” gördükleri dedikosunu her yere yayarlar. Bu haber kısa bir zaman içinde dünya çapında sansasyon yaratan bir haber olur ve dünyanın dört bir yanından insanlar katıraslanı görmek üzere onun görüldüğü bölgeye akın ederler. Onu yakalamak için birlikler, avcılar ordusu gibi kurumlar tesis ederler. Zaman içerisinde ise o bölgede büyük bir şehir meydana gelir ve yerli uzmanlar yetersiz görülerek yurtdışından bin beş yüz tane “yabancı uzman” getirtilir. Bu sayı git gide artar ve yedi yüz elli bin kişiye ulaşır. Bu kalabalık arttıkça yabancı uzmanların yanlış uygulaması sonucunda ülkenin çöllerinde kaybolurlar. “O güne kadar görülmemiş bir hayvan. Bu sebeple insanların müthiş ilgisini çeker ve sansasyona sebep olur” (65). Bir şekilde bir budalalık hâlini alan sansasyon merakının bir tür parodisini yaparak insanların bu meraklarının onları düşürdüğü durumu anlatır Katıraslan. İnsanların ikiyüzlülüklerini, yalancılıklarını, her işten nasıl maddi çıkar elde etmeye giriştiklerini ve bu çıkarcılıklarının mide bulandırıcı iç yüzünü ortaya dökerek, oldukça alaycı bir tonla onları küçük düşürür. Katıraslan’ın nasıl bir varlık olduğunun anlaşılması için Başuzmanın olay yeri incelemesi sonundaki tespitleri oldukça ironiktir:

Arkadaşlar, diye başladı, maalesef her şey doğru. Bir tilki, bir eşek, bir de katıraslan. Uzun tetkikler sonucunda şuna karar vermiş bulunuyoruz: (Oysa yalnız kendi karar vermişti) Katıraslan’ın hem katır hem de aslan ayakları var. (…) Ancak şu anda burada olsaydınız bizim gibi siz de fark edecektiniz ki, Katıraslan’ın olduğunu tahmin ettiğim özel bir koku duyuyoruz. Nasıl söylesesem, etli bamya gibi bir koku. Yani pek garip ama rahmetli annemin mutfağındaki gibi bir koku hah ha ha… (Zarifoğlu Çocuklarımızla Atlara Biniyoruk 123-124)

Yazar metnin bu kısımları için bazı motifleri ön plana çıkardığını söyler: “Sansasyon merakını, hayatı yaşamaya değer kılmak için merak uyandıracak bir şeylere budalaca ve büyük bir zavallılık ile sarılışı… Yerli ve yabancı olma motifini… Yabancılara karşı duyulan aşırı güveni ve bunun kötü sonuçlarını… Kendi insanımıza güvenmememizin ağır faturasını” (Zarifoğlu Konuşmalar 68). Bu alegorik ve ironik metin sanki çocuklara yönelik olamayacak derecede ağır bir mesaj taşıyormuş gibi görünür. Bu durum yazara sorulduğu zaman ise şöyle bir yanıtla karşılaşılır:

Çocuklar rahatlıkla okuyorlar Katıraslan’ı. Yani onlara rahatlıkla kendini okutturan bir hikâye var kitapta. Yukarıda anlattığımız hikâyeyi hem de zevkle okuyorlar. Onlardan birine kitabı anlatmasını söylerseniz özetleyecekler. Oradaki genel atmosfer içinde verilen öğüdü, bilinçaltları büyük bir şaşmazlıkla, katiyetle not edecektir. Yani büyüdüklerinde eğer hiçbir etki altında kalmamışlarsa bu tür konularda yanlış karar vermeyeceklerdir. (a.y.)

Çocukların yazarın bahsettiği söz konusu öğütleri az çok anlayabilecekleri doğrudur ancak yine de çocukların metni tamamıyla ya da tüm detaylarıyla idrak edemeyeceklerinin kendisi de farkındadır. “Katıraslan’ın peşine düşen insanlar kapitalist sistemin çıkarcı düzeninden kopamayan tiplerdir ve bütün insanları bu halkanın içine çekmeye çalışırlar” diyen Cemile Süreya’ya göre masalın olumlu bir tipe yer vermeme nedeni de bu sistemden kaçışın mümkün olmamasıdır (284). Öte yandan masalın esas kahramanları tilki ve aslan da, modern insanda görülen korkaklık, güven kaygısı, doyumsuzluk gibi duygularla örülü psikolojisinin alegorisidir (a.y.). Aslan bencil, çıkarcı ve doyumsuz tabiatının gereği olarak en sonunda yol arkadaşı tilkiyi neredeyse hiç tereddüt etmeden yer: “Aslan bir süre seyretti onu. Sonra da içinden kaslarının ta derinliklerinden gelen hafif bir itiraz sesine kulaklarını tıkayarak peşine düştü” (Zarifoğlu Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk 150). Kapitalizm, sansasyon merakı gibi konuları işlediği için oldukça modern bir teması olan eser, hayvanların insanlar gibi düşündüğü, konuştuğu bir metin olduğu için fabl özelliği de göstermektedir. Sonuç olarak esere modern bir masaldır denebilir. Fakat büyüklerin bile anlamakta zorlanabilecekleri derecede, modern dünyanın çıkmazlarının alegorisi olarak okunan bu masal, Zarifoğlu metnin yazarı olarak çocukların bu hikâyeyi zevkle okuduklarını düşünse de, çocuk okurun algısının çok üstünde konulardan bahsettiği için “çocuk edebiyatı”nın kapsamını aşan/sınırlarını zorlayan bir boyuttadır. Ayrıca masal kahramanlarından biri olan aslanın sayfalar boyunca kendisine yol arkadaşlığı etmiş olan tilkiyi yemesi de küçük dimağlar için fazla acımasız, ürkütücü ve şedittir.

Motorlu Kuş kitabının içinde beş farklı masal bulunmaktadır. Bu masallardan birincisi Motorlu Kuş adlı dört sayfalık bir metindir. Yetişkinlerin dünyasına ait olan “sömürü” ve “emperyalizm” gibi, çocukların zihin dünyası için fazla büyük ve karmaşık konular modern bir fabl havasında çocukların alımlamasına bırakılmıştır. Hikâye küçük bir kırlangıç kuşunun annesinin şiddetli tehditlerle ve uyarılarla dolu sözünü dinlemeyip: “Zaten yaklaşır yaklaşmaz belli oluyor, çok garip bir yer olduğu. Kayaların arasından siyah siyah dumanlar yükseliyor.” (286) şeklinde tasvir edilen o yere gitmesiyle başına gelenlerden oluşur. Küçük kırlangıç bu garip yere, “görülmemiş şekil ve renklerle yepyeni kuşlar”ın kim bilir hangi dünyadan buraya kaçıp, harıl harıl çalıştığı yere gelir. Daha sonra bu kuşların motorlarla donatılmış “oto kuş”lar olduğunu öğreniriz. Bir şekilde küçük kırlangıcı da ikna edip ona motor takarlar ve motorun üstündeki küçük kuvvet levhasını gagalayarak vurunca çalıştığını öğretip salarlar. Annesi çocuğunu bu hâlde tuzağa düştüğünü görünce: “Aptal, diyormuş bunların hepsi uydurma. İnanma sakın. Hepimizin gençken başına geldi bu. Ama hiçbirimiz aldırmadık buna. Çünkü sonu fena: Motor bedava ama yedek parça kan pahası” (Zarifoğlu Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk 288) diyerek çocuğu için hem üzülür hem de çok kızar. Zarifoğlu bu ifade için: “Çocuk bunu belki anlamayacaktır, ama büyükler az gelişmiş bütün ulusların en büyük baş belalarından birinin masala yedirildiğini çabucak görebileceklerdir. Bir gün karşılaşacakları dış kredi, yardım, hibe gibi kelimelerin, ikili anlaşmaların ne oldukları hakkında bilinçaltlarında bir direnç kazanacaklardır” demektedir (Zarifoğlu Konuşmalar 93).

Oradaki garip kuşlar kırlangıcın adını da “Kırlanmotor” olarak değiştirmişlerdir. Annesi adını bile değiştirdiklerine çok üzülerek aslında motorla çalışmanın onların yapısına uygun olmadığını uzun uzun açıklar. Ancak yeni adıyla “Kırlanmotor” başına gelenlerden memnundur ve annesinin sözlerini dikkate almaz. Konuyu kuşlar meclisine sunar, bu meclis Kırlanmotor’un uçuş gösterisini izleyip olaya temkinli yaklaşma kararını alır: “Kırlanmotor’un motoru vücuduna sıkıca bağlanıp mühürlenecek. Hiç kimseye motor takılmayacak … Acele işe şeytan bulaşır” (Zarifoğlu Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk 289) diyerek altı ay sonra durumu tekrar gözden geçirmeye karar verilir. Aradan geçen altı ayın ardından toplanan meclis, vücudun motordan ayrılması imkânsız bir şekilde etrafını sardığını ve kanatların kullanılmadıkları için köreldiğini, artık motor çıksa bile bu kanatlarla uçmanın imkânsız olduğunu, motoru çalıştırmaktan gagasının ucunun fena hâlde köreldiği için Kırlanmotor’un acilen kuşlar hastanesinde tedavi altına alınması gerektiğine karar verirler. Karar şu şekilde açıklanır: “Hemen bir cankurtaran çağırın. Ve bu olayı bir bültenle kırlangıçlara duyurun. Düşmesinler yabancıların tuzaklarına.” (290) Bu kısacık anlatının içinde yabancılara hemen aldanmamak, kişinin elinde olandan fazlasını istememesi, kanaatkârlık, kendini olduğu gibi kabullenmek, anne sözü dinlemenin önemi gibi pek çok mesaj çıkarılabilmektedir. Bu mesajlar büyük oranda çocukların anlayabileceği bir lisan ve anlatımla verilmiştir. Ayrıca bir kuşa motor takılabilmesi, kuşların kendi içlerinden çıkan birtakım kötü ve yabancı adamların olması, kuşlardan oluşan bir meclisin kurulması gibi hayal gücü ve fantastik yönü kuvvetli bir metin olması hasebiyle de çocukların ilgisini çekebilecek birçok özelliğe sahiptir. “Motorlu Kuş görünüşte çocuklar için olmasına rağmen büyüklerin de okuyabileceği sorun odaklı bir masaldır.” (Aldı 273) Ancak büyüklerin bu masaldan daha üst düzey alegorik birtakım anlamlar çıkarabilecekleri de bir gerçektir. Yani diğer çocuk metinlerinde olduğu gibi bu metinde de Zarifoğlu’nun çocuk okurun algı dünyasından beklentisi çok yüksektir diyebiliriz. Kitaptaki diğer üç kısa metin de “İnsana ait; haksızlık, tembellik ve aile içindeki tutarsızlıklar gibi problemlere hayvanların yaşantıları ile göz önüne serilir” (Uçan 281). Her yetişkin insanı biraz çocuk kabul edişi Zarifoğlu’nun yazarlığının ana eksenini oluşturmaktadır (Zarifoğlu Konuşmalar 235). Zarifoğlu’nun çocuk edebiyatı toplumsal sorunlara duyarlı olan, insan yaşamının bazı hususlarını eleştirirken bazı hususlarının önemine dikkat çeken fakat bunları yaparken edebî estetiği asla geri plana atmayan bir edebiyattır. İlk etapta çocuklar içinmiş izlemini veren eserlerinin her yaştan okuyucunun edebî zevkine hitap etmesinin sebebi de budur. Böylece çocuklar edebiyat sayesinde hem hayal güçlerini geliştirmiş hem de gerçek hayatla ilgili birtakım gerçeklere karşı önceden uyarılmış ve bilgi sahibi olmuş olurlar.

Zarifoğlu’nun çocuk yazını masalsı ve fantastik yönlerinin kuvvetli bir edebî anlatımla zenginleştirimesiyle birlikte çocukların ilgisini çekerek onları eğlendirme ve eğitmeyi bir arada gerçekleştirmiş olur. “Yazdıklarımın tümü, çocuğum sana söylüyorum, büyüğüm sen anla esprisi içinde gelişti. Onlarda şiddet, sömürü, kapitalizm, İslam gibi birçok motiflerin işlendiğini görebilirsiniz” (92) diyen yazar pek çok yerde çocukların boyunu aşan diyaloglar kurgulamış ve Katıraslan ile Serçekuş masallarında olduğu gibi çocukları ürkütebilecek derecede şiddet sahnelerine de yer vermiştir. Çocuk okurlar metinlerin mesaj-ileti boyutlarından çoğu zaman kendilerince birtakım anlamlar çıkarılabilmektelerse de çocukların okuması adına yazılan eserlerde şiddet sahnelerinin bulunmasını onaylamak mümkün değildir. Az da olsa masallarda bulunan bu sahnelerin çocukların zihninde dehşet yaratma ihtimali çok yüksektir. Anlaşılan Zarifoğlu ya bu ihtimalleri düşünememiştir ya da çocuk okuruna böyle durumların da hayatın gerçeklerinden olduğunu anlamasını bekleyen fazla ağır bir sorumluluk yüklemiştir. Zarifoğlu’nun çocuk kitapları esasında önce yetişkinler için yazılmış, ondan sonra da çocuklar için yazılmışlardır. Bir başka deyişle Şirin’in tanımlamasına uygun olarak, bu eserler “çocukların yetişkinlik dönemine” hitap etmekte, onları gelecekte karşılaşabilecekleri gerçeklerle erkenden yüzleştirmektedir. Zarifoğlu kendisi ulvi bir amaç[1] uğrunda çocuk edebiyatı ürettiği için çocuk okuyucusuna ciddi sorumluluklar yüklemiştir. Anlaşılan o ki onların bu ağır yükü taşıyabileceklerine olan güveni de tamdır.   

 

Kaynakça

Aldı, Mustafa. “Zarif Prens’in Sanat Masallarına Yolculuk”. Hece 126-127-128 (Haziran- Temmuz-Ağustos 2007):

270-275.

Şirin, M. Ruhi. “Ergin Çocukların Yazarı: Cahit Zarifoğlu”. Türk Dili 756 (Aralık 2014): 663-673.

Uçan, Hilmi. “Cahit Zarifoğlu’nun Masallarında Büyüklere Öğütler”. Hece 126-127-128 (Haziran-Temmuz-

Ağustos 2007): 276-278.

Zarifoğlu, Cahit. Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk. İstanbul: Beyan Yayınları, 2014.

Zarifoglu, Cahit. Konuşmalar.İstanbul: Beyan Yayınları, 1987.


[1] Niçin çocuklar için yazdığını: “Çocukları, nasıl desem taa çocukluğumdan beri severim ben. Hile hurda, yalan dolan çok mu tedirgin ederdi beni? Başka bir sebebi mi vardı? Çocukların saf ve günahsız hâllerine hayranlık duyardım. Çocuklarla bu şekilde dostluk, aslında bir kaçıştı benim için. Sanırım realite, iş hayatındaki, daha çok da politik hayattaki acılıklar, bağnazlıklar, iş hayatındaki yolsuzluklar, şunlardan bunlardan hep çok ürktüm. Hep o bozulmalardan bir yerlerde durduğunu vehmettiğim safiyeti, Peygamberimiz (s.a.s)’in müminlere ve tüm insanlara emrettiği hasletleri, gözüpekliği, doğruluğu, inceliği bulmaya çalıştım” (Zarifoğlu Konuşmalar 63) diyerek aslında çocuklardaki masumiyet hâlini çok sevdiğini, yetişkinlerin dünyasındaki kötülüklerden bir kaçış olarak ve bu gibi sebeplerle onlarla iletişime geçmekten hoşlandığını anlatıyor. Ancak yazarın konuşmalarının devamında anlıyoruz ki onu çocuklar için yazmaya iten sebeplerden en önemlisi onlarda “İslâmi bir şuur” oluşturmak. “Eğitimimiz sokağın ve okulun eline bırakılmıştı. İkisi de ruhumuza bir yücelik katmıyordu. Oyunlar, cahil, görgüsüz ve aşağılık duygularıyla dolu olarak büyüyorduk” (64) dedikten sonra buradaki aşağılık duygusunun politikacılar, medya ve öğretmenler tarafından sürekli özendirilen Batı karşısındaki aşağılanma olduğundan bahsediyor. Bu aşağılanmayla yetişen nesillerin hayatta her daim bir-sıfır yenik devam ettiğini söyleyerek: “Kompüteri neye göre planlarsanız sonuçlarını, hâl çarelerini ona göre verecektir…Müslüman bilir ki, çocuk eğitimi çocuk çok küçükken değil, çocuk daha doğmadan başlar” (a.y.) sözlerinden yazarın çocuk kitapları yazmasındaki esas gayesinin çocukları alttan alta belli bir doğrultuda eğitmek olduğunu görüyoruz. Zarifoğlu: “Yazarlık militanlıktır. Zira savunduğunuz, inandığınız bir düşünce var. İster istemez o düşüncenin emrindesiniz. Bahanesi ne olursa olsun, masala başlayışımı rahatlıkla, hem nalına hem mıhına diyerek, kılıç sallayabilmekte bulduğumu söyleyebilirim” (125) ve “Çocuklar için yazmakta çocukca katışıksız bir mutluluk vardır, bir görevin yerine getirilme duygusu ve tatmini vardır, bir sorumluluğa evet demenin tatmini vardır, kıyasıya bir savaşta çocukları daha şimdiden kendi safımıza kapmanın savaşçı karakteri vardır…” (129) sözleriyle kendisinde bir sorumluluk bilinci olarak var olan “çocukları eğitmek” amacının altını çizmektedir.