Korkulu Bir Gün Yalvaç Ural’ın kaleme aldığı bir dostluk hikâyesi. Ana kahraman Yalçın’ın zihninden aktarılan öykü, anne ve babasının Anadolu’ya, Tuz Gölü’nün güneyine memur olarak atanmasıyla başlıyor.
Korkulu Bir Gün Yalvaç Ural’ın kaleme aldığı bir dostluk hikâyesi. Ana kahraman Yalçın’ın zihninden aktarılan öykü, anne ve babasının Anadolu’ya, Tuz Gölü’nün güneyine memur olarak atanmasıyla başlıyor. Öğretmen anne her gün traktör römorkunda veya kamyonlarla okula, baba ise Toprak Ürünleri Dairesi’ne gider. Şehirden kıyıya, “kiremitsiz damları, kıraç tarlaları, şose yolları, kerpiç evleri ve kuru deresiyle üzerindeki küçücük değirmeniyle, göçmen kuşların uzun yolculuklarında dinlendiği bir uğrak yer”e gelen Yalçın’ın ilk günlerde yalnızlığını giderdiği tek araç babasının motosikletiyle eve gitme maceralarıdır (5).
Yalçın’ın kardeşi olmasına rağmen sosyal hayata hemen adapte olamaz. Kardeşi yeni arkadaşlarıyla oyunlar oynarken o, hâlâ arkadaş edinememiş halde bahçede yapayalnız oturmaktadır. Daha önceleri yabancısı olduğu otların üzerine uzanır, gökyüzünü ve ağaçları seyreder. Bu anda ise doğanın haliyle kendi duygu yoğunluğu iç içe geçerek ağaçlar da insanı üzen bir görünüme evrilir. Tam bu anda öykünün ilk korku unsuru belirir ve Yalçın küçük bir kertenkelenin elini yaladığını hisseder. “Korku ve panik içinde bağırarak” kalkar ve bahçede yürümeye başlar. Bu korku doğayla ilk teması üzerinden gelişir ve hemen ardından yol kenarında yanlarındaki minik köpekle birlikte eğlenen dört çocuğu fark eder. Bu fark etme içinde “bir kıpırdanma” ya neden olur çünkü yalnızlığının içinden sıyrılma imkânı verir. Yalçın babasının bahçeden çıkmasını “yasakladığını unutarak” (vurgu bana ait) bu dört çocuğun peşinde bilmediği yollar boyunca ilerler (17). Freudyen okumaya bizi yaklaştıran bu yasağı aşma pozisyonu aslında Yalçın’ın sosyalleşme eşiğinden atlamasına yardımcı olur. Babanın koyduğu yasayı çatırdatan Yalçın yalnızlığından sıyrılmaya başlar. Dereye vardıkları an çocuklar önce köpeği dereye atarlar ve sonrasında ise kendileri suya girerler. Coşkuyla onları izleyen Yalçın bir süre sonra çocuklar tarafından fark edilir. Sadece arkadaş olmak için onları takip ettiğini söyleyen Yalçın çocuk tarafından pek de dikkate alınmaz, hatta memur çocuğu olması alay konusu dahi olur. Sadece Peker ve Hikmet ile tanışır, Yalçın yanlarına gider ve birlikte yüzmek için kıyafetlerini çıkarır. İsimleri bilinmeyen iki çocuk ise Yalçın’ı elleri ve ayaklarından tutarak derenin çamurlu ve sülüklü yerine atarlar. Yalçın’ın ikinci dehşet ve korku anı ise burada su yüzüne çıkar ve sülükleri gördüğü gibi korkudan bağırmaya başlar. Bu olaylar gelişirken sülüklerden kurtulmak için Peker gidip tuz getirir. İsmiyle müsemma Hikmet ise tuzları sülüklere döktüğü gibi Yalçın’ı kurtarır. İkinci korku unsuru da aslında ilki gibi Yalçın’ın doğaya uzaklığı ve bitki ve hayvanları dinlemeyi veya onlarla nasıl başa çıkma bilgisinden yoksunluğu sebebiyle ortaya çıkar. Ama yine korku/dehşet iyileşir iyileşmez yeni yolların ve ömürlük dostlukların kapısını aralar.
Sonuç olarak, öyküde iç içe iki hikâye yer edinir. Korkunun ardından gelen öğrenme ve sosyalleşmeyle birlikte Yalçın’ı korkuya ileten sınırları aşmak da öykünün derin okumasında var olur. Yasak ve sınır ise anne değil baba tarafından çizilmiştir. Kertenkeleyi hissettiği andaki korku, Yalçın’ı hayatında daha az etkili olana itelese de asıl sosyal bağı veren veya arkadaşlarıyla tanışmasına onu götüren araç babasının yasaklarını çiğnemek olur. Yani sınırı aşmak tecrübesi ve korku çocuğu yalnızlığından kurtarmanın sembolü olur.
Kaynakça
Ural, Yalvaç. Korkulu Bir Gün. Res. Rana Mermertaş. İstanbul: YKY, 2015.