Dosya

Başka Bir Sesin Tınısına Bürünmek: Uzaktan Kumandalı Kız

James Tiptree Jr. tarafından 1973 yılında kaleme alınan Uzaktan Kumandalı Kız reklamın yasaklandığı bir dünyada reklamın nasıl yeniden “yer altından” üretildiğini anlatan bir distopyadır.

James Tiptree Jr. tarafından 1973 yılında kaleme alınan Uzaktan Kumandalı Kız reklamın yasaklandığı bir dünyada reklamın nasıl yeniden “yer altından” üretildiğini anlatan bir distopyadır. Uzaktan Kumandalı Kız’a önsöz yazan Ursula K. Le Guin, önsözün ikinci sayfasında: “Fakat [James Tiptree Jr.’ın] en harika özelliği, aynı zamanda Alice Sheldon adlı bir kadın olması[dır.]” der. Günümüz okuru olarak biliriz ki erkek müstear ismiyle karşımızda duran yazar aslında bir kadındır. Alice, mesleği ve özel hayatının getirdiği sorumluluklardan –her ne kadar yazarla kitabını paralel okumak iyi bir okuma ve eleştirme yöntemi olmasa da- başka bir surete, bedene ve “sese” bürünerek eserlerini kaleme almıştır.

Uzaktan Kumandalı Kız’ın ana kahramanı “geleceğin şehrinde yaşayan” (15), henüz “on yedi yaşında”(20), “dünyanın çirkinlerinden”, “hipofiz bozukluğu” olan, “çarpık göğüs kafes”li(16) ve “asimetrik bacaklı”(17) P. Burke adlı bir kızdır. Novellanın başlangıcında okur P. Burke’nin adını henüz bilmezken anlatıcı, okura seslenerek odağı P. Burke’ye şu sözlerle çevirir: “Dinle, zombi. […] Seni süzme salak, öyle isterdim ki sana bir şeyler göstermeyi. Bak, ölü babacık, derdim. Şu zavallı kızı görüyor musun örneğin? Şu kalabalığın arasında ağzı bir karış açık, tanrılarını seyreden kız. Geleceğin şehrinde yaşayan zavallı bir kız. (evet, gelecek dedim.) İzle şimdi” (15). Her türlü reklamın yasak olduğu gelecek şehrinde herkese özel tasarlanmış bir tane tanrı vardır. Tanrılar görüntü itibariyle kusursuz güzelliktedir: Giydiklerine ve kullandıkları ürünlere, gezmeye gittikleri yerlere, yanında durdukları kişilere talep artar ve popüler olurlar çünkü insanlar tanrılara “güven” duyar. Tanrılar aslında reklamsız distopyanın reklam panolarıdır. “Zavallı” P. Burke gibi fiziksel “kusurları” olanlar Tanrılar dünyasına hayranlık duyar çünkü tanrılar en güzeli, ölümsüzlüğü, daha sağlıklıyı ve mutluyu vadeder.

P. Burke yolda Tanrıları izlerken bir anda baygınlık geçirir ancak anlatı ilerledikçe aslında bu durumun basit bir bayılma olmadığını, P. Burke’nin Tanrılar dünyasındaki estetik ve güzel beden algısına uyamadığı için kendisini değersiz hissettiğinden intihar ettiği anlaşılır. İntihar vakasından dolayı kaldırıldığı psikiyatri kliniğinde adı, soyadı, ailesi, yaşı ve eğitimi öğrenilir. Bedeni Tanrılar dünyasının güzellik algısına uymasa da, ailesinin olmaması, yaşının daha on yedi olması ve bir yıl şehir kolejinde yabancı diller eğitimi almış olması hasebiyle GTX için aranan taze kandır P. Burke. “Üç genç tanrının, kaybedenlerin düşkün olduğu” “Nefes” kültüyle tanışabileceği ve hatta Tanrıça olabileceği o “iş” teklifini alır. Fakat bu işi kabul ederse artık “yasal olarak ölü [sayılacak]” ve “bir daha [tanıdığı] hiç kimseyi göremeyecek” ve “yerin yüz metre altında bir zamanlar Pensilvanya, Carbondale denen yerin yakınında” yaşayacaktır (20-22).

P. Burke işi kabul ettikten sonra testlere tabii tutulur ve yeni işi için “eğitilir”. Evet, eğitilir çünkü P. Burke insan olamayacak kadar ilkel bir görünüme ve davranışlara sahiptir. Bu yüzden davranışlarını yeni işine uygun hale getirilmesi için “CİLVELİ bir şekilde yürümeyi, oturmayı, yemek yemeyi, konuşmayı, burnunu silmeyi, sendelemeyi, işemeyi ve hıçkırmayı öğreni[r]. Her burun silişini veya omuz silkişini nazikçe öncekilerden biraz daha farklı hale getirmeyi öğreni[r]”(22). Tam bu noktada anlatıcı okuru ters köşe yaparak eğitilenin P. Burke olmadığını dile getirir: “Tek sorun şu; adım atan, gülen, parlak saçlarını savuran tam olarak P. Burke değil. Nasıl mı olabiliyor bu? Bunları yapan gerçekten P. Burke ama başka bir şey arayıcılığıyla yapıyor hepsini. Bu şey de görünüş itibariyle naklen canlı bir kız. (Uyarmıştım seni, sonuçta GELECEK’tesin.)” (22). Reklamsız dünyanın reklam tanrıçası olacak olan “waldo” farklı zihin ve bedenin birleşiminden oluşur: Kabine hapsedilmiş gerçek ama çeşitli hastalıklara sahip ve estetik görüntüden yoksun P. Burke ile et bölümünde üretilmiş ama gerçek hayatta yürüyecek, konuşacak, gülecek ve reklam yapacak beden bütün pürüzlerden arındırılmış, melekler için porno olan, kedicik diye adlandırılan ve elf kızı olarak tanımlanan ileride adına Delphi denilecek olan yapay beden (23-25).

Ölü kimlikle ve deforme bir bedenle Delphi’nin kölesidir artık P. Burke. Kendi olmak istediği o kadının hayatına figüranlık yapar. Hayallerini, olmak istediği o kadını başka yapay beden üzerinden deneyimlemeye çalışır ve ilerledikçe neredeyse bunu gerçek sanacak kadar saplantılı bir hâl de alır. On yedi yaşında kabine oturan P. Burke, on beş yaşında ve “kusursuz” güzellikte Delphi olarak odadakilerin karşısına çıkar (26). P. Burke için sahteliklerin içinde yarattığı gerçek anlar böylelikle başlamış olur ve bunu anlatıcı şu şekilde açıklar: “Delphi’nin içinden taşan sevinç, yan odadaki sauna kabininde bekleyen unutulmuş enkaz yığını P. Burke’ün görünen tek yanı. Hayatta olduğunun farkında bile değil P. Burke – ona göre asıl yaşayan sıcak bedeninin her santimetrekaresiyle Delphi.” (26). P. Burke, hayal dünyasının büyüsüne kapılmıştır, hayali gerçek sanmaya başlamıştır artık. P. Burke bu noktada Delphi’nin dünyasının kölesidir fakat Delphi de reklam tanrıçası olarak içinde bulunduğu reklamsız dünyanın kölesidir.

Bu noktada flashback tekniğiyle geriye döner anlatıcı; P. Burke’nin seçilme ve Delphi’nin “yaratılma” sebebini ekonomik sebepler ve Huckster Yasası ile açıklar:

Ürünün nasıl kullanılması gerektiği konusunda bilgilendirmek hariç, satış promosyonuna yönelik her türlü görüntünün kullanımı yasak. Eskiden üreticiler bedelini ödeyebildikleri sürece istedikleri yöntemle, yerde ve zamanda ürünlerinin çığırtkanlığını yapmakta serbestti. Bütün medya ve şehirler müsrifçe birbiriyle yarışan teşhirlerle doluydu. Bu uygulamalar bir süre sonra ekonomik olmamaya başladı. […] Huckster Yasası denen kanunun kabulünden beri satıcılar markalarını –alıntı yapıyorum- ürünlerin içinde veya üzerinde bulunan, yalnızca ürünün kullanımı veya yerinde satışı sırasında sergilenebilen teşhirlerle kısıtlamak zorundadır. (27)

Bunların yaşanmasının sebebi reklamsız dünyada kapitalizmin bir şekilde kendine yer etmeye çalışmasıdır aslında. Reklamsız bir dünyada en iyinin, en güzelin, en popülerin, en sağlıklının, en mutlunun ve en modanın talep edilmesi, reklamın farklı kollardan ilerlemesine sebep olur sadece. Bununla beraber en iyi, en güzel, en sağlıklı, en mutlu, en popüler ve en modanın da her gün biraz daha önem kazanmasının sebebi transhümanizmdir.

Transhümanizm “bir hareket, bir felsefe akımı ve bir literatür olarak, teknolojik araçlar vasıtasıyla, insanın öncelikle bedeni ve fiziksel güçlerinin, sonra beş duyusu, zekâsı ve bilincinin geliştirilip yetkinleştirilmesini savunmayı içermektedir.” (Özdemir ve Tekin 22). Transhümanizmin sağlık alanında gösterdiği yükselişle beraber “insanın hastalanması, acı çekmesi, yaşlanması, engelli olması ve ölmesinin bertaraf edilebileceği ve böylece insanın güçlendirilip yetkinleştirileceği[ne]” inanılmaktadır (22). Transhümanizmin insana verdiği “pürüzsüz” yaşam ve ebediyet inancı beşeri çabalar odağında gerçekleşecektir. Aşkın, kutsal bir varlıktan ziyade biyo-teknolojik gelişmelerle insan gün geçtikçe hızla başkalaşacak ve neredeyse “Tanrı” olacaktır. Bu teoriler doğrultusunda Uzaktan Kumandalı Kız’a transhümanizm perspektifinden bakıldığında, P. Burke makul zekâsı ve arzularından dolayı seçilmiş bir kişi olabilmiş ama bedenindeki “pürüzler” sebebiyle daha güzel bir bedenle, daha güzel sağlıklı bir bedenle birleştirilmeye mecbur kalmış bir waldodur(32)[1].

Reklamsız dünyada reklam yapabilmenin tek seçeneği güzel/yakışıklı bir Tanrı-insan/Tanrıça-insan tarafından ürünlerin kullanımı, mekânlarda oturulması, yemeklerin yenilmesi gerekmektedir. Böylelikle günümüz dünyasının güzellik algısıyla da beraber düşünüldüğünde güzel ve yakışıklı olanın her zaman daha göz önünde daha popüler olması şaşırtıcı değildir: “Tanrılar ne yapar peki? Güzel olan her şeyi, elbette. Fakat asıl önemli olan Nesnelerdir. […] Elleri boş tanrı gördün mü hiç?” (35). Tanrılar güzel olandır ve güzel olan her nesne ile bir aradadır. Örneğin Bay Cantle Delphi’ye musluk suyu kaynatarak içtiğini söylediğinde Bay Cantle hangi marka ısıtıcı ile suyu ısıttığını soruyor ve:

‘Isıtıcıyı ben almamıştım, efendim,’ diyor P. Burke korkuyla, Delphi’nin dudaklarının arasından. ‘Ama… en iyi markayı biliyorum! Ananga’nın kullandığı ısıtıcının markası Burnbabi, markasını gördüm…’ ‘İşte bu!’ diyen Cantle, eskisi gibi babacan bir tavırla gülümsemeye başlıyor; Burnbabi de önemli müşterilerinden biri. ‘Ananga’nın ısıtıcısının markasını gördün ve kaliteli bir marka olduğunu düşündün demek? Kaliteli olmasa Ananga gibi biri onu kullanır mıydı hiç? Kesinlikle doğru mantık yürütmüşsün. Demek ki bizim için ne yapacağını biliyorsun, Delphi. Bazı ürünleri kullanacak ve göstereceksin. Kulağa çok zor gelmiyor, ne dersin?’ (28).

Ananga da Delphi gibi reklamsız bir dünyada küresel kapitalizme hizmet eden tanrılardan sadece bir tanesidir. Cantle doldurulmaya hazır boş zihin olan Delphi’ye -ya da P. Burke’ye- Huckster Yasası’nın tam olarak kullanıldığında ekonominin çökeceğini, üreticilerin iflas edeceğini ve mağara devrine dönebilecekleri ve düzenin korunması (36) gerektiğini söyleyerek onu reklam yapmak adına ürünleri kullanmaya teşvik eder (29).

Delphi robot değil waldodur anlatıcıya göre, yani uzaktan kumanda edilebilen bir kızdır: “Sıradan bir kız o; beyni alışılmadık bir yerde olsa da geçek, yaşayan bir kız. Bit hızı yüksek, basit bir gerçek-zamanlı çevrimiçi sistem – sen ve sizler gibi.” (32). Robot ve waldo arasındaki temel fark waldoda insanın gerçek zamanlı olarak teknolojik aygıtla beraber hazır bulunmasıdır. Delphi ve P. Burke birleşimi reel hayatın hayali kısmına hizmet etmektedir bir noktada. Delphi üretilmiş bir beden ve P. Burke gerçek bir insan olsa da ikisi de köle konumda, iradesiz, güzellik ve aklıyla küresel kapitalizme hizmet etmek zorunda olan işçilerdir. P. Burke’nin hastalıklarla ve engellerle dolu bedeninden nefret etmesiyle Delphi’nin oldukça gösterişli ve güzel olan bedeni birleştiğinde P. Burke hayalindeki bedene kavuşmuş olur. P. Burke’nin güzellik ve gerçeklik algısının kayması, hayal ettiği bedene kavuştuğunu ve gerçek benliğinin o olduğunu sanmaya başlaması, P. Burke gibi “pürüzlü” bedenlere veya tanrı/tanrıça olmak isteyen kişilere de umut vadeder: “HAYALLER GERÇEK OLABİLİR” (40). Tamamen maddeye ve beden güzelliğine bağlı bir hayat kuşatır insanları. Bu noktada okura güzel olanın ve tanrı/tanrıça olabilenin hayatta iyi bir mevki elde edebileceği mesajları da verilmiş olunur ki transhümanizmde görülen “doğal seleksiyon”un izlerini taşır söz konusu mesajlar. İyi, güzel, sağlıklı ve popüler olan farklı bedenlerde de olsa her zaman var olur ama “pürüzlere” sahip olanlar P. Burke gibi şanslı değillerse hayata bir noktada veda ederler.

Öte yandan Tanrı ve Tanrıçalar; firmalar, üreticiler ve fon merkezleri tarafından kontrol edilebilinir “mekanizma”lardır. Waldolar beyin itibariyle gerçek olsalar da bedenlerinin “üretilmiş olması”ndan dolayı gerçek bir insan gibi âşık olamaz, cinsel bir deneyim yaşayamaz ve acı duyamazlar (55). Delphi -aşk gibi talep edemediği ve talebi karşılayamadığı duygulara boyun eğerek- Paul’la bir beraberlik yaşar. Paul ile aşk yaşayan Delphi değildir aslında, Paul’un aşkına “zihnen” karşılık veren P. Burke’dir. P. Burke gerçekten âşıktır Paul’a, “çekip gitmek, zincirlendiği canavardan kurtulmak istiyor. Delphi’ye dönüşmek istiyor [dur]”(51). Paul’un kurtarıcı rolü, Delphi içine “sıkışan” P. Burke için oldukça önemlidir. Paul, Delphi rahatsızlanana ve Delphi’nin kafasındaki elektronik mekanizmaları fark edene kadar yaşadığını gerçek bir aşk sanır fakat Paul artık gerçeğin farkına varmıştır (57). Delphi’nin iradesinin ve özgürlüğünün olmadığını, firmalar, güzellik sektörü ve ajanslar tarafından köle ve “kukla” konumuna getirildiğine inanır ve Delphi’yi kurtarmak adına GTX binasına, onu bu hâle getirenlere götürür (57). Düzeltileceğini, kuklalılığının biteceğini ve mutlu bir beraberlik yaşayacaklarını düşünür Paul, fakat öyle olmaz.

GTX binasına girdiklerinde koridorda Delphi için çabalarken bir odadan doktor ve hemşirenin çıktığını görür ve o odanın Delphi için çözüm olduğunu düşünerek içeri girer. Girdiği oda Delphi’yi Delphi yapan P. Burke’nin bağlı olduğu kabinin odasıdır ve P. Burke hep bu anı, sevdiği adam Paul’un ona gelip kurtarmasını beklemiştir. Paul Delphi’yi kurtarmak isterken asıl bekleyen aşkı P. Burke, Paul’un kollarına koşar:

Kabinin içinde, başına olağan üstü ve dile getirilemez bir şey gelmekte olan zehirlenmiş bir karkas var. Gerçek ve canlı bir kız, ONUN geldiğini, yaklaştığını biliyor –kırk bin kilometrelik buzun ötesinden ulaşmaya çalıştığı kişi: Paul- PAUL burada! […] ‘Yaklaşma!’ diyen Paul kablolara vuruyor. […] Paul’un ayaklarının dibine yuvarlanıyor, çırpınarak PAUL-PAUL-PAUL diye haykırıyor sırıtır gibi açılan ağzıyla. […]Bakışları kapı ağzında bayılmakta olan Delphi’yi buluyor, P. Burke öyle ölüyor. Tabii artık Delphi de ölü.” (65-66).

P. Burke zihin olarak Paul’un aşkıyken bedenen Paul’un aşkı değildir, Paul gerçek birine âşık değildir, Delphi de waldo olmasından ötürü Paul’a his duyamaz. P. Burke, Paul’a koşarken ölmüştür ve P. Burke öldüğü için “teknik olarak” Delphi de ölmüştür fakat Delphi waldo olduğu için teknoloji onu yeniden canlandırır ve hayatına başka bir kadının zihniyle devam eder. Fakat P. Burke “insan olduğu için” Delphi kadar “şanslı” olamaz. Peki gerçek Tanrı hangisidir?

 

Sonuç Yerine

Transhümanizm doğrultusunda hareket eden medya, sağlık, estetik ve kapitalizm anlatıda Delphi’yi yeniden ayakta tutabilir. Transhümanizmin “bilim ve teknolojiyle insanlığın; aptallık, hastalık, ağrı, yaşlanma veya ölüm gibi biyolojik ve fiziksel sınırları aşmasına olanak veren”, “memnun olduğu teknolojiden emir ala[dığından] …teknoloji vasıtasıyla otoriter bir tutum kazan”dığını kabul edersek (Dağ 43-44); Delphi örneğinde de gördüğümüz gibi ölmeyen, teknik aksaklıklar hariç acı çekmeyen, her daim mutlu ve güzel görünen hatta tanrı-insan olan, takdir edilen bir insan hayatıdır yüceltilan. İnsan, transhümanizm kıstaslarına uymadığı noktada noksan kalmakta ve transhümanizm ile birlikte “olması gereken” noktaya getirilmektedir.

Uzaktan Kumandalı Kız'ın anlatıcısı “Dinle, zombi. İnan bana.” diye başladığı novellayı “İnan bana, zombi.” Diyerek sonlandırır ve ekler: “Büyümek derken hakiki büyümeden söz ediyorum. Sermaye değer artışından. Ter akıtmayı bırak artık. Muazzam bir gelecek bekliyor burada seni.” (70). Bu açıdan okura, küresel kapitalizm odağından seslenir gözükse de seslenişinin altında bir ima ve ironi sezilir.

Nihayetinde James Tiptree Jr. imzası taşıyan Uzaktan Kumandalı Kız, reklamsız bir distopyada reklam firmalarına, fon merkezlerine ve ajanslara bağlı kalmak zorunda olan gerçek insan zihinli bir waldodur. Tanrı statüsü alan waldolar transhümanizmin vadettiği insanı “ihya” etme süreçleri olarak acısız, engelsiz, güzel görünümlü, sağlıklı, her daim mutlu, üretken, hatta ölümsüz insan ve hayat anlatıda kendisini gösterir. P. Burke kapitalizmin ve güzellik sektörünün ele geçirdiği gerçek ama “pürüzlü” bedeninden sıyrılarak Tanrıça olacağı inancıyla Delphi olmuştur. Fakat Delphi de kapitalizm, biyo-teknolojinin ve güzellik sektörünün kuklası olmuştur. Mikro boyutta iki beden birbirine sıkışmış ve birbirine muhtaçken makro boyuttan ise işverenlerle toplum arasına sıkışmıştır. Tanrı ve Tanrıça vaadiyle “yüceltilen” insan waldo olduktan sonra öldüğünde yüceltilenin sadece waldo olduğu gerçeğiyle yüzleşilir. Beşerin ölümüyle teknolojik ve transhümanist bakış yüceltilir.

 

Kaynakça

Dağ, Ahmet. İnsansız Dünya: Transhümanizm. İstanbul: Ketebe Yayınları, 2021

Tekin, Mustafa ve Özdemir, Muhammet, ed. Transhümanizm & Posthümanizm: Disiplinlerarası Bir Çalışma.

Ankara: Eski Yeni Yayınları, 2021

Tiptree, JR, James. Uzaktan Kumandalı Kız. İstanbul: İthaki Yayınları, 2021.

 


[1]“Nesneleri kullanmak, yönetmek, işlemek için kullanılan uzaktan kumandalı aygıt.”