Dosya

Vulnus, Vitiligo veyahut Lekeli ve Diğerleri

Geçirgen sınırlar özne ile ötekinin konumlarıyla, öznenin öteki karşısında nasıl konumlandığıyla ve öznenin ötekinin (belki de egemen söylemin/öznenin) fikirlerine ne derece yakın durduğu ve önem atfettiğiyle ilgilidir.

Haziran 2021 yılında Metis Yayınları farkıyla kitaplaşan Gamze Hakverdi'nin Vulnus: Kırılganlık Üzerine adlı eserinde, öznelerin vulnuslarını ve kırılganlıklarını, ideallerini, “öteki” üzerinden öznenin kendisine nasıl bir hayat ve benlik çizdiğini veya çizdirildiğini saha araştırmaları ışığında incelerken, “Öznelerarası ontolojik farklılıkların varlığın doğal durumu olarak tanınmasını zorlaştıran ve özneyi ulaşılması imkânsız bir ideale göre tanımlayarak, ‘aşırı fazla’ ya da ‘aşırı eksik’ denklemine sıkıştıran psişik süreçlerin kurucu bileşenlerini tartışmaya açan bu metinde, öznelerarası farkları toplumsal asimetrilere dönüştüren gerilim hatlarını ‘kırılganlık’ ve ‘ideal’ kavramları ekseninde tartışıyorum,” der (19). Hakverdi öznelerarası farktan kastının “kültürel olarak hegemonik olduğu varsayılan öznelere göre dezavantajlı olan gruplar ya da ‘mağdurlar’” (19-20) olmadığını dile getirdikten sonra asıl farkın “egemen olduğu varsayılan öznelerin kendilerine biçtikleri, kendi anlatılarını kurarken kırılganlıklarının kaynağı olarak gördükleri, Öteki ile ilişkisellik içinde ortaya çıkan amorf farklar” olduğunu da belirtir (20).

Abdullah Emin Esen çevirisiyle 2021 yılında Nar Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan Daniel Rusar’ın Lekeli ve Diğerleri adlı eseri de Hakverdi’nin dile getirdiği öznelerarası fark bağlamında yeniden düşünülmeye oldukça müsait bir yazındır. “Lekeli” olarak isimlendirilen kahraman vitiligo hastalığından muzdarip bir öznedir. Başlangıçta lekeleri “arkadaşlarını ve onu” rahatsız etmez, henüz bir vulnus ve kırılganlık üreten “eksiklik/güçsüzlük”[1] değildir onun ilişkilenme deneyimleri. Öncelikle eseri üç kısım olarak değerlendirirsem, ötekiyle ilişkilenmelerin uzantısında “kahramanın yolculuğu” anlatıda üç veçhede gözlemlenebilir: Kahramanın/öznenin kendini öteki üzerinden tanımlamadığı ve tanımladığı bölüm; kahramanın/öznenin kendini ötekiler üzerinden tanımladıktan sonra içe kapanış, inkâr ve ötekilerin safına katılması; ötekiler safındayken öteki olmanın ne demek olduğunu fark edip ve “eksikliğini/vulnusunu” gülümsemeyle birleştirerek “gücünü” kırılganlığının yanına konumlandırdıktan sonra hem görsellerin hem de kahramanımızın “renklenmesi”. Ben bu yazımdaysa “öznelerarası farkları toplumsal asimetrilere dönüştüren gerilim hatlarını ‘kırılganlık’ ve ‘ideal’ kavramları” odağında incelemekle birlikte öznelerarası farklarda “toplumsalın ayak izleri”ni arayacak ve engel kavramını fark-hastalık ekseninde tartışmaya açmaya çalışacağım.

Latince vulnus(yara) kelimesinden türeyen kırılganlık (vulnerability) “yaralanmaya, incinmeye, zarar görmeye açık olmak” anlamına gelir (Aktaran Hakverdi 21). Özneyi savunmasız kılarak kırılganlığa yol açan vulnus, öznenin tecrübeleriyle şekillenir ve farklı dinamiklerden beslenir. Vulnus öznede sonradan var olmaz. Özneyi kırılgan kılan benliğine, özüne vulnusun eklemlenmiş olmasıdır. Bazı bedenlerde hastalık, bazı bedenlerde bedensel fazlalık, bazı bedenlerde bedensel eksiklik, bazı bedenler de ise duygusal gediklerdir vulnus. Bu durumda Lekeli ve Diğerleri anlatısındaki vulnus nedir? Kahramanın kırılganlığını üreten vulnus mudur? Kırılgan diye tanımlanan/işaret edilen öznenin, var olan benliğinden vulnusunu fark etmesine iten sebep/ler nelerdir? Hakverdi kırılganlığın belirli bir tanımını yapmadığını vurgular ve “öznelerarası fark”tan kastının “söylemsel olarak karşımıza çıkan kültürel Öteki’ler” olmadığını “hegomonik olduğu varsayılan öznelerin fantazmatik bir ideal ile aralarındaki varsayımsal mesafelere gönderme yapmak” olduğunu dile getirir (20). Lekeli ve Diğerleri anlatısında tekil olarak seyreden kırılganlığın tanımı bu açıdan düşünülebilir.

Vulnusun, kırılganlığın bir veçhesi olan hastalık, diğer veçhelerden ziyade özneyi yarası karşısında çıplak bırakıp etiketi önceler. Özne saklamaya çalıştıkça kendini daha fazla teşhir ettiği bir devinimin içine düşer çünkü vulnusunu ideal (ideal ötekini de barındırır) söylemin gözünden gören özne ötekine karşı savunmasız kalır, vulnusunu özümsemek yerine yok etmesi gerektiğini düşünerek “ideal”e yaklaşmaya çalışır. Vulnus özneyi kırılgan kılan yegâne şey değildir, vulnusun öteki tarafından tanımlanması ve işaret edilmesi, özneyi kırılgan hale getiren yegâne şeydir. Kaja Silverman The Threshold of The Visible World adlı eserinde Lacan’ın “görsel otoriteyi bakış (look) yerine nazara (gaze) vererek, nazarı öznenin bakışından kesin şekilde ayırır[dığını]" ve "böylelikle her birimiz için belirleyici olanın kendimizi nasıl gördüğümüz veya görmek istediğimiz değil, kültürel nazar tarafından nasıl algılandığımız olduğunu iddia [ettiğini dile getirir."[2]” (Aktaran Hakverdi 34). Lacan’ın deyimiyle kültürel nazar, ideal olarak tanımlanan amorf bir yapıya dönüşür böylelikle. Amorftur çünkü hem toplumsal olarak biz olan öznedir nazar hem de politize edilmiş fikirler yumağıdır.

Lekeli ve Diğerleri’nde de kahramanı ötekileştirilmeye maruz bırakan şeyin ne olduğu anlatı boyunca okura sözel olarak tanımlanmasa da görseller arayıcılığıyla kahramanın bir deri hastalığı olan vitiligoya sahip olduğu imlenir. Okur görsel olanla sözel olanın ortak anlatısından yola çıkarak “maduriyetin” farkına varır.

Kitabın kapağını açtığında çocuk okuru “ve elbette güçlü yanlarını arayan çocuklar için” ithafı karşılar (1). Bir güçsüzlük anlatısının okuru beklemekte olduğuna işaret edilir böylelikle. Anlatı adı bilinmeyen kahramanımızın “Lekelerim beni rahatsız ediyordu. Korkutucuydular. Her yerdeydiler, HER YERDE! Hatta bedenimde bile!” sözleriyle başlar (2). İlk cümle ile son cümle arasında tezat görülür. Kahraman ilk cümlede “lekelerim” diyerek bedeninde olmalarının olağanlığını imlerken son cümlede “Hatta bedenimde bile!” diyerek lekeleri reddeder. Yani, lekelerinin farkında, içerisinde, yanındadır fakat bir o kadar da lekelerinin karşısında, reddinde ve inkârındadır. Net bir sınırı yoktur lekeleriyle bedeni ve idraki arasında. Geçirgen sınırlar özne ile ötekinin konumlarıyla, öznenin öteki karşısında nasıl konumlandığıyla ve öznenin ötekinin (belki de egemen söylemin/öznenin) fikirlerine ne derece yakın durduğu ve önem atfettiğiyle ilgilidir. Peki bu süreç sadece bilinç düzeyinde mi ilerler? Bu sorunun cevabı başka tartışmaların da konusu olmakla beraber şimdilik kültürel ve toplumsal dinamiklerin kişinin konumlanışındaki duruşuyla ilgili olduğunun altını çizmekle yetinelim.

Anlatı ilerledikçe kahramanımız lekeleri bedeninden “kovmak” adına çaba sarf eder, “GİDİN ARTIK!” diye bağırır, “Lütfen, beni yalnız bırakın!” diye rica da eder, “takas” teklifinde dahi bulunur (4-5). “Cevaplamadılar. Gitmediler. Bedenime yerleştiler. BÜYÜDÜLER VE BÜYÜDÜLER. KOSKOCAMAN OLDULAR.” diyerek lekelerine kimlik kazandırır (7). Kahramanın karşısında benlikleri olan lekeler (vulnuslar) vardır, kahramana hükmeder ve bedenini istila ederler. Lekeler (vulnuslar) bedenini yavaş yavaş istila ederken kahramanımız ötekilerle “eşit” bir yoldadır. Başlangıçta dışlanma, inkâr, ötekileştirme, sözel şiddete veya tacize maruz kalmaz. Kendisi de lekeleriyle barışıktır: “İlk başta diğer çocuklar lekelerimi umursamadılar. Ben de umursamadım. Birbirimizi sevdik. Oyunlar oynadık. Bazen tartışırdık ama daima barışırdık” (8). Bu açıdan kahramanımız kendi bedenine dair değerleri kendisinden aldığı motivasyonla değil, ötekilerin onu nasıl gördüğü ve konumlandırdığı üzerinden belirler, “[…] diğer çocuklar lekelerimi umursamadılar. Ben de umursamadım” sözleriyle kendi değerini ideal beden ve görünüşe sahip olduğunu düşündüğü karar mekanizması olan ötekiler dolayımıyla belirler. Başkaları umursadığı ölçüde umursamak ve başkaları görmeyip yok saydığı ölçüde bedenindeki eksikleri/fazlalıkları yok saymaktır bu tutumu. Böyle durumlarda “öteki, özneyi, hem çeşitli şekillerde kırılganlaştırır; hem de kırılmazlık yanılsamasıyla ilgili tüm arzuları kışkırtır. Beden topoğrafyasına dışarıda bırakılamaz şekilde yerleşen Öteki, yalnızca dışarıdan değil, içeriden de konuşan sese dönüşür. ‘Senin yerin burasıdır’ diyen ses, bu nedenle yalnızca dışarıdan yankılanan bir ses değildir; aksine öznenin içine çektiği, benimsediği, hatta özdeşleştiği bakış-ses hattının en önemli bileşenlerinden” biri hâlini alır (Hakverdi 28). Kahramanımızın arkadaşları lekelerinden (vulnuslarından) ötürü onu sözlü şiddet ve tacize maruz bırakır ve aşağılarlar: “‘Lekeli! Lekeli!’ diye bana bağırdılar. ‘Dalmaçyalıya benziyorsun!’ dediler. ‘Hayır benzemiyorum,’ dedim. ‘BENZİYORSUN! Dalmaçyalı! Dalmaçyalı! Hav, hav!’ diyerek bana havladılar.” (10-11). Kahramanımız bu aşağılanma karşısında ağlayarak oyun alanını terk eder. En iyi arkadaşı da annesinin “beyaz mikroplar”ın (vulnuslar) bulaşıcı olduğunu söylemesi –aslında yönlendirmesi- üzerine onunla oynamayı reddeder ve kahramanımız arkadaşlarını tek tek kaybeder (14-15). Artık tamamen çıplak, etiketlenmiş ve gücünü yitirmiştir.

Hakverdi eserinde, “Ontolojik olarak tüm öznelerin birbirlerinden farklı olduğu bir dünyada, neden bazı farklar kırılganlık üretir?” diye de sorar (18). Kahramanın farklılığının/hastalığının kırılganlık üretmesindeki sebep nedir? Diğerlerinin kahramanın farklılığı/hastalığı gibi farklılığa/hastalığa sahip olmaması hangi açılardan ideale/ideal bakışa ait olduklarını tasdikler? Eser özelinde ve "ideal" genelinde bu soruları yeniden ve yeniden sormak, üzerine düşünmek özne-öteki birlikteliği ve sınırsızlığı için önemli olacaktır. Kahramanın derisindeki renklerin farklılaşması, ideal deri algısının bütünlüğünden yavaş yavaş kopmasını imler. Anlatıda lekelerinden dolayı hayvanlaştırılan[3] kahramanımız da lekelerine kimlik kazandırır, lekelerini insani kimliğe büründürür ve onlara öznelik atfeder. İnsani ve hayvani olan arasındaki sınırlar da geçirgenlik kazanır. Bu durumda anlatının başından beri vurgulanan “güç” bedenindeki lekeleri ötekileştirmekten vazgeçtiği noktada yeniden ortaya çıkar: “Kendimi daha güçlü hissetmek için birkaç şey denedim. TÜM LEKELERİMİ KIYAFETLERİMLE ÖRTTÜM. Faydası olmadı. Kendimi güçlü hissetmedim. Annem lekelerin koyulaşması için BRONZLAŞTIRICI LOSYONUNDAN sürdü. Faydası olmadı. Kendimi güçlü hissetmedim. Babam FOTOĞRAFLARIMDAN lekelerimi kaldırdı ve bana gösterdi. Faydası olmadı. Daha güçlü hissetmedim. KARANLIKTA dışarı çıkıp yürüdüm ve oynadım. Böylece kimse lekeleri görmüyordu. Faydası olmadı. Kendimi güçlü hissetmedim.” (17-23). Tam da burada ideal söylemin/görünümün gücü simgelemesi gerektiği inancı içerisinde devinip duran kahramanımızın kendi bedenine ilişkin bakışı diğerlerinin bilinci ve tahayyülü dolayımıyla şekillenir. Ebeveynlerinin yardımıyla lekelerini yok etmeye, yok saymaya ve böylece güçlenmeye çalışır. Gücün karşısında konumlanır lekeler. Kimsenin görüp görmemesinden çok, kendi bilgisinin ve inkârının etkileri onu güçsüz kılar ve kendini dışarıya kapatmaya başlayarak kendi benliğinden sıyrılmaya çalışır. Vulnusa (lekeye) sahip olan özne “kültürel idealler tarafından üretilen kırılmazlık anlatısını hakikatin kendisi olarak gör[ür ve] kırılganlığı biricik ve tekil bir sorunmuş gibi yaşantılar. Kırılganlığı üreten Öteki’ne açıklık, ideal bir kapalılıkla bastırılmaya çalışılır.” (Hakverdi 17). Kırılganlığı üreten vulnuslarla/lekelerle beraber kahramanımız bedenini/kimliğini/benliğini hem reel anlamda hem de mecaz anlamda örtmeye, kapatmaya ve sıyrılmaya başlar, diğerlerine benzer: “Sonra ONLARA benzedim. Kendimden küçük bir çocuğa BURNUNU göstererek ‘Tukana benziyorsun!’ dedim. Ağlamaya başladı. Kendimden küçük bir kıza BÜYÜK KULAKLARINI göstererek ‘ÇÖL TİLKİSİNE benziyorsun!’ dedim. Ağlamaya başladı. Faydası olmadı. Kendimi iyi hissetmedim. Kötü hissettim”(24-25). Kahraman ampirik düzlemde empati yetisini yitirir. Öç alma ediminin onu arzuladığı ideale, güce taşıyacağını düşünür. Bu durum Hakverdi’nin şu söylemine denk düşer: “Kırılganlık anlatılarının çoğunda dipteki bir akıntı olarak bulunan arzudur bu: ‘Bir gün, bir şekilde kendisini kırılgan kılan Öteki’yi alt etmek, ne pahasına olursa olsun bir mitik kahramana dönüşmek’” (14). Oysa Lekeli, tam anlamıyla mitik bir kahramana dönüşemez çünkü ampirik düzlemdeki empati yitimiyle empatiyi tamamen yitirmemiştir henüz. Çocuğa göreliği konuşabileceğimiz yerde empati olgusu yeniden kendisini gösterir. Dış görünüşlerinden dolayı arkadaşlarına uyguladığı sözlü şiddet ve taciz yüzünden kötü hisseder ve onlardan özür diler: “‘Özür dilerim, bir daha size böyle şeyler söylemeyeceğim,’ dedim. Bana baktılar. ‘Ben lekeliyim!’ dedim ve gülümsedim. Yüzümü ve ellerimi gösterdim. Tişörtümü kaldırdım ve vücudumdaki lekeleri gösterdim. Gülümsediler. Birlikte oynamaya başladık. […] Mutluyduk.” (26-27). Bu sahnede ötekiler gibi olmaya teşebbüs etme kahramanı onların safına çektikten sonra kendisine uzaktan bakmasına olanak sağlar. Ötekiler safında mutlu olamayan kahramanımız kendini idealden uzak tayin eden ötekilerin gözünden kendi yansımasına bakmanın ve lekelerini ötekileştirmenin kendi öznesi olmadığını ve ideal olanın güç ve mutluluk getirmediğini fark eder. Ampirik empati yitimi bir biçimde onun katharsisi olur.

Öte yandan kahramanımızın ve kendisi gibi ideal bedenden/görünümden uzak olan diğer iki arkadaşının mutluluğu, ötekiler/ideal bedenler/ideal olanlar gelene kadar sürer. Kaldıkları yerden kahramanımızı ve arkadaşlarını aşağılamaya, sözlü şiddet ve tacize devam ederler: “‘YARATIKLAR! CANAVARLAR!’ diye bize bağırdılar. ‘YARATIKLAR! CANAVARLAR!’ Arkamızı döndük… Ama ne dediklerini duyuyorduk. Oynamaya devam etmeye çalıştık… Fakat kelimeler hâlâ acıtıyordu. […] Doğrusu bizler de kendimizce onlar hakkında bir şeyler düşünmüştük. Ancak onlar hakkında kimseyle konuşmamıştık… Umutsuzca anlamalarını istiyorduk.” (28-31) Kahramanımızsa “Ancak onlar hakkında kimseyle konuşmamıştık…” (31) diyerek ahlâkî bir sorgulamada bulunur. Bedensel ve ruhsal kusur bu şekilde anlatıda görünür kılınır ve ima yoluyla da ötekilikler bir manada eşitlenir. Eşitlenen, aşikâr olan kusurlardır fakat gerçek anlamda dengeden ziyade kahramanımızın ve arkadaşlarının erdem olarak ötekilerden üstün olması vurgusu hissedilir. Kusurları kendi aralarında konuşsalar bile dışarıya ve okura aktarmazlar. Kusur nedir, vulnusların hangisi kusurdur ve kırılgan olması gerekenler kimlerdir?

Kahramanımız bir gün boya yaparken lekelerini (vulnuslarını) de boyamaya karar verir. Bazı lekelerini boyarken bazılarından hayvan figürleri çizer (32). İlk gösterdiği kişiler olan anne ve babası bu boyamalara ve resimlere güler. “Gerçek bir LEKELİ” olmasına kendisi de çok güler (34). Kendisi gibi bedensel farklılığa sahip olan arkadaşları da kahramanımızı bu halde görünce kendi vücutlarını boyar ve “gerçek bir TUKANA ve ÇÖL TİLKİSİNE benze[rler]” (35). Bedenlerinin girdikleri bu hâle hep beraber gülerler. Bu durumdan daha eğlenceli duruma bürünerek kostümler giyerler ve “DAHA GERÇEK BİR LEKELİYE, DAHA GERÇEK BİR TUKANA ve DAHA GERÇEK BİR ÇÖL TİLKİSİNE benze[rler]” (36). Bu hallerine de kahkahalarla gülerler. Kendilerinden hariç anne ve babası, komşular, yolda yürüyen insanlar, öğretmenleri de güler (37-38). Kahramanımız ve arkadaşları vulnuslarını boyayarak ve kostümler giyerek “oyunsulaştırır”lar. Bu durumda bedenlerini salt lekeden, vulnustan, güçsüzlükten ve fazlalıktan/eksiklikten ibaret görmeyip bedenleriyle “oynamaları” ve gülerek vulnuslarını “kabullenme”leri, ötekilerin fikirlerine karşı daha umursamaz olmaları, kendilerine sözel şiddet gösteren ve taciz eden akranlarının da gülmelerine, onları “kabullenme”lerine ve onlara dokunmalarına bahane olur. Kahramanımız artık “kendi[ni] iyi hisse[der]”: “Güçlü hissettim çünkü gücümü buldum. İki arkadaşım da kendini iyi hissetti. Onlar da güçlü hissetti.” (42-43). Vulnusu reddetmeme, vulnusla eğlenme ve eksiklik olarak görülenin aslında ötekinin üretimi olduğunun farkına varması sayesinde kahramanımız “gücünü” keşfeder, içte alan sadece ateşlenmesi gereken fitili, güç fitilini ateşler.

Sonuçta kahramanımızın farklılığı olan vitiligo bir deri hastalığıdır fakat farklılığını sadece hastalık olarak tanımlamak içerisinde bulunduğu durumu tam olarak yansıtmayacaktır. Zira kahramanımız aynı zamanda engellidir. Vulnusu engeldir ve bu engel kendi kırılganlığını üretir. Vulnusun engel olması ve kırılganlık üretmesi özneye yani kahramana ait değildir, vulnus özneye aitken engel topluma aittir. Ora Prilleltensky, Eleştirel Psikoloji adlı eserde yer alan “Eleştirel Psikoloji ve Engelli Çalışmaları: Anaakımı Eleştirmek, Eleştiriyi Eleştirmek” adlı makalesinde “[…] birçok engellilikle ilgili bariyer, eksikliğin kendisinde bulunmaz, tam tersine sosyal olarak oluşturulmuştur ve bu yüzden ortadan kaldırılabilir,” der (347). Kahramanın “güçsüzlüğü”, “eksikliği” ve kırılganlığının sebebi hastalığı olan vitiligo değil, toplumun, yani Gamze Hakverdi’nin Umut Tümay’dan aktardığı tabirle “toplumsalın ayak izleridir” ve bu “engel” ömür boyu kabullenilmesi gerekilen bir eksiklikten/güçsüzlükten çok yenilebilir/ortadan kaldırılabilir bir durumdur (18). Fakat Lekeli ve Diğerleri’nin anlatısının başında kahramanımız engelliği bireysel boyutta yaşar. Ayfer Gürdal Ünal’ın Türk Çocuk Edebiyatında Engellilik (1969-2009) adlı eserinde bahsettiği engelliliğin “tıbbi model”ine denk düşer bu durum. “‘Tıbbi model’ [ya da] ‘bireysel model’ olarak da tanımlanan yaklaşımda özürlülük bir ‘sorun’ olarak görülür. Bu sorun yalnızca özürlüye aittir ve özürlüye ait bu sorun nedeniyle işlevsel kısıtlılıklar gelişir ya da psikolojik kayıplar yaşanırsa bu durum tedavi edilerek giderilmelidir” (24). Tıbbi modelde özne engeliyle yalnız bırakılır. Engelinden ötürü yaşadığı sorunlarla kendi başına veya ailesiyle birlikte maddi ve manevi baş etmek zorundadır. Toplum engelin dahlinde ve engellinin yanında değil, dışında ve uzağındadır. Lekeli ve Diğerleri’nde de kahraman ilk önce kendisi sonra ailesinin yardımıyla bir süre “engel”iyle savaşır çünkü başlangıçta “engel” bireysel şekilde alımlanır.

Lekeli ve Diğerleri’nde vitiligo hastalığı sebebiyle aşağılanan özne vulnusunu anlatı başında reddederek(?) kapatmak, yok etmek ister çünkü kendisi “ötekilerin” üzerinden tanımlar, ideal olmadığını ve olamayacağını düşünür. Köşeye sıkışmış hissettiği ve diğerlerinden “intikam” almak adına kendini hayvani bulanların safına katılarak onlardan olmaya çalışır. İdeal sandığı, “ideal kefesi”ne oturanların safından kendi gibi “bedensel eksikliği” olanlara baktığında empatisi devreye girer. Aşağılanan özne empati yitiminin kıyısındayken “eksikliğini” ilk kez kendi gibi olanların karşısında “Lekeliyim ben!” diyerek dile getirir. Bu kendini tanıtmak ve eksiğim ben demekten çok, kendini kendine itiraf etmek ve kendini bedeninde olanları ötekileştirmemek ve eksiklik olarak görmemektir bir noktada. Nihayetinde kırılganlık anlatısı gülümsemenin de eşlik etmesiyle bir güç şölenine dönüşür. Farklılık kahramanı eksiltmez, çoğaltır.

 

Kaynakça

Hakverdi, Gamze. Vulnus: Kırılganlık Üzerine. İstanbul: Metis Yayınları, 2021

Prilleltensky, Ora. “Eleştirel Psikoloji ve Engelli Çalışmaları: Anaakımı Eleştirmek, Eleştiriyi Eleştirmek”, Eleştirel Psikoloji içinde. Haz. D. Fox, I. Prilleltensky ve S. Austin, Çev. U. Kılıçaslan. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2017

Rusar, Daniel. Lekeli ve Diğerleri. İstanbul: Nar Yayınları, 2021

Ünal, Ayfer Gürdal. (2011). Türk Çocuk Edebiyatında Engellilik (1969-2009). İstanbul: Evrensel Basım Yayın

 


[1] Yazı boyunca eksik ve engel kelimeleri kullanılmıştır. Bu benim kahramanı tanımlama şeklim değildir. Sadece anlatının ve kahramanın hissiyatının nasıl gözüktüğünün tanımlamasıdır. Eksik ve engel tanımlamaları bu yazının dışına taşacak kadar önemli ve detaylı bir konudur. Eksik, engel, sorun vb. tanımlamalar özneden çok içinde bulundukları topluma ait, sosyal olarak yapılandırılmış kavramlardır.

[2] “Lacan sharply differentiates the gaze from the subject's look, conferring visual authority not on the look but on the gaze. He thereby suggests that what is determinative for each of us is not how we see or would like to see ourselves, but how we are perceived by the cultural gaze.” Detaylı bilgi için bknz: Silverman, Kaja. The Threshold of The Visible World. New York: Routledge, 1996.

[3] “‘Lekeli! Lekeli!’ diye bana bağırdılar. ‘Dalmaçyalıya benziyorsun!’ dediler. ‘Hayır benzemiyorum,’ dedim. ‘Benziyorsun! Dalmaçyalı! Dalmaçyalı! Hav, hav!’ diyerek bana havladılar.” (10-11).