Betül Avunç’un kaleme aldığı ve Orhan Ata’nın resimlediği Duygu’nun Doğum Günü Armağanı, artık sıklıkla karşımıza çıkan, başka bir dünyanın imkânının yine başka bir dil ile anlatılmaya çalışıldığı orman öykülerinden biri.
Betül Avunç’un kaleme aldığı ve Orhan Ata’nın resimlediği Duygu’nun Doğum Günü Armağanı, artık sıklıkla karşımıza çıkan, başka bir dünyanın imkânının yine başka bir dil ile anlatılmaya çalışıldığı orman öykülerinden biri. Odağına ise kısaca yeğeni Duygu’ya doğum gününde unutamayacağı bir hediye vermek isteyen bir halanın çabasını ve sonunda hediyenin kendisi olacak bir orman gezisini alıyor. Ancak metin hâlihazırda aşina olduğumuz bir dünyaya ve onun diline ait olmadığını daha en başından itibaren açığa vurur ve yeni bir dilin ihtimalinin altı böylece ısrarla çizilir. Bu dil, odağında sadece insanın olmadığı, fakat insan dışı varlıkların da söz sahibi olduğu bir dildir. Artık insan merkezden alınır ve tüm diğerleri ile geliştirilen ilişkinin kendisi metnin merkezini oluşturur. Bir anlamda artık ötekinin hikâyesidir bu.
Duygu’nun Doğum Günü Armağanı ilk olarak Duygu’nun doğumu ile açılır. Halası Duygu’yu kucağına alır, odanın sessiz bir köşesine götürür. Önce göz göze bir süre kalırlar. Sonra hala Duygu’ya kendisini tanıtır ve Duygu da karşılık verir: “Merhaba Hala! Tanıştığımıza çok sevindim” (Avunç 8). Hikâye bir rüyadan uyanmayla devam etmez. Bu, hayal ürünü bir diyalog değildir. Bir yeni doğan ile bir yetişkinin arasında iletişim derhâl ve kolaylıkla kurulmuştur. Metnin en başından belli edilir ki, Duygu ve halası başka bir dünyadadır ve burada sistem hiç de okuyucunun aşina olduğu biçimde işlememektedir. Bu hikâyede kuşlar, örümcekler, ağaçlar, periler; kısacası en az insanlar kadar insan olmayan varlıklar da yer ve söz sahibidir. Duygu halası ile beraber onuncu yaş gününde “Dönüşümler Ormanı”na gittiğinde bu dünyanın daha önce hiç görmediği tarafları ile de karşılaşmış olur. Ovidius’un Dönüşümler’inin zeminini oluşturduğu dönüşüm hikâyelerine şahit olacağı ve böylece dönüşümün anlamını kavrayacağı yer de bu orman olacaktır. Duygu ve halası ormandaki gezileri boyunca sürekli çeşitli varlıkların diğer çeşitleri varlıklara dönüştürülmelerine şahit olurlar. Örneğin bir delikanlıdan kaçan ağaç perisi yakalanmamak adına gözlerinin önünde bir defne ağacına dönüşür. Ya da son derece yetenekli nakışçı bir genç kız el sanatları perisi tarafından kıskanıldığı için bir örümceğe çevrilir ve nakış gibi örümcek ağlarını yapmaya da böylece başlar. Yahut güneşe âşık olduğu için hep ona bakan, güneş batınca da boyu bükük onu bekleyen perinin doğa ana tarafından ay çiçeğine dönüştürülmesini izlerler. Son olaraksa, süse düşkünlüğü sebebiyle hiçbir yere zamanında yetişemeyen perinin ormanın kralı tarafından bir kaplumbağaya çevrilmesine ne tepki vereceklerini şaşırırlar. Her dönüşüm karşısında baskın duygu şaşkınlık olsa da bunların hiçbiri Duygu ve halası için kabul edilemez değildir. Bu, kendi ait oldukları dünyanın doğal işleyişidir. Kimse olan bitenler karşısında bir olağanüstülük olduğunu iddia etmez. Şaşkınlık yalnızca varlığı zaten bilinenle ilk defa karşılaşıyor olmaktan kaynaklanır. Burada Duygu’nun tüm bu dönüşümlerden asıl öğrendiği ise her şeyin özü itibariyle birbirine denk olduğudur. Bir canlının diğerinden farkı yoktur, fark yalnızca biçimdedir. Canlılar arasındaki hiyerarşiye dayalı anlayış bu orman hikâyesinde bu dönüşümler sayesinde reddedilmektedir. Duygu, nakışçı kız örümceğe dönüştürüldüğünde onun işlemeye başladığı örümcek ağına bakarak bunun herhangi bir incelikli nakış işinden farklı olmadığını, hâlbuki günlük hayatta insanların bunun üzerine hiç durup düşünmediğinden bahseder. Bir örümceğin sanatı ile insanın sanatı arasındaki hiyerarşi artık ortadan kaldırılmıştır.
Artık karşı karşıya olduğumuz, insanın merkezden alınıp yerine insan ve insan olmayanın kurduğu ilişkinin getirildiği bir metindir. Bu noktada, bir bebeğin söyledikleri işitilebileceği gibi ormanın, yani doğanın sesi de işitilebilecektir. Bu sesin işitilebilmesi ise ancak başka bir dilin varlığı, yani başka bir iletişim biçimi ile mümkün olacaktır. Zira hâlihazırda var olan dil, kendi gücünü kurduğu hiyerarşi ile pekiştiren, bu güce mugâyir her türlü unsuru ötekileştiren ve nesneleştiren ataerkil bir dildir. Bu dilin sınırları içerisinde ötekileşen ise sürekli bir sessizliğe zorlanmakta ve üzerindeki tahakküm de böylece kurulmaktadır. Bu anlamda, tıpkı ekoeleştirinin de yaptığı gibi, kadının ve doğanın üzerinde kurulan tahakküm birbirine paralel okunabilir. Dolayısıyla denilebilir ki, Duygu’nun Doğum Günü Armağanı doğal bir varoluş durumu olarak kendilerine atfedilen suskunluktan sıyrılıp konuşmaya başlayan bir kadının, yeğeninin ve doğanın öyküsü olarak da okunabilir. Bu sebeple bu öykü başka bir konuşma biçimini içerir. Duygu ormana ilk adımlarını atarken halasının uyarısı bu noktada anlamlıdır. Duygu’ya ormanı dinlemesi gerektiğini, ancak bu şekilde onu onun sesini işitebileceğini, onu dilini konuşabileceğini ve sırlarına ancak böylelikle vakıf olabileceğini söyler. Bu, diğerinin sesini kısan bir güce direncin de kapısını aralayacak olan şeydir.
Duygu halasına oturdukları evin bir orman yok edilerek yapıldığını ve şimdi hikâyesine ortak oldukları ormanın da bir gün aynı akıbete uğrayabileceğinden korktuğunu söylediğinde, hala ona bunun mümkün olmadığını, zira bu ormanda onun sesini işitemeyenlerin taşa dönüşeceğini söyler. Bu aynı zamanda kendi direniş biçimine olan inancın bir ifadesidir de. Bu sebeple halanın yeğenine vereceği doğum günü hediyesi ormanda geçirdikleri gün olacaktır. O gün yaşadıklarını yazıp, kitaplaştırarak Duygu’ya armağan eder. Nihayetinde, var olan mekânı ve dili terk edip ormana girmek, başka bir dünyada başka bir dili konuşmak, diğer bir deyişle var olan sisteme metinde önerilen direncin kendisi Duygu’nun doğum günü hediyesinin de ta kendisi olacaktır. Burada, on yaşına basan Duygu ormanı işitmiş ve hem Duygu hem de orman birbirleriyle konuşup bir iletişim kurarak hikâyenin merkezine yerleşmişlerdir artık. Üstelik bu hikâye kendini Duygu ile beraber şehre de taşımış, yok edilen bir ormanın orta yerinde yükselen bir evin bir odasına yerleşmiştir. Artık, sessizleştirilmiş olanın sesi yok edildiği yerde tekrar yükselmeye başlamıştır.
Kaynakça
Avunç, Betül. Duygu’nun Doğum Günü Armağanı. Res. Orhan Ata. İzmir: Tudem, 2017.