Dosya

İçselleştirilen Şehir: Gece Çiçeği İstanbul

Nazlı Eray’ın 1960’lardan itibaren Türkçe edebiyatta yazmakta olduğu yetişkin öykü ve romanlarına 2009’dan itibaren çocuk kitapları da eklenir.

Nazlı Eray’ın 1960’lardan itibaren Türkçe edebiyatta yazmakta olduğu yetişkin öykü ve romanlarına 2009’dan itibaren çocuk kitapları da eklenir. Eray, Doğan Egmont Yayıncılığın “Usta Kalemlerden Masallar” serisine yazmış olduğu ilk kitabı Gece Çiçeği İstanbul ile büyülü gerçekçilikteki yetişkin çizgisini çocuk yazınında da sürdürür. Çocuk kitapları yazmaya başladığı bu romanın da devamı gelecek ve Başkahraman Nazlı’nın maceraları bir seri hâlinde sürecektir. Nazlı’nın başkahraman oluşu kadar dikkati çeken bir başka husus, mekân olarak tercih edilen İstanbul odağında asıl olarak şehrin dinamik bir unsur olarak maceralarda önemli bir işleve sahip olmasıdır. Sürekli zaman kaymalarıyla mekân değişikliği de yaşanan metinde dikkatleri çeken bir şey vardır: Çocukların yaşadığı semt olan Beyoğlu, sonunda ne olursa olsun onları kendisine döndürecek kadar merkezi bir öneme sahiptir ve şehrin gerçek yaşamla hayal dünyasının kesişiminde çocuklar için muazzam zenginlikte bir anahtar rolü olduğunu imler.

Gece Çiçeği İstanbul metninin iç kapağında “Nazlı ile Osman’ın Maceraları” diyerek bir alt başlık daha düşülmüştür. Bu romanla sınırlı kalmayacak olan bir serinin ilk kitabı olarak metin, daha ilk sayfalarından itibaren İstanbul’a dair detaylarla başlar. Nazlı’nın anlatıcı olduğu metin küçük kahramanın “eski mahalle” diyerek tanımladığı çevrede dolaşıp masal dünyasına nasıl gidileceğini öğrenmeye çalışmasıyla başlar. Bu metinde masal dünyası olarak tanımlanacak yerin gerçek yaşamlarının geçtiği çevre dışında bir yer olmayışı şehrin bir masal diyarıyla koşut olabileceği fikrini okura ulaştırmayı amaçlar gibi görünür. Nazlı ve Osman’ın bir bilet yardımıyla “masal dünyası”na açılacakları bir pembe kadife perdeyi ilk araç olarak kullanmaları metnin devamında bir daha hiç gitmeye ihtiyaçları duymayacakları bir masalsı dünyayı kendi semtlerinde deneyimlemeleri ve aynı zamanda da gerçek yaşamlarına bu büyüyü bir biçimde taşımalarını sağlayacaktır. Pembe kadife perde burada bir kapı metaforu olarak yer alır ve burada Mekânın Poetikası isimli metninde Bachelard’ın değindiği gibi bir işleve sahiptir:

Kapı koskoca bir ‘yarı açık’ kozmosudur. En azından temel bir imgedir. İstekleri, iç dürtüleri, varlığı en gizli yerine varıncaya kadar açma dürtüsünü, içine kapalı tüm varlıkları açma isteğini bir araya toplayan bir düşün kökenidir. Kapı güçlü iki olasılığı şemalaştırır ve bu iki olasılık düş kurma türünü netlikle sınıflandırır. Kimi zaman düş, sıkı sıkı kapalı, kilitlenmiş, üstüne asma kilit vurulmuş özelliktedir. Kimi zaman da açıktır, yani ardına kadar açıktır. (236)

Burada Bachelard’ın kapıyı düşe ulaşmanın bir bağlantısı olarak görmesi Gece Çiçeği İstanbul’daki perdenin işleviyle oldukça benzerdir. Düş kapısı ardına kadar açıktır. Perdenin ardına geçen çocuklar masal dünyasına dalabilmektedir fakat yalnızca kendi dinledikleri, başka bir deyişle daha önce düşlemiş oldukları bir dünyaya. Nitekim biletleri de yalnızca kendilerine anlatılmış olan masallarda önceden randevu alacakları bir masalı ziyaret edip gezinmelerini kapsar fakat Nazlı’nın belirlediği bir masal olmayışı romanın aksını belirler. “Düşlerde kurulu bir masal dünyası başka bir yer olmak zorunda değildir, kendi yaşam alanları da bir masal diyarı olarak deneyimlenebilir” mesajı okura, kahramanların biletle ilk kez geçtikleri masal dünyasının mekânının yine yaşamlarını sürdükleri Beyoğlu ve çevresi oluşuyla yansıtılır. Kuledibi, Galata, Tünel, Şişhane Yokuşu, Galatasaray güzergâhının izlendiği bir İstiklal Caddesi’nin sonunda Taksim Meydanı ve Kasımpaşa sırtlarından Balat ve Eyüp’e kadar uzanan bir mekânda İstanbul’u maceralarıyla deneyimleyen çocuklar için şehir yaşayan fantastik, sırları olan bir bilge kahraman gibidir.

Masal dünyasına nasıl gidileceğini Osman’dan öğrenen Nazlı’nın geri kalan maceralarında yanındaki dostu Osman ve daha birçok ilginç özellikleri olan kişinin katılarak kalabalıklaşan bir kahramanlar kadrosuyla şehrin sırlarına ve gerçeklerine dair de birçok şeyin ortaya çıkışı koşut zamanlı gerçekleşir. Gerçeküstü anlatının masal dünyasına girişle başladığı metinde, ilk macerada Nazlı Kuledibi yakınlarında kendini bulur. Burada binalar arasına sıkışmış bir “Dev” ile karşılaşmasıyla büyülü ve gerçeküstü olaylardaki esrarı çözmenin peşine düşer. Bu Dev’in kolları bacakları gövdesi Kuledibi’nin sokaklarına yayılmış biçimde semti kaplamasına sebep olmuştur ve sıkışan Dev bu durumdan memnun olmayarak oradan kurtulmanın çaresini aramaktadır. Dev’in binalar arasındaki sıkışıklığı metaforik olarak gerçekten de sokakları dar olan bu semtte yaşanabilecek sıkışma hissini imlerken gerçeklikle bağlantının kopmayışı “bronşiti azdığı” için öksürüğü tutan deve su getirmeye koşan Nazlı ile sürer. Su getirmek adına Dev’in başının hemen yanındaki binanın en üst katına koşan Nazlı’yı burada maceraları boyunca oldukça önemli bir işleve sahip olacak Madam Berta’nın evi kabul edecektir. Çok yaşlı bir kadın olan Madam Berta’nın içeri aldığı Nazlı, Dev’e bir bardak su götürecekken salon sehpasındaki Pembe çiçekli begonyanın ondan suyu istemesiyle cansız eşyaların yahut bitki ve hayvanların roman boyunca konuşacak olmalarına okur şahit tutulmaya başlanır. Bu evde karşılaşacağı Mavi Gül Sabun’un ısrarlarıyla onu dışarı çıkarmak için cebine atan Nazlı artık tanıştığı her bir kahramanla bir macerası sonuca kavuşmadan ötekine dâhil olmuş olarak bir sarmalın içinde hareket ederek İstanbul’da dolaşacaktır. Burada Bachelard’ın iç mekân ve dış mekân kavramlarından faydalanılabilir. İç mekân bir nevi kişinin kendi iç dünyasında biriktirdiği ve onlarla kendine ait bir dünya oluşturduğu mekânları temsil ederken reel gerçekliğin bulunduğu dünya ise dış mekândır. Bu iki mekân birbirleriyle diyalektik bir ilişki içindedir ve birbirleriyle kesişme ya da birbirleriyle iç içe geçme niteliklerine sahiptirler (200). Bahsettiğim sarmal yapı romanda tam da bu dış ve iç mekânların birbirleriyle sarmal hâlinde bağlı olmasıyla gerçekleşir. Romanın sarmal hareketinin izlenebileceği noktalarda önlerine yeni çıkan kahramanların her birinin imdadına her koştuğunda Nazlı’nın ve Osman’ın bir başka maceraya atılmalarının da önü açılır. Dış mekânda karşılaştıkları her yeni şey bir şekilde iç mekânlarına aktarılmış olur ve yeniden yeniden karşılarına çıkar. Bachelard’a göre “gözümüzün gördüğü dünyaya ilişkin bazı ifadelere gerçek anlamını veren” iç sonsuz büyüklüktür (a.y.). Bu yüzdendir ki anlatıcı olan Nazlı’nın gözünden okura yansıtılan birçok şey bu iç sonsuz büyüklüğün süzgecinden geçmiştir.

Öyle ki Nazlı konuşan bir sabunu gördüğünde durumda bir acayiplik olsa dahi bunu kanıksamakta gecikmez. Dış mekânda gördüğü her şeyi bir biçimde iç sonsuz büyüklüğüyle kabul eder. Buna Madam Berta’nın evindeki Mavi Gül Sabun ve onun peşi sıra başlarına açacağı onca macera dâhildir. Mavi Gül Sabunu’nu durmaktan sıkıldığı banyodan alarak sokağa fırlayan Nazlı yürüdüğü İstiklal Caddesi boyunca hem şehrin kendi büyüsüne kapılacak hem de gittikçe ilginç deneyimlere adım atacaktır. Gezdiği her noktada Beyoğlu’ndaki yerel dükkânlarla irtibatta kalacak olan Nazlı vasıtasıyla okura şehrin tipografisi ve sosyal yapılanmasına dair birçok bilgi verilir. Terzi Figaro’nun dükkânı tipik Beyoğlu terzilerini okura sunarken burada Mavi Gül Sabun’un bir prensese dönüşerek oradan çıktığı görülür. Cadde boyunca devam ettikçe Elhamra Pasajı’na giren ikili bu kez orada Pamuk Prenses’le evlenmek için bekleyen Osman’la karşılaşır ve Beyoğlu İlkyardım Hastanesi’nde hasta yatan Pamuk Prenses’i bulmak için yola koyulurlar. Giderken Japon Pazarı’nın vitrinindeki porselen bebeklere takılan üçlünün yanına bir dördüncü olarak Çikolata Sevgilim isimli siyahi bir bebek canlanarak katılır. Taksim’de Pamuk Prenses’i Osman’ın öpmesiyle uyandıran grup, bu kez onu da aralarına katarak gezinmeyi sürdürür. Fakat bu kez Pamuk Prenses’in üvey annesi tarafından kovalanıyorlardır ve bu kaçış bir şekilde romanın en gizemli kahramanı Sabuncu Vedat ile tanışmalarına sebep olur ve masal dünyasındaki yolculukları da biletlerinin süresi dolduğu için bu şekilde bitmiş olur. Nazlı’nın çıktığında Biletçi Kadın’la geçen diyaloğu ise ilginçtir: “Çaresizdim Perişandım. Her şey yarım kalmıştı. Ne yapacağımı bilemiyordum”(Eray 8-5) diyen Nazlı’ya “Hayat bu çocuğum” diyerek teselli vermeye çalışan Biletçi Kadın’ın  vurgusu roman boyunca yarım kalacak olan her şeyin gerçeklikle bağlantısını haber veren önemli mesajlardan biri olarak söylenir.

Çocuklar yeni bir bilet alıp yarım kaldığı yerden maceralarına devam etmenin çarelerini ararlarken Dev’le yeniden karşılaşmalarıyla zamansal kırılmalar da görünür olmaya başlar. Bu zaman kırılmaları hayatta her şeyin yarım kalacağına dair vurguyu hep güçlendirir ve kahramanları ve onların beraberinde okuru bu düzene hazırlamayı amaçlar. Masal dünyasında karşılaştıkları her türlü olağanüstü unsur artık mekânın masal dünyası ve gerçek yaşamlarının kesişmesinden dolayı olsa gerek, gerçek dünyalarına taşınmıştır ve macera bu şekilde sürüp gidecektir. Bachelard’a göre “Gerçekte düş kurma ilk andan başlayarak bütünüyle oluşmuş bir durumdur. Başlangıcını hiçbir zaman algılayamayız bununla birlikte hep aynı biçimde başlar” (199). Mekânın ve zamanın birbiriyle sarmalandığı metinde Nazlı aslında eski mahalle diye adlandırdığı Beyoğlu’nda başlangıcı bilinmeyen bir zamandan itibaren düş kurmuştur ve şimdi de bu düşlerinin dünyasındadır yani kendi iç mekânında. Ne yaşarsa yaşasın hep aynı biçimde düşlerinin mekânına tekrar tekrar dönecektir. Mavi Gül Sabun’un Sabuncu Vedat tarafından bir kez daha sabuna dönüştürülmesinden sonra olayları çözmek adına işin peşine düşen Nazlı ve Osman maceranın başındaki her şeyi yinelerler. Dev onlara yeni iki bilet vermeyi teklif eder, bunun üzerine yine ona su vermeye Madam Berta’nın evine çıkılır yine Begonya ile konuşulur yine Mavi Gül Sabun cebe atılır ve sokağa inilir. Fakat bu kez Dev’in uyuyup uzanmasından dolayı Kasımpaşa sırtlarından Eyüp’e ve Balat’a uzanan ayaklarından birinde duran biletlere ulaşmak için yolları buraya düşecektir. Oradan geceledikleri Piyer Loti Kahvehanesi’nde ise Osman’ın gördüğü rüyada cebine bırakılan kroki yine onları Sabuncu Vedat’ın peşine düşürecektir.

Bu noktada krokinin mekânı önemlidir. İçine daldıkları ve başka bir dünyaya açılacaklarını sandıkları anda yine kendi çevrelerine ve Madam Berta’nın oturduğu 12 numaralı apartmanın önüne gelirler. Burada devam edecek olan maceralarında şehrin işlevinin onları getirdiği başka bir nokta önem kazanır. Krokiye girerek farklı bir zaman akışına dâhil olan çocuklar bu kez gençlik iksirini içip bebeğe dönüşecek ve bebek olarak götürüldükleri evde bir kanaryayla tanışacaklardır. Kanaryanın söyledikleri ise büyülü gerçekçiliğin zirve noktalarındandır: Bu kanarya 1600’lü yıllarda uçan ilk insan olan Galata Kulesi’nden kalkıp Üsküdar’a kendi yaptığı kanatlarla inen Hezarfen Ahmet Çelebi’dir ve kendisi 4.Murat’ın bu uçuştan ürkmesi sonucu onu bir büyücünün yardımıyla kanaryaya çevirmesiyle asırlardır kafeste yaşamaktadır. Beyoğlu’na dair simge yerlerden olan Galata Kulesi’yle ilintili bu şahsiyetin romana dâhil oluşuyla mekân, zaman ve kahramanlar arasında sarmalın hep giderek Beyoğlu’nun kendini ele veren bir yapıya hâkim olduğu söylenebilir.

Nitekim Haliç’i ve Pera’yı gören eşsiz manzarasıyla Turşucu dükkânına vardıklarında yine hem Beyoğlu’nun tipik ve yerel bir başka kültürel göstereniyle karşı karşıya kalacak hem de maceranın sonlanmadan hemen başka bir maceraya bağlanan sarmalında bir tur daha dönmüş olacaklardır. Kanaryanın büyüsünü bozmaya çalışırken Nazlı ve Osman’ı kanaryaya çeviren bir sihirbaz yüzünden bu kez turşucunun çırağı Ragıp ile onun peşine düşerlerken karşılarına çıkan Karaköy Yeraltı Camii’ne yakın bir yerde konumlanmış Sabuncu Vedat’ın dükkânı olur ve kapıdaki Kahin onlara başka bir dünyanın kapılarını aralar: Düşünce Bahçesi.

Düşünce Bahçesi kör olan kahinin düşünmek için çekildiği ve oraya giden herkesin kendisini ve çevresini düşüncelerindeki gibi gördüğü gizemli ve özgür bir dünyadır. Her şey nasıl düşünülürse öyledir ve oraya girildiğinde herkes gerçekte olduğu gibidir. Bulunduğu yerin ne kadar rahat ve huzurlu olduğunu söyleyen Nazlı’ya Kahin’in cevabı bu mekânın önemiyle ilgili okura da mesaj verir: “İnsan olumlu düşündüğü sürece bu bahçe cennet gibidir. Çözülemeyen sorunlar çözülür burada. Ama düşünceler karışıksa burası da karışabilir...” (6-9). Düşüncelerin en özgür olunan yer ve kişiye bağlı oluşu okura her türlü olumsuzlukta dahi bir kaçış dünyasının kişinin kendi elinde oluşunu fısıldar.

Çocukların her bir mekân ve kişiyle birlikte yeni bir esrarı çözerek edindikleri bilgilerle öğrenmenin hiç sona ulaşmadığı bu renkli maceralarda Gece Çiçeği İstanbul'un sonuna yaklaşırken Nazlı’nın vurguladığı şu cümleler metnin amaçladıklarına dair bir çıkarım yapmayı elverişli kılar: “Çevremde eski mahalle, dar sokaklar, birbirine yakın balkonlar, güneş ışıklarına basa basa dolaşan kediler, guruldayan güvercinler yavaş yavaş beynimde yerine oturuyordu sanki. Bu görüntüleri büyüyünce de unutmayacaktım. Biliyordum.”(29-12). “Gerçekte düş kurma ilk andan başlayarak bütünüyle oluşmuş bir durumdur. Başlangıcını hiçbir zaman algılayamayız bununla birlikte hep aynı biçimde başlar. Yakındaki nesneden kaçar kaçtığı anda da artık uzaktadır ötededir bir öte mekândadır.” (199)

Kanarya büyüsü bozulup normale döndükten sonra bu cümleler sarf eden Nazlı’nın kitap boyunca geçirdiği maceralarıyla elde ettiği iki şey son bölümlerde vurgulanır: Yaşadığı çevreyi öğrenmiş ve anılarına kazımıştır ve tüm karşılaştıklarına ve bu şehre sevgiyle bağlanmıştır. Kahin’in kitabın okurlarına yazdığı son bir mektupla kapanan sahnede kurulan üstkurmacada çocukların kendi renkli dünyalarını aslında kitap boyunca yaşadıkları ve onların hayalgücü vasıtasıyla okurun tüm bu maceralar ortak olabildiğine dair örtük mesajlar verilerek bir sonraki maceraları için bir kapanış gerçekleştirilir.

Gece Çiçeği İstanbul, İstanbul’un Beyoğlu’sunu odağa alarak mekân, zaman, kahramanlar ve en çok da düş gücü arasında sarmal ve büyülü gerçekçi bir yapı kurup okura eğlenceli maceralar eşliğinde mesajlar verir. Dış mekân ve iç mekânın birbirleriyle girdiği diyalektik ilişki sonucunda aslında hep iç dünyada geçen birtakım olaylar gerçeküstü bir yapıyla okura ulaşır. Metin çocukların masalları hem kendi düşünce dünyalarında hem de reel dünyalarında da yaşayabilecekleri bir zeminde, kendi yaşadıkları çevrelerin onlara sayısız macera yaşama olanağı sağlayabileceğini ve bu çevreleri keşfederek ona ait olmanın getirileriyle mutlu ve huzurlu olabilecekleri bilincini kazandırmaya çalışır. Yaşadıkları şehrin ve semtin tarihi ve kültürel gerçekliklerinin ardında yatabilecek sırların, beraberinde onlar için büyülü ve gönül bağıyla kurulmuş arkadaşlıkları sunabileceği ve hayal güçlerini genişletebileceği hissettirilir. Metinde her ne kadar gri, sıkışık, kalabalık bir atmosfere de sahip olsa bir semtin çocuğu olmanın o semti kendi iç dünyasına göre deneyimlemenin sayısız renklerle bezeli bir dünyayı görebilmeye olanak tanıyacağı ve şehrini sevmenin hiç bitmeyecek ve tamamlanmayacak binbir yoldan geçerek dönüp ona merak ve sevgiyle bağlanmakla sonuçlanabileceğine dair vurgular öne çıkar. Bir şehri deneyimlemek, bir çocuk için şehir nasıl olursa olsun olumlu taraflara odaklanıldığında zengin bir dünyanın kapılarını aralamakla eşdeğerdir. İstanbul ise buna imkân sağlayacak sayısız macerayla Eray’ın metinlerine konu olmayı sürdürecektir.

 

Kaynakça

Bachelard, Gaston. Mekânın Poetikası. Çev. Aykut Derman. İstanbul: Kesit Yayıncılık, 1996.

Eray, Nazlı. Gece Çiçeği İstanbul. (Elektronik Kitap). İstanbul: Doğan Egmont Yayıncılık, 2013.