Michael Ende’nin 1973 yılında ilk kez yayımlanan eseri Momo; mitoloji, felsefe, sosyoloji, eleştirel pedagoji, hikâye anlatma sanatı gibi birçok alanla birlikte yorumlanabilir bir içeriğe sahip. Bu çalışmada birkaç yorumumu paylaşmak istiyorum.
Michael Ende’nin 1973 yılında ilk kez yayımlanan eseri Momo; mitoloji, felsefe, sosyoloji, eleştirel pedagoji, hikâye anlatma sanatı gibi birçok alanla birlikte yorumlanabilir bir içeriğe sahip. Bu çalışmada birkaç yorumumu paylaşmak istiyorum.
Öncelikle Momo eseri hem kurgu bakımından efsaneleri, mitleri hatırlatır hem de kurgunun içinde çokça hikâye anlatma sanatına dair öğeleri barındırır. Bu bakımdan eserin bana hikâyeler ve hikâye anlatma sanatına dair ne çağrıştırdığını aktarmak istiyorum. Ama hikâye anlatma sanatının hem kadim gelenekteki yerini hem de popülist kültürdeki yerini eserde görünür kılmadan önce, kurgunun yapısına bakmak gerektiğini düşünüyorum. Yani Momo’nun Sonsuz Yolculuğuna.
Momo’nun Sonsuz Yolculuğu
Momo kıvırcık siyah saçlı, siyah gözlü, bir başına amfiteatr harabesinde yaşayan on yaşında bir çocuktur. Ne ailesi ne de nereden geldiği bilinmez, hatta sanki bilinemezmişcesine efsanevi bir karakter özelliği taşır: “Hatırladığım kadarıyla ben hep vardım,” der (Ende 15).
Momo’nun en ayırt edici özelliği herkesi ve her şeyi dinleyebilmesidir. Amfiteatr harabesine gelip derdini sevincini anlatanları dinleyerek geçirir günlerini. Ama günlerden bir gün bu akışta bir kırılma olur. İnsanlar eskisi gibi Momo’ya gelmez olurlar. Momo bunun sebebini öğrenmek için dostlarını görmeye gittiğinde, onların değiştiğini, Momo ile ilgilenecek zamanlarının kalmadığını öğrenir. Çok geçmeden bu durumun sebebinin insanların zamanlarını çalan “Zaman Tasarruf Şirketi” olduğunu öğrenir. Ve onlarla mücadele ederek insanların tekrardan zamanlarına kavuşmalarını sağlar.
İşte bu mücadele Momo’nun yolculuğunu oluşturur. Joseph Campbell ilk kez 1949’da yayımlanan Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı çalışmasında mitlerin ve halk hikâyelerinin temel kurgusunu oluşturan bir çevrim olduğunu öne sürer; Monomitin çevrimi. Sanıldığının aksine farklılıklardan çok benzerlik olduğunu öne süren Campbell, benzerlikte buluşmayı amaç edinir. Benzerliğin kaynağınınsa büyülü mit çemberi olduğunu düşünür. Bu sebeple Veda’lardaki alıntı ile yola çıkar: “Gerçek birdir, fakat bilgeler ona birçok isim takmışlardır” (Campbell 13). Mitlerin ortaklık barındırma sebebini ise şöyle ifade eder:
Küçücük bir peri masalında dahi bulunan o derin yaratıcı merkezlere dokunma ve uyandırma gücü özelliği, tıpkı okyanusun sırrının bir damla suda ya da yaşamın bütün gizeminin bir pire yumurtasında saklı olması gibi bir mucizedir. Çünkü mitolojinin simgeleri üretilmiş değildir; talep edilemezler, uydurulamazlar ya da kalıcı bir şekilde bastırılamazlar. Onlar ruhun kendiliğinden oluşan ürünleridir ve her biri kaynağının asıl gücünü bozulmamış olarak içinde barındırır. (a.y.)
Campbell, mitlerin barındırdığı ortaklığı tespit ettiği temel çevrim şemasını birçok kültüre ait hikâye üzerinde gösterir. Monomitin çekirdek birimi, ayrılma-erginlenme-dönüş şeklindedir. Kahraman yani monomit bu çizelgeyi takip eder. Ende’nin yarattığı Momo’nun yolculuğunu da bu çevrimle çok yerde benzerlik gösterir. Campbell’in Monomit diye tarif ettiği özellikleri Ende’nin Momo karakterinde görecek olmamızın belki bir ipucu; Mono-Momo isim benzerliğidir. Peki, kahraman ya da monomit kimdir?
Campbell “Kahraman, yerel ve kişisel tarihi sınırlamalarıyla çatışarak onları aşmış ve genel geçer, olağan insani biçimlere ulaşmış olan kadın ya da erkektir. Böyle birinin tasavvurları, fikirleri ve esinleri insan yaşamı ve düşüncesinin temel pınarlarından taptaze çıkar. Bu yüzden onlar yeteneklidir, mevcut, çözülen toplumdan ve ruhtan değil, toplumun yeniden doğduğu tükenmez kaynaktandırlar. Kahraman modern bir insan olarak ölmüş, fakat ebedi insan-mükemmelleşmiş, belirsiz, evrensel insan-olarak yeniden doğmuştur. Öyleyse, onun ikinci önemli görevi ve amacı (Toynbee'nin açıkladığı ve insanlığın bütün mitolojilerinin belirttiği gibi) dönüşmüş olarak bizlere geri dönmek ve yenilenmiş yaşamdan aldığı dersi öğretmektir”(25) der. Momo içinde bulunduğu toplumda kabul görse de toplum için alışılageldik sıradan bir insan temsili çizmez. Onun hikâyede bulunuş biçimi başından beri özeldir ve üstün dinleme yeteneğine sıkça vurgu yapılır. Ayrıca kasaba halkı Zaman Tasarruf Şirketinin çalışanları tarafından ele geçirildiğinde, onlarla mücadele edebilecek yetenekteki tek kişi olarak Momo kalır hikâyede. Momo’nun kendi sürecini tamamlaması da tıpkı Campbell’in kahramandan beklediği gibi, yaşadıkları ile toplumda dönüşüm sağlaması ile nihayete erir.
Campbell’in bir başka ifadesi de Momo’yu tarif ediyor gibidir:
Monomitin karmaşık kahramanı sıra dışı yetenekleri olan bir kişidir. Sıkça toplumu tarafından ödüllendirilir, sık sık tanınmaz ya da reddedilir. O ve/veya kendini içinde bulduğu dünya simgesel bir eksiklik duymaktadır. Peri masallarında bu belli bir altın yüzüğün yokluğu kadar hafif olabilirken, kıyamet tasavvurunda bütün dünya fiziksel ve ruhsal yaşamı yıkıma uğramış ya da uğrama noktasına gelmiş olarak gösterilebilir. (42)
Momo’nun mücadele ettiği Zaman tasarruf Şirketi’nin de insanları kandırarak zamanlarını çalıyor olması, insanlığın sonu kadar tehlikeli gösterilir hikâyede.
Campbell monomitin temel çevrimini, yani “Sıradan Adam”ın yolculuğunu şu şekilde sıralar: “İlk büyük aşama: ayrılma ya da yola çıkma (1)”Maceraya çağrı”, (2)”Çağrının Reddedilişi”, (3)“Doğaüstü yardım”, (4)“İlk Eşiğin Aşılması”, (5)“Balinanın Karnı” ya da gecenin diyarına geçiş. Bölüm 2 Erginlenme sınavları ve zaferleri (1)“Sınavlar Yolu”, (2)“Tanrıçayla Karşılaşma” ya da çocukluk mutluluğunun yeniden elde edilmesi, (3)“Baştan Çıkarıcı Olarak Kadın”, (4)“Babanın Gönlünü Alma, (5)“Tanrılaştırma” ve (6)“Nihai ödül”. (40-41)
Kahramanımız Momo’nun yolculuğunu bu çizelge ile birlikte tekrar düşünelim. Momo amfiteatr harabesinde otururken arkadaşlarının eskisi gibi onun yanına gelmemesi üzerine, onları aramaya gider. Bu aslında çağrısız bir çağrı olarak değerlendirilebilir. Çünkü alışıldık hayatı kesen bir olay vardır burada: Var olagelmesi beklenen olayın yokluğu vardır. Kahraman yola çıkmak zorunda kalmaz, yola çıkmayı tercih eder görüldüğü gibi. -Hatta birçok hikâyeden çıkardığımız ortak sonuç olarak; kahramanı kahraman yapan şeyin çağrıya uyup yola çıkmak olduğunu söyleyebiliriz. Ki “çağrılar reddedilemez hâle gelinceye dek peş peşe görülür” (59). İkinci olarak Zaman Tasarruf Şirketi elemanlarından bir “duman adamın” gelip onunla anlaşmaya girmeye çalışmasını reddederek Momo zaman hırsızları ile mücadeleye başlamış olur.
“İster büyük ister küçük, hangi yaşam sahnesinde ya da aşamasında olursa olsun, çağrı her zaman dönüşümün-tamamlandığın-da bir ölüme ve bir doğuma eşitlenen bir ruhsal geçiş ya da ayininin-gizemiyle perdeyi kaldırır. Alışılmış yaşam ufku genişlemiştir; eski kavramlar, idealler ve duygusal kalıplar artık yetmez; bir eşiği aşma zamanı gelmiştir.” (55)
Duman adamla birebir diyalog kurmasıyla Momo’nun bu eşiği aşma zamanı gelir. Duman adamlarla girdiği mücadelede ilk rehberleri dostları olsa da, bu yolculukta doğaüstü yardımcılara ihtiyacı vardır. Ve “Doğaüstü Yardımcı” olarak sırtına yazılar yazarak iletişim kuran kaplumbağa Kasiopeia hikâyeye girer. Kasiopeia, Campbell’in, “Gönüllü yardımcının kritik anda ortaya çıkışı” (27) şeklinde bahsettiği rehberi temsil eder. Ve Campbell’in tarifine birebir uyar: “İster rüya ister mit olsun, bu mecralarda, yaşamda yeni bir dönemi, aşamayı belirterek birdenbire rehber olmak üzere ortaya çıkan figürün karşı koyulmaz ölçüde büyüleyici bir havası olduğu görülür” (58) ve “Böyle bir figürün temsil ettiği şey kaderin iyi kalpli, koruyucu gücüdür” (72). Momo kendisini kaplumbağa Kasiopeia’nın rehberliğine bırakır. Duman adamlar yakalamak için her yerde Momo’yu ararken, Kasiopeia, Momo’yu en güvenli bölge olan “Hiçbir Yerde Evi”ne götürür.
Bu kaçış “İlk Eşiğin Aşılması” olarak okunabilir. İlk Eşiğin Aşılması evresindeki kahraman için Campbell: “Artık yakalanmış değil, serbest bırakılmıştı; çünkü şimdi her zaman özgür olduğunu hatırlamıştı. Görüngüsellik canavarının gücü dağıtılıp yok edildi ve o da kendinden vazgeçmeye yöneldi.“(84) der. “Hiçbir Yerde Evi”nde esas bilginin kaynağı olarak temsil edilen Hora Usta’nın yanında, Campbell’in “Balinanın Karnı” dediği Freud’un rahme dönüş olarak yorumladığı bir evre başlar, kahramanımız Momo bu evrede, kendi içine, yüreğine yolculuk yapar.
Campbell’in teorisine göre yeniden doğma balina karnı ile simgelenir. “Kahraman, eşiğin gücünü ele geçirmek ya da onunla uzlaşmak yerine bilinmeyenin içinde kaybolur ve ölmüş gibi görünür.“ (86) Hora Usta’nın yanında Momo ile birlikte okur da, “Hiçbir Yerde Evi”nin ölümle bir alakası olup olmadığını sorgular. Eşikten geçiş kendini yok etme macerasıdır ve bu yok etme kahramanın kendi içine doğru gitmesi ile olur. “Kaybolma, inananın kim ve ne olduğunu, yani ölümsüz olmadıkça kül ve toz olduğunu anımsamasının kolaylaşacağı yer olan tapınağa adım atmasına karşılık gelmektedir. Tapınağın içi, balinanın karnı ve ötedeki, yukarıdaki aşağıdaki göksel ülke hepsi aynı şeydir“ (89). Campbell’in kahramanın kendine dönüp uykuya daldığı evrede eşik muhafızları diye anlattığına karşılık Ende’nin Momo için anlattığı bu evrede saatler yer alır. Saatlerin ardında Momo’nun hiçbir soru sormadan birbirinden farklı birçok çiçeğin açtığı ve solduğunu en nihayetinde de içinden gelen müziği duyduğu çok özel bir yere gidilir. Bu evrede Momo’nun keşfini Ende şu şekilde anlatır: “Momo yavaş yavaş anladı ki yeni açan hiçbir çiçek bir öncekine hiç benzemiyordu, her biri apayrı güzeldi ve bu yüzden hep ‘en güzeli işte budur, daha güzeli olamaz’ düşüncesine saplanıp kalıyordu.”(Ende 181) Ardından amfiteatr harabesinde yalnızken yıldızlı gecelerde duyduğu sesi duyan Momo, bir bütün olmuş evrenin onunla konuştuğunu fark eder. İşte burası için Hora usta Momo’ya “Kendi yüreğindeydin”(183) der.
Kendi yüreğinde yıldızlardan duyduğu hakikati arkadaşlarına anlatmak isteyen Momo’ya, Hora Usta: “Anlatabilirsin ama yapamayacaksın” der. Momo’nun “niçin?” diye sorması üzerine de açıklar: “Çünkü bunu yapabilmen için önce sözlerin içinde doğması gerekir” (184). Demlenmek deyimi ile anlatılabilecek bu hâl için “Beklemelisin yavrum. Tıpkı bir tohumun, başını dünyaya çıkarmadan önce güneş dönencesini beklemesini ve o zamana kadar toprağın altında uyuması gibi. Senin içinde de sözcüklerin doğup olgunlaşması aynı sürede olur ancak. İster misin bunu?” (185) diye sorar. Momo hiç istemez olur mu? Ve Momo bir uykuya dalar. Bu uyku dönemini bekleme, olgunlaşma ya da Campbell’in şu ifadeleri ile birlikte düşünebiliriz:
"Arzulanan içe kapanma, gerçekte, yaratıcı dehanın klasik belirtilerinden biridir ve önceden belirlenmiş bir araç olarak kullanılabilir. Ruhsal enerjileri derinlere yöneltir ve bilinçdışı çocuksuluğunun ve arketipsel imgelerin kayıp kıtasını ortaya çıkarır. Sonuç elbette bilincin hemen hemen tam bir ayrışması olabilir (nevroz, psikoz: büyülenmiş Daphe’nin durumu); fakat diğer yandan eğer kişilik yeni güçler edinip bütünleşmeye yetenekli ise, neredeyse insanüstü ölçüde bir öz-bilinçlilik ve ustalıklı denetim yaşanacaktır." (Campbell 66)
Hora Usta’nın yanında bir günlük uykuya daldığını düşünen Momo uyandığında kendisini amfiteatr harabesinde bulur, hem de gidişinin üzerinden bir yıl geçmiş bir şekilde. Momo’nun dönüşü ile birlikte erginlenme evresinin sınavları başlar.
Momo bin bir umutla döndüğü toplumda kısa zaman sonra Campbell’in dediğine varır, dönüş ve toplumla yeniden kaynaşma kahramana en güç olan sınav olarak görülür. Çünkü yaşadığını deneyimi ekonomik sorunlara gömülmüş insanlara anlatmakta zorlanır (41). Tek tek arkadaşlarını arayan Momo da tam bu sahne ile karşılaşır, yardımına koştukları tarafından ilgisizlikle karşılanır, kendini anlatmak istediklerine de anlatma imkânı bulamaz, en yakın arkadaşı Gigi’nin bile bıraktığı gibi kalmadığı için ona ulaşamadığını fark eder. Dönüşün bu büyük reddedilişi, Momo’ya çok ağır gelir. Ende Momo’nun dönünce içinde bulunduğu yalnızlığı şöyle anlatır.
"Çeşit çeşit yalnızlık vardır. Momo’nunki çok az kişinin bildiği ve çok az kişinin dayanabileceği bir yalnızlıktı. Bir hazine sandığının içine kilitlenmiş ve hazine her gün çoğala çoğala sonunda onu boğacakmış gibi hissediyordu. Hiçbir çıkış yolu yoktu. Kimse ona ulaşamıyor ve o da kimseye varlığını gösteremiyordu. Dağ gibi bir zaman yığının altında bunalmış kalmıştı. (Ende 237)"
Kimseye anlatamadığı için bazen o eşsiz güzellikleri görmemiş olmayı dilediği bile oluyordu. Çünkü: “Başkalarıyla paylaşılamayan zenginlikler insanı mahvediyordu” (a.y.).
Momo aylarca süren bu yalnızlıktan o kadar sıkılır ki, duman adamların çocukları doldurdukları o anlamsız “Çocuk Deposu’na” bile gitmeye razı olur, ya da Hora Usta’nın yanına dönmek için uğraşır sıkça. Ama ikisinden de bir sonuç elde edemez. Ve Campbell’in dediği tam olarak gerçekleşir: “Eşiği aştıktan sonra, kahraman bir dizi sınavdan geçmek üzere tuhaf biçimde akışkan, belirsiz biçimlerin rüyasında ilerler”(Campbell 93). Her şeyden korktuğu ve vazgeçtiği noktada Momo’nun eylemine yön veren rüyasında arkadaşlarını yardıma muhtaç hâlde görmesi olur. Arkadaşlarını kurtarabilecek tek kişi olduğunu fark eder ve “Acı ve haz onu yönlendirmez o yönlendirir onları-derin bir huzurla”(141) Momo, korkusuzca “Buradayım!”(Ende 247) diye bağırarak duman adamlara meydan okur. Böylece mücadele, daha büyük bir eşik atlamak üzere kaldığın yerden devam eder. Kaplumbağa Kasiopeia önde, Momo gerisinde ve daha geriden gizlice takip eden duman adamlar olmak üzere büyülü bir kaçış başlar yeryüzünden Hora Usta’nın evine. Bu yolculukta Kaplumbağanın rehberliği sözleri ile de devam eder. Daha hızlı gitmek için Kaplumbağayı kucağına almak isteyen Momo, Kasiopeia’dan, “Yol benim içimde”(256) cevabını alır. Peki, daha hızlı gidemez miyiz talebine karşı ise “Ne kadar yavaş, o kadar çabuk,”(258) cevabını verir. Ki Momo’da tez zamanda bu yolculuğun felsefesini kavrar: “Beyaz sokağın sırrı buydu: insan ne kadar yavaş hareket ederse o kadar hızla ilerliyordu. Ama aksine, ne kadar acele ederse de o kadar güç ilerliyordu”(a.y.). Bu yoldaki yarışı Ende şu sözlerle aktarır: “Bu tersine bir yarıştı, sanki yavaşlık yarışıydı”(a.y.).
Momo ve Kasiopeia, Hora Usta’nın evine varırlar, evin etrafının duman adamlarla kuşatılması ile büyük karar verme vakti gelir. Artık savaş ve nihai son kaçınılmazdır. Campbell bu kısım için: “Zafere ulaşan kahraman eğer tanrı ya da tanrıçanın kuşatmasını elde ederse ve toplumun yeniden yapılanması için bir iksirle birlikte dünyaya dönmekle görevlendirilirse, macerasının son aşamasında doğaüstü efendisinin tüm güçleriyle desteklenir.” (Campbell 181) der. Hora Usta’da doğaüstü efendisi olarak tüm gücü ile Momo’yu destekler ve onu bu büyük görev için yüreklendirir: “Pek çok şey sandığından daha kolay olacak. Sen yıldızların sesini duydun. Hiçbir şeyden korkmamalısın”(Ende 271) der. Hatta kendi yüreğini temsil eden saat çiçeğini ona vererek tüm insanlığın kaderini değiştirecek gücü verir.
Çevrimin son dönüm noktasına gelinir bu nokta; kahraman mistik alandan günlük dünyanın alanına dönmek üzere paradoksal aşırı zor eşik geçişidir:
"İster dışarıdan kurtarılsın, ister içeriden sürüklensin ya da ödülüyle birlikte rehber tanrılarca zarif biçimde taşınsın; parçalara ayrılmış insanların içinde kendilerini tüm saydığı çoktandır unutulmuş ortama, kendisine bahşedilen lütufla yeniden girmesi gerekmektedir. Ego-dağıtan, yaşam-veren iksiriyle toplumla yüzleşmeli ve makul sorgulamaların, aşırı gücenmişliğin ya da anlamakta zorlanan iyi insanların karşısına çıkmalıdır.(197)"
Momo’da Hora Usta’dan ve Kasiopeia, aldığı destekle bu görevi kabul eder. Ve insanlığı zaman hırsızlarından kurtarmak için büyük mücadeleye başlar. Çünkü Campbell’in de dediği gibi: “Kahramanın başarılı macerasının sonucu, yaşamın dünyanın gövdesine akışının kilidini açmak ve onu serbest bırakmaktır” (44) ve Momo duman adamları alt edip insanlara ait saat çiçeklerini serbest bırakarak herkesi zamanına geri kavuşturur.
Monomit ve Momo’nun yolculuğunu aslında bir kahramanın bütün insanları kurtarması gibi değil de, bir benlik mücadelesi ve insanın kendi benliği ile olan savaşı, buluşu gibi de okuyabiliriz. Bu noktada Campbell ve Ende’nin hiçlik ve yumurta kavramlarının kendi içinde yolculuk bağlamında da okuyabiliriz.
Campbell hiçlikten-uzaya diyerek anlattığı evre için: “Hiçliklerin ötesindeki hiçlikten bitki benzeri, gizemli, dünyayı tutan evler kat kat açıldı” (241) der. Ende’nin de Hora Usta’nın bulunduğu yer için Hiçbir Yerde Sokağı, Hiçbir Yerde Evi isimlendirmelerini biliyoruz: “Hiçbir zaman sokağında zaman senden boşalır, dışarı çıkar. Başka bir deyişle oradan geçerken gençleşirsin. Fazla değil ama sokağı geçmek için kullandığın zaman kadar gençleşirsin.”(Ende 262)
Ayrıca Ende’nin Hiçbir Yerde Sokağı’nın girişinde ve çıkışında okura göz kırpan bir yumurta bulunur: “Siyah bir taşın üzerinde dev gibi kocaman yumurtadan ibaret olan anıt” (257). Campbell da ise kozmik yumurta imgesi yer alır. Bu imgenin Orfik, Yunan, Mısır, Fin, Budist, Japon mitolojilerinde de görüldüğünü söyler Hinduların kitabından şu alıntıyı yapar: “Başlangıçta dünya sadece var olmayandı. Vardı, gelişti. Yumurtaya dönüştü” (Campbell 246). Doğanın tükenmez yaşam dinamizmi diye açıklar yumurtayı Campbell: “Komik yumurtanın kabuğu uzayın dünya çevresidir, içindeki bereketli tohum gücüyse doğanın tükenmez yaşam dinamizmini örnekler” (246). Ende de yumurtayı sanki bu dinamizmin varlığını göstermek için bir anıt gibi dikmiştir, geçmişten geleceğe var olacak dinamizm.
Ayrıca bütün bir eserin tek bir insanın benliğini anlatıyor olma ihtimalini şöyle açabiliriz. Campbell monomitin macerasının nihayetinde “kendi ruhsal labirentinin eğri büğrü geçitlerinden”(96) geçerek benliğini arındırdığını söyler. Tüm bu yolculuk ve karakterlerin hepsi belki de tek bir insanı temsil eder. Çok iyi dinleyen Momo’da, kimseyi umursamayanlarda, mutlular, mutsuzlar, iyiler, kötüler, engeller, rehberler, belki de tüm bu karakterler tek bir insanın içindeki farklı farklı güdülerdir. Ve bu eser bir insanın kendi olması evresinde kendi içinde çarpıştığı güdülerini anlatır. Kahraman her mücadele aslında kendinden birisi ile çarpışır. Alt ettikleri ya da yenik düştükleri yine kendisidir. Olmaz mı, olabilir.
Campbell,
"Kozmogonik çevrim bütün kıtalarda karşımıza çıkan kutsal metinlerde şaşırtıcı bir tutarlılıkla sunulmuştur ve kahramanın macerasına yeni ve ilginç bir yön vermektedir; çünkü böylece tehlikeli yolculuğun bir bağlanma, keşif değil değil yeniden keşfi çabası olduğu anlaşılmaktadır. Aranan ve tehlikeler aşılarak elde edilen tanrısal güçlerin daha en başından beri kahramanın kalbinde olduğu ortaya çıkar. O, kim olduğunu öğrenen ve böylece kendine ait gücü ele geçiren ‘kralın oğlu’ dur. Bu bakış açısıyla kahraman, hepimizin içinde saklı duran, yalnızca bilinmeyi ve yaşama katılmayı bekleyen tanrısal yaratıcı ve kurtarıcı imgenin simgesidir." (43)
Hora Usta’da Momo’ya kendi yüreğini göstererek anlatmamış mıydı her şeyi? Ve en nihayetinde Momo kahramanlığını kendi yüreğinin dehlizlerinden çıkarıp getirmemiş miydi?
Kahraman ya da monomit kendi içindekini kavrayınca kendisinin hâkimi olur; Simurg, Momo ya da bir benzeri Buddha. Campbell’in Doğu mitolojisinden örnek verdiği Buddha’nın Büyük Mücadelesi’nin de Momo ile benzerliği de şaşırtıcıdır. Hatta Momo’nun sesizce dinlemesine yapılan gönderme Buddha’nın adında da bulunur. Sankritçe muni, bilge-sessiz kişi anlamına gelir ve Sakyamumoni, Gautamana Buddha’nın adlarından birisidir. Buddaha’nın öğretisinin temel çekirdeği de sessizliktir(37). Bilgeliğin ortak özelliği belki de dinlemektir, dinlerken kişi kendi içinde bir yolculuğa gider.
Ayrıca Buddha’da dünya ağacı motifi olarak geçen Bo Ağacı ile Momo’daki Hiçbir Zaman Evi benzerdir. İkisine giden yollar benzerlik taşır. Buddha’da, Momo’da yolun bilgisine erişerek şu an ki kişi olurlar. Rehberleri benzediği gibi engelleri de benzer: Buddha’nın babası oğlu yaşamı terk etmesin, aklı dünyaya bağlansın diye üç saray kırk dansçı vermesi sadece kaçınılmaz olan başlangıcı hızlandırır. Momo’nun mücadelesini başlatan da benzer bir şekilde duman adamın onu kandırmak için doymak bilmeyen oyuncaklardan yararlanması olur. Ama duman adamın sunduğu Bilbikız oyuncağı Momo’yu kandırmak yerine daha çok rahatsız edip mücadeleye başlamasını sağlar. Buddha ile Momo’nun yolculuğundaki bir başka benzerlikte, evrenin kendisini temsil eden şeyin Buddha’da “yaşam ağacı”, Momo’da saat çiçekleri olmasıdır. “Her şey her yerdedir ve herhangi bir yer gücün yatağı olabilir”(47). Bu bütüncüllüğü anlatan ve yolculuğu özetleyen bir başka cümle de şu şekildedir: “Buddha’nın kendisi gibi, bu Tanrı benzeri varlık da insan kahramanın aldırışsızlığın son korkularının ötesine geçerek ulaşacağı tanrısal hâlin bir modelidir. Bilinç zarfı yok olduğunda, o, değişimden uzaklaşır, bütün korkularından kurtulmuş olur. Bu hepimizin içindeki kahramanlık yoluyla serbest kalacak, herkesin ulaşabileceği gizildir; çünkü şöyle yazılmıştır: “Her şey Buddha-şeydir” ya da yine, “Tüm varlıklar benliksizdir,” (140-141)
Yani aslında monomitte de Momo’da da tüm bu yolculuklarda da varlığın özünün kaynağına yönelik bir keşif söz konusudur. Bu keşif kahramanın kendi içinden başlayıp, dışarı taşar. Kahraman tek kendini dönüştürmekle kalmaz, bir toplumu da etkiler. Bu etki için Campbell şöyle der: “Peri masalının kahramanı kendi bölgesine ait, mikrokozmik, mitin kahramanı ise dünya tarihine ait makrokozmik bir zafer elde eder. Macerasından geriye toplumun bir bütün olarak yenilenmesi için araçlar getirir. Evrensel kahramanlar Muhammed-İsa-Buddha bütün dünya için bir mesaj getirir”(42). Momo’nun da dünya için bir mesaj getirerek bir mit kahramanı özelliğin taşıdığını söyleyebiliriz. Velhasıl “Mit, gerektiği gibi çevrimin içinde kalır, fakat bu çevrimi sessizlikle sarılıp içine sızılmış olarak sunar. Mit, her varlık automunun içinde sessizliğin doluluğunun açımlanmasıdır. Mit, aklın ve kalbin en son gizeme yönelmesidir.”(238) Ve Momo’da bu yolculuğu ile Campbell’in kahramanın sonsuz yolculuğu olarak adlandırdığı monomitin temel çevrimini tamamlayarak kendinden çıkıp engellerler rehberlerle karşılaşıp yine kendine döner ve toplumsal bir dönüşüme öncelik eder.
Geç Kalmak ve Yavaşlamak: Modern Dünya-Hikâye Anlatma Sanatı ya da Zamanı Kaçıranlar
Momo eserinin kurgusunu biçim üzerinden inceledikten sonra içerik olarak ele alalım. Olayların etrafında döndüğü kavram “zaman”dır. Zaman nedir, kimindir, nasıl kullanılmalıdır? Zaman tasarruf edilir mi? vb. birçok soruyu sordurur eser bize. Ve hangi taraftan bakılırsa bakılsın tartışılmaz reddedilemez tek şey; zamanın çok kıymetli olduğu bilgisidir. Ama herkes bu kıymete göre davranmayı bilmez. “Günlük yaşamın içinde çok büyük bir sır vardır. Herkesin bunda bir payı bulunur ve herkes onu bilir, ama pek az kimse bu konuya kafa yorar. Çoğu kimse onu olduğu gibi benimser ve ona asla şaşırmaz. Bu büyük sır, zamandır”(Ende 65). Şüphesiz ki Zaman Tasarruf Şirketi insanların zaman üzerinde yeterince kafa yormamasını fırsat bilir. Çünkü “Duman adamlar varlıklarını insanların ölü zamanlarından yararlanarak sürdürürler”(267). İnsanları önce zamanlarının boşa gittiğine inandırıp, daha sonrada onların adına zamanlarını koruyup biriktirmek hatta faizle arttırmakla ikna ederek günlük hayatın içindeki zamanlarını kendilerine vermelerini isterler. Ve insanlar emeklilikte dünyayı gezme hayali için gece gündüz durmadan çalışan, bir müddet sonra da ne için çalıştığını unutan mutsuz varlıklara dönerler. Zaman Tasarruf Şirketi adında varlıklarını resmiyete döken ve sistem içinde kendilerine yer bulan ama aslında birer hırsız olan bu kurum, modern dünya ve kapitalist sisteme açık göndermeler de bulunur. İnsanların sadece para odaklı bir hayat yaşamaya başladıklarından, yapılan işin, konuşmanın özünü kaybettiklerinden sadece ve sadece daha fazlasını yapmaya çalıştıklarından dem vurur.
Ende “vakit nakittir” ilkesi doğrultusunda birçok tek tipleşmeye göndermede bulunur. Bu göndermelerden kentsel dönüşüm ve zorunlu eğitim de payını alır: “İçlerinde oturacak kişilere uygun olup olmadıklarına bakılmadan herkes için örnek evler yapıldı”(80). Rum ambarları denen kısa zamanda yapılan ucuza mal olunan evlerin en önemli özelliği ise tek tip olmasıdır. Ama aslında asıl önemli olansa sadece evlerin değil, sokakların, okulların nihayetinde insanların da bu sistem içinde hızla tek tipleşmesidir: “Burada yaşayan insanların hayatları da aynı şekilde son derece düzgündü. Çünkü her şey hesaplıydı”(81).
Duman adamlar için tektipleşen insanların zamanlarını çalmak çok daha kolaydı. Ama insanlar duman adamlarla anlaşma imzalamakta ve tek tipleşmekte genellikle zorluk çıkarmasalar da çocukları kandırmak o kadar kolay değildi: “Zaman tasarruf edeyim derken aslında başka şeylerden tasarruf ettiğinin kimse farkında değildi. Yaşamlarının gittikçe daha zavallı, daha tekdüze ve daha soğuk geçtiğini kavramak istemiyorlardı. Bu gerçeği sadece çocuklar taa yüreklerinde hissettiler. Çünkü artık kimsenin onlara ayıracak zamanı yoktu”(81). Ama çok güçlü olan ve her alana uzanan Zaman Tasarruf Şirketi çocuklar için de bir çözüm bulur. Sağda solda tek başlarına oyun oynamalarının kesinlikle yasak olduğu sabahtan akşama kadar durdukları ve oyunun bile birileri tarafından öğretildiği Çocuk Depoları! Tanıdık geldi mi? Topluma hizmet eden, hayal kurma yetisine ket vurulmuş tek tip vatandaşlar yetiştirmeye yönelik bu depolarla Catherine Baker’in Zorunlu Eğitime Hayır! eserinde çizdiği okul profili çok benzer. Ve bu kısımda ciddi bir zorunlu eğitim üzerinden eleştirel pedagoji yapılır. Nihayetinde Ende’nin sunduğu resimde Çocuk Deposu’na maruz kalanların son hâli şu şekildedir: “Çocukların yüzleri yavaş yavaş küçük birer zaman tasarrufçusuna benzemeye başladı. Kendilerinden beklenen şeyleri asık yüzle, can sıkıntısıyla ve düşmanca tavırlarla yapıyorlardı. Kendi hâllerine bırakıldıkları zamanlardaysa ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Akıllarına hiçbir şey gelmiyordu”(207)
Modern dünyada tanıdığımız birçok şeyi içine alan duman adamların saldığı bu hastalığın en son kertesi şu şekilde anlatılır:
"Önceleri pek farkına varılmaz. Günün birinde insanın canı artık hiçbir şey yapmak istemez. Hiçbir şeyle ilgilenmez ve kurur gider. Üstelik bu isteksizlik geçici değildir, hatta giderek de artar. Günden güne, haftadan haftaya daha kötü olur. İnsan kendinden hoşlanmaz, sanki içi bomboştur ve dünyayla bağdaşmaz. Sonraları bu hisler de kalmaz ve hiçbir şey hissetmez olur. Bütün dünyaya yabancılaşmış ve hiç kimse onu artık ilgilendirmez olmuştur. Ne kızgınlık duyar ne de hayranlık. Ne sevinmesini bilir ne de üzülmesini. Gülmeyi de ağlamayı da unutmuştur. Böyle bir insanın içi kaskatı kesilmiştir. Artık hiçbir şeyi ve hiç kimseyi sevemez. Bu durumda, artık hastanın iyileşmesine olanak yoktur. Geriye dönüş kalmamıştır. Bomboş, kül rengi bir yüzle ve nefretle çevresine bakar, tıpkı duman adamlar gibi. Onlardan biri olup çıkmıştır. Hastalığın adına gelince, buna ölümcül can sıkıntısı denir." (268)
Bu hastalığı def etmek için insanların kendi zamanlarına kavuşmaları gerekir.
"Bir yüreği olduğu için her insanın içinde altın bir zaman tapınağı bulunur. İnsanlar duman adamların oraya girmesine izin verirlerse, onlar da bu saat çiçeklerini birer birer koparırlar. Ama istisnaların yüreklerinde çekilip koparılan bu saat çiçekleri yine de ölmezler. Çünkü gerçek sahiplerinden koparılıp alındıkları için yaşayamazlar da. Ama bütün güçleriyle, ait oldukları insana dönmeye çalışırlar." (266)
Peki, insanlar tekrardan saat çiçeklerine kendi zamanlarına nasıl kavuşurlar? Eserde insanlığı kurtaran kahramanımız Momo olduğuna göre Momo’nun özelliklerinden yola çıkarak bu sorunun cevabını bulalım. Momo’nun en belirgin özelliği, her şeyi dinlemesiydi. Kitap başından beri dinlemek üzerine durur. Peki dinlemek nedir?
Dinleme Makamından Hikâye Anlatıcılığına
“Dinlediğim için bir hikâye anlatıcısıyım.”
John Berger
Eser eskiden insanların “dinleme-anlatma-paylaşma” noktasında farklı bir hayat tarzları olduğunu hatırlatarak başlar. “İnsanlar günün önemli olaylarını konuşup tartışmak ve anlatılanları dinlemek için geniş alanlarda bir araya gelirlerdi” (11). Bu geniş alanlar, amfiteatr denen tiyatro sahneleriydi. “Tiyatrolar insanların maddi gücüne göre çeşit çeşitti. Zengin veya yoksul, herkesin istediği şey aynıydı: Tiyatro izlemek; çünkü hepsi tutkulu birer izleyici ve dinleyiciydi” (12). Ama yıllar içerisinde ne amfiteatrlar kaldı ne de birbirini eskisi kadar dinleyen insanlar. Bu sebeple bir amfiteatr harabesinde yaşayan Momo ise âdeta o günleri temsilen çok iyi bir dinleyiciydi. “Momo’nun hiç kimsenin yapamayacağı şekilde başardığı şey dinlemekti. Belki şimdi pek çok kimse, bu da bir şey mi, herkes dinlemesini bilir, diyecektir. Oysa hiç de öyle değil. Çok az insan gerçekten iyi bir dinleyicidir. Dinlemek konusunda Momo’nun eşi benzeri yoktu” (20). Yalnızca sessizce oturur ve anlatılanları pür dikkat dinlerdi. “Momo herkesi, her şeyi dinlerdi. Böcekleri, otları, yağmuru, hatta ağaçlar arasında dolaşan rüzgarı bile. Her biri ona kendi dilinde bir şeyler anlatırdı” (26).
Momo’nun hikâyenin ileriki zamanlarında kendi yüreğini dinlediğini biliyoruz. Gördüğümüz gibi kendi yüreğini dinleyebilmek için önce çok iyi bir dinleyici olmak gerekir.
"Bazı akşamlar, bütün arkadaşları evlerine döndüğü zaman, o tek başına yıldızlı gökkubbenin altında taş basamaklara oturur ve o görkemli sessizliği dinlerdi. Bazen de kocaman, dev bir istiridyenin içine oturup yıldızlar alemini dinliyormuş gibi olurdu. İşte o zaman hafif ama gizemli bir müzik yüreğine dolardı sanki. Özellikle böyle gecelerde çok güzel rüyalar görürdü. Eğer hâlâ dinlemek büyük bir marifet değil diyenler varsa, Momo’nun dinlediği gibi dinlemeyi bir denesinler bakalım." (27)
Ende, Momo üzerinden dinleme eyleminin önemini, zorluğunu ve özelliğini gösterir.
Momo ayırt etmeden her şeyi pür dikkat dinler. Bu sebeple Momo’nun yanında insanlar kendi seslerini kendilerini duyarlar, yani iyi bir dinleyici karşısındakine ayna olup, kendini gösterir. Ve iyi bir dinleyen karşısında insanlar kendilerinin değerli olduğunu fark ederler.
"Kararsız kimseler bile ona dertlerini anlatırken ne yapacaklarına birdenbire karar verirlerdi. Ya da çekingen biri aniden kendisini rahat ve konuşkan hissederdi. Mutsuzlar, dertliler onun karşısından ferahlamış, rahatlamış olarak ayrılırlardı. Hatta kendi yaşamını anlamsız bularak, kendisinin önemsiz olduğuna inanan biri bile, bütün bunları Momo’ya anlatırken, nasıldır bilinmez, daha konuşması sona ermeden söylediklerinin gerçek olmadığını, insanlar arasında onun da bir yeri olduğunu ve dünyada kendisinin de bir önemi olduğunu kavrardı. Momo işte böyle usta bir dinleyiciydi." (21)
İnsanların kendi zamanlarını kurtarmaları, daha anlamlı bir hayat yaşamaları için örnek karakter Momo’nun “dinleme” özelliği önerilir. Momo’nun kurgusunun mitlerden esinlendiğini söyledik, ama kadim olan başka bir şeyden de çokça besleniyor eser; hikâye anlatma sanatı geleneğinden. Hikâye anlatma sanatı, köklü bir gelenek olmakla birlikte, hız yarışında olan modern dünyada tekrar popüler bir hâl aldı. Hikâye anlatıcılığı, dinleyen anlatan paylaşabilen bir topluma hizmet eder. Ama günümüzde popüler bir hâl alması ile birlikte bu varoluşsal anlamını koruyabiliyor mu, yoksa bir performanstan öteye gidemeyip, tükenen bir şey mi oluyor? Ende karakterleri aracılığıyla tam da bu tartışmayı yaptırır okura.
Momo’nun en akın arkadaşları, Gigi ve Beppo’da bir dinleyici-anlatıcı örneği sergilerler. İhtiyar çöpçü Beppo karakteri, sorulara hemen cevap vermez, gülümser, çokça düşündükten sonra cevap verir ya da cevap vermeye gerek görmez. Bu huyundan dolayı onu garipseyenler olsa da Momo, Beppo’yu cevap vereceği ana kadar bekler ve cevabını anlardı. “Beppo’ya göre, dünyadaki bütün anlaşmazlıklar kasıtlı ya da kasıtsız, aceleye getirilerek söylenmiş birtakım yalan yanlış sözlerden kaynaklanıyordu.”(Ende 42). Beppo ne cevapları ne de işini aceleye getirmez, yaptığı işi önemser. Yavaş ama belli tempoyla süpürür. “Her adımda bir nefes alır, her enfeste bir süpürge sallardı.” (a.y.) Beppo dura dura anlatan bir anlatıcı resmi çizer. Durarak ilerle, durarak anlat ki, yorulmadan yolu bitir der. Beppo’yu garipsemeyen ve onunla dostluk kuran diğer kişi de Gigi’dir. Gigi Beppo’nun aksine genç dalgın bakışlı konuşkan yakışıklı bir delikanlıdır. Turist rehberi Gigi olarak geçse de, fırsat bulduğu her işi yapar. Ama asıl varoluşu anlatmasıdır. Gigi hikâye uydurup anlatmaktan haz alır. Tarihi hikâyeleri uydurduğu için ona kızanlar ya da aylak olduğunu düşünenlerde olur. “Gigi’ni tuhaflıklarını hoş karayan Beppo’ydu. Ve yine şaşılacak şey ki ihtiyar Beppo’nun saçmalıklarıyla alay etmeyen tek kişi de o çenebaz Gigi’ydi. Bu belki de küçük Momo’nun kişini de dinleyiş tarzından kaynaklanıyordu.” (47).
Gigi her olaydan bir hikâye çıkarıp anlatmayı sevse de en çok Momo’ya özel hikâyeler anlatmayı sever: “Momo’nun yanında olduğu ve onu dinlediği zamanlar, hayal gücü ilkbahar çiçekleri gibi açılıyor, büyük küçük herkes çevresini sarıyordu. Günlerce, haftalarca süren, ardı arkası kesilmeyen öyküler anlatıyor, aklına son derece ilgi çekici şeyler geliyordu. Üstelik hayallerinin onu nereye götüreceğini bilemediği için kendisi de şaşkınlık ve heyecan içindeydi.” (51). “Momo dinleyiciler arasındaysa Gigi’nin içinde sanki bir havuz oluşuyor, yeni yeni buluşlar çağlaya çağlaya akıyor, kendini hiç zorlamadığı hâlde aklına gelen yeni düşünceler durmaksızın yukarılara fışkırıyordu.” (55). Bu noktada Momo’nun dinleyiş tarzı anlatanın içini boşaltmasına sebep olur. Bu durumu Momo’yu kandıramayan ve ona gerçeği itiraf etmek zorunda kalan duman adam da belirtir: “Bu çocuğun dinleyiş tarzında ne var bilmiyorum ama ağzımdan laflar dökülüverdi.”(131). Gerçek bir dinleyici karşısında anlatanın içindeki pınarlar açılır, Gigi’den güzellikler saçılırken, duman adamdan zehir saçılır.
Gigi’nin hayal gücünü sonuna kadar kullanarak ve haz alarak hikâye anlattığı dönem Momo kaplumbağanın peşinden Hora Usta’nın yanına gittiği zamana kadar sürer. Hora Usta’nın yanından harabeye döndüğü zaman Momo, ne Beppo’yu bulabilir ne Gigi’yi. Turist rehberi Gigi’nin “son gerçek hikâyeci” diye bir haberde çıkmasının ardına ünlendiğini, önce turizm şirketleri ile çalıştığını ardından da televizyonda hikâye anlatan çok ünlü birisi olduğunu öğrenir. Her ne kadar Momo’yu çok özlese de yeni hayatı o kadar yoğundur ki, programdan programa koşmaktan Momo’yu arayacak vakit bulamaz kendine. Durmadan durmadan hikâye anlatması gerekir. Önceleri eski inadını devam ettirip aynı hikâyeyi ikinciye anlatmadığı için, anlatacak hikâyesi kalmadığında yalnızca Momo’ya özel olan hikâyeleri de anlatır. “Bu hikâye de hemen yenilip yutuldu ve kısa süre içinde unutuldu” (193) sözleriyle Ende tekrar kapitalist sistemin tüketiciliğine vurgu yapar. Gigi özel hikâyelerinin hepsini anlattıktan sonra “Sonuncusunu da anlatıp bitirdiği gün kendisini boşalmış ve tükenmiş hissediyordu, artık yeni bir şey bulması olanaksızdı.”(193) der. Yani varoluşsal bir yaratım süreci olan hikâye doğurmaktan hikâye satan, hikâye tüketici bir adama dönüşür Gigi. Eskiden anlattığı hikâyeleri bir parça değiştirip tekrar sürer tezgaha, ama tekrar kapış kapış gider. Çünkü artık piyasanın bir malzemesi olmuştur. Tabii ki bu işin de arkasında duman adamlar bulunur. Ve şu sözleri ile bunu Gigi’ye anlatırlar: “Sen bir hiçsin. Seni biz yarattık. Sen lastik bir balonsun. Seni biz üfleyip şişirdik. İçindeki havayı boşaltmamızı istemiyorsan bizi kızdırma. Yoksa bugünkü yerine gerçekten de kendi önemsiz yeteneğin sayesinde geldiğine mi inanmıştın.”(195). Tabii ki bu şişirmeyi medyayı iyi kullanabildikleri için yaptıklarını da açıklarlar. Bu konuşmadan sonra Gigi artık ne kadar ünlü olursa olsun, hayal gücünden haz alan birisi değil de bir dolandırıcı, halkın karşısında maskara gibi hisseder kendisini. Ve şöyle der: “Yapabileceğim tek şey kaldı artık, o da susmak ve hiçbir şey anlatmamak. Hayatımın sonuna kadar ya da hiç değilse insanlar beni unutuncaya kadar susmak. Yeniden kimsenin tanımadığı zavallı bir berduş oluncaya kadar susmak.”(231).
Sonuç yerine: Momo’nun Duy Dediği
Michael Ende, Momo romanının kurgusu Campbell’in Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda adlandırdığı monomitin temel çevrimini takip ederek biçimsel olarak bize bir mitin özelliklerini taşıdığını gösterir. Ve bir mit olarak Momo’da evrensel bir mesaj taşır insanlığa, zaman saatle değil yaşamla ölçülür, zaman tasarruf ettikçe azalır. Bu sebeple zamanını iyi kullanmak için yaşamak, adı duymak gerekir. Çünkü zaman: “Hep var olduğu için duyulmayan bir müzik gibidir.” (Ende 176). Zamanın kısalığı ve uzunluğunun içinde yaşanan olaylara bağlıdır. “Çünkü zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir.”(65).
Ama herkesin zamanı kendisine aittir ve nasıl kullanacaklarına da koruyacaklarına da kendileri karar verirler. Herkesin kendine ait zamanını temsil eden bir saat çiçeği bulunur:
"Bu saatler her insanın göğsünde taşıdığı şeyin basit birer taklidi yalnızca. Çünkü nasıl gözleriniz görmeye, kulaklarınız duymaya yarıyorsa, insanın yüreği de zamanı algılamaya yarar. Kör biri için gökkuşağının renkleri ve sağır biri için kuş sesleri nasıl boşunaysa yürekle algılanmayan zaman da öyle boşa gider, kaybolur. Ama ne yazık ki düzgün atmasını bildiği hâlde kör ve sağır olan nice yürekler vardır." (178)
Ende yüreklerin kendi zamanları karşısında kör ve sağır kalmaması için reçete olarak “dinlemeyi” sunar. Çünkü anlatmak için anlatanların da ne kadar samimi olurlarsa olsunlar er ya da geç Gigi gibi bir anlatı satıcısına döneceğini gösterir. Ama dinlemeyi merkeze alan birisinin ancak, anlatılacak çok iyi bir hikâye yaşayabileceğini gösterir. Nihayetinde bu yolculuğu yaşayan ve anlatanda herkesi dinleyen Momo olur. Momo her şeyi herkesi dinleyebildiği için, için de çalan müziği duyar ve hatta o müziğin için de bir ses olur. Bizi sürekli bir yerlere koşturan ve mutsuz eden sisteme karşı, durup dinlemeliyiz der Ende.
Masalsı bir kurgu, masalsı bir anlatım ve daha önemlisi ise Ende’nin masalsı bir bitiriş yapması ile olur. Yazar son sözünde “Kitaptaki bütün olayları bana anlatıldığı şekilde ve ezberimden yazdım.” (299) der. Bir yolculuğu sırasında kompartımana gelen garip bir yolcudan duyduğunu söyler bu hikâyeyi. Ve garip yolcunun son sözleri ile bitirir kitabı: “Ben size bütün bunları olup bitmiş gibi anlattım. Oysa gelecekte olacakmış gibi de anlatabilirdim. Benim için ikisi arasında büyük bir ayrım yok” (299). Ve böylece tam bir mite yaraşır şekilde veda eder kitap okura.
Kaynakça
Baker, Catherina. Zorunlu Eğitime Hayır. Çev. Ayşegül Sönmezay. İstanbul: Ayrıntı, 2013.
Campbell, Joseph. Kahramanın Sonsuz Yolculuğu. Çev. Sabri Gürses.
Ende, Michael. Momo. Çev: Leman Çalışkan. İstanbul: Pegasus, 2017.
Ramsden, Ashley ve Sue Hollingsworth. Hikâye Anlatma Sanatı. Çev. Ali Bucak. İstanbul: İletişim, 2017.